Islam Ekonomisi: Tasarrruf/harcama

  • Uploaded by: ismail
  • 0
  • 0
  • July 2020
  • PDF

This document was uploaded by user and they confirmed that they have the permission to share it. If you are author or own the copyright of this book, please report to us by using this DMCA report form. Report DMCA


Overview

Download & View Islam Ekonomisi: Tasarrruf/harcama as PDF for free.

More details

  • Words: 2,788
  • Pages: 6
Islam Ekonomisinde Tasarruf/Tüketim Ismail Yurdakok [email protected]

DEDEYİ

ARKA

BAHÇEYE

GÖMMEK

Doksan iki yaşındaki dedeleri Roe’yu, çiftlikte her gün yürüyüş yaptığı korunun yanına defnetmişler. Atlantik kıyısındaki Waterville kasabasından bir tabut yapımcısı, bu tür definlerin son beş yılda iyice arttığını söylüyor. ABD’de bir cenazenin kaldırılması için gerekli masraf altı bin doları bulduğundan özellikle kırsal kesimde artık pek çok cenaze aileleri tarafından kaldırılıp çiftliğin bir kenarına gömülüyor. Dede Roe’nun ailesi tabutu da kendileri yaptıklarından cenazeye toplam 250 dolar harcamışlar. Aynı bölgeden Mr. Lakin isimli tabut yapan bir marangoz ise “otuz sene evvel babam ölünce bu işe başladım; iyi bir iş, bende 480 dolardan 1200 dolara kadar tabut var” diyor. (1) Bir araştırmada Kanadalılar’ın da cenazeleri için ortalama yedi binle-on bin dolar arasında harcama yaptıklarını gösteriyor.(2) İslam’da ise bu tür israflar uygun görülmemiştir. Hatta ilk halife Hz. Ebû Bekir’in vasiyeti olduğu için, üzerinde son nefesini verdiği çarşafın hemen yıkanarak, (Arabistan) güneş(in)de kurutulup bu çarşafla kefenlendiği anlatılır. Fakat yıllar ilerleyip gelir arttıkça para harcama arzusu da artmıştır. Henüz hicretin otuzuncu yılında (mîlâdî yedinci yüzyılın ortasında), Medîne’de halk güvercin uçurmaya başlamış, Hz. Osman ise Cevdet Paşa’nın ifadesiyle “bu ise bir bid‘atı seyyie (kötü bir adet) olduğundan, onu yasak etmişti.” (3) Günümüz itibâriyle güvercin uçurmak iyi midir kötü müdür, veya ondan ötesi evde kuş beslemek israf mıdır değil midir konusu tartışılabilir. Anadolu’da on binlerce insanın altmış lira haftalıkla çalıştığı günümüz dünyasında, bir Müslümanın pahalı bir kuşa veya (süs) köpeğ(in)e (ve onun mamalarına) para yatırması israf kapsamına girer mi girmez mi? Olaya “bu işten de ekmek yiyen esnaf var” mı demek lazımdır yoksa, “madem ki yaratmış, öyleyse kuşun da köpeğin de rızkını Allah verir, biz yoksullara bir tas çorba vermeğe bakalım” mı demek gerekir? Veya güncel bir konu olarak futbol mevsimi açılırken, bir derbi maçına bilet almak bir Müslüman için israf mıdır değil midir? Veya yine aynı konuda ‘hükümetlerin büyük stadyumlar’ inşası israf mıdır? Batı’da bu tartışmaları ekonomistler her zaman yaparlar: “Şehir yönetimleri spora (kulüplerine) ve spor yapılan binalara maddî destek vermeli mi? (Should Cities Subsidize Sports and Sports Venue?) (Swartz-Bonella, 2004) gibi tartışmalı konular, taraflarca kompleksiz olarak tartışılır. Meselâ bu konuda olumsuz görüş sahibi olanlar “bu modern-günlerin hipodromlarına, vergi mükelleflerinden milyonlarca dolar aktarılmasının şehirlerde büyük bir trafik karmaşasına/kilitlenmesine de yol açtığını” görüşlerine eklemektedirler. Harcama/Tüketim ve Tasarruf (Savings and Consumption) (modern) iktisadın ilk döneminden beri en önemli konularından biri olmuştur. Hinduizm’deki diyeti veya Batı’daki vejeteryanlığı; biz İslâm’î kaynaklarda göremiyoruz. İslâm insanın yemek, içmek ve ticaret yapmak gibi ihtiyaçlarını görmekten kaçınmamıştır. Kur’an’da, inanmayanların Hz. Peygamber’i kınamak isterken “bu nasıl bir peygamber, (bizim gibi) yemek yiyor ve pazarlarda dolaşıyor” (Furkan, 25:7) dedikleri ve buna cevap olarak da “biz senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki, yemek yiyor ve pazarlarda dolaşıyor olmasın” (Furkan, 25: 20) âyetinin geldiğini görürüz. Elbette insan bu dünyaya sadece yemek içmek için gelmemiştir; fakat Kur’an, yeme ve içme konusunda birçok yasak getirmiş de değildir: “Ey

