Edebiyat
Mustafa ÖZÇELİK
Mehmet Akif’te “Çalışma” Fikri “İnsan, madem ki diğer varlıklardan farklı yaratılmıştır; öyleyse yaşamasının bir amacı olmalıdır. Bilgilenmek, her an yeni şeyler öğrenmek bu amaç çerçevesinde en önemli faaliyet alanıdır. Bu da ancak çalışmakla gerçekleşebilir. İnsan çalışarak önce kendisini, ardından yaşadığı dünyayı tanıyacak ve keşfedecektir.”
Kasım / 2007
Bekayı hak tanıyan, sa’yi bir vazife bilir Çalış çalış ki beka sa’y olursa hak edilir Mehmet Âkif ERSOY
M
ehmet Âkif Ersoy, millet ve devlet olarak son yüzyılda içinde bulunduğumuz halin en sahih tanığıdır. Safahat, bu anlamda tam bir toplumsal tutanaktır. Bu tutanakta bizi geri bıraktıran sebepler bir bir irdelenir. Akif, sorunları tespit ve teşhis etmekle yetinmez, bunlara ilişkin çözümler de sunar. Âkif’in Safahat’ında gündeme getirdiği meseleler eser boyunca devam eder. Onu ilgilendiren en önemli mesele ise neden Batı karşısında geri kaldığımız, her anlamdaki çözülüşümüz ve değerlerimizle bağlarımızın kopuşudur. Bu anlamda pek çok sorundan söz eder Âkif… Bilgisizlik, eğitimsizlik, umutsuzluk, birlik ve dirlik fikrinin kayboluşu, aydın-halk çatışması, kurumlardaki yozlaşma… üzerinde en çok durduğu meselelerdir. Fakat, bu meseleler arasında bir konudan daha bahseder ki belki bütün sorunların temelini bu konu oluşturmaktadır. Bu da son yüzyılda içine düştüğümüz tembellik hastalığıdır.
23
Âkif, tembellik ve bunun alternatifi olan çalışma konusuna daha ilk Safahat’tan itibaren yer vermeye başlar. Bu anlamda karşımıza çıkan ilk şiiri “Küfe”dir. Âkif, bu şiirinde zor şartlarda çalışarak hamallıkla evini geçindirmek zorunda kalan bir babanın ölümünden sonra yine hamallık yaparak annesine ve kardeşine bakmaya çalışan bir çocuğun durumunu ele alır. Çocuk, eğitim çağındadır ve haklı olarak okumak istemektedir; fakat çalışmak zorundadır. Âkif, bu şiirinde çocuğun babasından bahisle “O, bunca yıl çalışıp alnının teriyle seni/Nasıl büyüttü? Bu gün sen de kendi kardeşini/Yetim bırakmayarak besleyip büyütmelisin…”mısralarıyla alın teriyle çalışmanın önemini belirtir. Ona göre alınteri dökmeden hiçbir şeyi elde etmenin imkanı yoktur. Âkif, bu şiirin hemen ardından “Durmayalım” balıklı şiiriyle çalışma konusunu başka bir açı-
24
dan ele alır. Burada Sadi’nin bir hikayesinden yola çıkarak çölde yürümek yerine uyumayı tercih ederek kervandan geri kalan bir adamın halinden yola çıkarak insanların gayeleri uğrunda durmadan çalışmaları gerektiğini, bunu terk edenin geride kalacağını belirtir. Buna göre geleceği çalışanlar kuracaklardır. Durmak, fertler için olduğu kadar milletler için de bir anlamda intihar demektir. Durmayalım şiiri “İnsan, ancak çalıştığının karşılığını alır.” ayetiyle son bulur. Bu ayetin burada zikredilmesi, çalışma konusunda çok önemli bir ikaz anlamı taşır. Zira, son yüzyılda İslâm toplumu tembelliği hastalık ölçüsünde benimsemiş, bir de buna tevekkül namıyla bir kılıf uydurmaktan çekinmemiştir. Âkif, bu yüzden sesini yükseltir ve toplumu yüksek sesle eleştirir: “Bütün dünya çalışırken leş gibi yatmak niye?” derken bizim neden geri kaldığımızın, diğer milletlerin ise nasıl ilerlediklerinin sebebi açıklar.
