Ozgur Uckan-yonetisim Fobisi

  • Uploaded by: Ozgur Uckan
  • 0
  • 0
  • May 2020
  • PDF

This document was uploaded by user and they confirmed that they have the permission to share it. If you are author or own the copyright of this book, please report to us by using this DMCA report form. Report DMCA


Overview

Download & View Ozgur Uckan-yonetisim Fobisi as PDF for free.

More details

  • Words: 8,726
  • Pages:
TÜRKİYE’DE BİLGİ VE İLETİŞİM TEKNOLOJİLERİ POLİTİKA-YAPIM SÜRECİNİN ZAAFLARI: YÖNETİŞİM FOBİSİ

ICEGOV – Uluslararası e-Devlet ve e-Yönetişim Konferansı’nda sunulan bildirinin Türkçe çevirisi, 12–13 Mart 2009, Ankara-Türkiye

Dr. Özgür Uçkan Istanbul Bilgi Universitesi 1

Öz .............................................................................................................................3 1. GİRİŞ ....................................................................................................................4 2. TEKNOLOJİ, EKONOMİ, TOPLUM VE POLİTİKA ..............................................6 2.1. Sosyal, Ekonomik ve Yönetsel Paradigma Dönüşümü ...............................6 2.2. Bilgi ve İletişim Teknolojileri, Bilgi Ekonomisi ve Yönetişim .....................10 2.3. Politika Yakınsaması ......................................................................................12 2.3. Politika Etkileşimi ...........................................................................................13 3. TÜRKİYEʼDE BİT POLİTİKA ORTAMI ...............................................................15 3.1. Türkiyeʼde Ulusal BİT Politikasında Mevcut Durum ....................................15 3.2 Türkiyeʼde BİT İle İlişkili Politika Yapım Sürecinin Durakları .......................18 3.3. E-Yönetişimin Tarafları: .................................................................................19 3.4. Bilgi Toplumu Stratejisi ..................................................................................23 4. SONUÇ: Türkiye irade, politika, strateji ve plan arasındaki hattı kurabilecek mi? ..........................................................................................................................29 KAYNAKLAR ..........................................................................................................31

2

Öz Makale, politika oluşturma sürecinde etkili yönetişim mekanizmaları geliştirmekteki başarısızlık ve bunun e-devlet uygulamaları üzerindeki etkisi başta olmak üzere, son on yılda Türkiye’de ulusal bilgi ve iletişim teknolojileri (BİT) politikası yapım sürecinin zaafları üzerine odaklanmaktadır. İlgili tüm tarafların katılımı ve aralarındaki ağ ilişkileri başarılı bir politika-yapım sürecinin anahtarlarıdır. Türkiye’de aşırı merkezileşmiş yönetim sistemi, yönetişim ve buna bağlı hesap verebilirlik, şeffaflık ve katılım gibi değerlere dayalı yeni yönetsel paradigmalara karşı güçlü bir direnç gösterilmesine neden olmaktadır. Bu sürdürülemez durum, yalnızca Türk BİT sektörünün, e-devletin ve e-demokrasinin değil, Türkiye’nin tüm ekonomik ve sosyal kalkınmasının da geleceğini etkilemektedir. Güçlü ve rekabetçi bir BİT sektörü olmaksızın dinamik bir bilgi altyapısı kurulamaz ve bu altyapı olmadan bilgi ekonomisi ve bilgi toplumuna geçiş imkansızdır. Dinamik ve tam rekabete açık bir ulusal BİT sektörü ve onun ağ kapasitesi, sağlıklı ve dengeli bir e-iş, e-devlet ve e-demokrasi gelişimi için vazgeçilmezdir. Demokrasi ve kalkınma hedeflerini uyum içinde temsil eden bir ulusal “e-yönetişim” stratejisi, ancak politika ve karar veme süreçlerinde en etkili demokratik katılım mekanizmalarını kullanarak Türkiye’yi bir “bilgi toplumu”na dönüştürebilir. İlgili tm ulusal tarafların etkin katılımı olmaksızın, hiçbir strateji “ulusal” sıfatını kazanamaz. Bizim sözde “ulusal” “Bilgi Toplumu Stratejisi” ve “Eylem Planı”, hükümetin “edönüşüm” sürecini yalnızca “e-devlet” eylemlerinden ibaret görmekte ısrarlı olduğunu gösteriyor. Stratejinin yönetsel modeli, merkeziyetçi yönetsel mirasta ısrar edildiğini ve yönetişim mekanizmalarının yerleştirilmesi için hiç bir iradenin bulunmadığını açıkça gösteriyor. Bu model yalnızca kamu yönetim birimlerinden oluşuyor. İş dünyası ve sivil toplum kuruluşlarının etkin katılımına yönelik hiç bir açılım görülmüyor. Bu yaklaşım e-devlet eylemlerini de tehlikeye sokuyor. Edemokrasi olmadan başarılı bir e-devletten söz etmek mümkün değil ve başarının yolu da e-yönetişimden geçiyor. Anahtar sözcükler: ağ yönetişimi, Ar-Ge politikası, bilgi ekonomisi, Bilgi Toplumu Stratejisi, birlikte yönetişim, BİT, BİT sektörü, bürokrasi, demokratik yönetişim, e-demokrasi, e-devlet, e-dönüşüm, e-yönetişim, kamu harcamaları, kamu yatırımı, kamu yönetimi, karar mekanizmaları, katılım, inovasyon, politika yapımı, STK, ulusal BİT politikası JEL Sınıflandırması: D73, D78, D83, D85, E61, H50, H54, H83, I23, I28, L31, L33, L38, L52, L63, L86, L88, L96, L98, O30, O32, O38, O39

3

1. GİRİŞ “E-devlet” ve “e-yönetişim” odaklı bu uluslararası konferansta, bu makale söz konusu kavramları Türkiye özelinde Bilgi ve İletişim Teknolojileri (BİT) yoluyla ulusal kalkınmaya yönelik politikaların geliştirilmesi bağlamında ele almayı amaçlıyor. Türkiye’de BİT ve bilgi toplumu politikaları genellikle “strateji” kavramı altında konumlandırılıyor. Yani politikasız strateji üretilmeye çalışılıyor. Herhangi bir konsensüs üzerine kurulmayan tek taraflı stratejilerin başına “ulusal” öneki getirilerek bu politika zafiyeti kamufle edilmeye çalışılıyor Oysa “ulusal” sıfatını hak eden BİT stratejileri, ancak ulusal konsensüs sağlayan ve diğer makro politikalarla etkileşim içinde geliştirilen Ulusal Bilgi, Bilgi Toplumu, Bilgi Ekonomisi ve BİT politikaları üzerinde temellenebilir. Ulusal BİT politikalarını değerlendirirken bağlantılı birçok alandaki politikaları da göz önünde tutmak önemli. Bu bağlamda, BİT politikalarının tıpkı ele aldığı sektör gibi, farklı platformları dikine kesen bir eksen gibi iş görmek üzere tasarlanması gerektiğini de dikkate alarak, politikalar arasındaki “yakınsama” (“convergence”) ve politika oluşturma ve karar-verme süreçlerine katılımı mümkün kılan “etkileşim” (“interactivity”) kavramlarına özel bir önem atfedeceğim. Teknolojik ve ekonomik yakınsamayı doğuran sosyo-ekonomik dinamikler, aynı zamanda politikalar ve stratejiler dünyasında da iş görüyor. Nitekim AB i2010 stratejisi kendisini “teknolojik yakınsamaya bir ‘politika yakınsaması’ ile cevap vermek ihtiyacı” ile meşrulaştırıyor. Türkiye’de gerek diğer konularda gerekse ulusal BİT politika geliştirme sürecinde yaşanan zaafları ele alırken, önceliği, konjonktüre teslim olup geleceği öngörme yeteneğini kaybeden “siyasi irade”ye vermek adettendir. Benimse, gerek bir akademisyen gerekse sektör STK’ları başta olmak üzere çeşitli kuruluşlara konuyla ilgili danışmanlık veren bir profesyonel olarak, bu konudaki tespitlerim biraz farklı. Ben “siyasi irade” de dâhil tüm taraflar için geçerli olmak üzere, politika ve strateji geliştirme sürecinin en büyük zaafının ve sonrasında eylem planı, taktik ve uygulama düzeyinde yaşanan başarısızlığın mantıksal nedeninin, “yönetişim zafiyeti” olduğunu düşünüyorum. Bir politikanın “ulusal” sıfatını hak etmesi için, bu politika alanı ile şu ya da bu düzeyde ilişkili tüm örgütlü kesimlerin uzlaşısını hak etmesi gerekir. Çünkü 4

kavramsal olarak “politika” herhangi bir organizasyonun karşı karşıya bulunduğu “olumsuz” bir durumla baş etmek ve bu durumdan “olumlu” kazanımlar elde etmek veya “olumlu” bir durumu daha iyi yöneterek faydayı sürekli ve sürdürülebilir kılmak için bir eylemsel çerçeve geliştirmek üzere yapılır. Söz konusu “durum”un tanımlanması, organizasyon (bu durumda “ulus”) için barındırdığı “olumlu” ve/veya “olumsuz” potansiyellerin konumlanması ve organizasyonun bir bütün olarak varlığını optimal fayda elde ederek sürdürülebilir kılmak için geliştirilecek stratejinin belirlenmesi, organizasyonu oluşturan tarafların tamamını ilgilendirir. Devlet bu taraflardan yalnızca biridir. İlgili tüm tarafların katılımı olmaksızın sorun yönetilemez ve daha çok sorun doğurur. Politika ve strateji belirlemenin devletin işi, bunların sonuçlarına katlanmanın da diğer kesimlerin görevi olduğu düşüncesi ülkemizde köklüdür. Dolayısıyla devlete karşı diğer görevlerde olduğu gibi “kaytarılır”; ne de olsa kendimiz için değil devlet içindir. Türkiye endüstri devriminin bittiğinin anlaşıldığı zamanlardan beri bilim ve teknoloji, bilişim, bilgi ekonomisi gibi konularda politika ve strateji geliştirmektedir. Bunların hepsi de “devletli” olmuştur ama uygulanamamışlardır. “Bir biçimde” yapılıp edilenler de politikasız, stratejisiz ve dolayısıyla fizibilitesiz “eylem planları” ile yapılmıştır. Bu eylem planları konuyla ilgili devletin çeşitli katlarının birbirleriyle ilişkisiz projeleri herhangi bir önceliklendirme olmaksızın derlenerek oluşturulmuş olduğundan “plan” sıfatını hak edip etmedikleri tartışılır. Sonuçları ise tartışmasız olarak önümüzde durmaktadır. Bu bağlamda Türkiye’nin ulusal BİT politika ve strateji geliştirme süreci değerlendirilirken yönetişim zafiyetine öncelik verilecek ve konuyla ilgili farklı tarafların konumları belirlenerek ulusal BİT stratejileri ve dayandığı politikalar bağlamında farklı bir çerçeve önerisinde bulunulacaktır. Makalenin yapısı şu çerçevede kuruldu: Öncelikle e-devlet ve e-yönetişim (ağ yönetişimi) kavramlarıyla da ilişkilendirilerek ulusal BİT politikalarının kavramsal ve pratik çerçevesi kısaca tartışılacak; Türkiye’nin içinde bulunduğu mevcut durum konumlanacak ve BİT politika ve stratejilerinin kısa geçmişi ve uygulama durumları özetlenerek mevcut durumla bağlantısı araştırılacak; ve nihayetinde ülkenin hali hazırda geçerli olan yeni “Bilgi Toplumu Stratejisi” özelinde politika yapım ve strateji geliştirme deneyimi sorgulanarak BİT STK’ları başta olmak üzere farklı kesimlerin önerilerine yer verilecektir. 5