Peygamber! Allah’ın sana helâl kıldığı şeyleri kendi (nefsi)ne niçin haram kılıyorsun ? (Tahrîm, 66:1); “(Allah) size, ancak ölü hayvanı, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvanı haram kıldı” (Nahl, 16:115) Bunların dışında sadece (alkollü) içki yasaklanmıştır (Mâide, 5:90) Allah’ın cennette de Âdem ve Havvâ’ya ‘yasak meyve’ dışında hiçbir şeyi yasaklamadığı “istediğiniz her şeyi yiyin (yalnız) şu ağaca yaklaşmayın” (‘Âraf, 7:19) buyurduğu görülmektedir. Âhiretteki cenneti anlatan bir âyette de: “o cennetlerdeki bir meyveden kendilerine rızk olarak yedirildiği zaman, (cennetlikler): “Bu, bundan önce dünyada bize verilenlerdendir” derler.” (Bakara, 2/25) Dünyada yenilen üzüm, hurma gibi meyvalar Kur’an’da sık sık geçer; ayrıca zeytin ve yağı (Müminûn, 23:20); süt ve bal helâl yiyecekler olarak tavsiye edilir. Hayvancılık (sektörü) ile ilgili Kur’an’da 32 âyet görülür. Üç sahabi ‘(hiç) et yememe’ nin de aralarında bulunduğu bazı kurallara göre sıkı/çileci/sofu bir yaşam sürmek için sözleşmişler, fakat, Allah’ın Elçisi bunu duyunca onları bu davranışlarından vazgeçirmiştir (Buhârî, K. Nikâh) Hıristiyanlara da ruhbanlığı/perhizkârlığı Allah’ın emretmediği, onların kendilerinin bunu çıkardıklarını Kur’an bildirir: “Uydurdukları ruhbanlığa gelince onu, biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar” (Hadîd, 57:27) Köşkte Yaşamak. Kur’an’da Yemen’deki Sebe’ toplumunun helâk edilmesinden bahsedilirken, onların lüks evlerde yaşadığı bildirilmiş, fakat ‘evlerin lüks oluşu değil’, nankör oluşları kınanmıştır: “Andolsun, Sebe’ toplumunun oturduğu yerlerde büyük bir ibret vardır. İşte bu, (evlerinin) sağdan ve soldan iki bahçe ile çevrili olmasıdır. Onlara: “Rabbinizin rızkından yiyin ve O’na şükredin” denildi. ..Ama onlar yüz çevirdiler. Bu yüzden üzerlerine Arim selini gönderdik.. Nankörlük ettikleri (veya inkar ettikleri) için onları böyle cezalandırdık.” (Sebe’, 34:15-16-17) Hicr halkının da dağlarda kayaları oymak suretiyle ‘lüks, güvenli evler inşa etmeleri’ değildir; başlarına gelen azabın sebebi. Sebep: “Andolsun, Hicr halkı da peygamberlerini yalanlamıştı.” (Hicr, 15/80-84) Süleyman peygamber’in kristal sarayda yaşaması da Kur’an tarafından kınanmış değildir. (Neml, 27:44) Hz. Süleyman gece gündüz Allah’a kulluk ediyor, üzerindeki nimetin şükrünü yerine getirmeye çalışıyor, kibirlenmiyordu: “Ey Rabbim! Bana ve anababama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın iyi iş yapmamı gönlüme getir” (Neml, 27:19); “Biz, Davûd’a (çocuk olarak) Süleyman’ı verdik. Süleyman ne güzel bir kuldu. Doğrusu o dâima Allah’a yönelirdi. (Sad, 38:30) Kârun’un sahip olduğu muazzam serveti de, Kur’an kınamış değildir. Kınanan onun yaptığı yanlışlıklar ve kibridir. Hatta anahtarlarını kırk katırın taşıdığı nakledilen o büyük serveti Karun’a Allah’ın verdiğini, Kur’an hatırlatır: “Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü-kuvvetli bir topluluk zor taşırdı” (Kasas, 28:76) Kendi toplumundaki iyi insanların Karun’a uyarı olarak söylediklerini, Kur’ân bütün zenginlere uyarıcı kurallar olarak bize nakleder: “Toplumu ona demişti ki: (1) Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez. (2) Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) âhiret yurdunu gözet; (3) ama dünyadan da nasibini unutma (dünya için de çalış); (4) Allah sana ihsan ettiği gibi sen de (insanlara) iyilik et; (5) Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama” (Kasas, 28:76-77) Karûn’u helake götüren iki faktör; kibir (Kasas, 28:79) ve “ben kazandım” deyip, Allah’ın ihsanını unutmasıdır, ki bu da kibirdir: “Karûn ise: “Bu(servet) bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi” demiştir (Kasas, 28:78) Kârûn örneği, trilyon dolarlara da sahip olsa “büyük patron” kavramının İslam’da yasak bir kavram olmadığını göstermektedir. İslam’ın ilk günlerinden itibaren Hz. Peygamber’in terbiyesinde yetişmiş (bazı) büyük sahâbîlerin büyük servetleri dikkat çekicidir: İlk dönem tarihçilerinden İbn Sad ile daha sonraki meşhur tarihçiler Mes‘ûdî ve İbn Kesir’in yazdıklarına göre, Hz. Osman döneminde, Hz. Osman’ın kendisi 150 bin altın dinar ve bir milyon gümüş dirhem sahibi idi. Zübeyr (b. Avvam) 400 bin altın dinar, bin at ile Medine’de on bir ev, Basra’da altı ev ve Kûfe’de bir ev ile Basra’da bir de ticarethanesi vardı. Talha’nın Irak’tan günlük geliri bin altındı. Abdurrahman b. Avf öldüğünde 84 bin altın, bin at, bin deve, on bin koyun kalmıştı. Zeyd b. Sabit’in de yüzbin altın dinarı vardı.(4) Zenginin malında İslam’ın gözü yoktur.

