Incir
Agacının
Altında Bogmak
13 Yaşındaki
Çocuğu
Ismail Yurdakok
[email protected] Çelebi Mehmed’in küçük oğullarından olup henüz on üç yaşında olan Hamideli sancak beyi Mustafa; biraderinin II: Murat olarak Osmanlı tahtına oturmasının ardından, öldürülmekten korkarak Karaman Oğlu’nun yanına kaçmıştı. Karaman Oğlu ile Germiyan Oğlu ve Bizans İmparatoru bu küçük Mustafa’ya, ağabeyi II. Murad’ın tahtını ele geçirmeğe teşvik ettiler. O da harekete geçti ve asker toplamaya başladı. 13 yaşındaki çocuk bu işlerden ne kadar anlayacak ama, elbette esas olarak çevresi bu kadarcık çocuğu teşvik ediyorlardı. Osmanlılar bir taraftan Bizans, bir taraftan da Karaman oğlu ve diğer beyliklerden gelin aldıklarından, akraba olarak, kayınpeder olarak Bizans ve beylikler her zaman (15. yüzyılın ikinci yarısına kadar) Osmanlı’nın iç işlerine karışmışlardır. Mesela II. Murat, üç kız kardeşini de, üç Karaman oğlu şehzadesine vermişti. Böylece bu üç Karaman oğlu, Çelebi Mehmed’in üç kızı ile evlenip Osmanlılar’a damat olmuşlardı. Diğer yandan II. Murat’ın annesi ise Dulkadır Oğulları prensesidir. (Öztuna 1977, II/392-393) Fakat beyliklerin Osmanlı’nın iç işlerine müdahalesine sebep de, Osmanlı’nın tahta geçiş için belirli bir kural koymayışıdır. Başa geçecek kişinin nasıl göreve geleceği, kimlerin seçimi yapacağı konusunda yazılı bir metin olmadığından, Osmanlı’da taht boşaldığında meydana gelen siyasi problem sadece dâhilî (iç) değil -14. ve 15. yüzyıllarda uluslar arası da bir problem de oluyor-; komşu ülkeler de işin içine karışıyorlardı. Mustafa, artık arkasında Anadolu’nun en güçlü ve müttefik iki beyliği Karaman ve Germiyan’ın (Kütahya) desteğini almış olarak, 30 Eylül 1422’de İstanbul’a geldi ve ertesi günü 1 Ekim’de İmparator’la öğle yemeği yedi. Fakat yemekten sonra, İmparator’a felç indi; Mustafa birkaç gün İstanbul’da eğlenip önce Silivri’ye, ardından İstanbul’a, sonra da Bursa’ya geçti. Kendisine Bizans da, bir miktar Rum askeri ile destek verdi ve Mustafa Anadolu’da faaliyete geçti, İznik kalesini kuşattı. (Tabi, tek başına kuşatacak değil, yanında komutanlar vs. var.) Kırk günlük bir kuşatmadan sonra, barış yoluyla kaleyi teslim aldı. II. Murat, o sırada İstanbul’u kuşatmıştı. Bu haber üzerine, İstanbul kuşatmasını kaldırdı ve İznik’ e yürüdü. Mustafa’nın İznik’te bulunmasını tehlikeli gören Germiyan ve Turgutlu kumandanları, Mustafa Çelebi’yi alıp Karaman’a götürmek istedilerse de, Şehzâde’nin lalası Şarabdâr İlyas buna mâni oldu. II. Murad’ın öncü yani akıncı birlikleri Mihal oğlu Mehmet Bey kumandasında, birden İznik’i bastılar. Mustafa Çelebi hamamda bulunuyordu. Mustafa’nın beyley beyisi Taceddin oğlu Mahmut Bey, şehzadeye hemen bir at bulup kaçırmak istediyse de başaramadı ve Mihal oğlu ile çarpıştı ve Mihal oğlu’nu atından düşürerek öldürdü. (Bu Mihal oğlu’nun hayatı da II. Murat’ a hizmetle geçmiştir, şimdi de kellesini vermiştir II. Murat için). Tâceddin oğlu da bu arada II. Murad’ın adamlarınca öldürüldü. Bu arada yıllardır, Mustafa’ya