Psikanaliz Ve Edebiyat

  • June 2020
  • PDF

This document was uploaded by user and they confirmed that they have the permission to share it. If you are author or own the copyright of this book, please report to us by using this DMCA report form. Report DMCA


Overview

Download & View Psikanaliz Ve Edebiyat as PDF for free.

More details

  • Words: 12,540
  • Pages: 24
.

. .

.

INSAN BILIMLERI ARAŞTIRMALARI



YENIHARRAN • çEVRESı

SAHİBİ ve YAZı İŞLERİ MÜDÜRÜ

Kazım SARIKAVAK A. Yılmaz SOYYER Nurettin ÖZTÜRK Mustafa GüLER GülGüLER Hüseyin AYKUT Rahmi KARAKUŞ

ÖZDAL Ltd. Şti. TLF : 313 29 34 Şanlıurfa

ÖZAL Matbaası TLF: 5206058 İSTANBUL HABERLEŞME ADRESİ Tekel Cad. 2. Sok. Çalışkan Apt. Nu. 4 Bahçelievler / ŞANLIURFA TLF: (414) 3145686 31457 18

* Yazıların

her türlü sorumluluğu yazarlarına aittir.

* Yayınlanmak

üzere gönderilen yazılar yayınlanmadığı takdirde iade edilir.

Veda Ederken M. Rami AYAS İbrahim DÜZEN Psikanaliz ve Egebiyat Nurettin OZTURK Yakın Dönem Türk Felsefe Tarihinin Yazılmasına Dair Rahmi KARAKUŞ Keldaniler çev. Kadir ALBAYRAK Bektaşilik Araştırmaları A. Yılmaz SOYYER Urfa'daki Taşı!).maz Eski Eserler Hakkında Bir On Araştırma Halil ÇAL

49

Kitap Tanıtımı: .. Postmodernism, Reasion and Relıgıon Kazım SAR/KAVAK 71

GıRış Büyük Fransız tarihçisi Jules Michelet (1798 - 1874) XVIII. yüzyıl için "Büyük Yüzyıl" diyordu. Gerçekten de xıx. yüzyılda yaşayan birinin gözüyle geçmişe bakıldığında en önemli yüzyılın Aydınlanma çağı da denilen XVIII. yüzyılolduğu açıkça görülür. Kimler yok ki bu dönemde. XiX. yüzyılı ve sonrasını kuran düşüncelerin sahipleri; Hume, Berkeley, Diderot, Voltaire, Montesquieu, Rousseau, Vico, Herder ve 1804 yılında ölümüyle aynı zamanda bir çağı da kapatan KanLhep orada. XX. yüzyılda yaşayan birisi için en önemli yüzyıl hangisidir acaba? Bu sorunun karşılığı da yalın ve kolay: XiX. yüzyıl tabii ki. Günümüzü kuran bütün büyük düşünceler bizden önceki yüzyıla aiL Bizden sonraki yüzyılda yaşayanlar için XX. yüzyılın yıkımlar ve kuruluşlar çağı olacağı kesin elbette. Ama düşünürler yüzyılı olmayacağı da açık. Oysa bizden önceki iki yüzyılın da en belirgin özelliği, yazar ve düşünürler açısından zenginlikleridir. Hatta XiX. yüzyıl bu konuda XVIII. yüzyıldan daha ileride ve daha zengindir. Dünkü yüzyılın düşünce evrenini üç deha aydınlatmaya başlar: Goethe, Hugo ve daha da çok HegeI. Anlatı türü belki de altın çağını bu arada yaşamıştır. Dostoyevski, Tolstoy, Gogol, Flaubert, Balzac, Dickens, Zola oradadırlar. Felsefe ve bilimler de bağımsızlık doruğuna bu yüzyılda tırmanır: Darwin, Comte, Marx, Engels, Feuerbach, Schopenhauer, Netzsche, Kierkegaard, Schelling, "Avrupa dehasının son büyük adı" Bergson ve nihayet Bergson gibi bir XiX. yüzyıl adamı sayılması uygun düşecek olan Freud. Gerçekte bu yüzyılı bitiren olay Birinci Savaş'tır. XiX. yüzyılda batı düşüncesinin üç doruk yarattığından söz edilir. Marks, Nietzsche ve Freud(l). Aslına bakılırsa Nietzsche'nin bu üçlü arasında yeri pek yok gil:>idir. Yüzyılın başında yaşayan Hegel diğer iki düşünürün yanına daha çok yakışır. Çünkü Hegel, Marks ve Freud, görünen -gerçeğin arkasında yöneten- gerçeğin olduğu görüşünü değişik alan ve boyutlarda araştıran ve söyleyen düşün ür olmak bakımından birbirine çok benzer. Onlar, bir açıdan bizim eski zahir/batın almaşık yumağının sonucu olarak Hamit'in söylediği "dışı sükun ile zahir, derunu mahşerdir" dizesinin kapsam ve yönelişini konu olarak seçmişlerdi. Hegel Geist (Evrensel Ruh) ve onun nesnelleş-mesini kavramlaştırarak düşüncesinin merkezine koymuştu. Marks da alt-yapı/üst-ya-pı diyalektiğini tarihı ve toplumsal alana uygulamaya girişmişti. Freud ise Hegel'in Geist'ına, Marks'ın alt-yapısına (under-bau) karşılık bilinçaltı (unconscious) kavramını bütün düşüncesinin temeline yerleştirmiş ve bir bakıma "bilinçaltının kaşifi" olmuştur. Bu üç düşünür de sırasıyla evren-toplum-birey sürekliliğinde makro incelemeden mikro incelemeye doğru varlık ve bilgi sorununa yaklaşım geliştirmeye çalışmış-Iardır. Böyle bir yaklaşım aslında yapısalcılığın da düşünsel çerçevesini oluşturmak-tadır. Berna Moran, bundan dolayı yapısalcılığı anlatmaya başlarken Hegel'den söz etmemekle birlikte Marks ve Freud'un görünen-gerçeğin arkasındaki yöneten-gerçeği irdelediklerini belirtir : "Kendi alanlarında yapısaıcı bir yaklaşımı başlatmış iki önemli düşünürden söz edilir bu konuda : Marx ve Freud. Bilindigi gibi Marx"ın ana ilkelerinden birine göre hayatı belirleyen bilinç degil, bilinci belirleyen hayattır. Insanların düşüncesi, içinde bulundukları hayat koşulları tarafından belirlenir. Bu koşullar her şeyden önce üretim araçlarının, biçiminin ve ilişkilerinin oluşturdukları alt yapıdır. Bir toplumun huku-

kunu, sanatını, ahlak felsefesini vb., yani üst yapısını ins(ln kafası bagımsız olarak kendi başına yaratmLlz; bunlar alt yapının belirledigi şeylerdir. (...) Beri yandan Freud da insan bilincinin belirleyicisini bUlmLlya çalışmıştı; (. ..) o da insan düşüncesinin bagımsız olmLldıgını iddia eııi, amLl belirleyici olarak ekonomik alt yapıyı degil bilinç altını gösterdi. Davranışlarımız, görüşlerimiz için gösterdigimiz nedenlerin gerçek nedenler olmLldıgını, gerçegi bUlmLlk için bilinç altına inmemiz ve bu mekanizmanın yasalarını keşfetmemiz gerektigini söyledi. Kısacası Freud da, yüzeydeki fenomenlerin altında yatan ve onlara anlam kazandıran, onları açıklayan bir alt yapı sistemini ortaya çıkarmaya çalışmıştP).

İşte bu çalışma, Freud'un bilinçaltının derinliklerine dogru yaptıgı araştırma gezisini anlatma amacıyla yapılmaktadır ve çalışmanın başlangıcını da sonunu da belirleyen eksen, psikanalizin öyküsü ve edebiyatla ilgisidir. PSİKOlOJl ve PSİKANAL1ZİN TARİHÇESİ Psykhe, (ruh, nefes, zihin) ve logos (söz, bilgi) sözlerinin birleşiminden adını alan psikoloji, bir uyaran karşısında insan ve hayvan organizmasının verdigi gözlemlenebilir tepki ve davranışları inceleyen deneysel bir bilimdir. Psikolojide kullanılan bellibaşlı yöntemler; dogal ortamda gözlem, biyografik gözlem, görüşme, test, laboratuvar ve istatistik yöntemi biçiminde sıralanabilir. Psikoloji tarih içinde iki dönem geçirmiştir. Artik Çag'dan XiX. yüzyıla kadar ki döneme klasik psikoloji, bu yüzyıldan günümüze kadarki döneme ise sistematik psikoloji adı verilmektedir. Modern psikolojinin kurucusu olarak kabul edilen psikolog, 1870 (1879) yılında leipzig'de ilk psikoloji laboratuvarını kuran Wilhelm Wundt'tur (1831 - 1920). Psikolojinin vazgeçilmez ortamları olarak görülen psikoloji laboratuvarıarı Amerika'da 1883, İngiltere'de 1913 ve Türkiye'de 1915 tarihinde açılmıştır. Her bilim gibi psikolojinin de kendi içinde dalları bulurmaktadır. Bu bilimin bugünkü başlıca dalları şunlardır: ı. Sosyal Psikoloji 2. Psiko - Patoloji 3. Genetik Psikoloji 4. Pratik Psikoloji Burada bizi ilgilendiren psikoloji dalı ikinci sıradaki bilim dalıdır. Psiko - patoloji ya da psikiyatri, bir kurumda bakılacak kadar akıı saglıgı bozulmamış, olagan dışı davranışlar gösteren insanları iyileştirmeye çalışır. Tıbbı psikoloji de denilen bu dalın kuucusu olarak Freud gösterilmektedir. Psikoloji de değişik ekol/akım/çıgırlarınve anlayışların yer aldıgı bir bilimidir. Sistematik psikoloji döneminde ortaya çıkan ve izleri günümüze dek süren psikoloji akımlarından bazıları şunlardır: ı. Strüktüralizm (YapısalcılıkjBilinç Psikolojisi ya da Zihin yapısıyla ilgili psikoloji) akımının temel yöntemi "içebakış"tır. Yukarıda anılan Wundt bu akımın en önemli temsilcisi idi. Davranışları ikinci plana atan Strüktüralistlere daha çok aşagıda sözü edilecek olan Behavyoristler eleştiri yöneltmişlerdir. 2. Fonksiyonalist (Zihin görevleri ile ilgili) Psikoloji akımının en önemli temsilcileri William James (1842 - 1910) ile John Dewey (1859 - 1953) dir. Bu akım bir bakıma Pragmatizmin psikolojideki uzantısıdır. 3. Behavyorist (Davranışçı) Psikoloji akımının kurucusu J. B. Watson (1878 1958) dır. Bu akım psikolojiyi bir doga bilimi gibi görür ve davranışları esas alır. 4. Gestalt (Bütünlük) Psikolojisi akımı, davranışları bir bütünlük içerisinde inceler. Bu akımın en önemli temsilcileri K. Koffka (1889 - 1941) ve W. Köhler (1887 1967)dır. Bu akıma göre bütün, parçaların toplamından daha fazla bir anlam taşır(l). 5. Psikanaliz ya da Derinlik Psikolojisi denilen akımın kurucusu ise Freud'dur. En önemli bulgu ve kavramları "bilinçaltı"dır. Freud'a göre bilinçaltı bir buzdagı gibidir. 9/8'i su altında saklı yüzer, 9/1 'i göze görünür. Düşler bilinçaltının özgürce, ama simgeselolarak su yüzüne çıktıgı alandır. Ve yine düşler, bilinçaltına götüren kral yoludur. O yüzden psikanaliz için var olmak, Descartes'ın önermesindeki gibi düşünmek

degil düş gönnektir, Özgürlük de Spinoza'nın dedigi gibi zorunlulugun bilinci bilinci ve onun kavranması degil bilinçaItının doyurulmasıdır. Psikanaliz nasıl, ne zaman ve hangi ortamda ortaya çıkmıştır, ,~ir yöntem ve bir çıgır olarak gelişim aşamaları nedir? Varlıgını kimlere borçludur? Onemi nedir? Bunun gibi bir yogun soruya karşılık verebilmek için, konuya ilgi duyan bir kişinin önünde iki türlü bilgi kaynagı bulunmaktadır. Bunlardan biri, psikanaIizle ilgili monografi ve çözümleme çalışmaları; diğeri de doğrudan psikanalize emek vermiş ve ona katıl- . mış kişilerin, özellikle de Freud'un yazılarıdır. Biz bu ikinci yolu seçeceğiz. Ancak Freud'un psikanaliz üzerine anı, bilgi ve savunma yüklü yazılarına geçmeden, onun yaşayışı ve yazdıkları üzerine bilgi vermek, bu akımla kişiliği heryönüyle sarmaş dolaş olan Freud'un anlatımlarına zemin olacağından, bir gereklilik ve hatta zorunluluk olarak görünmektedir. Sigmund Freud semitik kökenli orta halli bir yün tüccannın oğlu olarak Moravya'da (Çekoslovakya) dünyaya gelir (6.5.1856). Freud daha dört yaşındayken, ailesi Viyana'ya taşınır ve oraya yerleşirler. Avusturya onun için entellektüel kimliğini kazandığı mekan olmuştur. Çünkü bütün eğitim aşamalannı bu kentte geçirir. l873'te tıp öğrenimine başlar, değişik enstitü ve hastanelerde çalışır. l88l'de doktor, l885'te nöropatoloji doçenti olur. l885-1886'da, Paris'te Dr. Jean Martin Charcot'un yanındadır. Böylece Charcot'nun uyutum yöntemini (hipnoz) tanır ve ondan önemli ölçüde etkilenir. Klasik yöntemlerden oldukça farklı olan bu yolla yaşantıda cinsellik ve bilinç-dışının önemini kavrar, Charcot ve çevresi uyutumla aşılama(telkin)yı birlikte kullanıyorlar ve özellikle histeri iyiletiminde kullanıyorlardı. Viyana'ya dönen Freud, orada Josef Breuer'in uyutumu aşılama için değil anlattırma için kullandığını görür. Breuer, histeri üzerine ilgisinin çokluğunu görünce, bu konuda Freud'la çalışmaya başlar. Freud bu arada sonradan psikanalizde önemli bir kavram olacak olan ve Aristoteles'in Poetica'sında kullandığı katarsis (anndırma/boşaltma/rahatlama) sürecini tanır. Serbest çağnşım ile katarsis arasında ilgi kurarak, histeri iyiletiminde aşılama ve anlattırma yerine uyutumsuz konuşmayı kullanmaya yqnelir. 1902'de profesör olur. i909'da ABD'ne gider. Massachussettes eyaleti Worchester kentindeki Clark Universitesi'nin rektörü psikoloji profesörü G. Stanley Hall'in, üniversitenin kuruluşunun yirminci yıldönümü için konferans vermeye çağırması üzerine gittiği Amerika'da beş konferans verir. Bu arada Freud'a onur doktorası verilmesi ve Amerika'da gördüğü ilgi kendisi için kıvanç ve umut verici olmuştur. Yine Amerika'da iken, ölmek üzere olan William James'in Freud'a psikolojinin geleceğinin kendisine bağlı olduğunu söylemesi de Freud'u onurlandmr. Dönüşünden 1939'a kadar ki devre psikanalizin başan ve yayılma devresidir, 1933'te Naziler kitaplannı yakar, yükselen anti - semitizm dalgası ve Avusturya'nın 1938'de Hitler ordulannca işgali karşısında Londra'ya gitmek zorunda kalır. Son yıllan, bu nedenle semitik duygulannın güçlendiği birdönemdir. 23 Eylül 1939'da Londra'da çene kanserinden ölür. Freud'un başlıca eserlerini şöylece sıralayabiliriz: Studien über Hysterie (Histeri Üzerine Incelemeler, Josef Breuer ile birlikte, 1985); Traum.deutung (:Düş Yorumu, 1900); Zur Psychopathologie des Alltagslebens (: Günlüle Yaşayışın Psikopatolojisi Uzerine, 1904); Drei Abhandlungen zur Sexual theorie (:Eşeylik Kuramı U.zerine Uç Deneme, 1905); Totem und Tabu (1913); Zur Einfuhlung des Narzissmus (:Narsizmin Eşduyumu Uzerine, 1915); Zeitgemasse über Krieg und Tod (:Savaş ve Olüme ılişkin Çağdaşlık, 1915); Vorlesungen zur Bin:führung in die Psychoanalyse (:Psikanalize Giriş Dersleri, 1916); Jenseits des Justprinzips (:Haz llkesinin Otesi, 1920); Massenpsychologie und !Ch - Analyse (: Kitle Psikolojisi ve Kişilik Çözümlemesi, 1921, 1921); Das !ch und das Es (: Bilinç ve Bilinçaltı, 1923); Selbsdardarstellung (:Kendini Sunuş, i925); Der Untergang des Odipuskomplexes (: Oidipus Kompleksinin Ortadl!n Kalkışı, 1924); Zur Geschichte der Psychoanalystichen Bewegung (Psikanaliz HareketininTarihi Uzerine, 1924); Die Zukunft einer lllusion (:Bir Yanılsamanın Geleceği Uzerine, 1924); Hemmung, Symptom und Agst (:Bastırma, Belirti ve Kaygı, 1926); Das Unbehagen in der Kultur (: Uygarlıktı! Bunalım, 1930); Neue Folge der Vorlesungen zur Einführung in die Psychoanalyse (:Psikanalize Giriş Uzerine Yeni Dersler, 1933); Warum Krieg? (: Savaşmak Niye?, 1933); Der Mann Moses und die Monotheistische Religion (Musa ve Tek - Tanncı Din, 1937) Freud'un eserleri ölümünden bir yıl sonra toplu olarak da basılmıştır: Gesammelte Werke (: Toplu Eserler, 1940)

