Mavi yolculuk ve felsefe Ulus Baker (…vs-iki aylık müstakil mecmua, Sayı: 1) Anadolu kültürel nüfuslarını epeyce yitirmiş bir coğrafyadır. Mavi Anadoluculuk bu aşınmanın üstünün ideolojik bakımdan örtülmesinin bir ürünüydü. Geriye doğru yazılan bir tarih: başka bir deyişle tarihin yerine mitolojinin geçirilmesi... Batı dünyasının kendini özdeşleştirdiği ya da daha doğrusu kendine malettiği bir geçmişin, rasyonel düşüncenin ilk örneklerinin İyonya’da, yani bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin hâkimiyeti altında olan topraklarda doğduklarını genel bir kabul uyarınca biliyoruz. Sıralama o kadar kesindir ki her felsefe tarihi kitabı Thales’den başlayıp Anaksimandros, Anaksimenes, Parmenides, Heraklitos ile devam eder (Pitagoras uzakta, Sicilya adasında kurmuştu tarikatını) ve sıralamayı Attika Filozoflarına, yani esas olarak Sokrates’in felsefesine kavuşturur. Her durumda orada yepyeni bir logos’un, yani söz tipinin doğduğu ve geliştiği ortadadır. Başka ve halihazırda baskın olan başka söz tipleriyle zıtlaştığı, ama aynı zamanda onlarla kaynaşabildiği de doğrudur. Bu sözlerden birine “mithos” (mitoloji diyoruz artık) denirdi. Homeros’tan, ama özellikle de Hesiodos’tan beri birkaç yüzyılı egemenliği altına almış olan bir sözdü bu. Rasyonel logos’un, yani filozof sözünün hasımları karşısında herhangi bir şekilde hakimiyet kurduğunu da söyleyemeyiz. Sözler çarpıştılar site devletlerin bağrında kozlarını paylaşıp durdular. Bu çarpışma yüzyıllar boyu devam etti: tragedya’nın sözü, bilgelerin sözü, yasakoyucuların, siyaset adamlarının, büyücülerin, doğudan göç eden hikmet sahiplerini dedelerin, ninelerin, ana-babaların sözleri... Heidegger uzun uzun “rasyonel” sözün artık yok olduğu iddiasında ısrar etmiyor. Bu, metafiziğin doğuşuydu. Bu sözde ortaya çıkan, Varlığın unutulması modernligimizle perçinlenmişti ve galiba hep bununla yaşayacak!. Ancak Heidegger sözlerin çokluğunu hesaba katmadığından unutuşların da çoğul, farklı tipten olabileceklerini görememişti. Eğer unutuşu sürdürüyorsak bugün hala sürdürüyoruzdur... Ben çoğunlukla çizgi filmlerle, ya da tam aksine masallarla, ya da anababa anlatılarıyla değil, Antik Yunan efsaneleriyle büyüdüm. İlk okuduğum Türkçe kitaplar Azra Erhat’ların, Cevat Şakir’in, Sabahattin Eyüboğlu’nun çevirileriydi, yazılarıydı... Oralarda tasvir edilen coğrafyaya, birkaç kez İzmir dışında on yaşımdan beri, yani altmışların sonlarından beri bilhassa uğramadım... Çünkü yetmişli yıllardan
itibaren bu bölgelerin üstüne çöken İzmir endüstrisinin ne olduğunun farkındayım. Bu konuda nostaljik bir edebiyatı canlandırmak gibi bir niyetim de asla yok... Olsa olsa unutuşu yeniden unutmayı önerebilirim... Bu yıl Azra Erhat 90. doğum yıldönümünde anılıyor. Onu anarken, öncülerinden olduğu grubun filolojik yetenekleri konusunda söyleyebileceğimiz hiçbir şey İmadığıfıı? da kaydederek, ‘Mavi Yolculuk’ kitabını bir coğrafi-arkeolojik uğraş, hümanizma çağrısı olarak