hizmet edip ondan beslenen lalası Şarabdâr İlyas hemen (anında) saf değiştirdi ve Mustafa Çelebi’yi yakalayıp İznik önünde şehri kuşatmış olan II. Murad’a götürerek teslim etti. (Bu kadar alçak ve alçaklığı mide bulandıran adamlar da vardır işte, Osmanlı tarihinde; bizim dedelerimiz arasında) Rûhî Tarihi’nde 12 yaşında olduğu yazılan Mustafa Çelebi, İznik’in dışında bir incir ağacının dibinde boğularak cesedi Bursa’ya gönderildi. Balını Sen Yedin Arısını da Sen Dağıt. II. Murat döneminde, devlet adamlarının, biri birlerini mafya metodlarıyla nasıl tasfiye ettiklerine iki örnek, Bayezid Paşa ve Hacı Ivaz Paşa’nın farklı iki metodla tasfiyeleridir. Hem vezir-i ‘azam hem de beylerbeyi rütbelerini taşıyan Bayezid Paşa; Çelebi Mehmed’in uzun yıllar devam eden saltanatı ele geçirme mücadelesinde olağan üstü gayret ve
fedakarlığı görülmüş ve son derece güvenilir bir kişi idi. Bundan ötürü, Çelebi Mehmed’in ölümüne kadar, bütün devlet işlerinin tek karar mercii idi; diğer vezirlere bile bağırır ve kendisinin görüşüne aykırı bir söz söylenemezdi. Divân’daki ikinci vezir Çandarlı zâde İbrahim Paşa ve üçüncü vezir Hacı Ivaz Paşa da, Bayezid Paşa’nın kaprislerinden bıkmışlardı. Çelebi Mehmed ölüp, II. Murat Bursa’da hükümdar olunca, amcası Mustafa Çelebi faaliyete geçmişti. Mustafa Çelebi Edirne’ye girdi ve Osmanlı padişahı ilan edildi. Bütün Rumeli ve evlâdı fâtihan ve bir kısım ünlü komutanlar da Mustafa Çelebi’yi destekliyorlardı. Bir buçuk yıl sürecek olan saltanatında, Mustafa Çelebi ilerleyen aylarda kendi adına sikke de kestirdi (para bastırdı). Tahta oturduktan sonra da hiç durmayarak, Anadolu tarafına geçmek üzere Gelibolu’ya hareket etti; bütün Rumeli beyleri ve kuvvetleri beraberinde idi. Bu durum üzerine Sultan Murad’ın başkanlığında vezîr-i ‘azam ve beylerbeyi Bayezid Paşa, ikinci vezir Çandarlı zâde İbrahim Paşa, üçüncü vezir Hacı Ivaz Paşa ve Timurtaş Paşa’nın üç oğlu Umur, Ali ve Oruç Beyler’in katıldığı bir toplantı yapıldı. İbrahim Paşa ile Hacı Ivaz Paşa, aynı zamanda beyler beyi olması ve Rumeli beylerini de yakından tanıması dolayısıyla, Bayezid Paşa’nın Mustafa Çelebi üzerine gönderilmesini teklif ettiler. Timurtaş Paşa’nın oğulları ise bizzat padişahın gitmesini istediler. Sultan II. Murad da iki vezirin teklifini uygun görüp Bayezid Paşa’nın gitmesine onay verdi. Dukas, divanı humayunda konuşulanlardan duyduklarını daha ayrıntılı olarak şöyle anlatır: “II. Murad’ın en yakın adamları bile, kendinden başka kimseye önem vermeyen vezîr-i azam Bayezid Paşa’ya öteden beri içten içe düşmanlık beslemekte olduklarından, Bayezid’in kibarca/tereyağından kıl çeker gibi zahmetsizce tasfiyesi için zamanı uygun buldular. O sırada Bayezid Paşa yine azgın bir katır gibi sağa sola çifte atarak, paşaların çoğuna hakaret ediyordu. Sultan Murad da henüz genç ve acemi olduğundan serbest konuşmaya cesareti yoktu. Bayezid’in karşıtları Sultan Murad’a dediler ki: “Şevketmeâb Efendimiz ! Esasen şu anda zaten Rumeli vilayetlerini kaybettik. Padişahlığın tâcı