Yukarıda belirtilen eserleri dışında Freud'un pek çok küçük yazısı vardır. Psikanal iz üzerine Beş Konferans (Eylül, 1909), Psikanalizin Tarihçesi (1923), Psycho Analysis (1926) ve Psikanalize Toplu Bakış (1938) adını taşıyan yazıları bunlardan birkaçıdır ve psikanalizin geçmişi ile ilgili pek çok önemli bilgi bu yazılarda bulunmaktadır. Bu yazılar içinde konumuz açısından en önemlisi 1923 tarihli olandır. Bununla birlikte, hem bu yazıdan, hem de diğer yazılardan yararlanarak psikanalzin tarihçesini özetlemeye çalışacağız(2). Uyutumla aşılama ve uyutumla anlaturmadan yola çıkarak serbest çagrışım yöntemini geliştiren, katarlik yöntemden bir psikanalitik psikoterapi yöntemi yaratan

ve aynı zamanda psikanaliz teriminin de bulucusu olan Freud, hiçbir zaman psikanalizin her yönüyle kendi buluşu oldugunu ileri sürmemiş, tam tersine, her denk düşürdükte bu işin öncesinin ve öncülerinin oldugunu vurgulamıştır. Kendisinin de belirttigi gibi "psikanalizin gökten zenbiIIe indigini sanmak dogru olmaz." Psikanalizin geçmişini yazmak isteyen bir kişi onun kaynağındaki etkileri ve ondan önceki dönemleri de ele almalıdır. Freud bu konuda kendinden önce çalışan iki kişiyi özellikle belirtir : Dr. Charcot ve Dr. Breuer. "Psikanalizi bu/up ortaya koymak bir yararlıksa söz konusu ya-rarlıgın şerefi bir başkasına (Breuer) aittir. Bu bilim dalının ilk gelişim evresine benim bir katkım olmamışıır. Breueı:. ve ben katarıik iyiletime ilişkin araşıırmaya başladıgımızda, dogrudan Charcol'nun etkisi altındaydık." Ote

yandan pek çok filozof psikanalize öncülük etmiştir. Bunlar arasında bilinçsiz istem deyimine psikanalizdeki libidoya benzer gözle bakabilecegimiz Schopenhuer başta gelmektedir. Bunun yanında Freud çocuk cinselligi konusunda da Dr. Stanford Bell'in öncülüğünü belirtir. Uyutumun da tıp bilimine l880'li yıllarda Liebault, Bemheim, Heidenhain ve Fore! gibi hekimler aracılıgıyla girdigini söyler. Mustafa Şekip Tunç, bilinçaltı kavramını Freud'un bulmadıgını, ondan önce Pierre lanet ve Leibniz'in bilinçaltından söz ettiklerini, ancak kavramın içerigine ilk deginenin Freud oldugunu bildirir. Buna karşılık Freud "psikanaliz hiçbir bakımdan lanet'in çalışmaları üzerinde temellenmiş degildir" der(3). Gerek Freud, gerekse psikanaliz üzerine çalışanlar, Breuer'le Freud'un 1895'te yayınladıkları ortak çalışma "Histeri ÜzerineIncelemeler" ve Freud'un 1900'de yayınlanan "Düş Yorumu" adlı eserine psikanalizin başlangıç evresinde yer almaları bakımından özel bir önem verirler. Breuer, ortak çalışma yayınladıktan sonra uzmanlık alanı olan dahiliyeye döner ve gerçekle bagı bir ölçüde kopmuş kişilerin konu alındığı nevratik incelemelerden uzaklaşır. Buna koşut olarak Freud da Breuer ve Charcot'nun uyutum yöntemini bırakır. Bu üç kişinin aşamalı katkılarıyla psikolojide organik ve fonksiyonel bozukluklardan başka bozukluklar olmadıgı ve iyiletim için de duygusal degil organik girişimlerin sonuç verecegi yolundaki anlayış artık geride bırakılır. Dogaldır ki Freud bu konuda en büyük katkıyı saglayan kişidir. Böylece psikanaliz, XiX. yüzyılda oldukça yaygınlaşan organik-fonksiyonel psikopatoloji anlayışına tepki biçiminde ortaya çıkmış olmaktadır. Gerçekte Freud'un ortaya koyduğu düşüncelerin temelinde katarsis kavramı vardır. Katarsis kavramı düşünce tarihinde degişik alanlara uygulanmıştır. Antik Çağ'da Platon ölümü katarsis olarak görür. Platon için ölüm geçici evrenden ve bedenden gerçek evrenine geçiş sırasındaki "arınma"dır. Kişi ölmekle geçici evrenden ve bedeninden arınır. Bu anlayış sonradan mistik-metafizik öğretilerin "tasfiye-i dertın" işlemine kaynak olmuştur. Aristote!es de katarsis kavramını Poetika'sında kullanır. Sanat kuramı konusunda bir ilk eser olan Poetika'da yalnızca bir kere altıncı paragrafın ikinci cümlesinde geçen katarsis, Aristo'ya göre ruhu tutkulardan arındırmaktadır; bu işi de tragedya gerçekleştirir : 'Tragedyanın ödevi, uyandırdıgı acıma ve korku duygu/arıyla ruhu lu/ku/ardan temiz/emeklir(4). Klasiklerden Fransız tragedya yazarı Racine'in katarsise bakışı da tutkulardan arındırma ile ilgilidir. Toplumbilirnde katarsis, toplumsal baskıdan kurtulma biçiminde kendini gösterir. Diger bilim dallarında da buna benzer tanım ve yaklaşımlara konu olan katarsis, psikanaliz için temel psikoterapik amacı 0Iuşturur(5). Breuer'in ünlü hastası Anna O.nun "baca temizliF' ya da "konuşma kürü" adını verdigi katarsis'in saglanması için Freud serbest çagrışım yöntemini geliştirmiştir. Bu yöntemle birlikte düşler ve günlük yaşayıştaki kimi davranışlarımız da katarsis'e ulaşmamızı sağlar. O yüzden, Freud'un düş yorumuna, hekim-hasta konuşmasına ve günlük yaşayı-ştaki ilginç ve istemsiz davranışların anlamlandırılmasına verdiği önem, ancak katarsis çevresinde ve onunla ilgilendirildigi ölçüde önem ve deger kazanır. Belki de bütün psikanaliz katarsisten ibarettir diyebiliriz. Tabii burada katarsisten söz ederken, arındırmanın karşıtını ve nedenini, yani bastırma, geri gönderme, ket vurma, tıkıştırma, sıkıştırma, röfülman (refoulement) gibi adlarla dile getirilen repression ve bastırmamn gerçekleştigi kişilik katmanlarını (id, ego, süper ego) da özenle anmalıyız. Ancak bu n-

lardan ileride ayrıca söz edecegimizden dolayı, psikanalizin yöntem açısından gelişimini artık bir yana bırakıp, zaman içerisindeki evre, yayılma ve tepki sorunlarına dönmek gerekiyor. Freud profesör olduktan sonra, "Çarşamba Toplantıları" diye anılan oturumlar düzenlemeye başlar. Bu oturumlara ilk katılanlar Alfred Adler, Max Kahane, R. Reitler ve Wilhelm Stekel olur. Aralarında psikanalitik sorunları tartışırlar. 1907'de aralarına güçlendirici bir katılma olur, İsviçreli psikiyatristler Bleuler ile Jung ve çalışmalardan etkilenen Sandor ve Ferenczi, Karl Abraham gibi geleceğin ünlü psikanalistleri topluluga girerler. Söz konusu toplantılara katılan yirmi iki kişi, 1905'de Viyana Psikanaliz Enstitüsü'nü kurar. Enstitü 1920'de Uluslararası Psikanaliz Birligi'ne dönüşür. i900'lerin ilk on yılında psikanaliz aşagı yukarı yalnızca Freud çevresinde işlenirken, ikinci on yılından başlayarak bir topluluk çalışmasına ve akıma/çığıra yol açar. Freud'un ilk çalışmalarından beri psikanaliz ilgi odağı olmuştur, tepkiler almıştır. Ancak anılan ilk on yılda bu tepki bütünüyle olumsuz niteliktedir. Bu olumsuz tepkiyi Freud psikanalizin özüne bağlar. Çünkü ona göre "psikanaliz, uygar insanlıgın önyargılarını en etkilenebilecek yerinden yaralıyordu. Uygarlık yüzünden bilinç dışına bastırılmış olan şeyleri ortaya çıkarması dolayısıyla psikanaliz her bireyi bir tepki göstermek durumunda bırakıyor ve böylece çağdaşlarının çözümleyici tedavi altında hemen karşı koyma durumuna geçen hastaları gibi davranmalarına yol açıyordu. Bundan başka psikanaliz teorilerinin dogruluğuna iyice inanmanın ve psikanalizin tekniği hakkında bilgi edinmenin güç olduğunu da kabul etmek gerekir"(6). Freud'un sözünü ettiği bu karşı koyma ve güçlüklere karşılık psikanaliz ikinci on yılından başlayarak bir akım/çığır durumuna geçmiş ve baglıları bir topluluk oluşturmuşlardır. Psikanaliz akımının en önemli kişileri olarak şu adlar gösterilmektedir : - Karl Abraham (1877 - 1925) çocuk cinselliği üzerinde durmuştur. - Alfred Adler (1870 -1937) Bireysel Psikoloji Okulu'nun kurucusudur. - Erik Erikson (1902 ) ego psikolojisini incelemiş, toplumsal değişmenin birey üzerindeki etkisini vurgulamıştır. - Anna Freud (1895 - ) Freud'un kızıdır. Çocuk psikanalizi üzerinde çalışmıştır. - Erich Fromm (1900 - 1980) psikanalizi marksizmle uzlaştırmaya çalışmıştır. Ancak marksistlerce benimsenmemiştir. - Karen Homey (1885 - 1952) kişilikte güvence kavramı üzerinde durmuştur. - Emest Jones (1879 - 1958) psikanalizi sanat, edebiyat ve folk1ora uygulamıştır. Freud'un biyografıdır. - Cari Gustav Jung (1875 - 1961) Analitik Psikoloji Okulu'nu kurmuştur. - Melanie KJeine(l882-1860) çocuğun oyun la iyiletimi yöntemini geliştirmeye çalış-mıştır. - Jacques Lacan (1901 - i 98 i) yapısal dilbilimini psikanalize uygulamıştır, kastrasyon fobisi (organ kesilmesiyle ilgili korku) ve dil arasındaki ilişkileri ele almıştır. - Ono Rank (1884 - 1939) doğum travmasının psikolojik etkileri üzerinde durmuştur. - Wilhelm Reich (1897 - 1957) Biyolojik Enerji Kuramı diye tanınan "Orgon Teorisi"ni ortaya atmış, 1942'de Orgon Enstitüsü'nü kurmuştur. 1956'da bir ABD mahkemesi altı ton kitabını yaktı. Reich tutukevinde öldü.

1940'larda yine ABD'de Yeni-Freudçuluk akımı ortaya çıkmıştır. Yukarıda anılan Homey ve Fromm'la birlikte Frank Aleksandr, Abram Kardiner ve Harry Stock Sullivan bu akımın başlıca savunucularıdu. Akımın en önemli özelligi psikanalitik verilerden toplumbilimsel çıkarsamalar yapmaya çalışması ve başta marksizm olmak üzere toplumbilim kuramlarının "eksiklerini gidererek" yeniden yaşar kılmaktır. Ne var ki bu tutum salt yararcı gerekçelere dayandığı için ne psikanalizcilerce ne de marksistlerce benimsenmiştir. Psikanaliz bütün beşeri bilimler ve sanatlar, hatta felsefe akımları üzerinde (örnekse Existansiyalizm) etkili olmuşsa da, bir türlü tıp biliminin yapısı içerisinde özümsenememiş ve genelde bu alandan kopuk kalmıştır. Freud bile bir ara psikanalizi tıptan bütünüyle bağımsız bir alan q!arak tanımlamayı düşünmüştür. Psikanaliz ancak 1944'te Sandor Rado'nun Columbia Universitesi'nde kurdugu Psikanalitik Enstitü ile ilk

kez bir üniversite çatısı altında yer almıştır(/). Psikanaliz akımı çeşitli yayınlarda da etkisini göstermiş ve savunulmuştur. Bu yayınlarla ilgili bilgileri de Freud'un 1923'te yazdıgı "Psikanalizin Tarihçesi" adlı yazıdan aktaralım : "Freud ve Bleuler yönetiminde Jung'un yayınladıgı ve Birince Dünya Savaşı çıktıgında yayını durdurulan Jahrbuchfiir psychoanalytische und Psychopatologische (Psikanaliz ve Psikopatoloji Araştırmaları ·Yıllıgı (1909-1914) Adler ve Stekel'ce yönetilen Zentralbla/l für Psychoanalyse (Psikanaliz Temel Dergisi1911). Bu derginin ye-rine daha sonraları Internationale Zeilchrift für Psychoanalyse (Uluslararası Psikanaliz Dergisi-1913) yayınlanmaya başlamıştır. Psikanalizin manevı bilimlere uygulanması amacıyla Rank ve Sach'ın kurdugu lmago 1912'den beri yayınlanmaktadır. Anglo-Amerikan doktorların psikanalize duydukları ilgi Psycho - Analytic Review'in (Psikanaliz Dergisi) 1913'te kurulmasıyla belli olmuştur. 1920'de 1nlernational Journal of Psycho- Analysis (Uluslararası Psikanaliz Dergisi) Ernest Jones yönetmenliginde yayınlandı. Bu dergi Ingiliz okurlara yönelikıi.lnternationaler Psycho-analytischer Verlag ve (Ingilizce'de) onu karşılayan The lnternational Psycho-Analytical Press (Uluslararası Psikanalistik Yayınlar), fnter-nationale Psychoanalytische Bibliothek (Uluslararası Psikanaliz Kitaphgı) adı altında konuyla ilgili yayınlar yapmıştı. Psikanalizle ilgili yazıların genelolarak psikanaliz toplulukları tarafından desteklenen bu dergilerden başka yerlerde bulunmadıgını söylemek yanlıştır. Psikanalizle ilgili yazılar, daha birçok bilim ve edebiyat yayınlarında da yer almıştır. Psikanalize ilgi gösteren Latin dergileri arasında Lima'da(Peru)H. Delgado tarafından yayınlanan Rivista de Psiqiatria'yı saymak gerekir,,(B).