Esasen daha çok zengin, (yoksullara) daha çok zekat(verilmesi) demektir. “ Tüketim/harcama/lüks (olup olmama) kavramlarının zamanla değişebileceğini de, Hz. Peygamber’in şu ifadesinden anlıyoruz: “Bir gün Hz. Peygamber, Câbir’e sordu: “halıların var mı?” Câbir “halıyı nereden bulacağız Ya Rasulallah” Hz. Peygamber: “çok değerli halılara sahip olacaksınız” dedi. (Buharî, K. Bed’ul-halk, B. Alâmât’un-Nubuvve) Gerçekten, özellikle Hz. Ömer devrinden itibaren, toplumdaki ortalama gelir seviyesi hızla yükseldi ve Câbir çok iyi kalite halılara sahip oldu. Hz. Peygamber’in bu ifadesi evlerde değerli halı kullanımında bir sakınca olmadığına işaret ettiği gibi, İslam’da lüksün/harcamanın sınırları konusunda, ve İslam İktisadında harcama/tüketim teorisi konusunda da bir fikir vermektedir. Bu konuda düşünebileceğimiz diğer bir örnek de kozmetik sanayiinin İslam’ın geleneksel sanayi/ticaret sektörlerinden biri olduğudur. Hz. Peygamber (hemen her gün) güzel koku sürünürdü. Hatta sahabilerden Katâde, Allah’ın Elçisi: “saçlarına özen göster” dediği için, saçlarını günde iki defa yağlardı. Hz. Ebûbekir de saçlarını (toprak boya ile) boyamıştır. (Muvatta, K. Şa‘ar) Turizm de bir harcama/tüketim sahası olarak, Müslümanlar için teşvik edilmiştir. Tarihi ve arkeolojik yerleri ziyaret Kur’an’da 13 ayrı yerde teşvik edilmiştir. “Yeryüzünde dolaşın da inkar edenlerin akıbeti/sonu nasıl olmuş düşünüp araştırın” (En‘âm, 6:11) Hac ve umre ise, Allah’a kulluğun dışında, zengin müminlerin mallarından yaptıkları bir harcama olup eski dönemlerde deveci/kervancılardan, dilencilere, günümüzde de yüzük, seccâde imalatçılarından, havayolu şirketlerine kadar pek çok sektöre kaynak aktarımı, sıcak para transferi sağlamaktadır. Konuya diğer bir açıdan bakıldığında ise: Hz. Peygamber’in kendisinin oturduğu odalar ise son derece basit, küçük, toprak mekânlardı. Emevîlerden Velid b. Abdülmelik döneminde, Peygamber’in mescidi genişletilirken, bu odalar da yıkılarak mescide katılmıştı. Bu esnada orada olan ünlü bilgin Saîd b. Müseyyeb’in: “Ben bu odaların kendi haline bırakılmasını ve öylece korunmasını isterdim ki Medine halkı ve dışarıdan gelen Müslümanlar peygamberlerinin nasıl yaşamış ve ne kadar az şeyle yetinmiş olduğunu gözleriyle görsünler” dediği kaynaklarda belirtilmektedir.