Mustafa’nın başına kondu. Eğer acele tedbir alınmazsa, bu taraflar da onun eline geçecektir. Bunun için Rumeli’deki (bütün) kuvvetlerin Mustafa’ya katılmasından evvel, şu anda size bağlı olan bütün kuvvetlerinize Rumeli’ye geçmelerini emredin. Ve bu işi becerebilecek kumandanlar arasında Bayezid’den başka kimse yoktur. Zira Trakya askerlerinin hepsi kendisine hürmet ederler. Bayezid de bu askerlere istediği gibi görev verir; onlar da ona itaat ederler.” Tarihçi Âşık Paşa zâde de şunları ilâve ediyordu: “Beyler Bayezid Paşa’ya gittiler. Sen Rumeli beyler beyisisin; şimdiye değin Rumeli’nin balını sen yedin, var git arısını dahi sen söndür” (Tâcu’tTewârîh, I/307) Karnındaki Yarığı Gösterdi. Diğer mafya reisleri böyle bir karara varınca, artık Bayezid Paşa bu riski üstlenmek zorundaydı. Fakat korkuyordu ama, çare yok. Kendisine karşı iyi bir tezgah hazırlanmıştı ve kıpırdayacak hâli yoktu. Mecburen, Mutafa Çelebi’nin üzerine gidecekti. Bayezid Paşa giderken, vefat ederse, vasiyetnâmesinin hükümlerini yerine getirmesi için Timurtaş Bey’in oğlu Oruç Bey’i vekîl tayin etti ve elli bin (gümüş) akçe bırakarak onu vasî yaptı. Gelibolu yolu kapalı olduğundan, Bayezid Paşa kış mevsiminde İstanbul Boğazı’ndaki Anadolu Hisar’ı yanından Rumeli’ye geçti. Yanında çok kuvvet yoktu. Edirne tarafına giderek oradan kuvvet topladı. Bayezid Paşa’nın kuvvetleri sonunda otuz bin kişiye ulaştı. Ve yine askerine sürekli olarak, Mehmet Çelebi’nin kardeşi Mustafa Çelebi’nin küçükken öldüğünü, bu Mustafa’nın düzme (sahte) olduğunu söyleyip duruyordu. Mustafa Çelebi ise Gelibolu’dan çıkıp ilerledi ve iki ordu Sazlıdere mevkiinde karşılaştılar. Fakat, daha ilk vuruşmalarda, Bayezid Paşa’nın önce sağ kolu(kanat), sonra da sol kolu(sol kanat) Mustafa Çelebi tarafına geçtiğinden kendisi de teslim olmak zorunda kaldı. (30 Ağustos 1421/ 1 Ramazan 824) Mustafa Çelebi, Timur tarafından Semerkand’e götürülmeden önce karnında bir yarık varmış ve bu yarık herkesçe biliniyormuş. Mustafa Çelebi, karnında hala duran bu yarığı hem Rumeli beylerine, hem de yeni teslim olan Bayezid Paşa’ya gösterdi. (Uzunçarşılı, I/379) Mustafa Çelebi Bayezid Paşa’yı öldürtmeyecekken, ona düşman olan Cüneyd Bey ile Evrenos oğulları’nın aleyhinde oluşturdukları
kamuoyu sonucu ertesi günü öldürüldü. Ve böylece, onu buraya savaşmaya gönderen II. Murad’ın adamları, emellerine ulaşmış oldular. Göğsünün Altında Ne Var Paşa? 1428’deki Bursa’daki veba salgınında vefat eden Hacı Ivaz Paşa (Hacivat) da Osmanlılar’ın zulmüne uğramış çok değerli bir bilgin ve bürokratttır. 1425 yılında Osmanlı üst bürokrasisinde/yönetiminde, bundan evvel de, bundan sonra da pek çok örneğinin görüleceği cinsten bir hasetleşme meydana gelmiş, fakat iş cellada aksetmeden Hacı Ivaz Paşa yine biraz mafyavârî bir tarzda devre dışı bırakılmıştır. Hacı Ivaz Paşa Osmanlı kazaskeri, ikinci veziri ve daha sonra da birinci vezir olarak, hem Bursa’da hem Rumeli ve Anadolu’nun değişik yerlerinde çeşitli medreseler ve vakıflar yaptırmış, ayrıca