2. TEKNOLOJİ, EKONOMİ, TOPLUM VE POLİTİKA 2.1. Sosyal, Ekonomik ve Yönetsel Paradigma Dönüşümü Bilgi, günümüzde ekonominin en önemli “üretim faktörü”, üretimdeki en önemli iktisadi girdi haline gelmiştir. "Bilgi-temelli ekonomi" ya da yaygın kullanımıyla "Bilgi Ekonomisi", bilginin ekonomik ve insani kalkınma için etkili bir biçimde kullanıldığı bir ekonomi olarak tanımlanabilir. Nitelikli bilginin yarattığı katma değer üzerinde temellenen bilgi ekonomisinin gelişimi, ulusal ölçekte ekonomik büyüme ve verimliliğin sürdürülebilir kılınması ile doğrudan bağlantılıdır. Özellikle BİT sektörünün gelişim dinamikleriyle belirlenen “ağ ekonomisi”, bilgi ekonomisinin öncü koludur. Geçen yüzyılda yaşanan teknolojik gelişmelerin sonucunda ortaya çıkan ve özellikle küresel finans ağlarının entegrasyonuyla karakterize olan "ağ ekonomileri", pazar dinamikleri ve rekabet stratejilerini altüst etmiştir. Bu durum, küresel pazar paylarının kaygan ve değişken dünyasında ulusal büyüme stratejilerinin dinamiklerini de dönüştürmüştür. Teknolojik gelişmeden pay almak, özellikle de BİT (Bilgi ve İletişim Teknolojileri) yatırımlarının GSYİH'daki oranı, ulusal büyüme dinamiklerinin en önemli belirleyicilerinden biri haline gelmiştir. (Shapiro and Varian, 1999:173–184) BİT ekonomik büyümeye doğrudan katkıda bulunur. Bu katkı bir yandan yazılım ve hizmetler dâhil toplam BİT üretimi, öte yandan da ekonominin genelinde BİT kullanımının sağladığı verimlilik artışıyla gerçekleşir. Buna BIT kullanımının mümkün kıldığı "ağ etkisi"ni, özellikle de finans ve dış ticaret ağlarının küresel ekonomi üzerindeki belirleyiciliğini de eklersek, bu ilişkinin görünenden daha derin olduğu anlaşılır. Ayrıca BİT kullanımı ve ağ etkisi, ekonominin işleyiş dinamiklerini de dönüştürerek, özellikle iş modellerinde verimlilik artışı sağlayarak ya da üretim süreçlerini inovatif bir tarzda iyileştirerek ekonomik büyümeye dolaylı etkide bulunmaktadır. (Comission of the European Communities, 2001:5–7) BİT ağlarının yayılımı, mobil iletişim ve geniş bant teknolojisindeki ilerlemeler ve buna bağlı olarak e-ticaret alanında hem B2B hem de B2C faaliyetleri ile ilgili gelişmeler,

6

bilişimin gelecekte ekonomik büyümeye giderek artan bir etkide bulunacağının işaretleridir. BİT kullanımının toplam faktör verimliliğine yaptığı etki, mevcut ölçümleme ve istatistik yaklaşımlarıyla tam olarak değerlendirilememektedir. (Nordhaus, 2001; Castells, 1996:67–88) Ancak bu katkının özellikle iş yapma tarzlarında yeni verimlilik modellerinin geliştirilmesinden kaynaklanmakta olduğu, ürün ve hizmetlerin üretim ve dağıtım süreçlerinin BİT kullanımı sayesinde daha verimli hale geldiği, yeni pazarların, yeni ürünlerin, yeni iş alanlarının ve yeni organizasyon biçimlerinin ortaya çıktığı, işgücü kalitesinin yeni yaşamboyu öğrenim ve profesyonel eğitim sistemleri sayesinde arttığı konularında genel bir uzlaşı bulunmaktadır. Makro ekonomik büyüme, BİT kullanımının iş organizasyon ve süreçlerine getirdiği inovatif, yenilikçi dinamiklerden olumlu etkilenmektedir. (Lehr and Lichtenberg, 1999:335–362) Bilgi ekonomisinde gelişmenin küresel rekabet avantajının koşulu haline gelmesiyle birlikte, telefon hatlarının kalitesi, kişisel bilgisayar ve mobil telefon sayısı, internet erişimin yaygınlığı ve bant genişliği gibi etkenler artık "ulusların zenginliği" bakımından hayati önem taşımaktadır. Dolayısıyla, gelişmekte olan ülkeler açısından, BİT altyapısının durumu ve bu altyapıya erişim eşitliği, makro ekonomik büyümeyi, verimliliği ve elbette kalkınmayı doğrudan ilgilendiren birer ulusal politika konusu haline gelmiştir. BİT'in makro ekonomik etkisini belirleyen diğer faktörler, yani inovatif girişimlerin finansmanını sağlayacak risk sermayesinin varlığı, esnek bir işgücü piyasası ve e-ekonomiye uygun bir iş yapma ortamının varlığı gibi unsurlar da eşit ölçüde önem kazanmaktadır. Bireylerin BİT altyapısına yetersiz erişim düzeyi veya BİT ürün ve hizmetleri üzerindeki aşırı vergi yükü gibi etkenler, kişisel bilgisayar dağılımını ve internet erişiminin yaygınlaşmasını belirlemektedir. Aynı şekilde, telekom sektörünün serbestleşmesi ile ağlara erişim maliyeti azalmakta ya da gelişmiş mali piyasalar BİT yatırımlarına olumlu etkide bulunarak altyapı kapasitesini ve terminal kalitesini artırmaktadır. Dolayısıyla, özellikle gelişmekte olan ülkelerde ağ ekonomisinin büyüme ve verimlilik üzerindeki etkisi, konuyla ilgili devlet politikalarından iş dünyasının insan sermayesi ve sosyal sermayeye yaptığı yatırım düzeyine kadar pek çok etkenle belirlenir.

7

Ulusal BİT politikalarının en önemli odaklarından biri, ağ ekonomisinin yarattığı refahın ülke herkes için adil ve eşit paylaşım imkânını sağlayacak ortamı yaratmaktır. Bilgi ağlarına erişimde ve kullanımda yaşanan eşitsizlik, yani dijital eşitsizlik ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan dijital bölünmeye karşı etkili önlemler almadan BİT’nin ulusal kalkınma için kullanımı, ağ ekonomisinin gelişimi ve bilgi ekonomisine geçiş, yani bilgi toplumuna dönüşüm hedeflerini gerçekleştirmek mümkün değildir. Dijital bölünme, basit olarak BİT’ne erişim imkânını herkese sağlayarak, internet penetrasyonunu ve bant genişliğini artırarak önlenebilecek bir sorun değildir. Teknik araç ve imkânların yanı sıra, becerilerin, kullanım otonomisinin, sosyal desteğin ve bilgilenme amacının da sağlanması gerekir. Bilgi toplumu ancak “bilgi okuryazarlığı” ve “bilgi kültürü”yle var olabilir. Bu da ancak “teknolojinin sosyal olarak gömülü hale gelmesi”yle mümkün olabilir. (Warschauer, 2003:202–205) Dijital ve kültürel bilgi uçurumunu önlemek için, fizik, dijital, insani ve sosyal kaynakları adil ve eşitlikçi bir temelde değerlendirmek; yani bilgi ve iletişim teknolojileri işlerliği ve bağlantı imkânını, içerik geliştirme ve bilgi işleme donanımını, bilgi okuryazarlığı ve yaşamboyu öğrenim fırsatlarını, yeni örgütlenme ve sosyal ilişki modellerini herkesin erişimine sunmak gerekir… BİT’ni bir “araç” olarak değil bir “sosyo-teknik ağ” olarak değerlendirmek gerekir. (Warschauer, 2003:207) Sosyal olarak gömülü teknoloji, bu sosyo-teknik ağlar üzerinde toplumun tamamını dönüştürür; bu bakımdan ulusal BİT politikalarının nihai amacını temsil eder. Bilgi ekonomisi gelişmişlik düzeyi, aynı zamanda bilgi toplumunda ilerlemenin somut ve ölçülebilir parametrelerini sunar. Paradigma değişikliği, fiziksel girdilerin (hammadde, işçilik, makine, satınalma gücü) yerini fiziksel olmayan girdilerin (bilgi, içerik, süreç, sosyal sermaye, zihinsel üretim) ikame etmeye başlamasıyla ortaya çıkar. Bilgi ancak, üretimi, paylaşımı ve dolaşımı küresel, kesintisiz, hızlı ve entegre olduğunda; yani birbirleriyle “anlaşan” ağlar üzerinde senkronize edilerek yönetildiğinde değer yaratır. Ağ, paylaşımdır… Değer yaratan bilginin dolaşımıdır. Ancak özgürce dolaşan bilgi değer yaratır. Çünkü değer yaratan, bilginin sadece üretimi, işlenmesi, yayımı değil, aynı zamanda erişimi, paylaşımı ve kullanımıdır. Bilginin yarattığı katma değer, kaynak değil, kullanım temelli bir dolaşım ağı içinde oluşur. Bilginin dolaşım süreci katma 8

değeri besleyen asıl kaynaktır. Bu dolaşım ağı küresel, kesintisiz ve gayrimerkezidir. Küresel bilgi ağı bir merkezden yönetilmez. Ağ, merkez fikrinin kendisini dışlar. Ama bir yandan da, bilginin ancak diğer bilgilerle ilişkilendirildiği, senkronize ve koordine edildiği, yani “yönetildiği” zaman katma değer yaratabileceği açıktır. Bu yönetim merkezi değil, “yatay koordinasyona” dayalı bir ağ yönetimidir ve etkileşim içinde yönetim, paydaşların katılımcı yönetimi, ya da kısaca “yönetişim” olarak adlandırılabilir. “Bilgi Çağı”nın yeni yönetsel paradigması, “e-yönetişim” olarak da anılan, gayri-merkezi, çok katmanlı, katılımcı, paylaşımcı ağ yönetişimidir. (Uckan, 2003: 17–23) Bilginin yarattığı katma değer paylaşım imkânı ile doğru orantılıdır. Bir bireyin, firmanın, ortaklığın, grubun, kooperatifin, kentin, bölgenin, ulusun, doğru bilgi yönetimi ile bilgi ağından optimal katma değer sağlayarak rekabet avantajı yaratması, “bilgi ekonomisi” paradigmasının özünü oluşturur. Bu ekonomik paradigma, doğrudan yönetsel paradigmaya, yani ağ yönetişimine dayanır. Çünkü bilgi ekonomisi, işbirliği ve rekabet ilişkilerini dönüştürüp esneterek, rekabet avantajının temeline, katılımcı bilgi yönetişimi ile optimal bilgi paylaşımından doğan değeri yerleştirmiştir. Rekabet avantajı ulusal ölçekte konumlandığında, küresel bilgi ağına entegre ulusal bilgi ağının doğru yönetilmesi gerekir Küresel ekonominin yönetsel paradigmalarına aykırı, merkeziyetçi bir “ulusal” bilgi yönetimi düşünülemez. Ekonominin koşulları gereği bu tür bir girişim, her türlü organizma için sadece iflasla sonuçlanabilir. Bilgi diğer ekonomik değerlerden farklı bir yapıya sahiptir. Bilgi bir "kamusal değer"dir. Bilginin değer yaratması paylaşılmasıyla mümkündür. Dolayısıyla tekelleşme eğilimi, bilgi ekonomisinde diğer ekonomilere oranla çok daha yıkıcı sonuçlar doğurabilir. Bilginin devlet ya da pazar güçleri tarafından tekelleştirilmesi, olsa olsa bir "kıtlık ekonomisi" yaratabilir. Çünkü bilginin dolaşımı ve paylaşımının engellenmesi, bir "ağ ekonomisi" olarak bilgi ekonomisinin özüne aykırıdır. BİT'nin yarattığı baş döndürücü çevrim hareketi, gerek pazar güçlerini gerekse kamu sektörünü bilginin ekonomik değer yarattığı bir ekonomiye doğru çekmektedir. Ancak bilgi ekonomisine geçiş, yalnızca yeni teknolojileri kullanmakla değil, ekonomik, toplumsal ve yönetsel bir paradigma dönüşümüyle mümkün olabilir. Sanayi devrimi ve ulus-devletin merkeziyetçi yönetsel paradigmalarıyla bilgi ekonomisi ve bilgi toplumunu gerçekleştirmek bir hayaldir. 9