kurduğunu ve bunu İyonya-Atina felsefileşme hattını bir anlamda gözardı etme pahasına gerçekleştirdiğini söylemeliyim. Peki bu nasıl olacak? Yukarıda andığım, ağırlıkla Antik Yunan mitolojisi, olan Türkçeye çevirisi ve filolojisi üstüne çalışmış Mavi Anadolucuların perspektiflerinden uzak durarak. Çünkü sözler çoğulluğu içinde rasyonel? sözü, İyonya felsefesinin sözünü göz ardı ederek işe başladılar. Doğunun ve Batının bütün felsefi ortamını Anadolu’ya taşımaya çalıştılar. Bunun için dönemin Türkiye Cumhuriyeti iktidarından kısmen de olsa destek sağladıklarını söylemek olanaksız. Bu Yunus Emre’yle Homeros’u, Nietzsche’yi eş düzleme yerleştiren, ama bunu yaparken “akli” tartıları kurmayı ihmal eden, ya da bu türden bağlantılarla hiç uğraşmayan tavırdı. Turgut Reis ile bugünkü (hala kaldıysalar) süngerciler aynı dünyalar... Bu “hümanist” ve “romantik” türden bir okumaydı... Anadolu kültürel nüfuslarını epeyce yitirmiş bir coğrafyadır: Rumlar, Finliler, hatta Türkler (Almancıları ve genel göç sorununu düşünelim)... İstanbul’a göç bile bu aşınmanın bir görünümüdür. Mavi Anadoluculuk bu aşınmanın “ün ideolojik bakımdan örtülmesinin bir ürünüydü. Geriye doğru yazılan bir : başka bir deyişle tarihin yerine mitolojinin geçirilmesi... Turizmin Rönesans döneminde İtalya coğrafyasında doğduğu söylense de ‘‘a Haçlı seferlerine, hatta çok daha eskiden Roma’da, hatta Eski >nda? koloni ziyaretlerine kadar geri götürülebilir. Ama isterseniz bu tetliliğ? ve merakı günümüz turizmiyle karıştırmayalım. Merakın yöneliminden çok bir endüstri, Adorno’nun deyişiyle bir “kültür endüstrisi” söz konusu... Bu endüstri içinde artık, mesela gümüşçülük Ermeni zanaatçılara ait olmayı bırakmış. Ancak yitip gitmiş bir nüfusun anılarını saklıyor. Ya da Ege’nin mübadele öncesi Rumlarının genellikle Romanlar tarafından çalınan Rebes müziği bugünkü nostaljik kültürümüzün bir parçası haline geliyor. Çoğulculuk üstüne kopartılan bu kadar fırtınaya rağmen Mavi Anadolucuların açtıkları pist üzerinde, filolojik yetenekleri konusunda söyleyebileceğimiz hiçbir şey olmadığını da kaydederek, her şey tek bir düzlemin, turizm endüstrisinin üzerine yayılıyor. Heidegger’in esas bahsetmek istediği de zaten işte böyle bir unutuştu. Ancak bu unutuşun sebeplerinden birisi, söz konusu coğrafyanın, yani İyonya’nın Mavi Anadolucular tarafından zamanaşırı eritilmesiydi.
Bütün Anadolu, Alevi-Kürt coğrafyalarını tek bir potada, İyonya’nın fiktif bir geçmişinde ve mitologyasında eritmek istediler. Bugün Mavi Yolculuklar artık turistik turlar, yani gelişigüzel, ancak turizm şirketleri tarafından düzenli bir şekilde planlanmış gezintiler haline geldi. Ancak Azra Erhat’ın Mavi Yolculuk kitabı yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi bu turizm olayının kaynağında bulunmayı sürdürüyor. O bunu bir coğrafi-arkeolojik uğraş, hümanizma çağrısı olarak kurdu ve bunu İyonya-Atina felsefi gelişme hattını bir anlamda gözardı etme pahasına gerçekleştirdi.