(5) Hz. Peygamber döneminde (Medine’de yağan yağmurların birinde) yağmurun mescidin hurma dallarından yapılmış çatısından aktığı, Hz. Peygamber’in su ve çamur içinde secde ettiğini, hatta alnında çamur izleri görüldüğü sahih kaynaklarda nakledilmiştir. (Müslim) Hz. Ömer döneminde hazinede para bolarınca, Ömer mescidin genişletilmesi için bir ustayı çağırmış ve ona: “Sen yalnız halkı yağmurdan korumağa bak; sakın allı, sarılı zînetler yapıp da halkı fitneye uğratmayasın” demiştir. Bir hadiste de, Hz. Peygamber’in: “Ben mescidleri bina edip süslemekle emrolunmadım. (Ama) siz, mescidlerinizi Yahudi ve Hıristiyanların yaptığı gibi süsleyeceksiniz” dediği nakledilmiştir. Hz. Osman kendi döneminde mescidi yenilirken, kerpiç çabuk yıprandığından onun yerine taşla kireçten, hurma dalları yerine de daha sağlam olan sac ağacından malzeme kullandırttığı başka herhangi bir süsleme yaptırtmadığı bildirilir. Mescid hakkındaki bu bilgileri Buhari tercümesinde toplayan Ahmed Naim: “mehruh (çirkin) olan bid‘at, yaldızlamadır ki mescidi bu şekilde ilk süsleyen Emevî sultanı Velid b. Abdülmelik b. Mervan’dır ve sahabilerin döneminin sonuna denk gelen o zamanda, alimlerden çoğu fitne çıkmasından korkarak sessiz kalmışlardır.” der. Emeviler’in baskıcı idaresi anlaşılan alimleri(n çoğunu) susturmuştu. Ahmed Naim: “Mevlâ’ya ibadete tahsis edilen yeri (böylece) müsrifâne bir şekilde büyük mesârif (masraflarla) ile vucûda getirmek (yapmak) Hakk’ın sevmediği övünme ve böbürlenmeğe de vesîle olur” demektedir. (6) Bu dönemde Velid ve babası Abdülmelik artık devlet hazinesinden istedikleri gibi harcama yapıyorlardı. Ünlü şarkıcı Mabed b. Vehb başta olmak üzere pek çok mugannî Şam sarayına yerleşmişlerdi; hazineden besleniyorlardı. (7) Belki camilerin yapılması ve büyütülmesi de, kendi israflarını kapatma ve halkın gözünü boyama amacına yönelikti ve din istismarının ilk örneklerini oluşturuyordu. Yusuf peygamber’in, gelecekteki yedi kıtlık yılı için, hükümdara (ve halka) ekin stok etmelerini tavsiye etmesi ve bu olayın Kur’an’da anlatılması (Yusuf, 12: 4748) herhalde boşuna değildir. Yarınlar için tasarruf yapmak, ekonomik göstergeleri