2.2. Bilgi ve İletişim Teknolojileri, Bilgi Ekonomisi ve Yönetişim Sosyal, ekonomik, siyasal, yönetsel her eylem, artık iletişim ve yarattığı etkileşim imkânıyla etki kazanıyor. Hizmet, ürün, pazar bilgisinin üretildiği, dolaştığı, paylaşıldığı ve değere dönüştüğü ekonomi ağları; hukuktan rekabet koşullarının yaratılmasına birçok temel sorunun çözümüne, dolayısıyla iş yapma ortamının oluşturulmasına odaklanmış "politika ağları"; yaşamboyu öğrenmeyi, adil ve eşitlikçi bir paylaşımı, yani kalkınmayı mümkün kılan sosyal katılım ağları; bilgiyi kullanıma sokan, araştıran, geliştiren, projelendiren, fonlayan inovasyon ağları, bilginin değer yaratması sürecini biçimlendiriyor. Sosyal-ekonomik-politik değer ve etki bu ağlardan geçiyor ve kültüre dönüşüyor. Bu bilgiye dayalı değer ağları birbiriyle konuşmadan hiçbir optimal dönüşüm beklenmemeli. Bu ağlarının işleyişi, ancak belli bir faaliyet alanında ortak yarar gözetilerek saptanmış spesifik hedeflere yönelik olarak üretilen politikalarını, ilgili tüm tarafların yeterli temsiliyete sahip katılımı ve uzlaşısından kaynaklanan güç birliği sayesinde "yapılabilir" kılınmasıyla mümkün. Bu ağlar olmadan ortada paylaşılacak değer de olmuyor. Bir ağın etkisi ve verimi, kuşatılan alan paydaşlarının özgür ve adil katılım imkanıyla doğru orantılı gelişir. Bu gayri merkezi bir etkileşim modelidir. Ağdaki düğümleri oluşturan ortaklıklar, paydaşlıklar arasındaki iletişim yoluyla varılan uzlaşı temelinde, yatay koordinasyon mekanizmalarıyla işleyen bir model… Bir ülkede bilgi ekonomisine geçişi sağlamanın ve bilgi toplumunu yaratmanın yolu, karar verme, politika ve strateji geliştirme, iş yapma süreçlerinde çok taraflı ortaklıklardan geçiyor: hükümet, kamu sektörü, iş dünyası, tüm çeşitliliği içinde sivil toplum kuruluşları, yurttaş inisiyatifleri, sendikalar, üniversiteler, medya gibi birçok paydaşı, yani toplumun örgütlü tüm kesimlerini dâhil eden, giderek bütün yurttaşları örgütlenmeye cezbeden ve toplumun yapısını dönüştüren ortaklıklar… Örgütsel ve yönetsel modellerde köklü dönüşümler yaşanıyor. Bilgi çağının yeni yönetsel paradigmaları rekabet ve işbirliği kavramları arasındaki geleneksel karşıtlığı ortadan kaldırıyor. Internet temelli iletişimin dijital altyapısı ve çevrimiçi etkinlikler karar verme, yönetme ve hizmet sunma modellerini dönüştürüyor. Bu dönüşüm, ağ yapılanmalarının bağlantı imkânını toplumsal ilişkilerin ve iş 10

yapma ortamının temeline yerleştirerek, rekabet ve işbirliğini aynı zaman – mekân boyutunda mümkün hale getiriyor. Bilgi ekonomisinin paradigmaları, kesintisiz iletişimin ve sürekli ilişkinin koşul olduğu bir faaliyet ortamını dayatıyor. Bilgi ancak ağlar üzerinde dolaşıma ve paylaşıma açılarak değer yaratabiliyorsa, bilgi ekonomisini ve bilgi toplumunu hazırlayacak olan ekonomik ve yönetsel model de ağ biçimi yapılanmalar temelinde şekillenmelidir. “Ağlar, bürokrasi tarzı hiyerarşik örgütlenmelere ya da pazar koşullarına tabi salt çıkar temelli örgütlenmelere alternatif oluşturan bir sosyal koordinasyon biçimidir. Ağ biçimi yapılanmalar arasındaki yatay koordinasyon, ilgili tarafların katılımını kolaylaştırmakta ve sosyal yarar katsayısını artırmaktadır.” (Uckan, 2003:18) Ağ biçimi yapılanmalarda gayri merkezi koordinasyon arayışlarından doğan uzlaşıya dayalı sosyal yönetişim alanı, genellikle "ağ yönetişimi" olarak adlandırılmaktadır. BİT’nin “ağ kapasitesi” nedeniyle bu alan, aynı zamanda “e-yönetişim” olarak da anılmaktadır. E-yönetişim de BİT yoluyla gelişen gayri merkezi iletişim ağları içinde tarafların etkileşimine izin veren bir yönetişim biçimidir. Ancak burada ele aldığımız politika yönetişimi nosyonu “ağ” kavramı üzerinde temellendiğinden dolayı, biz “ağ yönetişimi” kavramını kullanmayı tercih ettik. Bu yönetişim tarzının baskın yönelimi, koordine edilmesi ve dengelenmesi gereken birbirine bağlı çıkarlar etrafında buluşmak, etkileşim biçimi ise kamu aktörleri, özel sektör ve sivil toplum paydaşlarının çok taraflı anlaşmalarıdır. Bu bakımdan ağ yönetişimi özü gereği gayri merkezi, yatay koordinasyona dayalı, esnek ve katılımcı bir yönetsel modeldir. Bir ağın ancak onu oluşturan düğümler arasındaki karşılıklı ilişki ve etkileşim imkânı sayesinde mümkün olabilmesi gibi, ağ yönetişimi de onu oluşturan paydaşlara sunduğu demokratik katılım imkânları ölçüsünde hayat bulabilir. Merkeziyetçi paradigmalarla şekillenen kamu yönetimi, artık yönetilebilir olmaktan çıkmıştır. Ekonomik olarak verimsiz ve etkisiz hale gelmiş, yurttaş katılımına ve denetimine kapalı, kötü kullanım ve yolsuzluk mekanizmalarına açık, dolayısıyla sosyal adalet ve fayda sunmayan bir kamu yönetiminin yeniden icat edilmesi gerekmektedir ve bu paradigma dönüşümünün kod adı "yönetişim"dir. Tüm paydaşların çıkar ve sorumluluklarının dengelendiği, katılımcı, gayri merkezi ve yatay koordinasyona dayalı demokratik bir ağ yönetişimi, bilgi ekonomisinin ve bilgi toplumunun gelişmesi için en uygun yönetsel modeli sunuyor. Bu paradigma 11

dönüşümünün önündeki en büyük engel ise, sanayi toplumunun kazanan – kaybeden ikilemine koşullanmış rekabetçi ekonomik ilişkilerine ve merkeziyetçi dikey örgütlenme modeline dayalı zihinsel yapı. Bu durum, merkeziyetçiliğin ve hiyerarşinin kökleştiği ülkemiz için özellikle geçerli. Herkesin kazanabileceği etkili bir işbirliğini mümkün kılacak yönetsel modeller ve buna uygun zihinsel çerçeve henüz oluşmuş değil. Bu katılımcı ortaklık yapısı kolektif zihinde karşılığını bulmamış da olsa, gerek kamu gerekse özel sektörde bilgi ekonomisi paradigmalarının yaratacağı etkililik ve verimliliğe yönelik ciddi bir talep var. Kamu sektörü iş dünyasına benzemeye çalışırken, iş dünyası da kamusal yarar ile ilgili alanlarda giderek daha çok faaliyet göstermeye başlıyor. Sivil toplum kuruluşları, yurttaş inisiyatifleri gibi çok taraflı örgütlenmeler ise, doğaları gereği gayri merkezi yönetsel modele daha yakın duruyorlar. Artık hükümetlerin, kurumsal yapıların, kültürlerin etkileşime girdiği tek bir yönetsel süreç söz konusu: tüm ağları yatay koordinasyonla birbirine bağlayan, gayri merkezi, devasa bir bilgi ağı… Bu bilgi ağı katılımcı bir temelde etkinleştirilmeksizin ne yönetmek mümkündür ne de toplumsal ve ekonomik bir değer yaratmak. Çünkü bilginin paylaşımı iktidarın paylaşımıdır. 2.3. Politika Yakınsaması “Yakınsama” (convergence) kavramı teknolojilerin birbirlerine yakınlaşmaları ve füzyona girerek yeni teknolojik platformlar yaratmaları anlamımı taşıyor. Buna verilecek en iyi örnek yeni nesil cep telefonları. Telefon, fotoğraf makinesi, cep bilgisayarı, mobil internet, ses-görüntü oynatıcısı, oyun konsolu, küresel yer belirleme aygıtı vb. aynı üründe bir araya geliyor. Teknolojik yakınsama, bir taraftan tüketici beklentilerini belirlerken, öte yandan da farklı medya türlerinin iç içe girmesini kolaylaştırıyor. Bu bağlamda yakınsama, hareketlilik (mobility) ile birlikte teknolojinin en önemli trendlerinden biri haline geldi. Yakınsamayı ağ etkisi ve bunun gerekli kaldığı birlikte çalışabilirlik (interoperability) ilkesiyle açıklayanlar çoğunlukta. Avrupa Birliği, Lizbon hedeflerini güncellediği i2010 programı ile birlikte önemli bir kavramı tartışmaya açtı: “politika yakınsaması”. Bu tartışmanın ardındaki akıl yürütme, bilim ve teknolojinin kalkınma ve rekabet avantajının koşulu haline 12

gelmesi; farklı bilimsel ve teknolojik alanlar arasında giderek artan etkileşim ve yakınsamanın aynı biçimde farklı ekonomik sektörler, farklı sosyal gelişme alanları arasında da gözlemlenmesi; dolayısıyla bu alanlardaki farklı politikaların da birbirleriyle etkileşime girerek bütünsel bir yaklaşım sunmasının gerekliliğine dayanıyor. Lizbon stratejisinin istenen hedeflere ulaşamaması, başka nedenlerin yanı sıra, farklı politikalar arasında etkileşim olmamasına da bağlanıyor. Bilgi toplumu ve medya sektörlerindeki gelişmeler küresel rekabetin doğasını değiştirmekte ve “teknolojik yakınsama” (“technological convergence”) etkisini önemli bir trend olarak belirlemektedir. Farklı teknolojiler, farklı uygulama alanları ve farklı ortamlar füzyona girmektedir. AB’nin “i2010” stratejisi, özünde teknolojik yakınsamaya bir “politika yakınsaması” ile cevap vermek amacını taşımaktadır. (Comission of the European Communities, 2005:3; i2010 High Level Group 2006:5) Teknolojik yakınsama nasıl hayatımızın farklı boyutlarını bir kesişime sokuyorsa, bu hayatı daha iyi kılmak için üretilecek politikalar da artık daha güçlü bir etkileşim içinde olmak zorundadır. Çünkü gerçek hayatta büyüme istihdamdan, verimlilik çevreden, eğitim inovasyondan, sağlık kültürden ayrı işlememektedir. Bu sözcüklerin yeri kolaylıkla değiştirilebilir ve liste böyle uzayıp gidebilir. Gerçekten de bilim-teknoloji politikaları ve özellikle bilgi-iletişim teknolojileri politikaları, makro ekonomi, sektörel öncelikler, dış ticaret, bölgesel kalkınma, eğitim, istihdam gibi temel politika alanları ile ilişkilendirilmediği zaman dönüştürücü işlevlerini yerine getiremiyor. Çünkü bu iki alan, tüm temel politika konularını dikey bir eksen halinde kesiyor. Bilim-teknoloji ve BİT politikaları sadece politika alanlarını değil, politika yapan tarafları ve uygulama düzeyinde kurumsal yapıları da birbirlerine yakınlaştırıp etkileşime sokuyor. Politika düzeyinde etkileşim gözetilmediği zaman politikaların uygulanabilirlikleri sekteye uğruyor, insani ve ekonomik kalkınma hedeflerine ulaşılamıyor. Politika yapım sürecini, temel kalkınma hedefleri doğrultusunda, “yakınsama”, “etkileşim” ve “yönetişim” kavramlarıyla birlikte kurgulayıp yeniden tasarlamak gerekiyor. 2.3. Politika Etkileşimi “Politika etkileşimi”, gerek farklı alanlardaki politikaların birbirleriyle etkileşim içine sokularak daha kapsamlı çözümler üretilmesi, gerek küresel, ulusal, lokal farklı 13