PSİKANALİZDE TEMEL KA VRAMLAR VE GÖRÜŞLER Libido:Bizce libido psikanaliz kavramlarının başında gelir. Çünkü onun anlaşılması ya da yanlış anlaşılmasının önlenmesi, psikanalizin anlaşılmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Libido, Freud'a göre psikanaliz ile elde edilmiş verileri incelemeye yarayan "varsayımsal kavramların en önemlisi"dir. Belli bir nesneye çevrilmiş cinsel isteklerin gücü demektir. Freud bu tanımda geçen "cinsel" terimi üzerinde özellikle durur. Ona göre "cinsel" terimi libido tanımı içerisinde, günlük anlamındakinden daha geniş bir anlamda kullanılmıştır, Psikanalizin yalnızca katıksız cinsel güdüleri ele aldığı savının temeli işte bu cinsel sözünün dar anlamda kullanılmasından kaynaklanan bir yanılgıdır. Böylece psikanalizi bir pan-seksüalizm kuramı olarak tanıtanlara da Freud karşılık vermekte, saptırmayı önlemeye çalışmaktadır. Ancak bunun yanında libido kuramının heniz dört başı mamur olmadıgını ve genel bir içgüdüler kuramı ile libido kuramı arasındaki ilişkilerin de açıkça ortaya konulamamış bulundugunu belirtir. Freud libido kuramının fızyolojideki kimyasal süreçlerle ilgisi olduğuna da değinmekle birlikte kesin temellendirmelere gidememiştir. Bunun sonucunda "libido teorisini şimdilik sadece felsefi yollardan geliştirebiliriz" demek zorunda kalmıştırO). Aynca libido kuramının, Jung'un genel psişik içgüdü enerjisi ile, Bergson'un yaşama atılımı (elan vital) ile ve Reich'ın biyo-psişik enerjisi (orgon) ile bir tutulmaması gerektiğini de belirtelim. Yine de libido kuramının günlük dildeki "cinsel"likle ilgisiz, daha geniş bir kavram içerdiğini vurgulamak ve yanlış anlamanın yukandaki diğer kuramlarla kanştırmaktan daha yanlış sonuçlara götürebileceğini söylemek gerekir. Bu nedenle belki libidoyu kişinin öz niteliklerinden biri ve "derin tutkulu istek" diye açıklamak yerinde olur. Freud belli bir nesneye yönelmiş olan bu derin tutkulu isteği nesne - libidosu diye adlandınr. Eğer bu istek gerçekleştirilme yolundan alıkonursa o zaman narsistik - libido ya da diğer bir deyişle ego-libidosu durumuna dönüşebilir. İşte bu doyurulma-mış derin tutkulu istek, kişinin çevreyle uyumunda sorun yaratabilecek düzeye geldiğinde, yani homeostatis bozulduğunda, -eğer libido kuramını yanlış anlamamışsam- kişi bu uyumu ve kendi içinde bulunan kişilik katmanlarındaki dengeyi yeniden sağlayabilmek için savunma düzeneklerine başvurur. Bu savunma düzenekleri şöyle sıralanmaktadır: Savunma Düzenekleri :(2) a. Bastırma (Repression, Refoulement) : tık olarak Freud'un ortaya attığı bastırma kavramı, çağdaş dinamik ruh hekimliğinin gelişmesinde de temel kavramlardan biri olmuştur. Bastırma bütün öbür düzeneklerin de temelidir. Kısaca isteklerin bilinçaltına atılması ve yok sayılmaya çalışılmasıdır. Ancak bu istekler hiç bir zaman yok edilemez, değişik davranış süreçleri biçiminde yeniden ortaya çıkarlar. Unutkanlık,

atlama, erteleme, yanlış anlatma gibi davranışlar bastırma belirtileridir. b. Bastırma ile çok benzeşen ve birçok durumda ondan ayırdedilmeyen bir savunma düzeneği de yadsımadır (inkar, deial, denegation). Bu durumda bilinçaltına atılıp bastırılan olgu bilince çıkar ve bilinçli olarak yok sayılır. Yadsıma, bir bakıma devekuşu felsefesi uygulamaktır. c. Yansıtma (Projektion): Kişinin kendi istek ve durumunu açıkladıgında olumsuzlanacagı kaygısıyla kendi içinden geçenleri karşısındakinin ist~k ve durumlan imiş gibi göstermesi yansıtma düzenegi olarak adlandırılmaktadır. Omegin çevresinden nefret eden birinin "çevrem benden nefret ediyor" biçiminde açıklama yapması böyle bir durumdur. d. Içe atım (lntrojektion) : Bir nesnenin yok edilme ya da benlik içinde yaşatılma amacıyla benlige alınması ve onun sanki ayrı bir nesne imiş gibi içeride tutulması, gerekirse yaşatılması, gerekirse yok edilmesi ilkel bir savunma düzenegidiro e. Bölünme (Splitting) : Içe atılan nesnenin iyi ve kötü yanlarının ayrı tutulmaya çalışılması ve egonun bu ayrı tutma karşısında ilgisiz kalarnayarak bölünmesidir. Şizofreninin temelinin bu bölünme oldugu düşünülmektedir. f. Çözülme(Dissociation) : Unutma, bayılma, uykuda gezme gibi belli davranışların açıklanmasında yararlanılan bu kavram, kişinin tanınan kişiliginden bagımsız olarak, sanki başka bir kişilikmiş gibi, ama otomatikçe davranışlar göstermesi diye tanımlanmaktadır. Çift yada çogul kişiciliğin açıklanmasında kullanılmaktadır. g. Yer Degiştirme (Displacement, Dcplacement) : Bir dürtünün asıl nesnesinden başka bir nesneye yönelmesidir. "Eşeğini dövmeyen semerini döver". h. Kendine Yönelme (Tuming toward one's selt) : Gerçek nesnesinde gerçekleştirilemeyen tutku ve istekleri n kişinin kendi üstünde gerçekleştirilmesidir. Intihar bu kavramla açıklanmaktadır. ı. Karşıt-Tepki Kurma (Reaction - Formation) : Yasak ve olumsuz sayılan dürtü ve egilimler bireyi sıkıştırdıgında bunlara karşı geliştirilen olumlu davranışlar bu düzeneğin sonucudur. Bu düzenekte, insanın bir bakıma kendisiyle savaşı söz konusudur. i. Kavranırlaştırma (lntellectualisation) : Bu düzenek daha çok okumuşlarda görülür. Kişi kendi sorunları yerine evrensel sorunları dile getirir, genel eleştiriler yapar, ama anlattıklarının kendi bunalımlarıyla ilgisini yadsır. Bölünme ve çözülme ile de ilgili bir düzenektir. j. Yalıtma (Isolation) : Yaşantılarımızın bilişsel ve duygusalolmak üzere iki yanı vardır. Işte bu yaşantılar sonradan anımsanırken bu yanlardan biri bastırılır ve bu yana duyarsız kalınırsa bu düzenege yalıtma denir. . k. Ussallaştırma (Rationalisation) : Açıklanması sıkıntı veren olayları daha usa yatkın biçimde açıklama düzenegi. "Düşmeseydim zaten inecektim." ı. Döndürme (Conversion) : Saldırganlıkla sonuçlanabilecek bir bunaltının organizmada geçici işlev bozuklugu yaratarak atlatılması. Böyle bir savunma yalnız bunaItının yatıştırılmasına degil, aynı zamanda bireyin bir hasta olarak görülmesine ve sorumluluklarından bir süre uzak tutulmasına da yarar. m. Somutlaştırma (Concretisation) : Açıklanması zor olan örtük ve soyut olguları somut nesne ve olgular gibi varsayarak düşünmenin saglanması. n. Yap - Boz (Undoing) : Düşüncede bir olay kurguladıktan sonra bunu gidermek için önlemler almak ya da yadsımak. o. Saplanma (Fixation) : Kişinin büyüme ve kişiligin gelişme aşamalanndan birinde yaşanan olay ya da davranış ın ilerideki yaşantılarında da yinelenmesi. ö. Gerilme (Regression) : Ulaşılmış bir dönem kişi için ileri düzeyde bunaltı doguracak olursa, daha önceki bir döneme gerileme kişinin başvurabilecegi bir savunma yoludur. p. Düş Kurma(Fantasy Formation, Day Dreaming) : Kişinin gerçek yaşantıla-

nnda doyuramadıgı istek ve dürtülerini düşler kurarak doyurmaya çalışması da en sık görülen savunma düzeneklerindendir. Çocugun oynadığı oyun bir düş kurma ve düşsel dünya yaratma oldugu gibi ömegin özeloda düzenleme, tiyatro, anlau türünde kurulan dünya ve ütopyalar da bu savunma düzenegiyle ilgilidir. Bilim - kurgunun da altında düş kurma vardır. r. Özdeşim (Identification) : Başka bir kişinin özelliklerini, duygu ve davranış biçimlerini, degerlerini ve inançlannı benimseyerek, kendi benligimize sindirip kişiligimizin bir parçası, bir özelligi durumuna getirmek anlamına gelen özdeşim, her insanın çocukluktan yetişkinlik çagına dek kullandığı bilinçdışı bir olgunlaşma ve savunma düzenegidir. Toplumsallaşmanın da temelidir. Erkek çocuk babaya, kız çocuk anneye benzemeye çalışır ve onlarla özdeşlik kurmaya çalışır. Bu arada özdeşim nesnesi ile yaşanan çatışma ve uyumsuzluklar Oidipus ve Elektra kompleksine yol açabilir. s. Yansıtmalı Özdeşim (Projective Identification) : Özdeşim nesnesini oldugu gibi değil özledigi gibi görme. Bunun sonucunda önemli sarsıntılar geçirilebilir ve agır bir düş - gerçek çatışması yaşanabilir. ş. YüceItme (Sublimation) : Çocukluk çagında var olan bir takım dürtü ve isteklerin yavaş yavaş başka alanlara aktarılması ve daha yüksek amaçlara çevrilmesi. Psikiyatri açısından normalolan tek savunma düzenegi budur. Bilim ve sanatların temelinde de yüceıune vardır. Kişilik Kaunanlan : Freud 1923'te yayınladıgı Das Ich und das Es (Bilinç ve Bilinçaltı) adlı eserinde kişiliği belirli katmanlara ayırmıştı. Bu katmanlar için Freud buzdagı benzetmesini kullanıyor ve kütlenin 9I8'ini içeren su alundaki bölüm le bilinçaltını, 911 'ini içeren su üstündeki görünür bölümle de bilinci dile getirmek istiyordu. Ona göre bu iki katmanın da üstünde, Durkheim'in kollektif bilincine denk düşebilecek üst - bilinç bulunuyordu. Bu üç katmanı Freud hiçbir zaman beyinde degişik işlevler yüklenen bölgeler oldugunu ileri süren beyin-bölge kuramı(location teorisi) ile bir tutmamıştır. Ona göre katmanlar varsayıma dayalı bir yapının bölmeleridir. Beyinde bir yere karşılık gelmezler. Onlan organik-fonksiyonel yapılan ayrı bir yerde, davranış, duygu ve düşünceler yumağında aramalıdır. Freud'un bu kuramı insanı anlamada önemli bir adım ve katkı olmuştur. Gerçi daha önce bilinçaltı kavramından söz edenler olmuştur, ama, Freud'un kişilik katmanları kuramı bir dizge bütünlügü taşımak ve kendi içinde tutarlı olmak bakımından kendinden önceki bir-bölümcü(particulariste) çalışmalardan bütünüyle aynlır. Burada söz konusu katmanların Türkçe'deki karşılıkları sorununa da değinmek yararlı olacaktır. ıd ego ve süper egoyu karşılarken kullanılan sözler genellikle şunlar oluyor: Ben, benlik, bilinç, şuur, alt, üst, dış ve dışı. Bu on sözcükle kurulabilecek kombinezonlar/diziltiler de şöyle sıralanabilir: Alt-ben/alt-benlik/alt-bilinç, bilinç-aıu/a1tşuur/şuur-altı/şuur dışı/dış-şuur (bunlara gayr-ı şuuru da ekleyebiliriz); benlbenlik, bilinç/şuur; üst-bilinç/bilinç-üstü/dış-bilinç ve bilinç-dışı (bunlara fevka'ş-şuunı da ekleyebiliriz) ... Görüldügü gibi Freud'un var saydıgı kişilik katmanlannı adlandırmak için dilimizde pek çok karşılık bulunmaktadır. Sürekli diğer diller karşısında özellikle dilbilgisel bağlan ve terimleri gösterme yetenegi eleştirilen ve üzülerek söyleyelim ki küçümsenen dilimiz için bu durum mutluluk kaynagı olarak görülebilir. Ne var ki tek türdenligin olmaması nesnenin kavramlaştırılması ve kavramın adlandırılması sürecinde önce ad, sonra kavram kargaşasına yol açmakta ve sonuç nesnenin yanlış algılanması biçiminde ortaya çıkabilmektedir. Onun için biz id, ego ve süper ego kavramlarını sırayla bilinçaltı,bilinç ve üst bilinç adlarıyla karşılamayı yegliyoruz."ben" sözcügünün adıı (zamir), a1t-ben/alt-benlik ve alt-bilinç söz öbeklerindeki alt sözcügünün de burada bir tür ön ek ve niteleme önadı(sıfatı) görevinde olması, bizi böyle bir seçime götürmektedir. Sondan eklemelilik hem ön eki, hem de adıla getirilen önadı güzel görmemizi engellemektedir. Oysa bilinçalu ad tamlaması ve sonuçta birleşik ad, bilinç de eylem-den