takip etmek, gelecekte parlayacak sektörlere şimdiden yatırım yapmak, (gelecekteki) kıtlığa, işsizliğe ve tüm ekonomik problemlere çözümü bugünden düşünmek; bu (Yusuf) sure(si)nin vermek istediği mesajlardan değil midir? Hz. Peygamber’in de âilesinin bir yıllık ihtiyaçlarını önceden depo ettiğini biliyoruz. (Müslim, K. Cihad ve-s Siyer, B.15, Had.49) İslam’ın ilk yüzyılındaki harcama/tasarruf anlayışını yansıtması açısından, Hz. Peygamber’in bir sözünde “Allah’ın mekruh (çirkin) gördüğü üç şeyden biri de “malı (serveti) zâyi (yok etme, telef) etmektir” ifadesi dikkat çeker. Buhari’nin diğer mütercimi Kamil Miras (1874-1957) ise ‘malı zâyi etmek’ malı sebepsiz ve lüzumsuz yerlerde harcamaktır ki, israftır, tasarruf kaideleri dışına çıkarak muzır (zarar verici) bir hareket yapmaktır” der ve ekler: “Bazı âlimler de “malı zâyi etmek, “malı Allah’a kulluğun dışındaki işlerde harcamaktır ki ‘israf etmek’tir. demişlerdir.” Kâmil Miras süslü binalar yapımını da israf olarak kabul eder. Ayrıca iştahı arttırarak fazla yemek yemek, fazla ev eşyası, yemek takımı kullanmak ta israftır der ve Berâ isimli sahabinin naklettiği diğer bir hadisi nakleder: “Hz. Peygamber bizi gümüş kap (kullanmak)tan, altın yüzük takmak) tan, harîr, dibâ (denilen ipekli kumaş kullanmak)tan da yasakladı.” Dört halife dönemi ile ilgili bir olayı da, Kamil Miras şöyle nakleder: “Sahabi Huzeyfe genel vali olarak bulunduğu (eski İran’ın başkenti) Medâin’de su içmek istemiş, Medâin’in ileri gelenlerinden bir Mecûsi (ateşe tapan) kendisine gümüş bardakla su vermiş, Huzeyfe ise gümüş bardağı fırlatmış, ve “ben bu bardakla (bana) su getirmeyi yasaklamadım mı?” demiş daha sonra da ben Hz. Peygamber’den: “Ashâbım ! İpekten imal edilmiş elbise giymeyiniz. Altın gümüş bardaklardan da su içmeyiniz. Bu çeşit tabak ve çanak içine konulan yemekleri de yemeyiniz..” buyurduğunu işittim” diye eklemiştir. Bu hadisi (1937-38 yıllarında) yorumlayan Kâmil Miras (ki 1920’de TBMM’de ilk dönem Afyonkarahisar mebusudur) şöyle demektedir: “Hiç şüphesiz ki, İran baştanbaşa fethedilmekle beraber, (binlerce yıllık) İran medeniyetinin âileler arasındaki debdebe ve ihtişamı devam ediyordu. Kim bilir, Huzeyfe hazretlerine o günün İran Umûmi Vâlisi olması