düzeydeki politikaların etkileşim içine girerek daha tutarlı ve sürdürülebilir bir eylem zemini yaratılması gerekse aynı soruna odaklı farklı tarafların politikalarının etkileşime girerek daha geniş bir eylemlilik çerçevesi üretilmesi durumlarını anlatmak için geliştirilmiş bir kavramdır. Örneğin aile, suç ve kent politikaları birbirleri ile etkileşim içine sokularak yerleşim alanlarına özel suç önleme programları geliştirilebilir; ya da örneğin yazılım ve hizmet sektörlerini geliştirmeye yönelik kümelenme politikaları küresel, ulusal ve yerel ölçekte etkileşimli bir biçimde koordine edilerek hem kaynak hem de pazar sorunlarına daha etkili çözümler üretilebilir; veya stratejik bir sektörün kamu tarafından teşvik edilebilmesi için, sektör temsilcileri, sektörün hedeflediği iş alanlarının temsilcileri, kamu yönetiminin sanayi ve ticaret, maliye, bilim ve teknoloji vb. otoriteleri aynı masanın etrafına oturabilir ve farklı alanlardaki politikalar arasında tüm taraflar arasında optimal faydayı sağlayacak bir etkileşim zemini oluşturmayı hedefleyebilirler. BİT sektörü ağ ekonomisi içindeki öncü konumu gereği bilgi ekonomisi, yani ulusal ekonominin bütünü bakımından stratejik bir role sahiptir. Diğer yandan BİT sosyal katma değer sağlayarak toplumu dönüştüren bir etkiye sahip olduğu için insani kalkınma açısından da stratejik önemdedir. Bu da BİT ilişkili politikaların ister istemez ülkenin sosyal ve ekonomik tüm katmanlarına yönelik önemli politikalarla etkileşim içinde olmasını gerektirir. Bu etkileşim, kavramın özü gereği karşılıklıdır. Yani, örneğin tarım politikası ve BİT politikası etkileşime girdiğinde, bir yanda BİT’in sunduğu imkânlarla tarım sektörünün üstel gelişimi, öte yanda tarım istihdamı içindeki geniş kesimlerin yaşantısında BİT’nin sosyal olarak gömülü hale gelmesiyle insani kalkınma düzeyinin gelişimi sağlanacaktır. Bu BİT politikaları ile, kamu yönetim reformu, ekonomi, dış ticaret, sanayi, enerji, bilimteknoloji-inovasyon, tarım, sağlık, eğitim, güvenlik, AB entegrasyonu gibi makro politika alanları ve kümelenme, KOBİ’ler, doğrudan yabancı yatırım, risk sermayesi, teknoparklar ve teknoloji bölgeleri, bölgesel kalkınma, kamu ihaleleri, vergilendirme, üniversite-sanayi işbirliği, kamu-özel sektör ortaklığı gibi mikro politika ve strateji alanları arasında maksimum etkileşim kurulmalıdır. Politika üretimi bir yanda vizyon ve asli hedeflerin diğer yanda da temel uygulama kanallarının olduğu bir süreçtir. Hedefler ve kanallar birbirleriyle uyumlu olmak zorundadır. Örneğin istihdamı artırmak ve katma değer yaratmak hedefi, istihdam 14

kalitesinin artırılması ve iş alanlarında bu kaliteye talep yaratacak verimlilik dönüşümleri olmadan, istihdam sistemini güvenceye kavuşturmadan ulaşılamaz. Bu durumu politika yapım sürecinde hedefler ve uygulama kanalları arasındaki etkileşim olarak konumlayabiliriz. “Uygulama kanalları” terimi, adı üstünde “uygulayıcıları” ima eder. Dolayısıyla bu politika etkileşimi bir yandan uygulayıcıların hedefleri kabul etmesini ve sindirmesini, diğer yandan farklı kanallardaki uygulayıcılar arasındaki etkileşimi zorunlu kılar. Her iki durum da, politika yapım sürecinde hem karar vericiler ve uygulayıcılar arasında, hem de farklı uygulama kanallarının uygulayıcıları arasında ağ yönetişimine dayalı bir etkileşimin varlığını gerekli kılar. BİT, temsil ettiği ekonomik büyüklük, iş hacmi, yarattığı istihdam vb. parametrelerle ölçülemeyecek bir stratejik sektördür. Çünkü sunduğu sosyoekonomik fayda ve nüfuz ettiği alanlarda yaratığı dönüşüm bu parametrelerin çok ötesinde bir değere sahiptir. Bu bakımdan ulusal BİT politikaları etkileşimli olmak zorundadır ve toplumun tüm örgütlü güçlerini, sosyal ve ekonomik hayatın tüm aktörlerini ilgilendirir. Dolayısıyla BİT politikaları çok taraflı ve katılımcı bir süreç içinde geliştirilmedikçe, BİT sektörü ulusal fayda sağlayacak stratejik işlevini yerine getiremez.

3. TÜRKİYE’DE BİT POLİTİKA ORTAMI 3.1. Türkiye’de Ulusal BİT Politikasında Mevcut Durum Türkiye’de tüm bu alanlarda son on yıldır çeşitli politika ve stratejiler geliştirilmekte ya da geliştirilmiş durumda. Ama sonuçları ortada. BİT endüstrilerinin teşvik edilmesi için kısmi destekler mevcut, ama sektörün bütününe yönelik bir gelişimin izini görmek mümkün değil. Henüz bir yazılım ve hizmetler stratejimiz ve eylem planımız yok. 2004’ten bu yana Telekom sektörünün liberalleşmesi süreci sürüyor, aşamalar kaydedildi, ama henüz sonuca ulaşmadı. Fiili tekel sürüyor. 3G ihalesinin geçtiğimiz aylarda gerçekleşmiş olması bu tekelin biraz olsun kırılabileceğinin umudunu veriyor. Bu yıl kanunlaşan Elektronik Haberleşme Kanunu liberalleşme sürecini olumlu etkileyebilir, ama bu etkiler henüz görülmedi.

15

2007’de yürürlüğe giren Ar-Ge kanunu, Ulusal İnovasyon Sistemi konusunda az da olsa belli bir aşamanın kaydedildiğinin işareti olarak algılanabilir, ancak ne üniversite-sanayi işbirliği, ne firma odaklı mikro inovasyon, ne KOBİ’lerin inovasyon amaçlı kümelenme stratejileri, ne de risk sermayesi sektörünün oluşturulması konusunda henüz ufukta bir şey yok. E-devlet konusu hükümetin en çok önem verdiği konu olduğu için, devlet hizmetlerinin elektronik sunumunda hayli gelişmiş bir düzeye geldik. Bu konuda 2000 yılından bu yana ciddi bir kamu kaynağı kullanımıyla mükerrer projeleri eleye eleye nihayet belli bir olgunluğa eriştik. Son olarak “E-Devlet Kapısı” da açıldı ve sistem entegrasyonu tamamlandı. Ama hizmetlerin iş dünyası olsun vatandaş olsun “müşteri” tarafında ciddi sorunlar var. Aynı şekilde e-devlet yapılanmasının kamu yönetiminin yönetişime doğru evrilmesine yardımcı olması konusunda da hiçbir ilerleme yok. Çünkü e-devlet modeli bizde mekanik bir modernizasyon olarak algılanıyor. Bu konuyu ilerde daha ayrıntılı bir şekilde tartışacağız. Sosyal kapsayıcılık konusunda ise, Milli Eğitim Bakanlığı ve Ulaştırma Bakanlığı başta olmak üzere bir takım etkin stratejiler geliştirildi. Okulların bilgisayarlaşması ve internete açılması konusunda önemli adımlar atıldı. İnternete kamusal erişim noktalarının açılması ve evrensel erişim konularında da hızlı bir takım geliştirmeler yapılıyor. Ama bu önlemler halen bilgisayar ve internet penetrasyonu, geniş bandın yaygınlaştırılması, ağa hazırlık standartlarının hayata geçirilmesi gibi “araçsal” düzeyde kalmış durumda. Teknolojiyi sosyal olarak gömülü hale getirecek politikalar geliştirilmiyor. Düzenleme tarafına gelince, Kişisel Verilerin Korunması Kanunu on yıldır tasarı halinde istisna yarışına girmiş devlet kurumlarının talebiyle kuşa çevrile çevrile bir hal oldu ama hala yasalaşmadı. Fikri haklar konusunda nispeten iyi durumdayız, düzenleme bakımından değil ama uygulama konusunda sorunlar var ve aşılabilir. 2004’te Bilgi Edinme Hakkı Kanunu çıktı, ama birçok istisna ve bilgiye erişimin kamu kurumlarının insafına terk edilmesi sonucunda yasa kadük oldu. Siber suçlarla ilgili TCK’nda düzenlemeler yapıldı, ama muğlâk ve yoruma açık konular var. Türkiye henüz AB Siber Suçlar Konvansiyonu’nu imzalamadı, dolayısıyla uluslararası işbirliği konusunda sorunlar var. Ama Konvansiyonun imzalanmaması ile ilgili olarak konulan çekincelerin bir kısmında haklı olunan noktalar olduğu görülüyor. Yine 2007’de 5651 sayılı "İnternet ortamında yapılan yayınların düzenlenmesi ve bu yayınlar yoluyla işlenen suçlarla mücadele edilmesi hakkında 16

