Araştırma
Araş. Gör. M. Fatih GENÇ
Ötanazi, Öldüren Tıp mı?
Ş
ifasız bir hastalığa yakalanmış ve iyileşme olasılığı bulunmayan kimsenin yaşamını, kendi veya yasal temsilcilerinin isteği üzerine, acı vermeyen bir yöntem kullanarak sona erdirmek şeklinde tanımlanan (Tesal 1979, s:57) ötanazi, çağımızda güncelliğini koruyan ve konuyla ilgili bazı bilim adamları ve etikçileri çoğu kez karşı karşıya getiren bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır.
“Ötanaziyi tıp etiği açısından incelediğimizde sonuç olarak şunları rahatlıkla söyleyebiliriz ki; bir hekimin görevi insanı öldürmek değil yaşatmak olmalıdır. Her can kutsaldır ve bilim, insanı öldürmek için değil yaşatmak için vardır. Hekimler de bu anlayışla hastalarına yaklaşmalıdırlar. Çaresiz kaldığı yerde doktor, hastasını öldüren değil ona moral vermeye çalışan biri olmalıdır. Ölüm hiçbir zaman doktorun reçetesinde yer alan bir seçenek olmamalıdır.” 54
Acılar içinde kıvranan bir hastanın doktoruna “öldürün beni” diye yalvarması ya da umudu kalmamış bu hastanın tedaviyi kesme istemi doğrultusunda, kendi haline bırakılıp ölümüne göz yumulması ne kadar ahlakidir? Bu istek gerçekte, bir insanın kendi bedeni ve yaşamı üzerinde ne kadar özerk olabileceği sorusunu da gündeme getirmekle birlikte; ölümün, kendiliğinden gerçekleşmesini beklemeden ölmeyi istemek ya da hasta bilincini kaybetmişse, yaşamının sona erdirilmesi konusunda kararı bir başkasının vermesi gibi konular bu tartışmanın odak noktasını oluşturmaktadır. İslâm Dini Açısından Ötanazi Dünyada mensubu bulunan tüm dinlerin en önemli özelliği “yaşam hakkını” kutsal saymalarıdır. Yeryüzünde mevcut olan her din, kişinin kendisini, Tanrı’nın isteği dışında kendi iradesini kullanarak öldürmesine izin vermemiş ve acılara dayanmanın peygamberî bir özellik olduğunu vurgulamıştır. İslâmiyet de diğer ilahi dinlerde olduğu gibi kişinin Somuncu Baba
kendisini ve başkalarını öldürmesine şiddetle karşı çıkmıştır. İslâm’a göre ıstırabın ve acının sebepli veya sebepsiz olması sonucu değiştirmemektedir. Hayatı ve yaratıklarını şekillendiren Sani (Yapıcı- Yaratıcı) hastalık ve sıkıntıları, hikmetinin bir tezahürü olarak, kullarından azade kılmamıştır. Hatta en büyük bela ve musibetlere duçar olan Hakk’ın Peygamberleri olmuştur. İstisnasız hepsi bu çileyi en derin ve şiddetli bir biçimde yaşamıştır. (Çetinkaya 2006, s:36) Özellikle Kur’an’da sabrın sembolü olan Hz. Eyyub kıssası herkese örnek gösterilmiştir. İslâm kaynaklarına göre Harran bölgesinde yaşayan ve çok zengin olup, sayısız malımülkü, birçok oğlu kızı bulunan Eyyûb (a.s.), kendi toplumuna peygamber olarak gönderilmiştir. Sabah-akşam ümmetini düşünen ve Allah’a ibadetle meşgul olan Hz. Eyyûb, Rabbinin bir imtihanına maruz kalmış, bütün servetini, çocuklarını kaybettiği gibi şeytanın kendisine musallat olması neticesinde kalbi ve dili hariç bütün vücudunda çıbanlar çıkmış, iltihaplı yaralar açılmış, yaralarına kurtlar dolmuş ve vücudu bozulup kokmaya başlamıştı. Bu durumda kocasına hizmete sebat eden eşi “Rahmet” hariç hiç kimse onun yanına yanaşmadığından cemiyetten çekilmek mecburiyetinde kalmış, fakat hiçbir zaman sabrını ve Cenab-ı Hakk’a bağlılığını kaybetmemiştir. (Önkal 2000, c: II s:299) İşte bu sebeplerden dolayı kişilerin kendisine duçar olan acı ve ıstıraplara sabretmeleri İslâm Ocak / 2007