Bursa Yeşil Camii külliyesinin planını çizmiş ve inşâsında büyük hizmeti olmuştu. Yurt dışından çiniciler getirerek, bu sanatın Osmanlı ülkesinde yayılmasını sağlamıştır. Yıllarca Çelebi Mehmet’in yanında yer alıp, onun bütün mücadelelerine katılan Hacı Ivaz Paşa, daha sonra da II. Murat’a sadakatle hizmet etmiş ve en son düzme denilen Mustafa Çelebi’nin tasfiye edilip öldürülmesinde büyük başarı göstermişti. Belki de, zulme (mafya örgütüne) bu kadar yıl hizmet ettiğinden, sonunda kendi tuzağına kendi düşmüştür. Vezîr-i ‘azam Çandarlı Halil Paşa ve Molla Fenâri’ye karşı yaptığı iç siyasi mücadeleyi kaybedince, cezası kesilmiştir. Fakat Osmanlı derin devleti yine mafyavârî bir plan hazırlamıştı: Hacı Ivaz Paşa’ya “size suikast yapacaklar, silahsız dolaşmayın” denilmişti. Bunun üzerine Hacı Ivaz Paşa, elbisesinin altında zırhla gezmeğe ve bazı rivayetlerde yanında bir küçük hançer taşımağa başladı. Ama öbür taraftan da II: Murad’a “Hacı Ivaz Paşa, size suikast tertipliyor” denilmiş ve Paşa’nın yeniçerilerle gizli münasebetleri olduğu uydurulmuştu. Bir divan toplantısı başlayacağı sırada, II. Murad’a, Hacı Ivaz Paşa’nın divana silahla geldiği haber verildi. Padişah konuşurken divanda, Hacı Ivaz Paşa’nın göğsüne eliyle dokunarak içinde zırh olduğunu anladı ve bunun sebebini sordu ama cevabına inanmayarak hemen cellatlar çağırıldı, ve gözlerine mil çekilmek suretiyle tasfiye edildi ve fakat Bursa’da oturmasına izin verildi. Duman Vererek Boğma Usûlü. Yine II. Murat döneminde Çorum tarafında bulunan Kızıl Koca Türkmenleri Tokat ve Amasya bölgelerini âdeta istilâ etmiş vaziyette idiler; bunların eşkıyalıkları ve soygunculukları yüzünden o mıntıkada düzenlik kalmamıştı; hamamlardan kadınları kaçıracak kadar cesaretleri artmıştı. Dulkadir Türkmenleri’ni ve Akkoyunlu beyi Karayölük Osman’ın oğlu Hâbil’i, Osmanlı illerini yağma etmeye tahrik ediyorlardı. II. Murad’ın lalası olan Yörgüç Paşa, padişahın ağzından bunların başı olan dört kardeşe okşayıcı mektuplar gönderip bu yazılarda, Canik taraflarının Alparslan oğlu’ndan alınması için Yörgüç Paşa’ya yardım etmeleri ve kendilerine Artıkova’nın tımarı verileceğinden, oraya gidip yerleşmeleri isteniyordu. Yörgüç Paşa da ayrıca , kendi tarafından bir adam ve hediyeler yolladı. Fakat, karşı taraf da mafya olduğundan bu taktikleri iyi biliyordu. O nedenle Padişah’ın bu emrini kabul etmiş göründüler ve kendi aralarında yaptıkları toplantıda “Yörgüç Paşa’yı da öldürürüz, bu taraflara tamamen hakim oluruz” dediler. Fakat karşı mafyanın içinde Yörgüç Paşa’nın adamı vardı. Kızıl Koca oğulları’nın bu planından haberdar olan Yörgüç Paşa, anlaşmaya göre kendisi gideceği halde, hasta olduğunu ileri sürüp Merzifon’a gelmiş olan bu Türkmenler’i karşılamaya, oğlu Hızır Bey’i gönderdi. Oradan da hep beraber Amasya’ya gelindi ve Kızıl Kocalar bölgenin bu en popüler şehrinde misafir edildiler. Fakat kendileri ve maiyyetlerindeki (beraberlerindeki) korumaları kısım kısım değişik zenginlerin konaklarına misafir olarak verildi , böylece kalabalıkları parçalandı. Kızıl Kocalar, gece Amasya’da yiyip içerlerken yapılan plan gereği dört kardeş ve ileri gelenler bir anda öldürüldüler ve diğer korumalar ise yakalanıp bağlanarak bir mağaraya kapatıldıktan sonra duman verilerek boğuldukları gibi, Çorum tarafındaki Türkmenler’in geri kalanı da ansızın bastırılarak ele geçen erkekler öldürüldüler. Sağ Bir Türkmen Getirene Bahşiş ve Kaftan. Sonra dağınık halde bulunan diğer Türkmenler de, halk tarafından yakalayanlara bahşiş ve elbise karşılığında getirilerek Yörgüç Paşa tarafından öldürüldüler; kaçabilenler, Akkoyunlu Hâbil’in yanına kaçıp
kurtuldular. (Tâcu’t-tewârîh, I/332-335’den Uzunçarşılı, I/404) Elbette, hamamdan kadın kaçıran eşkıyanın ölümle cezalandırılması lazım. Ama, bu işi kaç kişi yaptı? Geri kalan yüzlerce Türkmen de anlaşıldığı kadarıyla, o gürültüde suçsuz yere, masum olarak öldürülmüş. Osmanlı zamanında büyük köylerde bile nâib denilen, kadılar bulunduğu halde; suçluyu kadıya götürüp, suçu işlediğinin sabit olup olmadığını araştırma yoluna gidilmiyor. 1426 yılında meydana gelen bu Türkmen katliamı; veya en hafifinden yargısız infaz yoluyla yüzlerce Türkmen’in öldürülmesi; ileriki asırlarda yeni isyanların da sebebi olacak; ve her hangi bir yakını haksız yere Osmanlı devleti tarafından öldürülen insanlar, fırsat buldukları ortamda yeniden bir isyan çıkaracaklardır. Bir At Yüzünden Çıkan Savaş. Başta Tâcu’t-Tewârîh olmak üzere Osmanlı tarihlerinin çoğunda, 1433 yılındaki Osmanlı-Karaman oğlu savaşının bir at yüzünden çıktığı yazılıdır. Âşık Paşa zâde ise, bu savaşın nedeninin Macar KralıSırp Despotu ve Karaman oğlu arasındaki üçlü ittifakın olduğunu yazar: At hikayesi şöyledir: Dulkadir oğlu Nâsıruddîn Mehmet Bey’in gayet cins bir atı varmış. Bunu Karaman oğlu haber alarak istetmiş. O da bu atı Sultan Murat için yetiştirdiğini söylemiş. Fakat Karaman oğlu, bir Varsak Türkmeni’ni göndererek atı çaldırmış. Nâsıruddîn Bey, bu olayı Sultan Murad’a bildirmiş. II. Murad da, Karaman oğlu’ndan atı istemiş. Fakat Karaman oğlu, Osmanlı’nın atı istemeğe gelen elçisine “senin efendin bu ata binemez” demiş ve ağır sözler söylemiş. Elçi de dönüp bunları Osmanlı devlet adamlarına anlatınca, Osmanlı yönetimi Karaman üzerine savaş açmıştır. (Uzunçarşılı, I/414) İki Sırp Prensinin Gözlerine Mil Çekilmesi. 1432 yılında, Evrenos oğlu Ali Bey’in Macaristan’a yapmış olduğu bir akında, ava giden avlanır ata sözü gerçekleşmiş ve akıncılar bir ara dağılarak çapul (yağma) yapmaya başlamaları üzerine, düşmanın toparlanması sonucu baskına uğramışlar ve akıncıların çoğu hayatlarını kaybetmiş, Ali Bey de canını zor kurtarmıştı. Bu mağlubiyetin arkasında Sırp despotunun var olduğu zannediliyordu. Ali Bey, bu olaydan sonra, Rumeli akıncılarıyla beraber Tuna’yı geçip Temeşvar tarafını kırk gün vurdu. Daha sonra, II. Murat ta, harekâta katılarak, Semendire yakınından Tuna’yı geçerek Transalvanya’yı kırk beş gün dolaştı. Bu seferde kendisine Sırp despotu Brankoviç ve Eflâk prensi Vlad Drakul