Kültür
Ramazan DURANOĞLU
Sükûtun Saltanatı
Ç
“Divan-Hulûsi-i Darendevî” hece hece size hasret yüklü nağmeleriyle, ılgıt ılgıt akacak gönül ummanlarınıza.. Şimdi hicranı besteleyen yüreğiniz, bu muhabbet ülkesine şehzade olacaktır.. Asil duruşlar, manalı bakışlara yerini bırakır..
epeçevre duvarları süsleyen hasır yastıklar, oturmak için yer minderleri ile döşeli nezih bir mekan.. İnsanlar her meslekten ve yaş grubundan diz çöküp sıralanmışlar.. Kimi ellerini birbirine bağlamış, kimi ise iki dizinin üstüne uzatıp yapıştırıvermiş.. Başlar omuzda, çeneler göğüste.. Sükût dalga dalga semada.. Gözlerden mahmurluk yerine, muhabbet şuası yayılıyor.. Ses bazen utancından duvar dibine siniyor, bazen da edeb duvarına çarpıp, hüzne bürünüyor.. Kor olmuş yüreklerden nokta nokta sükût helezonlaşıyor.. Ruhlar ise, asr-ı saadet letafetinde, gönül ummanına doğru kıvrım kıvrım yol alıyor.. Kelamın şövalyeleştiği yalancı dünyada, sükût altın devrini yaşıyor bu mekanda.. Bu mekan, içeriye doğru sevgi yumağı örerken, dışa doğru dünyayı imar ve inşa etmenin ruh dinginliğini besteliyor.. Kaygılar kilitlenmiş, telaşa ise sürgün bu mekanda.. Bakışlar, kısa aralıklarla dış mekana çevrilirken, hasret, kılıç yarası gibi tenlerini acıtıyor.. Siz siz olun, böyle zamanlarda yaraya merhem sürmeye kalkmayın.. Çünkü, şifayı derde salar da, sizi çaresiz bırakır.. Zira birazdan, zamanın efendisi, vakar atının üstünde, sükûttan ve teslimiyetten insanlarla örülmüş iki yol arasından geçerek bu mekanı şereflendirecektir.. İnsanlar, gayri iradi ayaktalar.. Gözler yerde, bakışlar bir yerlere doğru kaymaya çalışıyor. Salonun ortasına geldiğinde, siması bulut safiyetinde, edası güven veren sel-
68
Somuncu Baba
vi endam... Bir muhabbet halesi, bir sükût maverası.. Oturup, yerini aldığında, yürekler çatlayacak.. Acaba benimle göz göze gelecek mi diye? Bir nazarı, tüm zamanı durduracak, bir edası , fezaya sefer müjdesi verecek adeta.. Mekan ve sükût.. Sükût ve çığlık anaforu, birbirine karışmış itikaf halindeler.. “Sükûtumuzdan bir şey anlamayanlar, sözümüzden ne anlar” dilde ezkar olur yudum yudum içe çekilir bu demde.. Mana yüklü bu ifade, dervişin dilinde perçinlenirken, gönlünde amansız bir derdin merhemini usta ellerle havanlarda dövmeye başlar.. Dokunsan çatlayacak, hasret diyarlarına at süren süvari misali.. Sevgi hâlesi sarmış dört bir yanı, kaçamazsın.. Enaniyet, esaret altında, ruhumuz ise hürriyet çığlığı atıyor, kirlenmiş zamana. Muhabbet medeniyetinin ameleleri, birazdan harç karacak bu muhteşem binaya.. Güzel sesli yiğitler, zarif kıyafetleri ile gelir orta yerde, diz çöker, halka olurlar..Kokular sinmiştir tenlerine, Gönüller Sultanın nefesinden.. Yanmamak, erimemek imkansız, ama ateş kor olmuş neyi yakacaksın.. Birazdan bir işaretle “DivanHulûsi-i Darendevî” hece hece size hasret yüklü nağmeleriyle, ılgıt ılgıt akacak gönül ummanlarınıza.. Şimdi hicranı besteleyen yüreğiniz, bu muhabbet ülkesine şehzade olacaktır.. Asil duruşlar, manalı bakışlara yerini bırakır.. “Yandım yandım narına yandım Kandım kandım ahdine kandım” ilahisi mekana nokta nokta nüfuz eder.. Yakarış ve yıkanış, gözyaşının ıslak menfezinde sükût bulur. Haziran / 2007