dininde Peygamberî bir özellik olarak kabul edilir. İslâm dini, her hastalığın devasının yaratıldığını (Buhari, Tıp 1) bildirerek umutsuzluğa kapılmamak gerektiğini önemle vurgulamış ve kişilerin canlarının kutsal olduğunu başkasını haksız yere öldürenlerin yerinin ebedi cehennem olduğunu belirterek haksız yere bir cana kıymanın tüm insanlığı öldürmek gibi olduğunu söylemiştir. Kur’an-ı Kerim bu konuyla ilgili olarak: “Kim, adam öldürmeyen, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir kimseyi öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur.”(Maide: 5/32) diyerek insan canının kutsallığını vurgulamış olur. İslâm’da kişi, başkasının hayatına son veremeyeceği gibi kendi hayatına da son verme hakkına sahip değildir; hatta böyle bir eyleme
teşebbüsü dahi yasaklanmıştır. Bu konuda Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “… Kim kendi kendisini bir şey ile öldürürse, cehennemde aynı şey ile azab edilecektir.” (Buhari, İman 159, Müslim, İman 160) Hatta ıstırap ve elem içindeki insanın, Allah’tan ölüm talebinde bulunmasını bile tasvip etmeyen Hz. Peygamber “İçinizden hiç kimse, sakın ölümü temenni etmesin..”(Buhari, Temenni 6, Müslim, Zikir 13) demiştir. Yine Hz. Peygamber, Hayber gazvesi sırasında Kuzman adlı bir sahabenin aldığı yaralara sabredemeyip, kılıcı üzerine yaslanarak intihar ettiğini duyduğunda o kişinin cehennemde olduğunu belirterek (Buhari, Kader 5) şartlar ne olursa olsun kişinin kendini öldürmesini yasaklamıştır. Ölümün acı çeken hastalar için bir nimet olabileceğini söyle-
55
mak mı öldürmek mi olduğunu Eylül 1992’de yaptığı toplantıda tartışmış ve ötanazi hakkında şu kararı alarak tüm dünyaya duyurmuştur: “Ötanazi gibi, hekim yardımlı intihar da etik değildir ve tıp mesleğinde olanlarca asla uygulanmamalıdır. Hekimin, bir kimseye yaşamını sona erdirmekte bilerek ve kararlı olarak yardım etmesi etik değildir.” Yine 1998 yılında resmi gazetede yayımlanan yönetmelikle de Türkiye’de de ötanazinin yasak olduğu belirtilmiştir. Ayrıca, ötanazinin yaygın bir biçimde yasallaşması durumunda tıp, insan hayatı için mücadele veren kutsal bir meslek olmaktan çıkarak çözüm üretemediği yerde hastalarını öldüren bir bilim haline gelerek insanlığın tıp mesleğine olan güvenini sarsacaktır. Bu durum bilimin ilerlemesine sekte vuracağı gibi ahlaki açıdan da birçok problemi beraberinde yen İslâm dini, ölümün Tanrı’nın iradesiyle gerçekleşmesini ister. Kişinin kendi acılarını dindirmek için ölümü tercih etmesine şiddetle karşı çıkar. İslâm dinine göre insanî açıdan evrensel ilke açıktır: “Her can sahibi (nefis) ölümü tadacaktır.” (Enbiya, 21/35) Ve “ölüm nimettir.” Ancak “sabır da güzeldir.” Her şeye rağmen sabretmek, Nebevî (Peygamberî) özellik ve vasıftır. Tıbbî Etik Açısından Ötanazi Ötanazi denilince akla ilk gelen meslek grubu doktorlar olmaktadır. Çünkü ötanaziyi hayata geçiren hekimler olunca,
56
yaptıkları veya onay verdikleri bu işin meslek ahlakı, tıp etiği açısından tartışılması gerekmektedir.