yapılmış ad olarak dilimize daha uygun görünmektedir. Burada neden bilinç-üstü degil üst bilinç adlandırmasının yeglenöigi, sıraladıgımız gerekçelere baglı ve haklı olarak sorulabilir. Bizce bilinç-üstü, dış-bilinç ve bilinç-dışı adlandırmaları parapsikoloji ve duyu üstü konuları içerisinde kullanıldıgında daha uygun düşecek gibi görünüyor. Freud'a göre bilinçaltı kişilik katmanlarının ilki ve en eskisidir. Kalıtım ve bedensel isteklerin izlerini de üzerinde taşır. Bütünüyle bilinç denetiminin dışındadır, yani bilinç dışıdır. Kuralsızlıklar ve karşıtlıklar yumagı olarak sürekli bilince zorlamalarda bulunur, bilinç yardımıyla libidinal dürtüleri tasarıdan eyleme geçirebilir. Bilinç ise bilinçaltının fizyolojik ve toplumsallaşmayla ilgili gelişim sürecinin belli bir aşamasında ortaya çıkardıgı bir türevdir ve dolayısıyla bilinçaltının bir parçasıdır. Bu yüzden bilinçaluyla üst bilinç arasında uzlaştırıcı, denge ve uyum saglayıcı (horneostatik) bir işlevi vardır. Bilinçaltının libidinal dünülerini uygun ortamlarda gerçekleştirerek onun boşaıımını ve katarsisi sagladıgı gibi, üst bilinçten bilinçaltına yönelen saldırı ve baskıları da uygun savunma düzenekleri ile savuşturur ve bilinçaltını korur. Bilinçaltının acıdan kaçma ve tada yönelme dürtülerini gerçeklik ilkesine baglı olarak erteleyebilir, degiştirebilir, bastırabilir. İşte Freud sonrası psikanalizin temel yönelişlerinden biri, bilincin bu işlevinin aşırı işlenmesi ve beslenmesi olmuştur ki bu da Freudizmden yararlanmacı bir sapmadır. Üst bilince gelince; nasıl bilinçaltından bir bölüm gelişip özerkleşerek bilinci dogurmuşsa, bilincin bir bölümü de yine toplumsal degerler dog-rultusunda gelişip özerkleşer~k üst bilinci dogurmuştur. Ust bilinç bilince göre daha özerk ve daha sınırlayıcıdır. Ust bilincin oluşmasında bilincin ilettigi olumluluklar ve olumsuzluklar çizelgesinin özel bir önemi vardır. Anarşizmin ve saldırganlıgm psikolojik kökeni üst bilincin toplumsal degerleri aşırı yasaklayıcı imiş gibi algılaması (ya da gerçekten öyle olması) ve bunun sonucunda bastırmanın yetersiz kalmasıdır. Gerçekte kişiligin ..böyle alttan üste dogru üç düzeyde kavranışı Platon ve Aristoteles'te de görülür. Omegin Platon'a göre ruhun bölümleri bayagıdan yüceye, aşagıdan yukarıya dogru şöyle sıralanır: (3) - Epithymetikon : Gereksinimler ve başıboş istekler. - Thymoeides : Tutkuları ve başıboş istekleri dizginleyen bölüm. - Logistikon : Mantık, düşünce, sagduyu ve anlayış. Aristoteles de geçen yüzyılda sistematik psikolol! ortaya çıkıncaya dek klasik psikolojide etkili olan Peri Psyke (Lat. De Anima: Ruh Uzerine) adlı eserinde ruh katmanlarını ilkel ve bayagıdan yetkine dogru bitkisel, hayvanı ve insanı diye üç aşamada ele alır. Aristoteles'in Freud'la birleştigi bir diger konu da insanı ruhun başta gelen işlevi ve yetisi olan usu organik - fonksiyonel yapıdan bagımsız olarak nitelemesidir<4). Çocukluk Döneminin Önemi, Çocuk Cinselligi, Oidipus Kompleksi ve Elektra Kompleksi: Freud çocuk cinselligi konusunda bir öncü durumundadır. Bunu kendisi de bilmektedir. Çocukluk dönemi ve ve çocuk cinselligi konusundfl yazdıg.~ en önemli yazı, Drei Abhandlungen zur Sexual theorie (: Eşeylik Kuramı Uzerine Uç Deneme, 1905) adlı eserinin ikinci denemesidir. Bu denemenin başlangıcında Freud çocuk cinselligi konusundaki genel bilgisizlige deginir. Aynı durum bilginler için de geçerlidir. Freud bu konuda şöyle der: "Benim bildigim, hiçbir bilgin çocukluk çagında cinsel içgüdünün normal birşeyoldugunu memiştir. Çocugun çeşitli gelişmelerini inceleyen binlerce yazıda 'Cinsel Gelişme' bölümü geçilmiştir. ,,(5)

kabul etatlanarak

Bilginlerin yetişkin davranışlarında kalıtıma çokça önem vermelerine karşılık bu davranışlarda çocuklugun etkilerini gözönünde tutmamaları ilgi çekicidir Freud'a göre. Birinci Dünya Savaşı'ndan önceki durumu yansıtan bu yargıları Freud sonradan o kadar aşırı bulur ve kendi düşüncesinden kuşkulanır ki, bu konudaki eserlere bir kez daha göz atmayı gerekli görür. Ancak vardıgı sonuç degişmez : "Çocuk cinselligininftzik ve

incelenmesi henüz emek/eme çagındadır"(6). Bununla birlikte G. Stanley'in "Adolescence, lts Psychology and Its Relation to Physiology, Antro-pology, Sociology, Sex, erime Religion and Education" (İki cilt New York, 1908) adlı eseri çıktıktan sonra bu yargının doğru sayılamayacağını da bilimsel bir tutumla açıklar(7). Freud'a göre çocukluk döneminin ve çocuk cinselliğinin incelenmesinde görülen gecikmenin altında herkesi kapsayan çocuk amnezisi bulunmaktadır :

psişik fenomenlerinin

"/şte bu yüzden herhangi bir kimsenin çocukluk çagına sanki bu çag bir tarih - öncesiymiş gibi bakmasına ve cinsel hayatının başlangıçlarını bu kimsenin gözünden saklamaga yol açan çocukluk amnezisinin cinsel hayatın gelişiminde çocukluk çagına önem ve deger verilmemesine sebep olduguna inanıyorum,,(8).

Bu sözlerden anlaşıldığına göre kişilik gelişimini tarih-öncesi ve tarih dönemi ya da yine F~~ud'un adlandırmasıyla üreme-öncesi dönem ve üreme dönemi diye ikiye ayırabiliriz. Ureme - öncesi dönem de kendi içinde bastırmasız ve örtük aşamaları içerir. Ortalama 5 - 12 yaşları arasındaki örtüklük dönemini ergenlik ve yetişkinlik, yani üreme dönemi izler. Ancak çocuk cinselliği dendiğinde psikanalizde amaçlanan, beş yaşına dek süren bastırmasız aşamadır. Bu aşama da oral (ağız ile ilgili), anal (sindirim ve boşaltım organlarıyla ilgili), ve nesne seçici devrelerden oluşur. Oral devrede ağız etkindir ve çocuk edilgindir, ya da diğer bir deyişle bağımlıdır, çünkü emme işlemi yüzünden annesine gereksinimi vardır. Anal devrede dışkılama, otoerotizm ve sadizm eğilimleri belirgindir. Bunu izleyen nesne seçici devrede çocuk kendisi ile karşı cins arasındaki karşıtlığı üremeyle bağlantılı bir dişilik - erkeklik değil de kaslara bağlı bir etkenlik - edilgenlik durumu olarak tanır. Freud erkek ve dişi terimlerinin üç ayrı alanda üç ayrı anlama geldiğini söyler. ıık anlamda eylem, yani etkenlik ve edilgenlik, ikinci de sperm, sperma ve kaslarla ilgili olarak biyolojik, üçüncü anlamda ise toplumbilimsel davranışlar ön plandadır. Psikanaliz açısından erkek ve dişi terimleri biyolojik ve etken - edilgen yönleriyle ele alınmaktadırlar. Psikanaliz bu terim ve kavramların toplumbilimsel anlamına bu aşamada ilgi duymaz (9). Freud böyle bir ayrımdan sonra libidonun "erkekçe bir öze sahip olduğunu" söyler. Çünkü libido edilgin bir amaca çevrilmiş olsa bile her zaman etkendir
Bilinçaltını İnceleme Yöntemleri:

a. Serbest çağrışım: Bu yöntemde kişi hekim ile karşılıklı konuşur ve iletişim kurar. Belli bir aşamadan sonra hekimi bir yakını olarak görmeye başlar, bu duruma transferans adı verilir. Hekimin buna olumlu karşılık vermesi ile kontr - transferans adıyla anılır. Transferans sürecinde kişi bilinçaltı üzerindeki bilinç baskısını ve süzgecini kaldırır, böylece bilinçaltına atılan bir yıgın gizli duygu ve düşüncenin dışa çıkması saglanır. Bir sanat ve edebiyat akımı olan Gerçeküstücülügün (Surrealizm) kullandıgı yömem budur. b. Düşlerin Yorumu: Psikanalizin en önemli ögretilerinden biri düşlerin yorumudur. Freud'un bu konudaki çıgır açan eseri Düş Yorumu (Die Traumdeutung, 1900, Ing. The Interpretation of Dreams) düşlerin ilk bilimsel inceleme girişimidir. Kitabın yayınlanmasından otuz bir yıl sonra bile Freud bu eserinin ve içeriginin, gerçekleştirmek mutluluguna eriştigi bütün buluşlarının en degerlisi oldugunu söyler. Bu eserde Aristoteles'in düşle ilgili görüşleri önemli bir yer tutar. Aristoteles'e göre düş uyuyan kişinin ruhunun bir etkinlik biçimidir. Freud da böyle bir anlayıştan yola çıkar. Ona göre de düşler hekimi bilinçaluna götüren kral yoludur. Bastırılan Iibidinal istekler düşlerde ortaya çıkar. Bu nedenle düşleri katartik işlemin bir parçası olarak görmelidir. Yine de bilinç ve üst bilinç baskısı düşte tümüyle kalkmaz. Bilinçaltı buna karşılık katarsisi saglamak için sembollerle düşe yansır. Düşlerin bu açıdan iki anlamı vardır: Örtük anlam ve açık anlam. Yorumcu açık anlamdan, sembolleri yorumlayarak örtük anlama gitmelidir. Bu niteligiyle düşlerin ve sanat eserlerinin psikanaliste göre birbirinden farkı yoktur. c. Uyutum: Uyutum da Charcot ve Breuer'den psikanalize geçen yöntemlerden biridir. Uyutumda kişiye aşılanan bir amaç unutturularak uyanıkken yaptıgı davranışlarda bu aşılamanın etkileri gözlenir. Böylece bilinçten bagımsız olarak bilinçalu kodlanabilmekte ve kişiler robot gibi programlanabilmektedir. Ancak bu yönüyle uyutumun psikanaliz dışında uygulandıgı belirtilmelidir. d. Günlük Yaşayıştaki İstemsiz Yanlış Davranışlar : Freud'un Zur Psychopathologis des Alltagslebens (: Günlük Yaşayışın Psikopatolojisi, 1904) adlı eserinde bu konu incelenmektedir. Buna göre gündelik olaylar arasında unutma, dil ve davranış yanlışları gibi görünüşler bilinçaltı dürtüler etkisinde ortaya çıkmaktadır. e. Olagan dışı davranışların incelenmesi f. Uyuşturumla Çözümleme (Narkoanaliz) g. YansllSal Ölçerler (ProjektifTest1er)<13). EDEBİY AT ve PSİKANALİZ Edebiyat ile psikanaliz arasında baştan beri sıkı ilişkiler kurulmuştur. Bu sıkı ilişkileri kronolojik açıdan aşagıdaki aşamalarda ele alacagız. - Psikanalizin edebiyat eserleriyle gerekçelendirilmesi - Bir edebiyat ve eleştiri kuramı olarak psikanaliz - Edebiyat akımı oluşturan bir kaynak olarak psikanaliz Psikanalizin Edebiyat Eserleriyle Gerekçelendirilmesi: Freud psikanalitik bulgularını klinik verilere ve varsayımlara dayandırmakla yetinmemiş, edebiyat eserlerinin yorumundan da yararlanmıştı. Ancak onun ve izleyicilerinin edebiyat eserleriyle ilgili yorumları edebi bir amaç taşımaz(l). Onların amacı edebi yorum aracılıgıyla pskanalizin desteklenmesi ve dogrulanmasıdır. Bu nedenle psikanaliz açısından eserin biçerni, dili, konusu ve estetik başarısından çok, kahramanların ve eseri yaratan sanatçının kişiligine yönelik yorumlar önem taŞır. Freud Traumdeutung (: Düş Yorumu, 1900) adlı eserinde Oidipus kompleksine ilk örnek olarak Sophokles'in Kral Oidipus tragedyasını ele alır. Ana işlegi (leit - motiv) Oidipus kompleksi olan Hamlet (Shakespare), Rameau'nun Yegeni (Diderot), Karamazof Kardeşler (Dostoyevski) gibi yapıtları da Freud degişik yazılarında örnek olarak kullanır ve yorumlar(Z). Freud'un Oidipus, Hamlet ve Dimitri (Kararnazof Kardeş-

ler) üzerine toplu ve karşılaştırmalı yorumlar getirdigi bagımsız bir yazısı da bulunmaktadır : "Dostoyevski ve Baba KatiIIigi"(3l. Söz konusu kompleks, kuşkusuz Freud onu adlandırmadan ve bilimselolarak ele almasından önce de vardı. Freud en başanlı, gerçekçi ve açık anlamlı örnegini edcbiyatta ve Kral Oidipus'ta buldugu için bu komplekse Oidipus Kompleksi adını vermiştir. Aiskhylos ve ~uripides ile birlikte en büyük üç Grek tragedya yazarından biri olan Sophokles'in (1. O. 496 - 405) yazdıgı Oidipus Tyrannos'un konusu şöyledir<4l. Olay yeri iki kenttir : Thebai ve Korinthos. Thebai kenti kralı Laios ile kraliçesi Iokaste'nin bir oğullan olur. Kahinler bu çocuğun büyüyüp babasını öldüreceğini ve annesiyle evleneceğini bildirirler. Bunun üzerine çocuk Kithairon Dağı'na bırakılır. Bir çoban çocuğu bularak Korinthos Kralı Polybos ile kraliçesi Merope'ye verir. Çocuk dağda ayaklanndan yere çivilendiği için ayaklan şişmiştir. Bu nedenle adına Oidipus (şiş ayaklı) denir. Oidirus Polybos ile Merope'yi kendi ana-babası bilerek büyür. Bir şölende çağnhlardan biri içki itkisiyle Oidipus'un uydurma evlat olduğunu söyler ve o-na sataşır. Gerçeği öğrenmek için Delphoi tapınağına giden Oidipus'a burada babasını öldürüp annesiyle evleneceği ve babasının yerine geçeceği söylenir. Oidipus da bu yaz-gıdan kaçmak için yaya olarak yollara düşer. Thebai yakınlannda bir üç yol kavşa-ğında karşısına çtkan arabanın sürücüsü ve arabadaki yaşlı yolcu ona kızıp yoldan çe-kilmesini söyleyince Oidirus yaşlı adamın başına vurmak istediği değneği alarak onu ve adamlarını öldürür. Thebai kentini o sırada Sphinks adlı bir canavar tehdit etmekte-dir. Sorduğu soruya karşılık alırsa kenti rahat bırakacaktır. Dişi canavarın sorusu şu-dur: Sabah dört, öğleyin iki, akşam üç ayaklı bir yaratık vardır, bu yaratık çok ayaklı iken en güçsüz ve yavaş anındadır, nedir bu yarattk? Oidipus bilir: İnsan ... Halk onu kurtancı gibi karşılar. Kral Laios'u soyguncuların öldürdüğü bildirildiği için Oidipus'u Kral yaparlar. Oidipus, krallığı gerçekte dayısı olan geçici kral Kreon'dan devralır. Kendi annesinden dört çocuğu olur: Eteokles, Polyneikes, Antigone ve hmene. Bir sü-re sonra Thebai'de veba salgını başlar. Kahinler vebanın bir lanet olduğunu ve eski kralın katilinin bulunmasıyla bu lanetin kalkacağını bildirirler. Gerçek katilin Oidipus olduğunu ise kahin Teiresias açtklar. Soruşturma sonunda Teiresias'ın doğruyu söyle-diği anlaşılınca Iokaste kendini asar, Oidipus da gözlerine mil çeker ve kızı Antigone ile birlikte kenti terk eder. Bundan sonraki olaylan Sophokles Oidipus Kolonos'ta adlı tragedyasında anlatırsa da konumuz o değildir.