kanun" çıktı ve kıyamet koptu. Youtube ve Google Groups gibi popüler sitelere erişim neredeyse hiç sağlanamıyor ve bu kanun Türkiye’yi internet sansürü uygulayan ülkeler ligine soktu. 5651 dışında da birçok olumsuz düzenleme var ve hâkim yorumlarıyla herhangi bir siteyi erişime kapatmak çok kolay. Ya Avrupa Birliği'ne uyum zoruyla ya da başka ajandaların sonucunda gündeme gelen bu düzenlemelerin hâlâ merkeziyetçi yönetim paradigmalarıyla ele alınması çözümden çok sorun yaratmaktadır. Bütün bu alanlardaki politika ve stratejileri etkileşimli hale getirmesi, koordine etmesi ve diğer ulusal politikalarla yakınsama ve etkileşim içine sokması gereken “ulusal” “Bilgi Toplumu Stratejisi” ve bağlantılı eylem planı ise 2006 yılında kabul edildi. 2005’te de konuyla ilgili bir kurumsal yapı oluşturulmuş, bazı bakanların, kamu kurumlarının karar verici ve kimi STK’larla meslek örgütlerinin “katılımcı” olarak dahil edildiği bir “e-Dönüşüm Türkiye İcra Kurulu” kurulmuştu. Strateji belgesini kabul eden de bu kurum oldu. Bu konuyu ayrıntılarıyla ele alacağımız için burada adlandırmakla yetinelim. Türkiye 60’lı yılların “planlı kalkınma” paradigmasına uyum sağladığından beri önce bilim-teknoloji, sonra da BİT konusunda sürekli politika, strateji, eylem planı geliştirip duruyor. Bu tabloya bakıldığında, ulusal BİT politikası geliştirmek için ciddi bir çabanın olduğu, ama bu çabanın sonuç vermediği net olarak görülebiliyor. Burada sorun kaynak, bilgi(know-how), altyapı, teknolojiye erişim vb. “araçsal” konularda değil. Sorun tamamen zihniyet sorunu. Benim “yönetişim fobisi” olarak adlandırdığım, merkeziyetçi yönetim geleneğine saplanmanın, ne iş dünyasına, ne STK’lara, ne akademiye, ne de vatandaşa güvenmemenin, katılımı imaj operasyonlarıyla geçiştirme kolaycılığının, yani tam bir “politika zafiyeti”nin sonucu… Politikalar tarafları işin içine katmadıkça belge düzeyinde kalıyor ve bu durum sürekli tekrarlanıyor. Tarafları sürece dâhil etmeden toplumsal talep ve seferberlik yaratamazsınız. Peki, bu durumun tek sorumlusu bürokrasi ve kamu yönetimi mi, iş dünyasının, emek örgütlerinin, akademinin, STK’ların, inisyatif alamayan vatandaşın hiç mi suçu yok? Elbette katılım için irade gösteremedikleri, aynı merkeziyetçi yönetim kültürünü paylaştıkları ölçüde onlar da sorumlu. Türkiye'de BİT sektörünün ve genelde BİT ile ilgili her konunun kaderi, sanki bu konular ülkenin geri kalanını ilgilendirmiyormuş gibi, kendi içine kapalı bir gündemin tutsağı olmaktır. Siyasilerin ve toplumun ilgisi, ya büyük etkinlikler, 17

seçimler, AB uyum problemleri sırasında, ya da internet ile ilgili olarak dile getirilen, Atatürk, pornografi ve hakaret gibi şikâyetler gündeme gelince uyanır. Tam rekabetçi, herkesin erişimine açık ve yenilikçi bir BİT sektörünün ulusal bir kalkınma motoru olduğunu bu sektör, bir türlü topluma, siyasilere ve iş dünyasına kabul ettiremez. Ama aynı sektör farklı örgütlenmeleri, ağları arasında fiziksel ve iletişimsel bir senkronizasyon da sağlayamadığı için güçlü bir sosyo-ekonomik oyuncu olarak konuşamaz da. Çünkü ülke geneline yayılmış yönetişim fobisinden payını almıştır. Diğer sektörler gibi tek parti iktidarında ya da örtülü devlet müdahalesi dönemlerinde palazlanmadığı, soğuk savaş ve içe kapanma dönemi bittikten, ekonomik paradigma değiştikten sonra ortaya çıkmıştır. Bu yüzden rant mekanizmalarına dahil olamamış ulusal BİT sektörü, ithalat bağımlısı, diğer sektörlerle işbirliği ağları geliştiremeyen, alt sektörleri arasında dengeli bir yapı kuramayan, sektörel arz-talebi aşan ve küresel oyuncularla gelişen bir pazara adapte olamayan bir sektör haline gelmiştir. Telekomünikasyon bir tarafa, derinliksiz bir sektör. 3.2 Türkiye’de BİT İle İlişkili Politika Yapım Sürecinin Durakları Türkiye’de BİT ile ilişkili alanlarda politikalar, dünyadaki gelişim düzeyiyle hemen hemen eşzamanlı olarak geliştirilmiş, fakat bu girişimler maalesef öngörülen sonuçları doğurmaktan uzak kalmıştır. Politika yapım sürecini etkileyen belli başlı durakları kısaca saymak yerinde olacaktır. 1963’te TÜBİTAK kuruldu. 1966’ TÜRDOK (Türkiye Bilimsel ve Teknik Dokümantasyon Merkezi) açıldı. 1971’de ilk bilişim STK’sı TBD kuruldu. 1976’da 1. Ulusal Bilişim Kurultayı yapıldı. 1979’da bir sektörel örgütlenme olarak TÜBİSAD kuruldu. 1983’te BTYK kuruldu. 1986 TÜVAKA (Türkiye Üniversiteler ve Araştırma Kurumları Ağı) yaratıldı. 1986’da Ege Üniversitesi, Yıldız Üniversitesi ve ODTÜ TÜBİTAK İnternet Altyapısı’nı geliştirdi (EARN- European Research and Education Networking Association bağlantısı). 1990’ Bilişim Yüksek Konseyi kuruldu. 1991’de BİT dahl Ar-Ge faaliyetlerini fonlamak için TTGV kuruldu. 1991–1993 arasında TRNET altyapısı oluşturuldu. 1993’te TÜBA kuruldu. 1994’te Türk Patent Enstitüsü kuruldu. 1995’te diğer bir bilişim STK’sı TBV kuruldu. 1995’ 1. Türkiye’de İnternet Konferansı düzenlendi ve gelenekselleşti. 1998’de TUENA 18

planı yapıldı ama hayata geçirilemedi. 1998’de 9. Ulaştırma Şurası Haberleşme Komisyonu Çalışmaları yapıldı. 1998’de ETKK kuruldu ve önemli raporlara imza attı. 1997’de ULAKBİM oluşturuldu ve TBD KamuBİB’i kurdu. Yine aynı yıl ODTÜ Enformatik Enstitüsü kuruldu. 1998’de İnternet Kurulu ve Kamu-Net Üst Kurulu kuruldu. 2000’de VIII. Beş Yıllık Kalkınma Planı Bilişim Teknolojileri ve Politikaları Özel İhtisas Komisyonu Raporu yayınlandı. Aynı yıl TÜBİTAK öncülüğünde Vizyon 2023 çalışmaları başlatıldı. 2001’de BİT STK’ları bir araya gelip Bilişim Sivil Toplum Örgütleri Platformu’nu kurdu ama girişim sonuçsuz kaldı. İnternet ve Hukuk Platformu kuruldu ve BİT bağlantılı hukuki düzenleme alanlarında önemli çalışmalarda bulundu. Aynı yıl Türkiye “eAvrupa+” girişimine dahil oldu ve “ETürkiye Girişimi”ni başlattı, e-devlet odaklı kısa dönem eylem planları hazırlandı. 2002’de 1. Bilişim Şurası toplandı. 2003’te İletişim Şurası gerçekleştirildi. TBV, sektörün önceliklerini bir sunumla Başbakan’a iletti. 2003’te yeni hükümet “EDönüşüm Türkiye Projesi”ni duyurdu ve “E-Dönüşüm Türkiye İcra Kurulu”nu oluşturdu. DPT Bilgi Toplumu Dairesi kuruldu. 2004’te İcra Kurulu katılımcısı STK’lar tarafından “E-Dönüşüm Türkiye İcra Kurulu STK İzleme Komitesi” kuruldu ve raporlarını yayınlama başladı. 2004’te İzmir İktisat Kongresi toplandı ve bilgi ekonomisi, bilgi toplumu, bilim-teknoloji, ar-ge politikaları ile ilgili önemli dokumanlar ortaya çıktı. Dünya Bankası Türkiye Bilgi Ekonomisi Değerlendirme Raporu yayınlandı. Bilişim STK’ları Alternatif Bilgi Toplumu Stratejisi Girişimi’ni İcra Kurulu’na sundu. 2. Bilişim Şurası toplandı. TÜSİAD 1. İnovasyon Kongresi’ni düzenledi. 2005’te Ulusal İnovasyon Girişimi kuruldu. 2006’da Bilgi Toplumu Stratejisi ve Eylem Planı yürürlüğe girdi. 2007’de TÜBİSAD tüm siyasi partilere yönelik bir Açık Çağrı yayınladı. Yine TÜBİSAD Yazılım Stratejisi’ni İcra Kurulu’na sundu. TİM “İnnovasyon” Konferansı düzenledi. 2008’de TBV, TBD ve TÜBİSAD İcra Kurulu’na sektörün beklentileri, politika iyileştirmeleri, proje önceliklendirmeleri gibi konularda çeşitli sunumlar yaptılar. Ama bu girişimlerin hiçbiri beklenen sonucu veremedi. 3.3. E-Yönetişimin Tarafları: Kamu tarafında sorunun kaynağını “yönetişim fobisi” olarak teşhis etmiştim. İş dünyası, STK’lar ve sivil inisiyatifler tarafındaki sorun da etkisizlik, iletişimsizlik, 19

koordinasyonsuzluk, güç birliği oluşturamama, kendini aktör olarak konumlayamama, izleme ve baskı işlevlerini yerine getirememe gibi bir dizi konuyla bağlantılı. Özel sektörümüz tüm faaliyet alanlarında ancak çok az bir küresel rekabet avantajı üretebiliyor. İş dünyası sektörler arası veya içi güç birlikleri geliştiremiyor. Ne kendi içinde, ne de STK, akademi, uluslararası örgütler vb. doğal müttefikleri ile etkin bir yönetişim ağı kurabiliyor. Muhatabı olan hükümet, AB, TSK, emek örgütleri vb. düğümlerle de ağ ilişkisi geliştiremiyor; "muhatap" olamıyor. Çünkü iş dünyası politika üretemiyor. Ulusal politikaların oluşturulması için yönetişim dinamosu olma misyonunu yerine getiremiyor. Mevcut pazarın paylaşımı ve "muhatap" bile olamadığı iktidar odaklarından gelmesi muhtemel kazancın taktik hesabından ötesine geçemiyor. Katma değer üreterek kazanan bir özel sektör, nitelikli toplumsal sermaye ve kamusal-özel yönetişim ağı sayesinde refahın oluştuğunu bilmeli ve üzerine düşeni yapmalı. Türkiye'de emek örgütlerinin bilgi ekonomisine geçiş ve bilgi toplumuna dönüşüm sürecinde kendi işlevlerine uygun rol yüklenmediği açık. Bilgi ekonomisinin dinamiklerini, özellikle de üretimde teknolojinin artan ağırlığını bir tehdit olarak algılamaları anlaşılabilir. Ama tam da bu yüzden, çalışanların haklarını korumak ve bilgi becerilerine sahip işgücünün oluşumunda taraf olarak yer almak için sürece daha etkin bir biçimde katılmaları beklenmez miydi? Emek örgütlerimiz de, tıpkı bürokrasi gibi, geçen yüzyılın paradigmalarıyla yaşamıyor mu? Bu örgütler içinde aklı başında stratejiler öneren kesimler var, ama yönetsel mekanizmalar üzerinde etkili olamıyorlar. Sendikalar, işverenlerle istihdam üzerinde yapısal etkileri olamayacak, sadece çalışanların gelirlerinde ve kazanılmış haklarında göreli iyileşmeler için mücadele ediyorlar. Hükümet karşısındaki konumları da ya kalıcı olmayan konjonktürel düzenlemelerle ilgili, ya da özelleştirme karşıtı müdahalelerle sınırlı. Emek güçlerinin, istihdamın değişen doğasına, işgücü eğitimine, tarım başta olmak üzere giderek atıl hale gelen niteliksiz işgücünün nitelikli hale getirilerek yeniden üretime kazandırılmasına, oluşmaya başlayan bilgi temelli işgücünün hak düzenine, küresel sermaye akışıyla dengesizleşen ekonomik sistemi rekabet avantajı yaratarak istikrara kavuşturacak ve korumasız kesimlere yönelik değer üretmesini sağlayacak stratejilere odaklanan politikalar