getirecektir. Ötanaziyi tıp etiği açısından incelediğimizde sonuç olarak şunları rahatlıkla söyleyebiliriz
Bir doktor hastasına biyolojik
ki; bir hekimin görevi insanı öl-
bir nesne olarak değil yaşayan
dürmek değil yaşatmak olmalı-
bir kişilik olarak bakmak du-
dır. Her can kutsaldır ve bilim,
rumundadır. Ona uygulayaca-
insanı öldürmek için değil ya-
ğı ötanazi ile bir kişiliği, ruh ve
şatmak için vardır. Hekimler de
bedenden oluşan bir insanı yok
bu anlayışla hastalarına yaklaş-
edeceğinin farkında olmalıdır.
malıdırlar. Çaresiz kaldığı yerde
Ötanazi kararını veren hekim
doktor, hastasını öldüren değil
şu soruya cevap vermek durumundadır: Bir doktor olarak benim görevim yaşatmak mı yoksa öldürmek mi? Dünya Tabipler Birliği doktorun görevinin yaşat-
ona moral vermeye çalışan biri olmalıdır. Ölüm hiçbir zaman doktorun reçetesinde yer alan bir seçenek olmamalıdır.
Somuncu Baba
Sonuç İnsani açıdan ötanazi olayını incelediğimizde; aktif de olsa, pasif de olsa sonuçta ötanazide insanın hayatı söz konusudur ve ötanazinin öldürme değil “acıyı sona erdiren bir tedavi olduğu” şeklindeki yaklaşım, hayatın sona erdirilmesi pahasına yapılmaktadır. Ötanaziyi savunanların gözden kaçırdıkları bir şey vardır. Ölmek istemek birçok nedene bağlı olsa da psikolojik bir süreç olduğuna göre, bugün ölmek isteyen biri, birkaç gün sonra karar değiştirebilir. Söz konusu durumun geri dönüşü bulunmayan bir şey olduğunu dikkate alırsak ötanazinin kişiyi geri dönüşü olmayan bir yola yani ölüme mahkûm ettiğini gözden uzak tutmamalıyız. Ötanazi olayına kanuni temsilciler (hasta yakınları) açısından baktığımızda durum çelişkilerle doludur. Çünkü hastaların hem kendilerinden hem de doktorlarından daha fazla acıyı onların yakınları çeker. Bu acı ki, fiziksel ve belli bir organın ağrısı değildir. Bu derin ve dinmeyen sızı, yürek ağrısıdır. Bunu dindirecek ilaç yoktur. Böyle dayanılamayan acıları görüp de eli kolu bağlı kalmanın, bir şey yapamamanın, elinden bir şey gelememenin verdiği yıkıntı ve çaresizlik onları, Anadolu insanının tabiriyle “iki kapıdan birinin açılması” dileklerine bırakır. (Çetinkaya 2006, s:37) Burada sorgulanması gereken sağlıklı ve zinde olduğu zamanlar, şimdi hasta yatağında yatmakta olan yakınlarına sevgi Ocak / 2007
ve merhamet gösterilerinin alasını yapanların yakınları, ölümcül bir hastalığa yakalanıp yatağa düşünce adeta onun fişini çekerek öldürmek istemelerinin ahlakiliğidir. Kendi yakınları, kendisi böyle bir duruma düştüğünde kendi hayat hakkı konusunda tasarrufta bulundukları zaman acaba tepkisi ne olacaktır? Hiç kimsenin başkasının hayat hakkı konusunda söz sahibi olması düşünülemez. Hayat hakkı başkalarına emanet edilecek kadar basit bir hak değildir. Bundan dolayı yasal temsilcilerin