eşlik ediyorlardı ve mevcut askerleriyle Osmanlı ordusuna katılmışlardı. Bu seferde, Evrenos oğlu İsa Bey, Arnavutluğa kadar akın yaparken, Transalvanya harekâtında Osmanlı ordusuna Sırp despotu ile Eflâk prensi kılavuzluk ediyorlardı. Fakat Osmanlı yönetimi, bu despotun yani Yorgi (George) Brankoviç’in üzerini çizmişti. Macaristan’daki akındaki yenilginin faturası ona kesiliyordu ve bu adama artık itimat edilemez deniliyordu. Brankoviç’e haber gönderildi ve kendisi Edirne’ye davet edilerek Semendire’nin anahtarlarını da beraberinde getirmesi istenildi. Brankoviç, bizat gelmiyerek oğlunu gönderdi ve Semendire’nin anahtarlarını göndermediği gibi, Semendire’de, Osmanlı’nın saldırma ihtimaline karşı savaş tedbirleri aldı ve kaleyi kuvvetlendirdi. Greguvar adındaki diğer oğlunu Semendire’de bırakarak Lazar isimli diğer oğlu ile beraber Alman İmparatoru ve Macaristan Kralı Albert’in yanına kaçmıştı. Bunun üzerine Brankoviç’in Edirne’ye yolladığı oğlu, Semendire’nin Osmanlılarca alınmasına kadar orada kaldı. Semendire kalesi üç aydan fazla kuşatmaya karşı direndi. Sonunda o sırada hacdan yeni dönmüş olan ve bu bölgenin kurdu olan İshak Bey, kuşatma işini üstlenerek birkaç gün içinde Semendire’yi feth etti. Kaleyi savunan despotun oğlu Greguvar yakalanarak Edirne’ye gönderildi ve orada rehin tutulan diğer oğluyla beraber gözlerine mil çekilerek Tokat kalesine gönderildiler. (Uzunçarşılı, I/417). Bu hareket de yanlış bir harekettir. İslam’da işkence yoktur. Göze mil çekme bir işkence çeşididir ve kabul edilemez bir zulümdür. İbni
Hacer’in
Fetvasından
Sonra
Binlerce
Irza
Tecâvüz
15. yüzyılda, Karaman Oğulları ile Osman Oğulları arasındaki mücâdele, halk için dayanılmaz sıkıntılara yol açmıştır. Bu iki devletin ordularının sık sık biri
birlerinin topraklarını (halklarını) çiğnemeleri, Anadolu Müslüman halkı için çok acı tablolar oluşturmuştur. 1439’da, altı ay kadar Belgrad’ı kuşatan Osmanlı ordusu, kenti alamayınca, muhasarayı kaldırıp geri dönüyordu. Fakat Macaristan topraklarındaki fetih faaliyetlerine ağır da olsa devam eden Osmanlılar, 18 Mart 1442’de Transilvanya’ya yeniden girdiler. Hermanştad kalesini kuşatan akıncılar, Haçlılar’ın iki koldan saldırıları üzerine ellerindeki daha önce aldıkları esirleri bıraktıkları gibi, yirmi bin de şehit vererek yenildiler, ve komutan Mezîd Bey ve oğlu da şehit düştü. Macarlar, ele geçirdikleri Türk esirlerini vahşiyâne bir işkence ile zafer sofrasında yemek yerlerken öldürüyorlardı. Bu mağlubiyetin arkasından bir yenilgi daha geldi ve Osmanlı ordusu Vazağ mevkiinde çok kötü bir yenilgiye daha uğradı. Bir yıl sonra, 3 Kasım 1443’de Osmanlı ordusu Morava nehri kenarında bir kez daha yenildi; dört bin esir ve iki bin şehit verildi. Fakat, asıl üzücü olan, bu yenilgiden önce haçlıların müttefiki olan Karaman Oğlu’nun haçlılarla beraber harekete geçmesi üzerine II. Murat, Anadolu’ya geçerek Konya tarafına gitti ve Karaman Oğlu’nu püskürterek, ama acele de bir anlaşma yaparak tekrar Edirne’ye oradan da Sofya’ya