Edebiyat Alim YILDIZ
MEVLÂNÂ, MESNEVÎ VE EDEBİYAT
T
ürklerin Anadolu’ya yerleşmeleri X-XII. Yüzyılda olmuştur. Malazgirt Savaşı ile Anadolu kapıları Müslüman Türklere tamamen açılmıştır. Anadolu’nun Türkleşmesi de bu döneme rastlar. Anadolu’ya yerleşen farklı Türk boylarının konuştukları Türkçe arasında şive farkları bulunmaktadır. O sırada Anadolu’da birçok dil konuşulmaktadır. Türkçe’nin dışında Ermenice, Rumca ile Selçuklu sarayında Arapça ve Farsça konuşulmaktadır. Türklerin İslam dinini kabul etmelerinin ardından meydana getirdikleri edebiyat din kaynaklıdır. Diğer İslâmî ilimlerde olduğu gibi Kur’an ve sünnet bu edebiyatın temel iki kaynağıdır. Bunların yanında tasavvuf, yerli malzeme ve İran Edebiyatı da edebiyatımızın kaynakları arasındadır. İslâm’ı kabul etmelerinden sonra içine girdikleri İslâm uygarlığı, Türklerin toplum yapısını da etkilemiş; Arapça bilim, Farsça sanat ve kültür dili olarak kullanılmaya başlanmıştır. XIII. yüzyıl Divan Edebiyatı’nın başladığı çağdır. Bu dönemde iki büyük şair ön plandadır. Biri Farsça yazan Mevlânâ (1207-1273), diğeri ise Türkçe yazan Yûnus Emre (1240-1320)’dir. Mevlânâ’nın Mesnevî’si Türk Edebiyatı’nın oluşumunda büyük bir rol oynamıştır. Mev lânâ Divan Edebiyatı’nın kurucusu olduğu gibi, Mevlevî Edebiyatı’nın da kurucusudur. Mevlânâ’dan sonra kendisi de bir şair olan oğlu Sultan Veled tarafından Mevlevilik kurularak sistemleştirilmiştir. Mevlevî tekke ve dergahlarında yetişen ve Mevlânâ’nın eserlerinden etkilenen şairler Mevlevî bir eda ile şiirler yazmışlardır. Bu şairler bir zümre edebiyatını oluştururlarken aynı zamanda Divan Edebiyatının da güçlenip gelişmesine katkıda bulunmuşlardır.
irler hakkında bilgi veren şuara tezkireleri incelendiğinde belli bir zümreye ait tek bir şuara tezkiresi dikkati çeker. O da yine bir Mevlevî olan Esrar Dede (1748-1796)’nin Tezkere-i Şuara-yı Mevleviyye’sidir. Divan Edebiyatının zirve şairlerinden biri olan Şeyh Galib’in isteğiyle kaleme alınan bu tezkerede iki yüzün üzerinde şair bulunmaktadır. Şeyh Galib başta olmak üzere, Esrar Dede, Neşatî, Bağdatlı Ruhî, Nâyi Osman Dede, Enis Receb Dede bu şairlerden bazılarıdır. Bu tezkerede yer almayan, sonraki dönemlerde yetişen onlarca Mevlevî şair daha vardır. Mevlânâ, kendi döneminden başlamak üzere hemen her asırda Türk şairleri derinden etkilemiş ve bir zümre edebiyatı oluşturmuştur. Aslen Mevlevî olmadıkları halde onlarca şair Mevlânâ’dan etkilenmiş ve bu etkiyi bir şekilde eser ve şiirlerine yansıtmışlardır. Özellikle mesnevîlerde bu etki bariz bir şekilde ortaya çıkar. Gülşehrî, Âşık Paşa, Yûnus Emre, Elvan Çelebi, Ahmedî, Yazıcıoğlu Mehmed, Hamdullah Hamdi, Şeyhî, Şeyh Galib gibi şairlerin mesnevîlerinde bu etkiyi görmekteyiz. Mevlânâ etkisi sadece Divan Edebiyatı ile kayıtlı değildir. Yeni Türk Edebiyatında da Mevlânâ etkisi çeşitli dizelerle kendisini gösterir. Yalnız buradaki etki Mevlânâ’nın eserlerinin tesiriyle yazılan dizelerden ziyade Mevlânâ’nın ismi ya da çok bilinen fikirlerine göndermeler şeklindedir.
Belli bir zaman dilimi içerisinde yaşamış şa-
54
Aralık 2008
55
Mesnevî’nin Yazılışı Mevlânâ’nın Mesnevî’sini yazmaya karar vermesinde müritleri arasında Hakîm Senâî (ö. 1130)’nin Hadîka, Feridüddin Attar’ın Mantıku’t-Tayr ve Musîbetnâme’si gibi eserlerin çok okunması etkili olmuştur. Çelebi Hüsameddin bir gün Mevlânâ’ya gelerek, müritlerin Farsça eserleri okuduklarını söyleyerek Mevlânâ’dan bunlara benzer bir eser meydana getirmesini istemiş, Mevlânâ da sarığının arasından Mesnevî’nin ilk on sekiz beytini çıkararak Çelebi Hüsameddin’e uzatmıştır. Yine ona ben söylesem sen yazar mısın? Teklifinde bulunmuş, Çelebi Hüsameddin’in bunu sevinçle kabul etmesinden sonra Mevlânâ söylemiş Çelebi Hüsameddin yazmıştır.