Hamlet de Freud'un Oidipus kompleksini buldugu bir eser olmuştur. Ancak Shakespare'in bu ünlü tragedyasına psikanalizi uygulayarak ünlü bir inceleme ortaya Çıkaran kişi Ernest Jones olmuştur(S). Jones, Hamlet and Oedipus adını taşıyan incelemesinde özellikle Hamlel'in kararlarını ertelernesi üzerinde durur. Bu dogrultu da Hamlel'in öyküsü şöyle sunulabilir : Hamlet'le ilgili sorunlar dolayısıyla HamlelOlogy diye bir bilim uydurulmuş olduğu öncelikle belirtilmelidir. Bu terim Hamlet sorunsalının büyükıÜğünü gösterir. Hamlet Danimarka kralının oğludur. Babası ölmüş, amcası Claudius tez elden annesi Gertrude ile evlenmiştir. Aynca seçimde hile yaparak Hamlet'in yerine kralolmuştur. Hamlet sürekli olarak, ölmek ve öldürmek sorunlan ile boğuşmakta, bir türlü karar verememektedir. Bu bağlamda Freud'un insandaki iki temel tutkuya değindiğini söyleyelim. Eros (aşk) ve Thanatos (ölüm) tutkusu olarak adlanan iki temel güdü, insanda daha ilk özdeşim döneminde ortaya çtkar, hatta köken bakımından bilinçaltının acıdan kaçma ve tada yönelme dürtüleriyle bağlantılıdır. Hamlet babasını amcasının öldürdüğünden kuşkulanmakta, ancak bu kuşkusunu kesinleyemediği için eyleme geçememektedir. Ote yandan bu eylemsizliğin nedeni olarak amcasına yönelik Oidipik duyguların da etkisi vardır. Hamlet babasına karşı beslediği rekabet duygularını daha önce yenmiştir. Ancak amcaSı annesiyle evlenince bu duygular yeniden canlanmıştır. Bu-nunla birlikte amcası kendisinin derin tutku.lu isteğini gerçekleştirdiği için, tutkulanyla özdeştirdiği amcasına karşı bir suçluluk da duymaktadır. Sonuçta amcası kendisine yardımcı olur, öldürülmesi için bir ferman yazıp Hamlel'in eline tutuşturur ve iki muhafızla (Rosencrantz ve Guildenstem) İngiltere'ye yollar (dördüncü perde). Gemide gece uyuyamayan Hamleı kalkar, fermanı açıp okur, amcasının Ingiltere kralından Hamlet'in gelir gelmez başının kesilmesini istediğini öğrenir. Kendindeki babasının eski mührünü kullanarak muhafızlann öldürülmelerini isteyen bir mektup yazıp eskisinin yerine koyar ve çocukluk arkadaşlan da olan bu iki muhafızı ölüme yollar. Bir yoruma göre iki muhafız bu ikinci fermanın içeriğini bilirler. Ancak "biz küçük insanlanz, bu işlerin içyüzünü bilemeyiz; krallann, hatta kaderin tasarladtklarını önlemeye çalışmak bizim haddimiz değildir," diyerek fermana boyun eğerler. Artık Hamlet eyleme geçmiştir. Döndüğünde, annesiyle konuşurken amcası sanarak perde arkasından kendilerini dinlediği için öldürdüğü Polonius'un oğlu Laertes ile bir eskrim karşılaşması yapmak zorunda kalır. Laertes'in kılıcı (meç)nın ucu zehirlidir. Amcası buna rağmen Hamlet kazanırsa kutlamak için ona vereceği şaraba da zehir katmıştar. Böylece Hamlet'in ölmesi için korkunç bir kumpas kurulmuştur. Karşılaşma sürerken anne (Gertrude) yanlışltkla bu içkiden alır ve ölmeden önce tuzağı anlayarak Hamlet'i uyanro Hamlet'in yaraladığı Laertes de tasarı.lannı açtklar, meçle yaralanmış olan Hamlel'e yanm saaılik yaşama süresi kaldığını söyler. Bütün bunların sorumlusunun da Claudius olduğunu ekleyince Hamlet duraksamaksızın atılır, amcasınıkılıçla yaralar, kalan zehirli içkiyi de boğazına zorla akıtır. Can çekişirken, ölümü "tam bir mutluluk" olarak niteler, psikanalitik açıdan ölme ve öldürme tutkusu (Thanatos) sarhoşluğu içinde, bundan sonrası sessizliktir" (the rest is silenre) diyerek ölür.

Freud'un Oidipus kompleksi baglamında degindigi bir başka eser, Diderot'un Rameau'nun Yeğeni adlı bir felsefi romanıdır. Diderot (1713 - 1784) bir kahvede ünlü müzisyen Rameau'nun yegenine rastlar ve romanın konusunu onunla yapugı konuşmalar 0Iuşturur(6). Yeğen burada bir tip olarak çizilmiştir. Bu kişi iyi vekötü yönleri çok belirgin biçimde özünde taşıyan, yüzsüz, yaltakçı, her konuyla ilgili, kötü yanlarını hayasızca açığa vuran biridir. Diderot'un onunla ilgili yargısı şöyledir: "Eger küçük vahşi kendi başına terk edilseydi, tüm budalalık/arını korusaydı, beşikteki çocugun o azıcık ak/ıyla 30 yaşındaki insanın tutkun şiddetini birleştirseydi, babasının boynunu büker, anasıyla yatardı ,,(I).

Freud Goethe'nin eserlerinde de psikanalitik veriler bulmuştu. Goethe'nin Leipzig'de geçirdiği bunalım, hatta nevrotik nöbetler ve eserlerindeki içten anlaumlar Freud'un ilgisini çekmiştir. Burada Diderot ile Goethe arasındaki bir benzerliğe de dikkat çekelim. Her ikisi de çocukluklarından başlayarak antik ve modern birçok dili öğrenmek zorunda bırakılmış, öğretim süreçlerinde babaları tarafından yönlendirilmişlerdir. Sanırım her iki yazarın da yaşantı ve eserlerindea ikili değerlere önem vermelerinin altında bu durumun etkisi vardır(8). Freud'un Oidipus kompleksi ve nevroz (sara nöbeti) açısından üzerinde önemle durduğu bir yazar da Dostoyevski'dir. Nietzsche Dostoyevski için şöyle der: "Dostoyevski'yi keşfetmek benim için Stendhal'i keşfetmekten daha önemli oldu. Psikolojide şeyler ögreten tek adam odur,,(9).

bana bir

Freud'un da Nietzsche'ye hayran olduğunu biliyoruz. Hatta bizce Freud Nietzsche'nin yapmak istediklerini yapan kişidir. Bu açıdan Freud'un oluşumunda Dostoyevski'nin varlığı açıktır. Freud için Dostoyevski'nin iki özelliği ilgi çekici olmuştur : Daha on sekiz yaşındayken babasının öldürü!üşü ve geçirdiği şiddetli sara krizleri. Freud Dosto'nun sanatsal yaratmasının altında bu iki temelolguyu görür. Dostoyevski ve Baba Katilligi başlıklı yazısında büyük yazarın gerçek yaşantısı ile Karamazof Kardeşler arasında dolayımlar kurmaya çalışmasından anlıyoruz ki Freud Karamazof Kardeşler'e otobiyografik açıdan yaklaşmaktadır. Dostoyevski (1821 - 1881)'nin Karamazof Kardeşler adlı eserinin ana konusu şöyledir: Skoıoprigonyevski kentinde yaşayan Fiodor Karama7.0fun üç oğlu vardır. Dimitri ilk kansından, Aleksi ile ıvan ikinci kansındandır. Sorumsuz bir baba olan Fiodor anneleri öldükten sonra çocuklarıyla hiç ilgilenmez. Dimitri annesinden kalan mirası elde etmenin yollarını ararken çılgın bir yaşantı sürmektedir. ıvan din-karşıtı düşüncelerini savunurken en küçük çocuk Aleksi (ya da cici adıyla Alyoşa) bir ortodoks rahibi olmuştu. Mali nedenler üç çocuğu da doğdukları kente çeker ve babalanyla bir araya gelirler. Peder Zossima arabuluculuk yapmaktadır. Fiodor Karamamv'un evlilik dışı oğlu Smerdiyakof da Piodor'un evinde kalmaktadır ve sara hastasıdır. Fiodor'un oğlu olduğu gizlenmektedir ve evde uşak gibi çalışmaktadır. Mali konularda anlaşma yolu daraldıkça Dimitri ve Ivan babalarını öldürebilecekleri biçiminde sözler söyler ve mektuplar yazarlar. Bu arada baba öldürülür. Suç Dimitri'nin üstünde kalır. Ancak gerçek katil dışlanmış oğul olan Smerdiyakoftur. Aleksi Dimitri ile birlikte Dimitri'nin cezasını çekeceği Sibirya'ya gitmeye karar verir.

Freud'a göre dünya edebiyatının en büyük üç eserinin (Kral Oidipus, Hamlet ve Karamazof l\!U'deşler) aynı konuyu, yani baba katilliğini ele alması rastlantı olarak açıklanamaz. Ustelik bu üç eserde de söz konusu davranışın kaynağı, yani bir kadın yüzünden doğan cinsel düşmanlık açıkça ortaya konulmuştur. Bunların en açığı Oidipus tragedyasında dile gelir. Burada suçu işleyen oyun kahramanının ta kendisidir. HamIet'te durum daha dolaylı biçimde dile getirilmiştir. Suçu işleyen kahramanın kendisi değildir. Suçu başka biri işlemiştir ve Hamlet baba katili sayılmaz. Ancak başkasının işlediği suç Hamlel'in Oidipus kompleksini ortaya çıkarmaya yaramıştır. Bu yüzden Hamlet suçluluk duygusu çekmektedir. Onu kararsız ve kıpırdayamaz duruma getiren de budur. Karamazof Kardeşler'de bir adım daha atılır. Bu romanda da suç başka biri tarafından işlenir. Ama bu başkasının öldürülen kimseyle olan bağlantısı, romanın kahramanı olan Dimitri'ninki gibi bir baba-oğul bağlanusıdır. Dimitri ile Fiodor arasında da cinsel rekabet vardır. Her ikisi de düşük bir kadın olan Gruşenka'yı istemektedirler. Dimitri'nin eyleme geçmesinde Gruşenka ile ilişkisinin büyük önemi vardır.

Gruşenka baba ile ogul arasında paylaşılamayan kadındır ve yazar bir insest (aile içi yasak ilişki) nesnesi olarak gördügü Gruşenka'yı düş,ük biri olarak göstermekle bir bakıma Oidipus kompleksine de uygun davranmıştır. Ote yandan Dostoyevski saralı yanını Smerdiyakora yükleyerek bir bakıma bagımsız yanını yani Dimitri'yi aklamak ister gibidir. Bu tutumuyla yazar kişiligini eserinde bölmüştür. Mahkemede Dimitri'nin suçlu bulunması ise bir bakıma yazarın vicdanını rahallatmak içindir. Çünkü Dimitri gerçekten babasını öldürmek için istemiştir ama babasını istedigi yer ~e zamanda bulamadıgı için öldürememiştir, yani gerçek katİlden farkı yoktur. Oyleyse cezalandırılmalıdır<10). Elbette bunca önemli çözümlemelerin sınırları belli ve amacı başka olan böyle bir çalışmada genişçe ele alınması zordur. O nedenle biz yalnızca sorunların varlıgını göstermekle yetiniyoruz. Freud bu deri~. çözümlemeler dışında çeşitli nedenlerle edebiyat eserlerine göndermeler yapmıştır. Ornegin amacın nesne üzerinde gerçekleştİrilemedigi durumlarda görülen fetİşizm için Faust'tan şu sözleri aktarır. "Koynundan bir mendil gelir bana, Gelir sevdigimin çorap bagını"(1I).

Mazoşizm bağlamında ise Rousseau'nun itirafları'ndan beri bütün eğitimcilere göre, kabaellere acı vererek uyarmanın mazoşizmin kaynagı oldugunu belirtir(l2). "tnsan yaradılışının keskin gözlemcisi" olarak niteledigi Emile Zola'nın,la Joie de Vivre (:Yaşama Oyunu) adlı kitabındaki bir genç kızı da özveri ve gaddarlık duygularının yumağı olarak örnek gösterir(3). Bir Edebiyat ve Eleştiri Kuramı Olarak Psikanaliz : Freud'un kişilik ile ilgili görüşleri ve edebiyat eserleri üzerine yaptıgı yorumlar, yirminci yüzyılda oldukça etkili bir edebiyat ve eleştiri kuramının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Sanatsal yaratmada çocukluk döneminin, kişilik katmanlarının ve kişilik katmanları arasında doğan gerilimin, bastırmanın düş kurmanın ve yüceltmenin etkisi büyüktür. Katmanlar arasındaki gerilim kimi kişilerde sanat eseri olarak nesnelleşmektedir. Burada özeIlikle belirtilmelidir ki, Freud sanatçıya ruh hastası olarak bakmaz. Nevrotik olmak ruh hastası olmak demek değildir. Ruh hastalıgı psikiyatrinin iyiletimin gerektirir, nevroz ise yaratma ile katartik bir sona ermek te ve psikanalitik çözümlemenin konusu olmaktadır. Öte yandan nevrotik olmak ruh hastası olmak gibi ahlaki dcger yüklü bir kavram değildir. Konuyla ilgili bir başka nokta da nevrozun sanatsal yaratmada tek etken olmadığıdır. Okuma yazma bilmeyen birinin, ya da sıradan bir kültürü olan kişinin sanatkar olması, edebiyat şaheseri yazması söz konusu olamayacağına göre, ne Freud ne de psikanaliz için nevroz yaratmanın ilk ve tek nedeni olabilir. Psikanalitik sanat kuramı yaratmada dış esin yerine kişilik katmanları arasındaki gerilimi koyar. Bunu bir bakıma confession (günah çıkarma) işlemine benzetebiliriz. Sanat eseri bir itiraf, bir günah çıkartmadır. Ancak dinleyen/alıcı artık rahip değildir. Konfesyonun ortamı kapalı oda degildir. Konuda din açısından işlenen yanIışlıklardan oluşmaz, bütün bir yaşantılar toplamıdır. Böylece sanatsal yaratma din adamından - ilgisiz (laik) ve dünyevi (seküler bir konfesyon (günah çıkarma ve itiraf) durumuna dönüşmüştür.Bu yorum belki de Poppergil "açık toplum" ile dogugil "tesettür toplumu" almaşıgını da bize vermektedir. Ayrıca "bizde trajedi", "bizde roman", sorunlarına yaklaşım geliştirme seçenekl~ri sunuyor. Peygamber Cebrail ile ötelik.: deneyimini yaşadıktan sonra ne demişti? "Ortün beni", Necip Fazıl da öyle diyor: "Ortün üstüme, örtün, serin karanhkları". "Open" toplumla "Closed" toplum arasındaki bu serbest çağrışım küründen sonra diyebiliriz ki psikanaliz açısından sanatsal yaratma otobiyografik bir katarsistir. Buradan yola çıkarak, psikanalizin estetik değer sorununa nesnel bir ölçü getirme kaygısı taşımadığını söyleyebiliriz. Sanat eserini ve yazarım daha iyi anlarnamıza önemli katkılar saglayan bu yaklaşım değer biçme düzeyinde su-