geçti. Artık II. Murat, hiç olmazsa Balkanlar’ın güneyini tutmak istiyordu. Çünkü, muhtemelen Osmanlı ordusunun art arda gelen yenilgilerle morali bozulmuştu ve bir süre dinlenmeye ihtiyacı vardı. Gerçekten bir süre sonra müttefik Güney-Doğu Avrupa/Haçlı ordusu ilerlemesini sürdürerek, Sofya’yı da Osmanlılar’dan aldı. Filibe ovası ve Yalvaç kırları da Haçlılar’ın eline geçti. Fakat artık Aralık (1443) ayının son günleri olduğundan, Balkanlar’ın müthiş soğuğu, savaşın durmasına vesîle olacak, ve Osmanlılar bahara kadar nefes alacaklar ve tam bir yol sonraki Kasım 1444’deki Varna zaferi ile de Osmanlılar, Balkanlar’daki eski zafer günlerine döneceklerdir. 1443 yılı sonbahar ve kış aylarındaki Balkanlar’daki ağır yenilgi günlerinde, Karaman Oğlu defalarca Osmanlı hududunu aşarak taarruza geçmiş ve Osmanlı topraklarında müthiş tahrîbat yapmıştı. II. Murat, bunun üzerine, Karaman Oğlu İbrâhim Bey’in bu hareketinin, yani bir din düşmanının (Haçlılar’ın) saldırısını def‘ etmeye uğraşan bir İslam hükümdarının mülküne, (bir diğer) İslam hükümdarının saldırısıyla tahrîbât ve öldürmeler yapmasının, Müslümanlıkla ne derecede bağdaştırılabileceği hakkında Mısır’daki dört mezhep âlimlerinden fetva istedi. Gerçekten, Osmanlılar’ın Vazağ yenilgisi üzerine Karaman Oğlu İbrahim Bey, Turgut oğlu Hasan Bey komutasındaki kuvvetleriyle Bolvadin, Beypazarı, Ankara, Seyitgazi ve Kütahya’ya kadar olan yerleri yağma ederek, ırzları namusları çiğnemiş ve binlerce kişiyi öldürerek Akşehir ile Beyşehir’i işgal etmişti. Bunun üzerine II. Murat, Amasya sancak beyi olan büyük oğlu Alâüddin Bey’i, Karaman Oğlu üzerine gönderdiği gibi, arkadan da kendisi yeniçerilerle o tarafa doğru gitmişti. Karaman Oğlu her zaman yaptığı gibi, karşı koymayarak, sarp tepelere çekildi. Osmanlılar Konya, Karaman ve çevresini vurduktan sonra, İbrahim Bey barış için mürâcaat etti. Osmanlılar’a âit olup işgal ettiği yerleri bırakarak, II. Murat’ın kız kardeşi olan hanımının ricâ ve aracılığı ile barış yapıldı ve Haçlılar’ın saldırıları devam ettiğinden, II. Murat acele Edirne’ye dönüyordu. Karaman Oğlu 1442 yılındaki bu saldırısından sonra, Osmanlılar 1443 yılı sonbahar ve kışındaki Balkan yenilgilerinin yarasını henüz saramamışken, 1444 yılı ilk baharında tekrar sınırı geçerek, Osmanlı topraklarında daha geniş ölçüde tahrîbat yaptı. İşte, 15. yüzyılın ve bütün İslam tarihinin en büyük hukukçu ve hadisçilerinden İbni Hacer’in fetvası bu günlerde gündeme geldi. Sadece Mısır’daki Şâfiî mezhebi imamı, büyük hadisçi ve târihçi İbni Hacer (ö. 1448) değil, Mısır Hanefî Baş kadısı Sadeddin Deyrî (ö. 1462), Mâlikî mezhebi baş kadısı Bedreddin Tûnusî (ö. 1449) ve Hanbelî mezhebi Baş kadısı Bedreddin Bağdâdî (ö. 1453) ile Hanefî mezhebi âlimi Sadeddin Bağdâdî ve Amasya kadısı Abdurrahman Muslihî, verdikleri fetvalarla, II. Murad’ın Karaman Oğlu’na karşı elini kuvvetlendirmişlerdir. Fetvaların üçü çok ağırdı: İbni Hacer (Askalânî), Karaman Oğlu’na karşı savaşmaya gücü yetenlerin durmayıp hemen onunla savaşmalarının vâcip olduğunu söyliyerek, İbrâhim Bey’in öldürülmesinin îcâp ettiğini açıklıyordu. Sadeddin Bağdâdî ile Bedreddin Hanbelî ve Bedreddin Tûnusî de İbrâhim Bey’in öldürülmesi lazım geldiğini belirtmişler,