O anda semaverin bestelediği armoni, kulakları delip geçen bir mavera çığlığına dönüşür.. Burada dünya adına, dünyalık adına sadece bu sesi duyarsınız.. Kendi yürek ülkenizin, sürgünüsünüz bu atmosferde.. Çaylar, küçük bardaklarda, büyük muhabbetin demlendiği ısıyı dört bir yana salar.. Buğulu sözler, buğulu yüzlere bahar serinliği getirir, muhabbet medeniyetinin öncü simasından.. Siz o an, yoklukta varlığı, varlıkta yokluğu yaşarsınız. Zaman durmuştur, saadet semasının o
gül yüzlü efendisine hürmeten.. Hüdhüd kuşları, o an ilahilere vokalistlik yapmak üzere pencere kenarına teşrif ederler. Gönül telinizin, mızrabı; “Meylimi verdim sen gül-i zara, Anın için bu derdi kazandım.” uduyla bestesini yapmaktadır, zamana karşı.. Dert katar katar yüklenir, gönül ummanlarına.. Gönül yarası, merhemini bulmuştur bu mekanda.. Sükût limanına yaklaşan muhabbet gemisi, yolcularını sevenlerine teslim etmektedir.. Bu yürek ülkesinde, köleliğe mahkumiyet ilan edilmişken, gönüller
sultanından bir ferman yayınlanır. Artık tüm gedalar, bu ülkede efendi muamelesi görecektir.. “Hulûsi geda, lûtfunu bekler Ey gözüm nuru canım efendim” sözleri ile münzevi bakışlarına, bir ömür sürgün hayatı yaşasam ne bahtiyarlık dersiniz içinizden.. Asıl efendilik, Hakk’a ve Hak dostlarına kölelik değil mi? Ve vuslatın, ayrılığa demir attığı saatler yaklaşıyor.. Gönüller Sultanının, mukaddes bakışlarında beslenen yüreklerimiz, bahar suyunun sökun ettiği ışkınlara dönüyor.. Huzura çıkış, bir huzur senfonisinde akort ayarlarıdır. Huzurla dolmak, huzura varmak.. Uzaklık nokta nokta, içimizde daralıyor, yollar adım atsak bize gelecek yakınlıkta selam duruyor.. Birazdan insanlar, sadakatlerini ve ahvallerini, liyakat makamına arz edecekler. Kimi gözü yaşlı, hüznü besteliyor.. Kiminin gözleri ışık ışık, mukaddes müjdeye muhatab. Kimi mahcubiyetini saklıyor, o bakışlardan.. Kimi “bir nazar kıl mürüvvetkanı efendim”, diye boynu bükük geçiyor, huzurdan. Kimi, seninle bir an göz göze gelmek, dünyalara bedel efendim diye geçiyor halkadan.. Hasılı, zamanın durduğu, mekanın kutsallaştığı bu feyiz ummanının sultan-ı kaptanı; herkese yetecek nevaleyi, filikalarına yükleyip, sahte dünyalarına yeniden emanet ediyor. Yürekler kirleninceye kadar, sözler, ruhlara azap ve acı verinceye kadar ayrılık var.. Gönüller Sultanı ise; sevgilisiyle baş başa kalmak üzere uzlet payitahtına dönüyor. Zira, sözün sultan olduğu çağlarda, sükût çoktan saltanatını sürüyordu..
69