20

üretmesi ve bu politikaların uygulanmasında geleneksel yaptırım güçlerini kullanması gerekir. Ülkemizde inovasyon dinamiklerinin kısırlığı, bilim ve teknoloji politikalarının ataleti ve kalkınmanın sürdürülemezliği ortada olduğuna göre, Akademi'nin ne yapmadığı da açık. 60'ların sonundan bu yana siyasi gerilimlerin bedelini otonomisini kaybederek ödeyen Akademi, merkezi yönetim zaafıyla yönetilemez hale gelmiş durumda. Bu yönetsel zaafın bedeli her alanda ortaya çıkıyor: inovasyon ve Ar-Ge jeneratörü olması gereken Akademi, bilgiyi üretip yönetecek zihinsel ve finansal kaynaklara sahip olamıyor; üniversite – sanayi işbirliği için gerekli esnek yapıyı oluşturamadığı için özel sektörle yönetişim ilişkisi geliştiremiyor, sanayiye bilgi ve nitelikli insan sermayesi transferinde bulunamıyor; küresel modellerden devşirilmiş teknopark tarzı yapılanmaları asli işlevlerini hiçe sayarak rant alanı olarak kullanıyor ve kendi bindiği dalı kesiyor; orta öğrenim sistemi ile arasındaki rasyonel geçişi sağlamak için üzerine düşeni yapmadığı gibi, eğitim kalitesini düşürerek niteliksiz insan kaynağı üretimine katkıda bulunuyor; ulusal eğitim, bilim ve teknoloji, inovasyon politikalarının tarafı olma işlevini ataleti ve etkisizliği yüzünden yerine getiremiyor; böylece bilgi ekonomisi ve bilgi toplumunun temel eksenlerinden biri olan "yaşamboyu öğrenim" ortamının oluşmasında en önemli taraf atıl kalıyor. Bu arada inovasyon da Akademi gibi merkezi yapılarla yönetilmeye çalışıldığı için ulusal kaynaklar heba oluyor. BİT'nin hızlı gelişimiyle toplumların giderek ağ biçimi yapılanmalara evrildiği, bilginin paylaşımının iktidarın paylaşımı anlamına geldiği bir çağda, sivil toplum kuruluşları (STK) farklı toplumsal kesimlerin örgütlenmesinin, dolayısıyla da demokratik katılımın asli öznesi haline geldiler. Bu katılım, özellikle "politika alanı" için olmazsa olmaz bir koşula dönüştü. Bugün ulusal politikaların oluşturulması ve başarısında, iş dünyasından işgücüne, tüketicilerden hizmet sağlayıcılara, eğiticilerden öğrencilere toplumu kuran farklı kesimleri temsil eden STK'ların rolü belirleyici oluyor. Ülkemizde merkezi yönetsel paradigmaların hâkimiyeti dolayısıyla sivil toplum alanı yeterli bir gelişme dinamiği yakalamakta gecikti. Ekonomik ya da sosyal alanlarda faaliyet gösteren STK'lar, çoğunlukla kendi yönetsel mekanizmalarında merkezi yönetim paradigmasını yansılayıp işlevsiz kaldılar. STK'ların birer "çıkar grubu" olması doğaldır; ancak bu STK'lar yönetimle ilişkilerinde konjonktürel bir paylaşıma girmeyi yeğleyip söz konusu "çıkar"ı 21

sürdürülebilir faydaya dönüştürmeyi başaramadılar. En temel işlevleri bilgi akışını yöneterek, görüşlerini yeterli iletişim düzeyine taşıyarak temsil ettikleri kesimlerin demokratik katılımını sağlamak, yani "izleme ve baskı grubu" kurmak olan STK'lar, hükümetler ve bürokrasiyle aralarındaki konjonktürel "çıkar ilişkisi" nedeniyle bu işlevi yerine getirmekte zorlandılar. Bunun doğal sonucu ise, ekonomik ve sosyal politikaların oluşturulması sürecinin bir yönetişim düzenine dönüştürülmesinde etkisiz kalmaları oldu. Kamu yönetiminde STK katılımı bir imaj operasyonuna indirgendi. Politikasızlığın boşluğunu "eylem planları"yla doldurmaya çalışan hükümet ve bürokrasi gibi, STK'larımız da katılımsızlığın ve etkisizliğin avuntusunu projelerde, raporlarda, zirvelerde, şuralarda arıyor. Vatandaşın ancak hak ettiği yönetimle yönetilebileceği demokrasinin başından beri dile getirilir. Ulus-devletin zaafı, temsili demokrasinin krizi ve doğrudan demokrasi arayışları vatandaş inisiyatiflerinin ulusal politikalarda giderek daha ağırlıklı olmasını sağlıyor. Ülkemizde sivil toplum kuruluşlarının rolü henüz çok yeni olduğu ve her zaman gerçek vatandaş inisiyatiflerinden kaynaklanmadığı için, çıkar grubu olma işlevleri ön plana çıkıyor ve yönetsel mekanizmaları merkezi yönetim paradigmalarını aynen yansıtıyor. Sivil inisiyatifler gelişemiyor. Sivil ilgi dinamiklerinin durumu için medyayı analiz etmek yeterli. Kamuoyu ilgisi sansasyonel, geçici, konjonktürel durumlarla sınırlanmış. Öğrenmek, bilmek istemiyoruz. Bu durum sürsün istiyoruz sadece. Sanki yarın hiç olmayacakmış gibi davranıyoruz. Her seçimde tam bir balık hafızasıyla davranıyor, ancak gündelik ekmeğimizle oynandığında sesimizi çıkarıyoruz. Bu kadarı da bizi gerçekten "vatandaş" ve toplum yapmaya yetmiyor. Katma değer üreterek rekabet avantajı sağlamak, insani ve ekonomik kalkınmayı demokratik ve adil paylaşım temelinde sürdürülebilir kılmak için, bilgi ekonomisine geçiş ve bilgi toplumuna dönüşüm hedeflerine yönelik olarak Türkiye'nin seferberlik içine girmesinden sorumlu tarafların ne yapmadıkları ortada… Hükümet, bürokrasi ve kamu sektörünün, özel sektör ve kuruluşlarının, emek örgütlerinin, akademinin, STKların ve inisiyatif gösteremeyen vatandaşın yapmadıkları, yapmaları gerekenin ne olduğunu da ortaya koyuyor. Tarafların tamamının yapmadıkları, yapmaları gerekenin ne olduğunu da ortaya koyuyor. Tarafların "birlikte" yapmaları gereken şeyler var... Öncelikle bu kesimlerin kendi kurumsal yapılarında merkezi güç yanılsamasından kurtulup, faaliyet alanlarına 22

özgü bir yönetişim modelini uygulama niyetini göstermeleri gerekiyor ki, diğer taraflarla meşru bir paydaşlık ilişkisine girebilsinler. Sonra tümü etkin ve geniş bir uzlaşma çerçevesinde olmak üzere; şimdiye kadar şu ya da bu kesim tarafından üretilmiş ancak üzerinde uzlaşılamadığı için raf ömrünü doldurmuş politika, strateji, eylem planlarından kurtulup, öncelikli hedefleri konumlayan gerçek bir ulusal politika oluşturmaları; sonra bu politikayı küresel koşullara uyumlu bir yol haritasına dönüştürecek stratejiyi belirlemeleri; sonra farklı kesimler ve hedefler bağlamında ayrımlaştırılmış stratejik sürecin koordinasyon ve uygulama düzeneğini yönetişim temelinde ve meşru bir zeminde kurmaları; sonra strateji bağlamında önceliklendirilmiş projelerin hayata geçirilmesine yönelik eylem planını, fizibilite ve risk analizi çalışmalarıyla birlikte oluşturmaları; daha sonra, küresel, bölgesel ve ulusal koşulların değerlendirilmesi ve politika doğrultusunda projeksiyonlar yapılmasıyla bu sürecin denetlenmesi ve iyileştirilmesi için katılımcı bir üst yapıyı kurmaları; bununla da yetinmeyip, STK ve akademi katılımlı bağımsız izleme mekanizmaları kurgulamaları gerekiyor. Bu sürecin atılıma dönüşmesinin koşulu, etkin katılım, şeffaf yönetim, adil paylaşım ve en geniş uzlaşma zemini… Yani bilgiyi ve iktidarı paylaşmadan, gerçek bir yönetişim düzenine geçmeden ülkenin geleceğini kuramazsınız. 3.4. Bilgi Toplumu Stratejisi

DPT ihalesiyle Peppers&Rogers uluslararası danışmanlık firmasına hazırlatılan “Bilgi Toplumu Stratejisi 2006–2010” belgesi ve ekli Eylem Planı, Yüksek Planlama Kurulu Kararı'yla onaylandı, 28/07/2006 tarihli ve 26242 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. (DPT, 2006–1; DPT, 2006–2; SPO, 2006) Resmiyetinden kuşku olmayan bu belge “ulusal” sıfatını da hak ediyor mu acaba? İki yıldan fazla bir süredir Türkiye’nin bilgi ekonomisine geçişi ve bilgi toplumuna dönüşümü ile ilgili faaliyetleri yürütmesi beklenen e-Dönüşüm Türkiye İcra Kurulu, “Bilgi Toplumu Stratejisi”nin yönetsel sahibi olarak görünüyor. Kurul toplantılarına sivil toplum kuruluşları ve TOBB gibi iş kuruluşlarının katılımı istendiğinde, e-dönüşüm alanının zorunlu yönetsel modeli olan etkin “yönetişim” yolunda bir adım attığımız hayalini kurmaya başlamıştık ki, bunun karar süreçlerine katılım değil kamuoyu operasyonu olduğunu görüp uyandık. Katılımcı 23

STK’lar TBD, TBV, TÜBİSAD, oluşturdukları “İzleme Komitesi” aracılığıyla bu yapının zafiyetleri hakkında düzenli raporlar sundular. (e-Dönüşüm Türkiye İcra Kurulu STK İzleme Komitesi, 2004; 2005) Eleştiriler, İcra Kurulu’nun hukuki meşruiyet zeminin zayıflığı ve buna bağlı olarak yeterince yaptırımcı olamaması ve yönetişim zafiyeti üzerinde odaklandı. Bu eleştirilerin yerindeliği “Bilgi Toplumu Stratejisi”nin hazırlık süreciyle kanıtlandı. Stratejinin gerekliliği ve eksikliği tartışılıyordu, ama DPT ihalesiyle bir firmaya hazırlatılması konusu oldubittiye geldi. Taslak belge hakkında STK’ların görüşleri istendi, ama bunlar dikkate alınmadı. Çünkü belge bu görüşlere cevap verilmeden, STK temsilcilerinin katkısına açılmadan onaylandı. Şeffaf, yani kamuoyuna açık tartışma ancak belgenin onaylanmasını takiben başlatıldı. Başlangıçta İcra Kurulu’nun “sekreterya”sı olarak konumlanan DPT, bu “strateji” ile belgenin asıl “sahibi” ve bilgi toplumu faaliyetlerinin “genel koordinatörü” oldu. Belgenin “Kurumsal Yapılanma ve Yönetişim” başlığı altında (DPT, 2006–1:43–46; SPO, 2006:43–46), mevcut haliyle hukuki meşruiyeti tartışılır olan İcra Kurulu için öngörülen model, bürokrasinin “e-dönüşüm Türkiye”den ne anladığını ortaya koyuyor: sadece “e-devlet”, hem de en mekanik anlamıyla e-devlet... Bir “Dönüşüm Liderleri Kurulu” da öngörülmüş, ancak yalnızca kamuyla sınırlı. STK ve iş dünyası “liderleri”nin adı geçmiyor. DPT “sekreterlikten” “koordinatörlüğe” yetki aşımında “sahiplik” payesiyle mutlu edilirken, STK’ların rolü “danışmanlığa” ve “iletişim desteği”ne indirgeniyor. Yeni “DPT Bilgi Toplumu Genel Müdürlüğü”nün “stratejinin sahibi" olarak konumlandırılması yetmemiş, kaynak tahsisinden TÜİK yoluyla izleme ve denetlemeye kadar tüm kilit yetkiler bu kuruma devredilmiş. “Güçler ayrılığı” bir ilke değil sanki! İcra Kurulu’nun en çok eleştiri alan yönü yönetişim yapısının sözde kalması iken önerilen düzenleme manidar. Yönetsel modelde yer alan diğer birimler de salt kamu kesimiyle sınırlı. Bir fizibilitesi ve risk analizi bile bulunmayan “Eylem Planı”ndaki maddeler de öyle. “Bilgi toplumu”nu “devletten inerek” kurma çabası, Türkiye’de bürokrasi ve siyasetin kurmaktan sıkılmadığı hayalin bir örneği. Ama bu “hayal” ülkenin geleceği için gerçek bir “kâbus”. Ne kadar güç toplamaya çalışırsanız o kadar güçsüz olursunuz. Mutlak iktidar yanılsaması iktidarsızlığın sonucudur. Bilgi ve iletişim teknolojileri ve özellikle yazılım sektörü konusunda ithalatı ihracattan fazla öngören, geniş banttan alternatif telekom hizmetlerine tüm erişim 24