dolayısıyla nasıl süslü bir bardakla su verilmişti. Halbuki İslam dini insanlar için sâde bir hayat, demokrasi (demokratik) bir medeniyet tesis etmek, zenginlerin ve süfehanın (israfçıların, hovardaların) ipekli kumaşlarla altın ve gümüş kaplarla yoksullara karşı övünmesini ortadan kaldırmak istiyordu. Hz. Peygamber’in hedeflediği ahlaki ve ictimâî (toplumsal) gaye ile beraber ikinci ve iktisadi bir gayeleri de halkı israftan men edip uyarmaktı. Fertlerin israfı ne kadar muzır (zarar verici) ise, milî serveti hebâ ettiği için de öylece muzırdır. Fertlerin kazancı ve tasarrufu, toplumu ne derece takviye ederse( kuvvetlendirirse), israfı da o derece za‘fa uğratır.(Hz. Peygamber) Nice hânumânları (aile ocaklarını) söndüren ve muazzam medeniyet ve saltanatları tarrakalarla (patlama, gürültü) yıkan bu israf ve sefâhati ortadan kaldırmak ve zengin, fakir herkesi tutumlu, müsâvî (eşit), temiz bir hayata mazhar etmek istiyordu. (İşte) Huzeyfe hazretleri de, Hz. Peygamber’in sırdaşı olan meşhur ve mümtaz(seçkin) bir sahabi olarak, Allah’ın Elçisi’nin övünme ve israfa vesile olan eşya(ları) kullanımından halkı menetmelerindeki sebep ve hikmetini herkesten daha iyi bilen birisi olarak, eski medeniyetin böbürlenme vasıtası olan (gümüş) bardağı tereddütsüz fırlatıp atmış ve Hz. Peygamber’in bu konudaki yasağını zorla uygulamıştı. Bu sert bir hareket de değildi. Çünkü Müslümanların İran valisi, bulunduğu ziyafetlerde defalarca ve kesin olarak bu yasağı ilân ve ihtâr etmiş bulunuyordu. Bu halde hâlâ inat eder gibi gümüş bardakla su getirilmesi büyük bir kabalık idi. Hulâsâ (Özet olarak): Bu Huzeyfe hadisi, ipekli kullanımının ve altın ve gümüş bardaklardan su içmenin, altın ve gümüş tabaklardan yemenin haram olduğuna sarahaten (açıklıkla) delâlet eder (kanıttır). İlk dönem bilginlerinin çoğu da Huzeyfe hadisindeki yasağı nehy-i tahrîmî (haram kılan bir yasak) olarak kabul etmişlerdir.”(6) Hayır/yardım yaparken bile israftan kaçınılmasını, Kur’an istemiştir: “Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra (parasız kaldığından) kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini çekersin” (İsra, 17/29) Hz. Peygamber’in yakın arkadaşlarından Sad b. Ebi Vakkas da yakalandığı bir hastalıkta bir daha