Birinci Safahat’ta konu ile ilgili bir diğer şiir ise “Azim” başlığını taşır. Burada Âkif’in referans noktası yine Sadi’dir. Sadi’nin bu öyküsünde çölde yavrusunu kaybeden bir babanın gayretleri sonucunda oğlunu bulması ele alınmaktadır. Bu kıssanın vurguladığı ders ise insanın gayretle çalışması neticesinde hedefine ulaşacağı gerçeğidir. Tabi burada meselenin sadece fertler için değil toplumlar için de aynı olduğunu belirtmek gerekir. Milletler de umutlarını yitirmeden hedeflerine doğru koşmak, bu uğurda çalışıp gayret etmek durumundadırlar. Yine bu kıssa, “Ne yapsak boşuna!” şeklinde özetlenebilecek çöküş psikolojisine de bir karşı çıkış niteliğindedir.. Azim şiirini takip eden “Seyfi Baba” şiiri de aynı konu etrafında kurgulanmış bir şiirdir. Yaşlı olmasına rağmen çalışmaktan bir an bile geri durmayan Seyfi Baba, çatıyı aktarırken hastalanır ve çalışamaz hale düşer. Âkif,
Somuncu Baba
işte Seyfi Baba’nın şahsında onun ağzıyla çalışmamanın acı sonucunu şu beytiyle dile getirir. “Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası/Dostunun yüzkarası, düşmanının maskarası…” Dolayısıyla insan her durumda çalışmalı, namerde el açmak durumunda kalmamalıdır. Çünkü böyle bir durum kişiyi alçaltır. Onursuz kılar. İnsanı insan yapan ise onurudur. Tembellik, toplumsallaşınca çok geçmeden kurumsallaşır ve mekanlarını oluşturmaya başlar. O dönemde de tembelliğin en önemli mekanı kahvehanelerdir. Bir zamanlar kıraathane olarak bir tür sivil mektep görevi gören ve müşterilerini eğiten bu kurumlar ne yazık ki kahvehaneye dönüşünce tam bir tembellik yuvası haline gelmişlerdir. Âkif, “Mahalle Kahvesi” şiirinde işte bu duruma dikkat çekerek yine tembellik konusuna çok keskin bir eleştiri getirir ve bu kurumların kapatılması ister. Âkif’in işaret ettiği bu durumun bugün de toplumsal bir yara olduğu burada hatırlanacak olursa ulusal tembelliğimizin yüzyıllık hikayesi daha iyi anlaşılmış olacaktır.
Kasım / 2007
“Hasbihal” şiiri de yine birinci Safahat’ta yer alan ve çalışma konusunu işleyen bir başka şiirdir. Şiirine “Uyanık ol da durmadan akıp giden anı değerlendirmeye çalış..” ikazıyla başlayan şair, burada çalışma konusunun nasıl ve niçinine açıklık getirmektedir. Âkif’e göre geçmişe takılıp kalmanın ve ne olacağı belirsiz bir geleceğin hayaliyle avunmanın anlamı yoktur. Önemli olan şu andır. İnsan, bu yüzden içinde bulunduğu zamanı iyi değerlendirmelidir. Çünkü yarının ne olacağını bilemeyiz. “Sakın ey nur-ı didem, geçmesin beyhude eyyamın/Çalış halin müsaitken… Bilinmez çünkü encamın…”derken an’ı değerlendirmenin lüzumuna işaret edilmektedir. Bu şiirin bize öğrettiği bir husus da çalışmanın sadece günlük rızık teminiyle sınırlı görülmemesidir. İnsan, madem ki diğer varlıklardan farklı yaratılmıştır; öyleyse yaşamasının bir amacı olmalıdır. Bilgilenmek, her an yeni şeyler öğrenmek bu amaç çerçevesinde en önemli faaliyet alanıdır. Bu da ancak çalışmakla gerçekleşebilir. İnsan çalışarak önce kendisini, ardından yaşadığı dünyayı tanıyacak ve keşfede-
cektir. Yapılan bütün ilmî keşif ve buluşlar, dolayısıyla Batı’nın ilerleyişi böyle bir anlayışın sonucudur. Bu da bilgisizliği değil bilgili olmayı gerektirir. İnsan bu noktada bilgiyi en önemli değer olarak görmelidir. “Fakat cahille alim büsbütün nisbet kabul etmez/O bir kördür, bu lakin doğru yoldan hiç udûl etmez” diyerek Kur’an-ı Kerim’de geçen “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” ayetine göndermede bulunarak bilmenin, öğrenmenin, çalışmanın bir Kur’an emri olduğunu tekrar hatırlatır. Âkif’in tembellik konusundaki uyarısı ve çalışma konusundaki teşviki Safahat’ın diğer bölümlerindeki şiirlerde de devam eder. Âkif, bu şiirlerinde de hangi konuyu işlerse işlesin sözü bir yerde çalışmak meselesine getirerek çalışmadan hiçbir şeyin gerçekleşemeyeceğini sık sık vurgular. Onun bütün meselesi toplumu tembellikten kurtarmak ve çalışmaya yöneltmektir. Bilmektedir ki, çalışmadan varlığımızı sürdürmek ve ilerlemek asla mümkün olmayacaktır. Çalışmayanın dünyası da ahireti de karanlık olacak demektir. Âkif’in bu konudaki uyarısını vaazlarından aldığımız şu cümleler tümüyle özetler niteliktedir: “ Bu alem-i hayatta insanlar türlü türlü sıkıntılar çeker, türlü türlü musibetlere düşerler. Şayet yeis getirirlerse çalışmayı bırakacakları için mahvolup giderler; yok o sıkıntıdan kurtulmak, felaketi yenmek için uğraşırlarsa sonunda muvaffak olurlar.” Dolayısıyla Âkif’e göre toplumun kurtuluş çaresi tektir: Bunu şu şekilde özetlemek mümkündür: Çalışmak…çalışmak…çalışmak…
25