Mesnevî’nin Üslubu Mesnevî, dört ilahi kitaptan sonra yazılan beşinci kitap olarak kabul edilir. Molla Cami, Mevlânâ için “Peygamber değildir ama kitabı vardır” ifadesini kullanmaktadır. Ö. Ferit Kam da bu durumu şu mısralarla ifade eder: Yegâne şems-i Hudâ’dır cenab-ı Mevlânâ Hulûs-i kalb ile kıl intisâb-ı Mevlânâ Tarîk-i aşk-ı hakîkîde rehberin olsun Kitâb-ı pencüm-i Hak’dır kitâb-ı Mevlânâ Kur’an-ı Kerim vahiy, Mesnevî ilham eseridir. İslam dünyasında ibadethanelere giren iki kitaptan biri Mesnevî diğeri Mevlid’dir. Mesnevî vahdet-i vücud fikri üzerine bina edilmiştir. Mevlânâ sembolik bir dil kullanır. Mesnevî’yi okuyan herkes eğitim ve bilgi seviyesine göre farklı çıkarımlarda bulunur. Sembolik dil edebiyatımızda kullanılır. Tasavvufta kullanılan bu dil, bu dile aşina olmayanları uzaklaştırmak aşinalarla da tenha konuşmak anlamı taşımaktadır. Mevlânâ’nın Mesnevîsi Kur’an’ın tefsiri ve hadislerin şerhi gibidir. Her bir anlatım ve her bir hikayede ya bir ayet, ya bir hadis veya İslamî bir prensip anlatılmaktadır.
56
Aralık 2008
Mesnevî, üslup bakımından Kur’an-ı Kerim’e benzer. Özellikle Peygamber kıssalarında takip edilen üsluba çok benzer. Kur’an’da peygamberler anlatılırken farklı surelerde hayatlarından farklı kesitler sunulur. Peygamberin doğumundan başlayıp, çocukluğu, gençliği gibi tarihi bir olaylar silsilesi yer almaz. Anlatılan olayda bir veya birkaç hikmet bulunmaktadır. Anlatılan her bir olayda alınacak dersler vardır. Mevlânâ da bir hikaye anlatırken aralara başka şeyler girer, daha sonra tekrar hikayeye döner. Başka şeyler ve çoğu zaman bir hikaye arasında başka hikayeler anlatır ve tekrar hikayeye döner.
Mevlânâ ile İlgili Bazı Beyit ve Dörtlükler Edebiyatımızın her döneminde Mevlânâ sevgisini yüreğinde taşıyan yüzlerce şair çıkmıştır. Bu şairler Mevlânâ ile ilgili şiirler kaleme almışlardır. Bazı şiir örnekleriyle yazımıza son verelim. Ey dil istersen eğer kâmil ola noksanın Sikkesi altına gir Hazret-i Mevlânâ’nın (Hüdâî Dede) Mesnevî şevkini eflâke çıkarmış nâyız Haşre dek hem-nefes-i Hazret-i Mevlânâ’yız (Yahya Kemal) Sararken alnımı yokluğun tacı Gönülden silindi neşeyle acı Kalbe muhabbette buldum ilacı Ben de müridinim işte Mevlânâ (Nazım Hikmet)
KALBİM NE DER? Minik kalbim habire, Tıtıp tıtıp atarsın ya, Ne dersin her bir hecede, Taktım ben bunu kafaya… Elim döşümün üstünde, Dinliyorum sabır sabır, Sanırım ki uygun adım, Asker yürüyor bir tabur… İlk hecen; “Al…” Çözdüm onu, Uykusuz bir geceleyin, Bir mesajdır her atışın, Bir şifredir heceleyin… Boşa değil dediklerin, Öyle bir sözdür ki vallah! “Al…” hecesinin peşinden, Eklenense galiba –lah!
HUZUR İçimde canlanan temiz duyguda Ümit var, ışık var, sevinç var artık. Yeşeren ağaçta, çağlayan suda, Bir başka ahenk var, bir başka ışık. Günlerim aydınlık, günlerim güzel Her yanım, saadet, her yanım huzur Ve bütün ruhumu kuşatan güzel Dol ey içerime halka halka nur. Rıfkı KAYMAZ
Evet evet, çözdüm seni, “Al-lah!” diye atmadasın, Bana kelime kelime, Rabbimi anlatmadasın. Ahmet YOZGAT
Yatırırken bu sedef kakmalı şimşir beşiğe Ney’le kundakladılar Hazret-i Mevlânâ’yı (A. Nihat Asya) Sana geldim Mevlânâ Düştüm yollara bir sabah fatihalarla Önümde yemyeşil ışıktan bir iz Yıkanmış bir yaprak gibi tertemiz Sana geldim Mevlânâ (Y. Bülent Bakiler)
57