kalkamayacağını/öleceğini zannederek malının üçte ikisini dağıtmak istemiş fakat Allah’ın Elçisi buna izin vermemişti. Olayı Müslim şöyle anlatmaktadır: “...”Ey Allah’ın Elçisi” dedim. Görmekte olduğun şu hastalık bende (işte) bu dereceye ulaştı. Ben servet sahibiyim. Bir tek kızımdan başka da bana varis olacak kimse yoktur. Malımın üçte ikisini dağıtayım mı? Allah’ın Elçisi: “Hayır(olmaz)” dedi. “Yarısını dağıtayım mı?”; “Hayır(olmaz)” dedi sonra da: “Üçte birini dağıt(madem), (ki) üçte bir bile çoktur. Ey Sad! Senin, varislerini zengin bırakman, onları muhtaç ve halka (sadaka için) ellerini açar bir halde bırakmandan (çok) daha iyidir. Ey Sad ! Allah rızası için harcadığın/verdiğin her nafakadan sevap kazanacaksın. Hatta hanımının ağzına verdiğin lokmadan da” (7) Kıtlık olduğu bir senede ise; Hz. Peygamber, kurban bayramında, kurban kesenlerin kendilerine üç gün içinde tüketebilecekleri kadar et ayırıp, geri kalan etlerin hepsini dağıtmalarını istemişti. Ertesi yıl, yine geçen yıldaki gibi mi yapacaklarını soran sahâbîlere; Allah’ın Elçisi: “Bu yıl istediğiniz kadar yiyin, yedirin, ve(ya pişirip/kurutup) biriktirin. Geçen yıl halk arasında geçim zorluğu vardı da onun için halka yardımda bulunasınız diye öyle (biriktirmeyin diye) söylemiştim” dedi. Öte yandan, hanımı Hz. Âişe’nin duvara astığı (şal gibi) bir örtüyü, Hz. Peygamber hoş görmeyip indirtmiştir: “Hz.Âişe:..“Ben kenarı saçaklı bir yatak örtüsü almış ve üstünde kanatlı at resmi bulunan bu örtüyü asmıştım. Allah’ın Elçisi: “Allah duvarın taşını, toprağını bu suretli (resimli) kumaşla örtmemizi emretmedi” dedi. Allâme Alliyyu’l Kârî, bu örtünün zînet (süs) için olduğundan Hz. Peygamber’in uygun görmediğini vurgulamıştır.(8) Yine harcama konusunda bu kategoride bir örnek İbn Ömer’in (daha doğrusu yine Hz. Peygamber’in hadisine dayalı) (yemek) tüketim(i) anlayışıdır. Abdullah b. Ömer, sofrasında bir fakir bulunmadıkça yemek yemezdi. Bir gün yine bir fakir buldular getirdiler. Fakat adam, haddinden fazla, çok yedi. Adam gittikten sonra İbni Ömer hizmetçisine: “bu adamı bir daha benim yanıma sokma. Çünkü ben Allah’ın Elçisi’nden işittim: “İnanan kişi bir midesini doyurmak için yer. İnanmayan ise karnındaki yedi bağırsağı doldurmak (karnını şişirmek) için yer” (9) Batı dünyasında yapılan yeme yarışmaları, Hz. Peygamber’in bu sözünü doğrulmaktadır. “Yiyici Olarak Katıl Bize” “Dünya istakoz yeme yarışmasında Sonya Thomas adlı bayan 12 dakikada 38 istakoz yiyerek birinci oldu ve 500 dolar kazandı” (10) veya “Her 4 Temmuzda ve 1916 yılından beri yapılan yarışmada, Japon Takeru Kobayashi bu yıl 12 dakikada 53 sandviç yedi” (11) Çağdaş bir İslam Tüketim/Tasarruf Kuramı’nı kurgulayabilmek için, iktisatçılar Kur’an üzerinde fihristine bakıp ta değil de, Türkçe mealler ve Kur’an tefsirleri üzerinde Batılılar’ın read thorough dedikleri baştan sona okumalar yapmalıdırlar. Aynı şekilde Türkçe’ye çevrilmiş olan sahih hadis kaynakları (Buhârî, Müslim, Riyâzu’s-Sâlihîn) da baştan sona okunarak taranmalıdır. Bu kaynaklarda hiç ummadığımız bir bölümde işimize çok yarayacak bir bilgi bulabiliriz. Elbette İslâmî kaynaklar dışındaki kaynaklar da okunabilir. Çünkü (hadis olmasa da) ilk dönem Müslümanlarının bilime bakışını yansıtan “İlim Çin’de de olsa alınız” sözü, her türlü düşünceden faydalanılabileceğini göstermektedir. Sayılı birkaç yasak dışında, İslam iktisadında geniş bir meskûtun anh (susulmuş; herhangi bir kural konulmamış) sâha bulunmaktadır. Kur’an ve Hz. Peygamber’in uygulamaları temel alınarak, bütün evren(sel değerler), bu uygulamaya ters olmadığı sürece kullanılabilecektir.

(1)”Home Burials Offer..”, New York Times, July 21, 2009, (2) www.sshrc.ca/web (researcher: Ivan Emke) (3) Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, I/452 (4) Hasan ez-Zaman, İlk İslam Devletlerinde Ekonomik Strüktür, 404-405 (5) Emin Işık, Diyanet İslam Ansiklopedisi, XVIII/, 278-79 (6) Buhari, Tecrid-i Sarih, II/387-389 (7) Fuat Günel, “Mabed b. Vehb”, DİA, XXVII/283

(8) Tecrid-i Sarîh, VII/303 ve IV/285-287 (9)Müslim, K. Vasiyyet, B.1,Had.5 (10) Tecrid, VI/420 (11)Tecrid, XI/383 (12) Associated Press, May 27, 2004 (13) Milliyet, 6 Haziran, 2004

Related Documents


More Documents from "Ozgur Uckan"