hizmetlerini Türksat’a devrederek yeni bir Türk Telekom modeli yaratan, koyduğu hedeflerle “Avrupa Birliği i2010” hedeflerinin altında kalmaya mahkûm bir Türkiye tablosu çizen bu belgenin “e-dönüşüm atılımı”ndan bahsetmesi ironik! Kamu yönetiminin mekanik modernizasyonu dışında herhangi bir açılım göremediğimiz bu modelde, ne iş dünyası ne de ilgili STK’ların “yönetişim” platformuna nasıl daha etkin katılacakları, yani yönetişimin özü konusunda en ufak bir önerme yok. Adı dışında. Belgeye eşlik eden “Eylem Planı”nda da bu konuda bir eylem yer almıyor. (DPT, 2006–2) Söz konusu olan herhalde kamu kurumları arasındaki “yönetişim”. Bu durumda “bilgi toplumu” kamuda bilgi yönetiminden ibaret olmalı! E-dönüşüm, ülkeyi, ekonomisiyle, kültürüyle, örgütlenmesiyle tüm toplumu kapsaması gereken ulusal bir hareket değil mi? Belge resmi olmasına resmi de, adı gereği tüm toplumu kuşatması, dolayısıyla toplumu oluşturan tüm kesimlerin uzlaşısını temsil etmesi gereken, “ulusal” olarak nitelendirilmesi bu koşula bağlanan belgenin “başarısı”, resmiyetinden kaynaklanmayacak herhalde. 2006–2010 yılları arasında Türkiye’yi bilgi toplumuna taşıması beklenen strateji ve eylemleri konumlayan belgenin zafiyeti bunlarla sınırlı değil ne yazık ki. Strateji belgesinin temel sorunu, “sosyal dönüşüm”, “vatandaş odaklı hizmet dönüşümü”, “bilgi ve iletişim teknolojilerinin (BİT) iş dünyasına nüfuzu”, “kamu yönetiminde modernizasyon”, “küresel rekabetçi bilgi teknolojileri sektörü”, “rekabetçi, yaygın ve ucuz iletişim altyapı hizmetleri”, “Ar-Ge ve yenilikçiliğin geliştirilmesi” alt başlıklarıyla tanımlanan ve “e-dönüşüm” olarak adlandırılan sürecin konumlanmasında. Bu alt başlıkların, “bilgi toplumu” gibi geniş bir kavramı açıklamak için yeterli olup olmaması bir yana, tüm kesimleri ve kurumlarıyla toplumu dönüştürecek bir atılımın somut olarak sadece kamu modernizasyonuyla sınırlanması, stratejinin “başarısı” hakkında da somut bir fikir veriyor! “Bilgi toplumu”, sosyo-ekonomik boyutlarıyla birlikte değerlendirilmediği zaman, soyut ve içi boş bir kavrama dönüşüveriyor. Bilgi toplumu “bilgi ekonomisi”yle birlikte tanımlanmak zorunda olan ve bilginin üretimi, paylaşımı, dolaşımı ve kullanımı bakımından değer yaratarak bunu eşit ve adil bir biçimde paylaşan toplumları niteleyen bir kavram. Bu bakımdan bizim bilgi toplumu stratejimizin konusunun “toplum” olmadığı ortada…

25

Örneğin “sosyal dönüşüm” alanında önerilenler, okullarda bilgi teknolojileri altyapısının geliştirilmesi, internet ve bilgisayar penetrasyonunun artırılması, kamusal erişim imkânı sağlanması, internet güvenliği ve içeriğinin geliştirilmesi gibi “e-hazırlık” standartlarıyla sınırlı. (DPT, 2006:21–24; SPO, 2006:21–23) Sosyal dönüşüm, bilgi toplumuna “hazır” olmaktan fazlasını gerektiriyor. Temel bilgisayar eğitimi alan, okullarda ve erişim noktalarında internete erişebilen gençlerimiz, bu nitelikleriyle bilgi ekonomisine de hazır hale gelecekler mi? Bilgi temelli istihdama uygun sosyal sermayenin oluşması için, köklü bir eğitim reformu gerekiyor: yani bilgi ekonomisinin “yaşamboyu öğrenim” modeline göre yapılanmış, bilgi ile ilgili becerileri geliştirmeyi hedefleyen esnek bir eğitim sistemi… Belgede bu konuda hiç bir açılımın olmaması sürpriz değil. BİT uygulamalarının iş dünyasına nüfuz etmesi ve rekabetçi bir BİT sektörünün oluşması, bilgi ekonomisinin öncelikli koşullarından biri. Belgede BİT sektörünün tam rekabete açılması sürecini işletecek öneriler yerine, Türk Telekom gibi yeni bir tekel modeli öngörülüyor. Kamuda genişbant erişiminden alternatif telekom hizmetlerine, ortak çağrı merkezlerinden olağanüstü durum merkezine birçok konu Türksat yetkisine bırakılıyor. Kamu alımlarında ulusal sektöre öncelik tanıyacak bir yapı düşünülmüyor. Hal böyle olunca, 2010’da 9 milyar dolarlık bir büyüklüğe ulaşması beklenen ulusal BİT sektöründe, sadece 407 milyon dolarlık bir yazılım ve servis ihracatı öngörülmesi de şaşırtıcı değil. Sektörü baltalayan statükonun sürmesi beklendiğinden olsa gerek, tamamen ithalata bağımlı bir iç pazar öngörülüyor! (DPT, 2006:14–17, 26–29; SPO, 2006:14–16, 24–26) Belgeye ekli eylem planında da ciddi sorunlar var. Birçok eylemin finansmanında kamusal-özel sektör işbirliği öngörülmüş, ama bu yapının finansal modeli konusunda açılım yok. Önerilen eylemlerin maliyetinin 5.3 milyar YTL’ye ulaşması bekleniyor ve bunun yarısından fazlası işletme ve vatandaşlara düşüyor. Ama bu kaynağın nasıl yaratılacağı konusunda ipucu yok! (DPT, 2006–2: 3–7) Önerilen eylemler doğaları gereği birbirlerini etkileyen faaliyetler. Ancak bunların entegrasyon projeleri, risk analizleri ve etkileşimli fizibiliteleri yok! Tüm eylemler kamu kesimi ile ilgili ve mevcutların derlenmesinden ibaret. Herhangi bir ihtiyaç önceliklendirmesi yapılmamış. Belgenin hazırlık aşamasında “unutulan” ve sonradan konuyla ilgili TÜBİTAK çalışmalarına referansta bulunularak eksikliği giderilmeye çalışılan inovasyon ve Ar-Ge konusunda somut bir öneri yok. Ne 26

inovasyonun hukuksal altyapısı, ne üniversite-sanayi işbirliği, ne de inovasyon ve girişimciliğin önünü açacak finansal modeller… (DPT, 2006–2: 40) Belgenin tüm öngörüleri, Avrupa Birliği’nin mevcut ortalamalarına göre konumlandığından, AB Lizbon Stratejisi’ni güncelleyen “i2010” kıstasları dikkate alınmadığından, her durumda AB standartlarının gerisinde kalmaya mahkûm bir Türkiye tablosu ortaya çıkıyor. Bu stratejiyle bilgi toplumu değil, ancak “bilgi pazarı” oluruz. Toplumsal uzlaşıya dayalı bir bilgi politikası ve bu politika üzerinde temellenen bir bilgi toplumu ve bilgi ekonomisi stratejisi geliştiremez, bu stratejiyi tüm kesimlerin açık yönetişimi esasında hayata geçiremezsek, olacağımız da bu zaten! “Bilgi Toplumu Stratejisi”nin “bilgi toplumu” anlayışı, stratejik önceliklerin belirlenmesi ve ilgili eylemlerin önerilmesi üzerinde indirgemeci bir etkiye sahip. (DPT, 2006–1:3–18; SPO, 2006:3–17) “Bilgi Toplumu”nu “Bilgi ve İletişim Teknolojileri” (BİT) erişiminin, yaygınlığının ve kullanımının doğal sonucu gibi görünce, devletin öncelikli görevlerini göreli BİT gelişimi ile sınırlandırıp mekanik bir e-devlet sistemi ortaya koymayı “strateji” kabul etmek doğal. Keşke mesele bu kadar basit olsaydı! “Bilgi” gibi bir dinamiğin enerjisini ulusun sosyal, ekonomik ve kültürel gelişimi için kullanmak, biraz daha karmaşık bir hedefleme sistemi gerektiriyor. Ama birçok ülkenin başarısı ölçülebilir ulusal stratejileri ve bu stratejilerin nasıl bir uzlaşı ve iradeyle ulusal etkiye sahip olduğunun öyküsü, internet sayesinde herkesin erişimine açık! Bilgi toplumu ve bilgi ekonomisi hedefleri, ülkenin bilgi paradigması ile dönüşen küresel ekonomiye etkin biçimde entegre olması; büyüme ve verimliliği sürdürülebilir kılması; iç pazar dengelerini yönetilebilir bir istikrara kavuşturup, dış ticaret hacmini katma değer odaklı artırarak küresel rekabet avantajı yaratması; yeni ve kazançlı bilgi yoğun istihdam kanalları açarak, inovasyon kültürünü girişimciliğin dinamiği kılarak, kaliteli, esnek, bilgi becerilerine sahip ve sürekli öğrenen bir sosyal sermaye oluşturarak adil ve demokratik bir insani ve ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmesi anlamına geliyor… BİT erişimi ve kullanımının yaygınlaşması, bu sistemik bütünün sadece dinamik bir parçası olan BİT altyapısı ve imkânlarının etkinleşmesi için bile yeterli değilken, tek başına toplumu bilgiye taşıması nasıl beklenebilir? Bilgi toplumunun somut ve ölçülebilir parametreleri artık bilgi ekonomisi performansıyla ilgili. 27