bilinci yerinde olmayan hasta yakınlarının hayat hakkı konusunda karar vermeleri ahlakî değildir. Şu unutulmamalıdır ki; yakınınız ne kadar hasta olursa olsun her sabah uyandığınızda onun sıcak vücuduna dokunabiliyorsanız sizler için bu en büyük mutluluk olmalıdır. Çünkü o öldüğü vakit artık dokunabileceğiniz sıcak bir beden, yüzüne baktığınızda anılarınızın tazeleneceği bir kişi artık olmayacaktır. Ötanazi meselesine bilimsel açıdan baktığımızda şu durum göz ardı edilmemelidir; ortaya çıkan birçok ölümcül hastalığın tedavisi zamanla gerçekleşebilir. Geçmiş tarihlerde çok tehlikeli ve ölümcül olan birçok hastalık, günümüzde tedavisi kolaylıkla yapılan birer rahatsızlık niteliğine bürünmüştür. Yalnız bu noktada unutulmaması gereken şey; bu tedavi yöntemlerinin zamanla bulunduğudur. Günümüz bilgi çağında şifası bulunamayan hastalıkların ilerde de bulunamayacağını iddia etmek pek tutarlı ve
doğru bir söylem değildir. Dolayısıyla ötanaziye izin verilmesi tıp dünyasında yapılan bilimsel çalışmalara engel teşkil edecek ve bilimin gelişmesini sekteye uğratacaktır. Ötanazinin bir çözüm yolu olarak insanlığın önüne konulması bu hastalıkların tedavi imkânının önünü tıkayacak ve “bilim bu konuda bir şey yapamıyor, hasta ölsün” demek manasına geleceğinden böyle bir anlayış bilimin ilerlemesini engelleyecektir.
Kaynakça 1- Buhari, Muhammed b. İsmail, (ö.256/ 869), el-Camiu’s Sahih, Çağrı Yay., İstanbul 2002 2- ÇETİNKAYA Bayram Ali, “Ölüm Nimettir.” Diyanet Avrupa Aylık Dergi 2006, Sayı :86 s:36-37 3- Darimi, Ebu Muhammed Abdullah b. Abdurrahman (ö. 255/869), es-Sünen, Çağrı Yay., İstanbul 1992 4- DÖNMEZER Sulhi, Kişilere Karşı Cürümler, İstanbul 1998 5- GÜVEN Kudret, Kişilik Hakları ve Ötenazi, Nobel Yay., Ankara 2000 6- KARAÇAY Yusuf, Çocukluktan Evliliğe Ruh Sağlığı, Zafer Yay. İstanbul 2003 7- Müslim, Ebu’l Huseyn Müslim b. Haccac (ö.261/874), Sahihi Müslim, Çağrı Yay. İstanbul 2002 8- ÖNKAL, Ahmet; Şamil İslâm Ansiklopedisi, Akit Gazetesi Yayını, C.II, S.299 9- TESAL R. Dursun, Ceza Hukuku, İstanbul 1979 10- YİĞİT Yaşar, İslâm Ceza Hukukuna Göre Ötenazi, s. 37-59 Diyanet İlmi Dergi, Sayı:2 Nisan-Mayıs-Haziran 2000
Dipnot 1- “Kim bir mümini kasden öldürürse, cezasý içinde ebedî kalýcý olmak üzere cehennemdir. Allah ona gazabetmiþ ve lânet etmiþtir. Ve ona büyük bir azap hazýrlamýþtýr. “ (en-Nisâ, 4/93) 2- “Allah’ýn haram kýldýðý cana, haklý bir sebep olmadýkça kýymayýn.” (el-Ýsrâ, 17/33) 3- DTB 44. Genel Kurulu’nda Kabul Edilmiþtir. Eylül, 1992 4- Madde 13-Ötanazi yasaktýr. Týbbi gereklerden bahisle veya her ne suretle olursa olsun, hayat hakkýndan vazgeçilemez.Kendisinin veya bir baþkasýnýn talebi olsa dahil, kimsenin hayatýna son verilemez., Resmi Gazete Tarih: 01.08.1998; Sayý: 23420
57