sar. Anlamak değer açısından çok önemli ise de psikanaliz değerle uğraşmaz, değerli eserleri yorumlamaya yönelir. Edebiyat Akımı Oluşturan Bir Kaynak Olarak Psikanaliz : Freud ve psikanaliz baştan beri sanat ve sanatçılar üzerinde etkili olmuştur. Bu etkiyi kişiler üzerinde ve akımlar üzerinde olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Freud ve psikanalizden etkilenen edebiyatçıların en önemlilerinden birkaçı şunlardır: Federico Garcia Lorca (1898 - 1936) İspanyol edebiyatında ay, güneş, at ve boğa sembollerini çok kullanan bir şairdir. Onun Libro de Poemas (Şiirler Kitabı)'ındaki şiirlerden büyük bir bölümünün konusu aşk, ölüm ve engellenmiş cinsel arzulardır(\4). Alman edebiyatında Stefan Zweig (1881-1942), Hermann Hesse (1877-1962) ve Thomas Mann(1875-1955) Freud ve psikanalizden etkilenen kişiler olarak anılabilir(\5). Ancak bu etkinin hiçbir zaman tek başına olmadığını, bu yazarların bütün bir Avrupa ve hatta dünya kültürünü sindirdiklerini belirtelim. Zweig Freud okulunda kendini yetiştirir ve eserlerinde daha çok bilinçaltını işler. Hesse geçirdiği psikanaliz iyiletiminden sonra 1919'da yazdığı Demian adlı romanda kendi kişiliğini çözümlerneye çalışır. Der Steppenwol[ (:Bozkır Kurdu, 1927) Hesse'in psikanaliz incelemelerini sanat katına yükselttiği bir romandır. Kültür kötümserliği içerisinde yazılmış olan eserde çağdaş yabancılaşma sorunu Avrupacı bir gözle incelenir. Kitabın ana gerilimi (bence) Vaterland-Kinderland çekişmesinde yitirişin bunaltısıdır. Ayrıca Hesse hemen bütün yazarlığından olObiyografik davranır. Mann Goethe, Schopenhauer, Nietzsche ve Freud gibi düşünür ve yazarları entellektüel atası sayar. Onun Freud ile ilgisini göstermek için tek örnek yeter: 1936'da Viyana'da yayınlanan Freud und die Zukunft (Freud ve Gelecek) adlıeser. (1947'de New York'ta Freud and the Future adıyla İngilizce yayınlanmıştır.) Psikanaliz ve Freud'dan etkilenen akım ise Gerçeküstücü!er (Surrealistes) olarak anılmaktadırlar. 1924'te Andre Breton'un Gerçeküstücülük Bildirgesi ile bir akım olarak ortaya çıkan gerçeküstücülüğe üye sanatçıların en ünlüleri şunlar: Pierre Reverdy (1889-1960), Paul Eluard (1895-1952), Philippe Soupault (1897 ), Robert Desnos (1900-1945), Jacques Prevert (1900-1977), Rene Char (1907 - ), Dylan Thomas (19141953). Gerçeküstücüler Freud'un serbest çağrışımını sanatsal yarauna yöntemi olarak benimsemişlerdi. Onları diğer akımlardan ayıran, modem psikolojinin verilerine dayanmaya çalışmaları idi. Ne ki bütün topluluklar gibi onlarda da aşınııklar ve ve politize oluşlar ve onlara yönelik yersiz saldırı ve suçlamalar görüydü. Sözcük uydurma ve sözdizimini bozma suçlaması Breton'ca yalanlanmıştır. Cinsel ahlaksızlık suçlaması ise cinselliği son tabu olarak gören ve gerçeküstücülerin özgürlük anlayışını kavrayamayan süper ego tutsaklarınındır. Gerçeküstücü1ük özgürlük ve mutluluk ahlakını benimser. Bir "[ısk u fücur cümbüşü" Öngörmez. Sartre bunun için gerçeküstücülüğün insan özgürlüğüne katkıda bulunduğunu söyler. Gerçeküstücülük 1935'ten sonra önce Belçika, sonra İngiltere ve tüm dünyaya, hatta Japonya'ya dek etkisini götürmüştür. Orhan Veli de "bizim arzumuza en çok yaklaşan sanat akımı sürrealizm akımıdır" diyerek akımın bizdeki etkisini gösterir(ı6). Son olarak gerçeküstücülüğün politika dışı ve politika üstü kalmasında ve hiçbir ideolojinin hizmetine girmemesi gerektiğinde, onun kurucusu Breton'un sonuna kadar direndiğini belirtelim. Bütün bu anlatımlardan çıkan sonuç şudur: Hiç bir bilim adamı edebiyat üzerinde Freud kadar güçlü ve yaygın bir etkide bulunmamıştır, Einstein bile ... TÜRK EDEBİY ATINA PSİKANALtTİK YAKLAŞıM Psikanaliz gerek bir psikoloji akımı, gerek sanat kuramı ve eleştirisi olarak ülkemizde oldukça eski ve köklü bir etkiye sahiptir. Bununla birlikte burada ilk önce, Cumhuriyet dönemi Türk şiirine yalnızca değilse bile ağırlıklı biçimde psikanaliz ışığında bakan Mehmet Kaplan'ın yorumları ele alınacaktır.

Gerçekten de Türk edebiyatına psikanalitik açıdan yaklaşma konusunda en verimli ve en uygun örnek Mehmet Kaplan'dır. Onun Şiir Tahliııeri adlı eserinin "Cumhuriyet Devri Türk Şiiri" alt başlığını taşıyan ikinci cildinde(l) Freudizmin ve psikanalizin ilkeleri birçok şiirin çözümlenmesinde, anlamlandırılmasında ve yorumlanmasında temel gerekçe olmuştur. Kaplan'a göre Cahit Sııkı Tarancı, Hey Gidi Güneşli Uyku/ar adlı şiirinde Freud'un Ödip kompleksi ile izah el/iği cinsı arzularla annesine bağlılık duygusunu apaçık anlaıır"(s,l14), "Bu şiirde Cahiı Sııkı'nın duygularını gizlemeden orıaya koyması Freud nazariyesinden aldığı cesareıle izah olunabilir." (s.1l5) "Biz (allın Dağ şiirinde Orhan Veli'nin) yıkanarak rahala kavuşması ile rüya-sında yıkanan lağımcı arasında hir münasebeı buluyoruz. Bunlar belki de onun ilk çocukluğunda, annesi ıarafından yıkanması ile ilgilidir. Şairin içinde kaynaşmak, yok olmak istediği ve cinsı arzular duyduğu deniz lemi ile birleştirilecek olursa, Freud nazariyesine uygun bir izah ıarzına varılır." (s. 139). Fazıl Hüsnü'nün Bir Aımosfer başlıklı şiirinin "üçüncü parça (sı) Freud ve Jung 'un nazariyeleri hakkındaki biraz fikri olanların kolayca anlayabilecekleri hir manayı haizdir. Doğum lemi ile birlikle kullanılan paleı, şişe, mum ve havuz kelimelerinin ıaşıdıkları cinsı semboluk manayı belirlmeğe lüzum yoklur." (s. 167). "Freud, Jung ve daha başka psikologlar insanların dış alem karşısında almış olduklarııavırlar üzerinde sosyal çevrenin tesirini, kabul eımekle beraber, gayrişuurı amillerin bilhassa cinsı ıemayüllerin büyük bir roloynadığını ileri sürerler. Bu görüşe dayanarak hiz öyle sanıyoruz ki /lhan Berk'in aslı lemayülünü ıayin eden başlıca amil, su unsuru, yahuı onun ıekabül el/iği anne imagosu veya anima archelype'idir."(s.205). Behçeı Necaıigil'in "1960 yılında çıkan Dar çağ ağlı şiir kilabında Töre başlıklı şiiri Freud'dan gelen bir mana laşır." (s.220). AI/ila ılhan'ın ::ölüm sarhoşluğundan bıkmadım, mısraı şairin ruhuna hakim olan haşka hir ıemayülü açığa vuruyor: Olüm arzusu' Başla Freud olmak üzere birçok psikologlar bazı insanlarda yaşama içgüdüsüne ıamamiyle zll bir ıemayülün bulunduğunu ıesbil eımişler ve bunun birlakım komplekslerle ilgili olduğunu ileri sürmüşlerdir. Meraklı olan ların psikoloji kitaplarına bakarak öğrenebilecekleri bu fikirleri bir yana bırakarak biz sadece vakuıyı belirımekle iklifa edyoruz." (s. 255). "Bütün duyguları aşırı olan Aııila ılhan'ın cinsı arzuları da son derece ıaşkındır. Marksist şairlerin çoğunda olduğu gibi onda da cinsı arzular ihtilalci ıemayüllerle bir aradadır. Pek muhteme.ldir ki Freud'un libido adını verdiğifizyolojik ve psikolojik enerji her ikisini de beslemiş olsun." (s. 262). "Uvercinka şairi (Cemal Süreyya) nın şiirlerinde ele aldığı konular cinsı cephesi fazla kuvveıli aşk duygusu ile sosyal /em/erdir. Bunlar yirminci yüzyılda büıün dünya edebiyatına derinden ıesir eden Freud ile Marx'lan gelir. "(s.276). 'Topraklan ve insanlardan nefrel duygusu şairi yazarak yok olma arzusuna kadar sürüklüyor. Freud'un ölmek içgüdüsü adını verdiği, bazı psikologların anne karnına dönüş ile izah el/ikleri bu arzuya birçok şairlerde rasılanır." (s.349). "Freud insanlarda yaşama içgüdüsünün yanı Sıra bir de ölme ve öldürme içgüdüsünün bulunduğunu ileri sürer. Ayhan Kırda"ın şiirinde ölüm arzusu birçok şairlerde olduğu gibi saf ve ıemiz kelimeleriyle ıavsif edeceğimiz soydan değildir." (s.373). "Ayhan Kırda"ın güneşi bir fahişe gibi görmesi öyle zannediyorum ki babasını hakir görme duygusuyla ilgilidir." (s.380). Ulkü Tamer için de Freud'un ölme ve öldürme içgüdüsünden yararlanarak çözümleme yapan yazar üzerine söylenecek en kısa değerlendirme şudur: Yazar şiirleri Freudizmin vulgarize bir biçimini kullanarak yorumlamakla, böylece Freudizmi (viıı-seksüalizme indirgemelaedir.

Biz Türk edebiyatının bir takım verimlerine psika~?litik uygulanabileceğini, her türlü yanılgıyı baştan üstlenerek, yine de ileri sürebiliriz, Orneğin babası Kara Han'ı öldürüp onun yerine geçen Oğuz Kağan, babası ölünce annesi ile evlenerek tahta geçen amcasını duasıyla yerin dibine gömen Satuk Buğra Han, Hamlel'teki Rosencrantz ve Guildenstern gibi kendi ölüm fermanına tam bir teslimiyetle boyun eğen ve Niş Bey'ine "Padişahımın emrini yapmaYqp asilerin başını ben keserim" diyerek Hamlet gibi mutlu bir biçimde başını kestiren Omer Seyfettin'in Ferman öyküsünün kahramanı Tosun Bey, baba kaLiııiği ve Oidipus kompleksi ile değerlendirilebilecek davranışlar sergilerler. Necati Tosuner'in Sancı., Sancı.. romanı ile Emine Işınsu'nun Sancı'sı ise yazarlarının karşı cinsten oluşu, yazarların karşı düşüncede oluşu ve kahraman - yazar özdeşliği konularında incelenebilir. Yeni Türk edebiyatında önemli bir yer tutan masalların da çocukluk dönemimizin özlem, engeııeme ve düş kurma yaşantıl.arıyla ilgili olmak bakımından psikanaliz için önemli ipuçları içerdiği belirtilmelidir. Omer Seyfettin, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sait Faik Abasıyanık, Yaşar Kemal, Onat Kutlar, Orhan Duru, Feyyaz Kayacan, Bilge Karasu, Adnan .Qzyalçıner, Sevgi Soysal, Sevim Burak, Leyla Erbil, Ferit Edgü, Selim tıeri, Demir Ozlü, Tomris Uyar, Nazlı Emy, LaLife Tekin, Murathan Mungan, Ayla KuL1ugibi yazarlarımız masalın kurmaca dünyasından, ütopik imkanlarından, dilinden, yapısından ve tekniklerinden yararlanarak eser veren kişilerdir(2). Bir tür düşe çağrı anlamı da taşıyan masaHar çağdaş bir kimliğe bürünerek bilim-kurgu biçimine de dönüşebilmektedir. İnsanlar fantazilerini böylece masal, bilim-

kurgu ve ütopyaların kurmaca dünyasında gerçekleştirmeye çalış-maktadırlar. Bu bakımdan onlara çoluk-çocuk işi değil gereksinimlerimizin aynalarından biri diye bakmakta yarar bulunmaktadır. PSİKANALİZ VE FREUDİZMİN SONU MU? Böyle bir başlık ve bölümü esinleyen belli başlı yazılar bulunmaktadır. Örneğin Ş. Mardin ideoloji kavramını bilimsel bir yaklaşımla incelediği eserinin son bölü-müne "çağımızda İdeoloji-İdeolojinin Gerilemesi Savı" adını verir. İdeolojinin sonu ile ilgili temel çalışmaların da tanıtıldığı bu bölümde, 195ü'lerde kimi bilim adamlarının ideolojinin sonunun geldiğini öne sürmeleri ve buna karşı çıkanların da ideolojinin sonunun geldiği görüşünün ta kendisinin bir ideoloji olduğu yolundaki savları sergilenir (l). Burada ideolojinin, bütün aldatıcı duygu ve düşünceleri kapsadığını belirtelim. Aynı konuda Fransız toplumbilimci ve düşünür Raymond Aran'un görüşleri de "İdeoloji çağının Sonu mu?" adlı başlıkla ve yazarın Aydınların Afyonu adlı kitabında yer alır{2). Anılan eserde de konu son bölümü oluşturmaktadır. Aran bu bölümde özeııikle hoşgörünün yaygınlaşmasına gözlerimizi çevirmeye çalışıyor ve kesin inançlılık yerine kuşkuculuğun gelmesini yeğlediğini belirterek sözlerini bağlıyor. Mardin'deki bilimsel tutumun yerini Aran'da izlenimcilik almıştır. Aynı konuda bilgi veren ve düşünceler ileri süren iki yazar daha vardır: Cemil Meriç ve Sadettin Elibol(3). Meriç kıvrak kalemi ile ideolojinin sonu savının da ideoloji olduğu görüşüne yaklaşırken, Elibol biçemindeki Meriç etkisine karşılık ideolojinin sonunun geldiği görüşüne yaklaşmaktadır. Şimdi, ideolojinin sonu savı ile psikanalizin ve Freudizmin sonu arasında ne gibi bir ilişki olduğu sorulabilir. İşte bu aşamada, bir zamanlar Resimli Ay'da başlatılan "Putları Kırıyoruz" başlıklı kampanyayı andıran bir yazıyla karşılaşıyoruz : "Bir Putun Daha YıkılıŞı: S. Freud ve Teorisi tıe lIgili Bazı Gerçekler"(4). Yazara göre Marksizim arkasında kanlı ihtilaller, savaşlar, zulümler, yoksulluk ve sosyal çöküntüler bırakarak yeryüzünden silinmektedir. Freud'un psikanalizi de benzer bir tarihı sürece girmiş görünmektedir. "Bu sürece katkıda bulunmanın amaçlandığı bu makalede aynı zamanda Türk fikir hayatında umumiyetle tek taranı anlatılmış olan Freudizmin diğer yanını göstererek bir dengenin sağlanmasına da teşebbüs edilmektedireS). Yazar böylece Marksizm ile Freudizmin yazgılarını ilgilendirdikten sonra, yukarıdaki sözleriyle, Freudizmin çöküşüne katkıda bulunmak için yazdığını belirttiği yazısıyla Freudizme karşı yerini de belirlemiştir: Diğer yan ya da anti Freudizm. "Yan"la bilimselliğin bağdaşamayacağı açık. Ama yazar yine de Marksizm ve Freudizm gibi teorilere karşı insana saygının, bilimin, çağdaşlığın ve gelişmişliğin gerekliliğini koyuyor. Bu çerçevede Freud'u betimlerken, insana saygının, bilimin, çağdaşlığın ve gelişmişliğin de örneklerini veriyor(!?) Ona göre Freud hiç de dengeli bir kimsenin prototipi olma özelliklerini taşımaz. lIeri derecede nevrotik, depresif mizaçlı, çevresine karşı aşırı duygularla yaklaşan, diktatörce muamele eden, tenkitte bulunmaya cesaret edenleri psikanaliz camiasından ihraç eden, kokainman, insanın yabancılaşmasına katkıda bulunan, Oidipus Kompleksini baldızıyla kurduğu yasak ilişki üzerinde temellendiren, doğru bilgi üretmeye daima engelolan ilmı bağnazlığın tipik bir örneği, bilimdışı saçmalıklar manzumecisi, aldatmaca ve sözde bilimselliğin abidevı örneği olan "Freud patolojik bir yalancıdır"(6) . Böylece Daniel Beıı'in 196ü'larda verdiği ideolojinin sona erdiği müjdesine benzer biçimde yazar da tez elden Freudizmin ve psikanalizin sonunun geldiğini müjdeliyor. Gerçi her "izm" gibi Freudizm de eleştiriImiştir ve fanatizme yol açan bütün eğilimler eleştirilmelidir. Ancak yeni bir fanatizme düşmeden yapılmalıdır bu eleştirrne. Freud'u ve görüşlerini eleştirenlerin ~aşında Marksist ve maıeryalisılerin geldiğini görmek, bu noktada ilginç olacaktır. Orneğin felsefeci Rosenthal ve Yudin Freud'u şöyle eleştirir:

"(Freud) rruıleryalisl dünya görüşünden larruımen sapmış, zihinsel faaliyeıi lodları inkar eımiş ve indf bir subjektivisı teori yaratmıştır."(7).

inceleyen objektif me-

Bilim tarihçisi Bernal de aynı dogrultuda olmak üzere Freudizmi felsefi düzlemden politik düzleme çeker ve orada eleştirir: "Bugün psikanaliz neredeyse bir miktar saygınlık şalan yeri de anıi-kamünizmle daldurmuştur. ,,(8).

kazanmış,

kiliseyle dahi anlaşmış,

sekslen bo-

Marks ve sonrası diyalektik materyalizmin Freud'u yerleştirdigi alan felsefi idealizm içerisinde geç burjuva felsefe akımlarının yanındadır. Geç burjuva felsefe ve ideolojisinde psikanaliz, pozitivist-bilimselci, biyolojist ve akll-dlŞlcl kültür kötümserligi çizgileri arasında yer alır(9). Psikanalizin ve Freudizmin fanatik Marksist ve materyalistlerce hiç benimsenmedigini bu örnekler yeterince göstcrir. Bununla birlikte Türk düşüncesi ..psikanalizi materyalizm içinde degerlendirmiştir. "Tarihi Maddecilige Reddiye" yazan Ulken'dc bu tutum çok belirgindir(10). Düşünce temellerinin ve kuramlarının k~ynak ve alan açısından ayrılıkları, hatta karşıtlıkları bir gerçek olmakla birlikte, Ulken'le aynı baglamda S. Topçu'nun Marksizm ve Freudizmin yazgısını birbiriyle ilgilendirmesi ve ikisine de aynı yazgıyı uygun görmesi çok yerindedir. Yazgıları açısından her iki akım da bir çöküş içindedir. Onların yanına Darwinizmin ırkçı ve eşitsizci yorumunu da katabiliriz. Bir kere Darwin dogal ayıklanma kuramını, yani dogadaki canlılardan mücadeleyi kazananların yaşayacağını, yitirenlerin yok olacagını belirten hayat mücadelesi görüşünü toplumsal alana uygulamadığı halde sonradan bu yapılmış, "üstün ırkın ve üstün insanların yaşama ve öldürme hakkı" Sosyal Darwinizme dayandırılmıştı. Halbuki Darwin'in Sosyal Darwinizmle (hatta maymuncu Darwinizmle) hiç ilgisi yoktur. Öte yandan Marks da kuramlarının kiliseleştirilecegini önceden görse mutlaka "ben Marksist degilim" derdi. Freud'un durumu da onlarınki gibidir. Bugün ortalıkta Freudizm olarak bilinen akım varlıgını Freud'dan çok onun izcilerinin aşırı genellerne, erken soyutlama ve Freudizmden egonun güçlendirilmesi için yararlanarak politik alanda etkili olma egilimine borçludur. Bundan ötürü S. Topçu'nun anılan akımların yazgılan nı benzeştirmesi yerindedir. Ama bundan sonrasında yazar yergi yaparken, kendi koyd"!1;u öncülün olagan sonuçlarını görmemekte, psikanalitik verilerden yararlanarak psik~inalizi çökertmeye çalışmaktadır. ışte bu aşamada Louis Althusser'in Freud ve Freudizm üzerinde degerlendirmeleri devreye girmektedir. Althusser de S. Topçu gibi Marksizmle Freudizmin yazgılarını benzeştirir. Nasıl Marksizm sulandırılarak revizyonizme ve kiliseleşerek ortodoks Marksizme yol açmışsa, Freudizm de gün geçtikçe degişik ellerde ve alanlarda aşırı uygulamalarla çarpltılmıştır. Böylece, şimdiki durumuyla bize sunulan Freudizm olarak görülmemelidir. O aldatıcı bir revizyonizm kompleksidir. Althusser şöyle diyor: "Freud'un buluşu kendisine yabancı bilgi da/larına indirgenmekle yetinilmemiş, birçok psikanalizci bu revizyonizmin suç ortağı olmakla kalmamış, dahası bu revizyonizmin kendisi psikanalizi kanu edinen ve ona gadreden olağanüstü sömürüye nesnelolarak hizmet de etmiştir. "(I i).

Althusser psikanalitik revizyonizmin de şunları söyler:

ideolojik (: aldatıcı) niteligine değinirken

"Gerçekten de ideoloji derekesine düşüş, psikanalizin biyolojizme, (yani bu alanlarda tek-nedene indirgemeciliğe) düşmesiyle başlamıştır.',(l2).

psikalojizme

ve sosyolojizme

Öyleyse pseudo-psikanaliz(x)den fundamental-psikanaliz(xx)e dönerek psikanalizi kavrayabilir ve doğru eleştirisini yapabiliriz. Althusser, Freudist fundamentalizmi yine bir psikanalistin, hem de yapısaıCı ve dilbilimci bir psikanalistin kuramsal çalışmaları ile özdeşleştiriyor: Jacques Lacan(xxx). Althusser'e göre Lacan Freud'un çocukluğuna değil gençlik ve olgunluğuna dönüşü önerir. Lacan, pratikte Freud'a dönüş için üç katlı bir psikanalitik-idcolojik eleştirinin gerçekleştirilmesini istemektedir: 1. Pseudo-psikanalizi

bir yana atmak yetmez.

2. Onun ince kavram karışıklıklarına da düşmemeli 3. Freud metin/erini yeniden ele alarak Freud'un kavramları ile bu kavramların içerikleri arasındaki epistemolojik

ilişkiyi ortaya çıkarmak için ciddi bir tarihsel·

kuramsal eleştiriye girişmeiP3).

Lacan'a kalırsa, demek ki, Freud'un sonundan değil pseudo - Freudizmden ve pseudo-psikanalizden söz eunek gerekir. Eleştirilecek olanlar da bunlardır. Freudizmin sonculuk (finalizm) ve çöküşçülük (dekadizm) ile ilgisi konusunda son olarak psikiyatride otuz yılı aş~ın bir meslek yaşantısı olan E. Geçtan'ın görüşlerine ve deneyimlerine yer verelim. Once görüşleri: "Psikanalizdeki çöküntü için iki temel neden düşünülebilir. Ilkin yaşayan bir süreç olan insanın psikanalizden geçtiginde rekıifiye edilmiş bir otomobil gibi degerlendirilemeyecegi görülememiştir. Böylece bir iyiletme yöntemi olarak psikanaliz gelenekseitababet çerçevesinde degerlendirilmişıir.lkinci neden ise hızlı şişme olgularının çogu kez kaçınılamayan yazglSıyla ilgili. Yanlış uygulama ve kitle üretimi biçiminde psikanalisı yetiştirilmesi buna yol açmıştır. Bunların sonuı:unda psikanaliz demode bir yöntem olarak görüldü. Amerika'da bir dergi 'Psikanaliz Ölüyor mu? başlıklı bir kapakla yayınlandı ,,(I 4) •

Geçtan, görüldüğü gibi psikanalizin kökeni ile ilgili bir çöküş belirlemesi yapmıyor, psikanalizin zaman içindeki macerasına yönelik bir belirlemede bulunuyor, uygulayıcılar sorununu vurguluyor. Bir uygulayıcı olarak kendi deneyimlerini de şöyle dile getirir Geçtan : "Freud ve Jung'un dahiyane buldugum kişilik kuramları ya da Erikson'ın gelişim kuramını bilmeden tedavilerini üsılendigim kişilerin davranışlarının gerisindeki dinamik güçlerin nasıl işlemekıe oldugunu geregince kavrayabilecegimi sanmıyorum"(lS).

SONUÇ Bu çalışma psikanalizin yükseliş, etki ve çöküş sorunlarını kendisine merkez seçmişti. Şimdi geriye dönüp bakıldığında, çalışmanın Freud ve metinleri ile ondan sonrasını özenle ayırma kaygısı da taşıdığı görülmektedir. Psikanaliz doğuş evreleri açısından bir XIX. yüzyıl ürünüdür. Ne var ki ortaya attığı sorular ve yaraııığı sorunlar açısından XX. yüzylHa hesaplaşmak zorunda kalmıştır. Bir savaşlar ve devrilişler yüzyılı olan XX. yüzyıl psikanalize hiç de sıcak bakmamıştır. Bu sıcak bakmayışta doğrud~n psikanaliz içinde olduğu var sayılan kişi ve anlayışlarm da etkisi büyük olmuştur. Ulkemizdeki yazgısı da aynı yönde gelişmiştir. Başta Freud olmak üzere psikanalistlerin birçoğu psikanalizi anlamanın da uygulamanın da zorluğuna değinmişlerse de, kısa zamanda büyük bir yayılma gücü gösteren psikanaliz, erken gelişmenin sancılarıyla sarsılmış, büyük ölçüde "yanlış anlaşılma nesnesi" durumuna gelmiştir. Oysa Freud'un betimlediği biçimiyle Eros dürtüsü evrensel bir hümanizm in özü olabilecek nitelikler taşımaktadır. Saptırmalardan uzak olarak ele alındığında psikanalizin insanın anlaşılması yönünde son yüzyılda atılmış en büyük adım olduğu söylenebilir. Çalışmada psikanalizle edebiyat ilişkileri önce iki ayrı alanda ele alınmıştır. Birinci olarak psikanalizin genel edebiyat ile ilişkileri üzerinde durulmuş ve üç yargının gerekçeleri sergilenmiştir. ı. Freud psikanalizi edebiyat eserlerini yorumlayarak gerekçelendirmiş ve bu, klinik verilerle spekülatif sonuçlar yanında önemli bir dayanak olmuştur. 2. Psikanaliz bilimsel temelli bir sanat ve eleştiri kuramının, esere ve sanatçıya dönük eleştirinin de gelişmesini sağlamıştır. 3. Son olarak psikanaliz akım yaratan bir etki oluşturarak gerçeküstücülük denen akımın ortaya çıkmasını sağlamıştır. Psikanalizin Türk edebiyatına uygulanmasından şimdilik olumlu sonuçlar alındığı söylenemez. Pek çok Türk sanatçısı ve edebiyatçısı psikanalizden etkilenmiş olmasına karşılık, psikanalitİk eleştiriyi gereği gibi kullanan bir eleştirmen yetişmemiştir. Ortadaki örnekler, vulgarize psikanalizle ve edebiyat dışı amaçlarla yapılmış çalışmalar görünümündedir. Yine de iyimser olmak için nedenler tükenmiş değildir.

Psikanalizle ilgili en önemli soru onun gelecegi ile baglantılıdır. Bizce, psikanaliz ve Freudizm diye sunulan dizgeden kuşku duymak ve konunun kökenine inmek, doğruları hazır formüllerden değil kendi emeğimizin sonuçlarından çıkarmak bu soruya verilecek karşılığın temeli olacaktır. Yani ister yüceltilsin, ister yerin dibine geçirilsin, önümüzdeki nesneden ve onun üzerindeki kanılardan kuşku duymalıdır. Bundan sonra ana kaynağa yönelmelidir. Biz bu nedenle hemen hemen yalnızca Freud'un anlatımlarına dayandık. Burada da çeviri sorunu ana kaynağın doğru yansıtılmasında ortaya çıkmaktadır. Latin şairi Horatius'un kendisi için söylediği sözleri Freud'unmuş gibi okuyarak sözümüzü bağlamak istiyoruz: "Tümden ölmeyecegim." NOTLAR: GtR.IŞ 1. Yorumsamacılık konusunu inceleyen Paul Ricoeur, iki tür yorumsamacılıktan söz eder. Biri anlamın düzeltilmesi, diğeri yanıltma ve aldatmacanın ortaya konması. Ricoeur aradaki fark1ara rağmen Marks, Nietzsche ve Freud'un ikinci anla)'lşa uygun yorumsamacılar olduklarını söyler. Ona göre Marks ideolojide, Nietzsche ahlakta, Freud rüya konusunda aldatıcı görünüşlerin iç yüzünü ortaya koymuştur. Bkz. Selahattin Hilav, Felsefe. Ist. Gerçek Ya)'lnevi, 1981, s.148, 149; Paul Rabinow, William Sullivan, Toplumbilimlerinde Yorumcu Yaklaşım, (çev. T. Parla) tst. Hürriyet Vakfı Yayınlan 1990 s. 1-15,2745; Saffet Murat Tura, "Antipsikiyatri - Psikiyatri, Bilimlerin Simgesel Düzeni Uzerine", Yazko Felsefe Yazıları. 7, Kitap içinde,lst. Yazko Ya)'lnlan, 1983, s. 8Tde şöyle der: Geçen yüz)'llda Batı aklı üç semptom verdi: Marks, Nietzsche, Freud". Gerçekte bizim seçtiğimiz üç düşünür, yani Hegel, Marks ve Freud'u birleştiren, metafizikle ilgileridir. Hegel varlığın ve tarihin, Marks toplumun, Freud bireyin ve bilincinin "öte"sini araştırmıştı. Hatta o yüzden Freud daha 1896'da yapacağı işlere ad. olarak "metapsikoloji" terimini koymuştu. Bkz. H. Stuart Hughes, Toplum ve Bilinç, (çev. Güzin Ozkan), ıst. Metis Yayınlan, 1985, s.60, 111; Octave Mannoni, Freud, (çev. V. Atayman - T. Kurultay) Ist. Alan Ya)'lncılık, 1992, s. 168. Sırf bu meta - ontolojik (Hegel), Meta - sosyolojik (Marks) ve meta - psikolojik (Freud) yöntemleri açısından onlan Platon'a ve ünlü "Mağara Benzetmesi"ne bağlamak olasıdır. A. N. Whitehead belki de bu yüzden, tüm batı felsefesinin yalnızca Platon'a düşülmüş dipnotlar olduğunu söylüyor. Bkz. Bryan Maggee, Yeni Düşün Adamları, (haz. Mete Tunçay),lst. MEB Devlet Kitaplan, 1979, sAl3 2. Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, Ist. Cem Ya)'lnevi, 181, s. 176 - 177; Freud'un bilinçaltını işleyen diğer düşünürlere, yani Nietzsche ve Bergson'a hiçbirşey borçlu olmadığı konusunda bkz.Hughes, 1985, s.94, 110, 120. PSIKOLOrt VE PSIKANALlZlN TARIHÇESI 1. Bu bölümün yazılmasında aşağıdaki eserlerden yararlanılmıştır. a. Selman Erdem, Psikoloji, ıst. Fil Yayınlan, 1986, s. 5 - 15 b. S. Özbaydar - B. Özbaydar - E. Güngör, Psikoloji,lst. MEB Devlet Kitaplan, 1976, s, 9 - 20 2. Bu yazılardan "Psikanalizin Tarihçesi" şu eserdedir: S. Freud, Cinsiyet ve Psikanaliz, (çev. S. Hilav),lst. Varlık Yayınlan, 1981, s. 197-225; diğer yazılarda şuradadır: S. Freud, Kitle Psikolojisi ve Psikanaliz, (çev. K. Şipal), ıst. Cem Ya)'lnlan, 1990. 3. Krş. : Freud, 1981, s.200; Hayrani Altıntaş, M. Şekip Tunç, Ank. Kültür Bakanlığı Yayınlan, 1989, s. 43; Şükrü Günbulut, Küçük Felsefe Tarihi, Ank. Maya Yayıncılık, 1983. s.80 4. Aristoteles, Poctika, (çev. Tunalı), lst. Remzi Kitabevi, 1987, s.22, yaprak: 1449 b; Aristoteles bu terimi müzik için de kullanır, bkz. Ismail Tunalı, Grek Estetik'i,lst. Remzi Kitabevi, 1983, s.115; Politika'dan sonra yazılmış olan Poetika'da katarsis terimi bir kez geçmesine karşılık Aristoteles Politika'da katarsisi Poetika'da daha aynntılı inceleyeceğini söyler. Katarsis Politika'da da temizleyici! arındıncı niteliği ile anılır. Katharsis ton pothematon. Bkz. Aristoteles, Politika, (çev. M, Tunçay), lst. Remzi Kitabevi, 1983, s.245. ısmail Tunalı'ya göre katarsisi yalnız tragedya ve müzik değil bütün sanatlar için vanlması gerekli bir erek olarak anlayabiliriz. Tunalı, 1983, s.116. Bu görüş psikanalizin sanat anlayışının da temelidir. 5. Katarsisin edebi yaratmayla ilgisine en güzel örnek Sait Faik'in Haritada Bir Nokta adlı öyküsünün son paragrafıdır: "Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi? (... ) Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kağıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollannda gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yonımak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonıtum. Yonttuktan sonra tutturn öpıüm. YAZMASAM DEU OLACAKTIM." Sait Faik Abasıyanık, Havuz Başı - Son Kuşlar,lst. Bilgi Yayınevi, 1983, s.174. 6. Freud, 1981, s.212 7. Engin Geçtan, Varoluş ve Psikiyatri,lst. Remzi Kitabevi, 1990, s.l 7 8. Freud, 1981, s. 213

ı.