Belgede kullanılan parametreler ise, artık bilgi toplumu ve bilgi ekonomisi performansını ölçmekten uzak, BİT penetrasyonuyla ilgili “e-hazırlık” standartlarından ibaret. Bilgi toplumu ve BİT politika ve stratejileri uzun bir süredir ulusal bilgi politikasının çizdiği çerçevede bilgi ekonomisine geçiş stratejileriyle etkileşimli olarak geliştirilmekte. Bu çerçeve ve ülke için önerilen stratejiler konusunda fikir edinmek için, ilgili sivil toplum, iş dünyası, kamu kuruluşu ve akademi temsilcileri tarafından hazırlanan 2004 Türkiye İktisat Kongresi “Bilgi Ekonomisi ve Bilgi Toplumu Çalışma Grubu” raporuna bakılabilir. (Türkiye Iktisat Kongresi 2004 22. Calisma Grubu, 2005) Strateji belgesinin indirgemeci yaklaşımı, bilgi toplumunu açıklamakta zaten yetersiz kalan alt başlıklarının her birinde de aynı sonucu veriyor. Sosyal dönüşümün bir parçası olarak “odaklı yetkinlik”ten söz edilirken bilgi ekonomisine uygun yetkinlikte insanlar yetiştirecek bir “yaşam boyu öğrenme” modeli, hatta eğitim reformu bekliyorsunuz; ama hayır, karşınıza çıkan sadece “temel seviye BİT kursları”! (DPT, 2006–1:21–24; SPO, 2006:21–23) BİT’nin iş dünyasına nüfuzu konusunda, iş yapma ortamının iyileştirilmesi, KOBİ’lerin iş süreçlerinde verimlilik sağlayacak modellerin desteklenmesi gibi konularda hukuksal altyapıyı da kapsayan bilgi ekonomisi modelleri bekliyorsunuz; karşınızda yine bilgisayar sahipliği, internet erişimi, e-ticarete özendirmek… (DPT, 2006–1:25–28; SPO, 2006:24–26) “İş yapma kolaylığı” başlığını görünce, iş yapma maliyetini düşürecek, verimlilik için BİT çözümleri kullanımını özendirecek, girişimcilik ve inovasyonu teşvik edecek somut bir yaklaşım arıyorsunuz, ama sonra meselenin sadece “devletle iş yapma kolaylığı” olduğunu anlıyorsunuz. Belge BİT sektöründe ihracatı artırmaktan söz ediyor, ama ne teknopark zafiyetini düzeltmekten, ne sektörel ve bölgesel kümelenme stratejileriyle katma değer üretiminde girişimcilik ve inovasyonun hâkim kılınmasından, ne de savunma sanayi başta olmak üzere kamu ekonomisinde ulusal sektöre avantaj sağlayacak girişimlerden dem vuruyor! Belge “BİT destekli kamu yönetim reformu”nu hedefliyor, ama kamu yönetiminde bilgi toplumu ve bilgi ekonomisi paradigmalarına uygun bir e-yönetişim modelini anmıyor; e-devletin e-demokrasi olmadan mekanik bir modernizasyondan ibaret olduğunu unutmuş görünüyor. (DPT, 2006–1:33–36; SPO, 2006:32–34)

28

Hukuk strateji belgesinin yumuşak karnı. Vergi, kamu tedarik sistemi gibi bir iki konunun dışında pek izine rastlanmıyor. Oysa bilgi toplumu ve bilgi ekonomisi ancak uygun hukuksal altyapı üzerinde gelişebilir. Bu altyapı eğitimden istihdama, kamu yönetiminden ticarete, seçim sisteminden sağlığa karmaşık bir sistemdir; ve ancak hedeflerin ihtiyaç önceliklendirmesine göre hukuk haritasındaki yerinin saptanması, hukuksal risk analiziyle ulusal faydanın belirlenerek ilgili tüm tarafların katılımına açık bir yapıda şeffaf ve sorumlu bir kanunlaştırma süreciyle oluşturulabilir. (Türkiye Iktisat Kongresi 2004 22. Calisma Grubu, 2005:44–46, 82–85) Strateji belgesi, bilgi politikası, bilgi ekonomisi ve hukuk olmadan işini yapabilecek gibi görünmüyor. Bilgi Toplumu Stratejisi’nin kamu ağırlıklı yapısını dengeleyebilmek için BİT STK’larının öncülüğünde, ekonomik ve sosyal hayatın önemli aktörlerinin katılımıyla geliştirilecek bir Bilgi Toplumu Eş Stratejisi’ne ihtiyaç var. 4. SONUÇ: Türkiye irade, politika, strateji ve plan arasındaki hattı kurabilecek mi? Türkiye, 2005 Ekim ayından bu yana AB ile ilişkilerinde bir yavaşlama, duraksama, hatta atalet içine girmiş durumda. Rahatlıkla öngörülebilir olmasına rağmen, Kıbrıs ve diğer netameli konuların yaratacağı engeller, bazı AB ülkelerinin iç politika koşulları gereği yaşanacak sıkıntılar, yönetilmek bir yana görmezden gelindi ve içinde bulunduğumuz durum ortada. Müzakere süreci kesintiye uğradı. Buna toplumdaki, yine öngörülebilir olan ve yönetilmesi gerekirken göz ardı edilerek iç politika malzemesi kılınan AB yorgunluğu da eklenince atalet halimiz derinleşiyor. AB entegrasyon sürecinin ülke için bir kulübe katılmaktan çok daha fazla anlam taşıdığı, bunun küresel standartlara uyumlu bir platform yaratarak insani ve ekonomik kalkınma için sıçrama ivmesi yaratacak bir tramplen olarak değerlendirilmesi gerektiği çok açık. Ama “değerlendirmek” için “yönetmeniz” gerekir. Yönetmek için de bir “politika”nız olması… Strateji sonra gelir, taktikse bir detaydır. Ama ülke yönetimi taktik akılla oynayarak kaçınılmazı geciktirmeye, yani aslında çoktan bir yerlere devrettiği iktidarını toplumla paylaşmaktan kaçmaya çalıştığı için, tüm engeller aşılamaz görünmeye başlıyor. Oysa Türkiye tarihi bir an yaşıyor. Ekonomi, sosyal yapı, 29

kültür… Ülke, bu temel eksenlerdeki güç kanallarını senkronize, entegre ve koordine ederek, yani “yöneterek” bir sıçrama hareketini başlatmak zorunda. Bu fırsat şimdi önümüzde ve siyasi liderliğin tetiklemesiyle ulusal iradeyi harekete geçirmeyi bekliyor. Ulusal BİT politikası, aynı zamanda “ulusal kalkınma politikası” anlamını da taşıyor; çünkü bu politikanın eksenini “bilgi ekonomisine geçilmesi ve bilgi toplumuna dönüşüm” hedefleri oluşturuyor. Türkiye’de bu politikanın oluşturulmasından yönetişim düzeni içinde uygulanmasına geçen süreç, siyasi irade ile birlikte yürüyen bir ulusal seferberlik olarak planlanmalı. Türkiye’nin ulusal bilgi faktörleri –teknoloji, inovasyon, kalite ve becerilerperformansının iyileştirilmesi, gerek toplam faktör verimliliğinin artırılması, gerekse sürdürülebilir, uzun vadeli ekonomik büyüme hedefinin gerçekleştirilmesi bakımından hayati önem taşıyor. Kalkınma politikalarımızı hızla bilgi ekonomisinin paradigmalarına uyarlamak zorundayız. Türkiye bir süredir hayati bir yol ayrımında bulunuyor. Merkeziyetçi yönetim mirasına saplanmanın bizi soktuğu yönetsel çıkmazda, küresel paradigma dönüşümünü atlamak ve bilgi dolaşımından dışlanmak gibi bir tehlikeyle karşı karşıyayız. “Yönetişim fobisi”nden kurtulmak zorundayız. Ulusal fayda, bilgiyi üretmek, işlemek, paylaşmak ve yönetmekten, yani küresel oyuncu olmaktan geçer. Verimliliği artırmak, nitelikli istihdam yaratmak, istikrarlı büyüme sağlamak, ulusal rekabet avantajı elde etmek ve kalkınmayı sürdürülebilir kılmak ise, bilgi ekonomisini yerleştirmekten geçiyor. Bilgi, politika ile ekonomi yaratır.

30

KAYNAKLAR Atkinson, Robert D. (2003), Network Government for the Digital Age, PPI Policy Report, http:// www.ppionline.org/documents/NetGov_0503.pdf (23.12.2008 tarihinde erişildi) Castells, Manuel (1996), The Rise of the Network Society, Massachusetts, Blackwell Comission of the European Communities (2001), “The Impact of the e-Economy on European Enterprises: Economic Analysis and Policy Implications”, COM(2001) 711 Final, http://ec.europa.eu/ enterprise/ict/policy/doc/com_2001_711_en.pdf (21.12.2008 tarihinde erişildi) Commission Of The European Communities (2005), “i2010 – A European Information Society for growth and employment”, Brussels, COM(2005) 229 final, http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=COM:2005:0229:FIN:EN:PDF tarihinde erişildi) DPT (2006–1), Bilgi Toplumu Stratejisi 2006–2010, Yayın www.bilgitoplumu.gov.tr/BTStrateji.asp (21.12.2008 tarihinde erişildi)

No:

DPT:

(16.12.2008 2699,

http://

DPT (2006–2), Bilgi Toplumu Stratejisi Eylem Planı 2006–2010, Yayın No: DPT: 2698, http:// www.bilgitoplumu.gov.tr/btstrateji/Eylem_Plani.pdf (21.12.2008 tarihinde erişildi) e-Dönüşüm Türkiye İcra Kurulu STK İzleme Komitesi (2004), 1. Rapor, http://www.tbv.org.tr/TBV/ Documents/Yayinlar/Raporlar/e-DTRIzlemeRaporu1.pdf (21.12. 2008 tarihinde erişildi) e-Dönüşüm Türkiye İcra Kurulu STK İzleme Komitesi (2005), 2. Rapor, http://www.tele.com.tr/print.asp?bi=1532 http://turk.internet.com/haber/yazigoster.php3?yaziid=13610 (21.12.2008 tarihinde erişildi) i2010 High Level Group (2006), The Challenges of Convergence, Discussion paper, http://ec.europa.eu/information_society/eeurope/i2010/docs/high_level_group/ i2010_hlg_convergence_paper_final.pdf (16.12.2008 tarihinde erişildi) Lehr, B. and Lichtenberg, F. (1999), "Information Technology and Its Impact on Productivity: FirmLevel Evidence from Government and Private Data Sources 1977–1993,” Canadian Journal of Economics, 32(2), 335–362 Nordhaus, William D. (2001). Productivity Growth and the New Economy, National Bureau of Economic Research Working Paper No. 8096, http://www.nber.org/papers/w8096 (21.12.2008 tarihinde erişildi) Shapiro, Carl and Varian. Hal R. (1999), Information Rules / A Strategic Guide to the Network Economy, Boston, Harvard Business School Press Türkiye İktisat Kongresi 2004 22. Calisma Grubu (2005), Bilgi Ekonomisi ve Bilgi Toplumuna Geçiş Çalışma Grubu Raporu, Ankara, DPT, Kısaltılmamış versiyon: http://www.tbv.org.tr/TBV/ Documents/Yayinlar/Raporlar/TIK%202004%20TBV%20Bilgi%20Ekonomisi%20ve%20Bilgi %20Toplumu%20Raporu.pdf (21.12.2008 tarihinde erişildi); Resmi kısa versiyon: Çalışma Grubu

31

Raporları – III. 2004 Türkiye İktisat Kongresi, İzmir, 5–9 Mayıs 2004. Ankara: DPT, 2005, http:// ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/tik2004/cilt13.pdf (21.12.2008 tarihinde erişildi) Uçkan, Özgür (2003), E-Devlet, E-demokrasi ve Turkiye, İstanbul, Literatür Warschauer, Mark (2003), Technology and Social Inclusion: Rethinking the Digital Divide, Massachusetts, The MIT Press)

32

Related Documents


More Documents from "Ozgur Uckan"