PSİKANALtzDE TEMEL KA VRAMLAR VE GÖRÜŞLER 1. S. Freud, Cinsiyet ve Psikanaliz, (çev. S. Hilav),1st. Varlık Yayınlan, 1981, s.141 2. Savunma düzenekleri konusunda ana kaynağımız şu eser oldu: Orhan Öztürk (Yayın Sorumlusu), Ruh Sağlığı ve Hastalıkları, Ankara, Türkiye Sinir ve Ruh Sağlığı Demeği Yayını, 1983, s.45 - 63 3. Kurt Schilling, Toplumsal Düşünce Tarihi, (çev. No önol), İsı. Varlık Yayınlan, 1971, s. 79 4. Mahmut Kaya, Aristotdes ve Felsefesi,İsı. Ekin Yayınlan, 1983, s.182 - 185 5. Freud, 1981, s.94 6. Freud, 1981, s.181 7. Freud, 1981, s.182 8. Freud, 198 I, s.96 9. Freud, 1981, s.! 88 10. Freud, 1981, s.188; Bu açıklama ışığında Freud ve Psikanalizi "erkekçilik" ve anti-feminizimle suçlamak yergi olsun diye yergi yapılmıyorsa en azından anlamamışlığı gösterir. Freud açıkça erkek vedişi kavramIannın toplumbilimsel anlamını kuııanmadığını söylerken şu yoruma kaıılınamaz : "Freud'un teorisi erkeği kadına göre üstün bir mevkie koyarak erkekliği kadınlığa göre ideal kabul eden görüşlere katılmaktadır. Bkz, Sedat Topçu, "Bir Putun Daha Yıkılışı: S. Freud ve Teorisi İle lIgili Bazı Gerçekler", Türk Yurdu Dergisi, Mart 1991, Sayı: 43, s.31 i I. Öztürk, 1983, s.83 12. Freud, 1981, s. i91; Freud'un verdiği büyük öneme karşılık Oidipus kompleksi sonradan bilimsel eleştirilere uğramış, buna bağlı olarak psikanalizin çocukluk dönemi ve çocuk cinselliğine verdiği önem de Karl Abraham, Anna Freud, Melanie Kleine ve Louis Corman gibi çocuk psikanalizi ile ilgilenenlercedaha görgü! dayanaklarla işlenme yoluna gidilmiştir. Oidipus kompleksine yönelik en sağlam eleştiri bir sosyal antropolog ve etnolog olan Bronislaw Malinowski (1884 - 1942)'den gelmiştir. Malinowski Yeni Gine'nin doğusunda yer alan Trobriand Adalannda doktora çalışmalan yaparken (1915 - 1916) bulduğu verilerle yazdığı Father in Primitive Psychology'de (1927), Trobriand yerlilerinin anaerkil olduklan için Oidipus kompleksine sabip olmadıklannı göstermiştir. Oidipus kompleksine yapılan ikinci önemli eleştiri bir psikanalistindir. Erich Fromm, Freud'un insanı değişmez sandığını, Oidipus kompleksinin içinde bulunduğumuz uygarlığın ürünü olduğunu ve babanın her yerde aynı konumda bulunmadığını söyler. Bu eleştiri Malinowski'nin eleştirisinin yanında spekülatif kalmaktadır. Bununla birlikte psikanaliz, yukanda da belirttiğimiz gibi çocukluk sorunsalını daha görgül dayanaklarla desteklemeye yönelmiştir. Louis Corman bizce bu yönelişin günümüzdeki en önemli sözcüsüdür. Corman psikolojik ve fizyolojik gelişimi kOŞUlve birbiriyle ilişkili bir biçimde ele alır. Böylece psikanalize yöneltilen o "tek boyutlu ruh çözümlemesi" eleştirisi temelsiz kılınmak istenir. Yazar çocuk gelişiminde dönüşsüz bir süreç olan büyümeyi iç içe ve genişleyen halkalar biçiminde ve anakucağı - çocuk odası - ev ve bahçe - okul ve sokak - ev dışı yaşantılar doğrultusunda anlatır. Corman, Freud'un başlattığı çocuk davranışını büyük psikolojisinden bağımsız ele alma tutumunu sürdürdüğü gibi; bilinçaltı, bilinç ve üst bilinci de karşıtlann birlikteliği ve etkileşimi biçiminde yorumlamaya çalışır. Onun Oidipus kompleksine yaptığı önemli bir katkı. 'Tersine Oidipus kompleksi·'dir. Corman'a göre aşın bastırmaya bilinçaltmın göstereceği tepki, çocuğun cinsel kimliğinde tersine dönüşe yol açar ve oğlan çocuklan kız, kız çocuklan oğlan gibi davranabilir. Bkz. Louis Corman, Psikanaliz Açısından Çocuk Eğitimi, (çev. H. Portakal), İsı. Cem Yayınevi, 1988, s.23, 125 vb. 13. Öztürk, 1983, s.27-28 EDEBİY AT VE PSİKANALlZ 1. J. C. Cariavi - 1. C. FiIlox, Edebi Eleştiri, (çev. A. H. Çakmaklı), Ank. KTB Yayınlan, 1985, s.88 2. R. Wellek - A.Warren, Edebiyat Bitiminin Temelleri, (çev. A. E. Uysal), Ank. KTB. Yayınlan, 1983, s.l03 3. Freud - Jung Adler, Psikanaliz A;;ısından Edebiyat, (çev. S. Hilav), Ank. Dost Kitabevi, 1981, s.7 - 32 4. Bkz. Güler Çelgin, Eski Yunan Edebiyatı, İsı. Remzi Kitabevi, 1990, s. 78 - 87; George Thomson, İlk Filozotlar, (çev, M, H, Doğan), İsı. Payel Yayınlan, 1988, s. 336 - 341 5. Bkz. Mina Urgan, Shakespeare ve Hamlet, İsı. Altın Kitaplar, 1984, s,530; Mina Urgan, İngiliZ Edehiyatı Tarihi, İsı. Altın Kitaplar, 1986, C.I, s.281; Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İsı. CemYayınevi, 1981, s.126; Shakespeare, Hamlet, (çev. S. Eyüboğlu),İsı. Remzi Kitabevi, 1965; T. S. Elıot, Denemeler, (çev. A. Göktürk), Isı. Afa Yayınlan, 1987, s. 52 - 60; Krş. T. S. Eliot, Denemeler, (çev. H. Çakır), İs!.. Remzi Kitabevi, 1988, s. 69 - 77 6. Bkz. Berke Vardar, Aydınlanma Çağı Fransız Yazım, Ank.; Kuzey Yayınlan, 1985, s. 61 - 68 7, Louis Corman, Psikanaliz Açısından Çocuk Eğitimi, (çev. H. Portakal), İsı. Cem Yayınlan, 1988, s. 119 8. Gürsel Aytaç, Yeni Alman Edebiyatı Tarihi, Ank. KTB. Yayınlan, 1983, s.134 - 170 9. Andre Gide, Dostoyevski, (çev. S. Tiryakioğlu), İsı. Varlık Yayınlan, 1968, s.102 10. Freud - Jung - Adler, 1981, s. 22 - 25 11. Sigmund Freud, Cinsiyet ve Psikanaliz, (çev. S. Hilav), İsı. Varlık Yayırılan, 1981, s. 74 12. Freud, 1981, s. 113 13. Freud, 1981, s. 192; Freud bu konuda aynca şunlan yazıyor: "Psikanaliz bir edebiyat irtidadının psiko-

loji ve patoloji sahasına intikalinden başka birşey değildir. (...) Zaten kültürümün temelinde edebiyat bulunduğunu, Goethe, Griııparzer, Heine ve daha başka şairlerden boyuna misaller verişim gösterir." Bkz. Cahit Kavcar,II. Meşrutiyet Devrinde Edebiyat ve Eğitim, Malatya İnönü Üni. Eğt.Fak.Yay. 1988, s. 17 14. Ertuğrul ÖOalp, ıspanyol Edebiyatı Tarihi, Ark. Onur Yayınlan, 1988, s. 180 15. Gürsel Aytaç, Çağdaş Alman Edebiyatı, Ank. KTB. Yayınlan, 1983,66,100,235 16. Gerçeküstücülük için bkz. : Türk Dili Yazın Akımları Özel Sayısı, Ocak 1981, Sayı: 349, s. 262 ve ötesi; S. Kemal Karaalioğlu, Edebiyat Akımları, İst. lnkilap ve Aka Kitabevleri, 1983, s. 273 ve ötesi; H. Fethi Gözler, Edebiyat Akımları Yardımcısı, İst. Damla Yayınevi, 1976, C. III, s. 93 ve ötesi; Yvonne Duplessis, Gerçeküstücülük, (çev. Yerguz - E. Çamurdan), ıst. 1letişim Yayınlan, 1991 TÜRK EDEBİYA TINA PS!KANAL1TIK Y AKLAŞL\1 ı. Metindeki sayfa numaralan şu baskındandır: Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri, İst. Dergah Yayınlan, 1988, C. II. Tanpınar'ın şu eseri psikanalitik eleştirinin son sayfalara doğru ağırlık kazandığı ve başanyla uygulandığı bir çalışmadır; ancak Tanpınar bu işi Freud'dan bir kez bile söz etmeden Bachelard'ın yardımıyla yapar: Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal, Isı. Dergah Yayınlan, 1982, s. 191 v, d. Orhan Ok ay ise "Ahmet Hamdi Tanpınar ve Rüyalar Hikayesi" adlı yazısında Tanpınar· Freud bağlantılannı başanyla sorgular. Bkz. Orhan Okay, Sanat ve Edebiyat Yazıları, İsı. Dergah Yayınlan, i 990, s, 2 i 9 - 229 2. Bkz. Varlık Dergisi, "Masallar, Söylenceler ve Çağdaş Edebiyatımız" Özel Sayısı, Şubat 1991, Sayı : 1001 PSİKANAL1Z VE FREUDızMlN SONU MU? i. Şerif Mardin, Ideoloji, Ank. Turhan Kitabevi, 1982, s. i 7 I· i 8 i 2. Raymond Amn, Aydınların Af yonu, ıst. Tur Yayınlan, 1979, s.382 - 405 3. Cemil Meriç, Umrandan Uygarlığa, Isı. Ötüken Yayınevi, 1979; Cemil Meriç, Kırkambar, İst. Ötüken yayınevi, 198; Sadettin Elibol, Ilim ve Ideoloji, ıst. Birlik Yayınlan, 1980; aynca şu çalışma konu bakımından Türkçe ve çağdaş Türk düşüncesi açısından bir şanstır: Ufuk Uras,Ideolojilerin Sonu mu? İst. Sarmal Yayınevi, 1993. Oldukça yararlı bir kaynakçası da olan kitap kabaran anti-entellektüalist dalgaya karşı "theoria"nın ve "homosapiens"in güçlü bir savunusudur. 4. Sedat Topçu, "Bir Putun Daha Yıkılışı: S. Freud ve Teorisi 1le 1lgili Bazı Gerçekler", Türk Yurdu Dergisi, !vlart 1991, Sayı: 43, s. 29 5. Topçu, 1991, s.29 6. Topçu, 1991, s.32 7. M. Rosenthal - P. Yudin, Materyalist Felsefe Sözlüğü, (çev.A. Çalışlar), ıst. Sosyal Yayınlar, 1980, s. 179,393394; Aynca bkz. Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü, İst. Remzi Kitabevi, 1982, s.122, 357; "Freud'un kuramı içgüdüler üzerine kurulmuş, kesinlikle biolojici-psikolojici nitelikte bir kurarndır. Freud'un psikoanaliz kuramının felsefi temeli ve özellikle toplumbilimsel görüşleri Platon, Kant, Hartman, Schopenhauer, Nietzsche ve Bergson'un idealist felsefe görüşlerinden kaynaklanır. "Bkz, V. Dobrenkov, Erich Fromm'un ve Yeni· Freudçuluğun Eleştirisi, (çev. O. Tangör-L. Küey), İst. Sorun Yayınlan, 1979, s. 12, 18. J, D. Bemal, Materyalist Bilimler Tarihi, (çev, E. Marlalı) İst. Sosyal Yayınlar, 1976, C. II, s. 754 9. Eichom, Klaus, Buhr-Lange, Aleksander, Çağdaş Felsefe, (çev. A. Çalışlar), İst. Altın Kitaplar, 1985, s. 104. Gerçekte marksizm-freudizm ilişkileri özelolarak incelenmesi gereken geniş bir konudur. Psikanalitik metodoloji ile marksist sosyolojinin birbirini bütünleyiciliği ve karşılıklı işlevselliği konusunda şimdilik bkz. Wilhelm Reich, Psikanaliz ve Diyalektik Materyalizm, (çev. Y. Omürsuyu), İst. Logos Yayınlan, 1990 i O. Hilmi Ziya Ülken, Tarihi Maddeciliğe Reddiye, İst. İstanbul Kitabevi, i 98 i, s. 137, 144, 148 i ı. Louis Althusser, "Freud ve Lacan", (çev. S. Hilav), Yazko, Felsefe Yazıları· ı. Kitap, İst. 1982, s. ıo8 12. Althusser, 1982, s.l09 13. Althusser, 1982, s.109 14. Engin Geçtan, Varoluş ve Psikiyatri, İst. Remzi Kitabevi, 1990, s.l09 15. Geçtan, 1990, s.i LO (x) - (xx). Bu kavramlaştırma bize aittir. (N. Ö.). Anlatım kolaylığından yeğlediğimiz bu kavramlardan ilkini sahte, ikincisini asıl psikanaliz için kullandık. (xxx). Jacques Lacan (13 Nisan 1901 - 9 Eylül 1981) tıp ve psikiyatri okudu. 1951'de Paris Psikanaliz Derneğini kurdu. i 964'de demekte bölünmeler oldu. Bu bölünmelere bağlı olarak Freudçu Okul kuruldu. Lacan'a göre pseudo-psikanaliz temelde egonun güçlendirilmesi çözümüne sanlmışt •. Oysa gerçek çözüm ve iyiletim bilinçdışının dilsel bir metin gibi çözümlenmesine ve yorumlanmasına bağlıdır. Böylece Lacan Ricoeur aracılığıyla Giriş'i andığımız Freudçu hermeneutic (yorumsamacı) yöntemine de dönüş yapmış olmaktadır. (bkz. Saffet Murat Tuna, Freud'dan Lacan'a Psikanaliz, İst. Aynntl Yayınevi, 1989, s. 63 ...)

ı.

ı.

Related Documents