Amasya kadısı da aynı kanaatini açıklamış; Hanefî Baş kadısı Sadeddin Deyrî ise, Karaman Oğlu’nun yapmış olduğu bu fenalıklardan tevbe edip Hakk’a döner ve frenklerle(Haçlılar’la) harb eden Osman Oğlu’na askeriyle yardım ederse, tevbesinin kabul edilip, aksi takdirde dünya ve âhirette hüsrân (ziyan/kayıp) içinde kalacağını vurgulamıştır. Nice
Oğlan
Ve
Kız
Doğdu
Soyu
Belirsiz
II. Murat, 12 Temmuz 1444’de Haçlılar’la barış anlaşmasının onaylanmasından sonra, Çanakkale boğazını geçerek Karaman Oğlu üzerine yürüdü. Osmanlı ordusu, Karaman Oğlu topraklarından geçerken taş üstünde taş bırakmayacak derecede ağır tahrîbat yaptı. Osmanlı askerleri, Karaman Oğlu’nun yaptıklarının öcünü almak için, ırza ve namuslara da tecâvüz suretiyle çok çeşitli zulüm ve ahlaksız işleri yaptılar. Çünkü, “her şey serbest”diye emir verilmişti. İbrahim Bey Taşeli’ne kaçtı; hanımı olan II. Murad’ın kız kardeşi ile veziri Server Ağa’yı barış anlaşması için gönderdi ve bunlar II. Murad’a yalvarmaya başladılar. Gûyâ, İbrâhim Bey’in önceki saldırısında kendisinin bu şekilde hiçbir emrinin olmadığını, son saldırının ise Turgut Oğulları’nın tahriki ile olduğunu vurguladılar ve barış anlaşmasını yapmayı başardılar. (Öyle veya böyle; olan zavallı halka oluyor) Ve büyük yeminler ederek, bundan sonra hiçbir surette saldırıda bulunmayacaklarına ve Osmanlılar aleyhinde olan hiçbir harekete ortak olmayacaklarına, gerek Sultan II. Murat ve gerekse oğlu (Fatih Sultan) Mehmet’in düşmanlarından gelen mektupları tamamen kendilerine bildireceğine ve İbrahim Bey’in oğlunu Osmanlılar’a rehin verip, îcâbında askerle yardım edeceğine dâir bir çok maddelerin bulunduğu bir anlaşma yapıldı. (Ağustos 1444). Bu anlaşma gereğince, önceden Karaman Oğlu’na âit iken, son bir ayda Osmanlılarca alınan yerler, yine Karaman Oğlu’na bırakıldı. Görüldüğü gibi Karaman Oğlu sülâlesinin/hânedânının da, Osmanlı hânedânının da hiçbir kaybı yok. Sonunda zavallı Anadolu halkı eziliyor; büyükler ise biri birlerini affediveriyorlar, zaten akraba hepsi. Tam bir âile boyu sömürü. Anadolu’nun o tarafı senin, bu tarafı da benim; işte idare edip gidelim böylece. Ama, belki zavallı halk da, idarecilerin yaptıklarının hesabını sormaktan korktuğu için; korktuğundan daha büyük felaketleri yaşamak zorunda kalıyor: o kadar ki Âşık Paşa zâde, son Osmanlı seferindeki zulmün boyutunu şöyle kaydediyor: “Hünkâr II. Murat, büyük asker topladı. Ve Rumeli’deki kendisine bağlı kâfir askerleri bile Karaman Oğlu üzerine sürdü. Konya’ya çıktı. “Yağma” buyurdu. Vilâyet-i Karaman-ı şöyle vurdular kim; köylerini ve şehirlerini elek elek ettiler, harâb ettiler. Karaman Oğlu kaçtı, Taş’a (Taşeli’ne) girdi ve ol yıl nice oğlan ve kız doğdu meçhûlünnneseb (soyu belirsiz)” oldu. (s. 130) Osmanlı padişahlarını putlaştıranlar ve Osmanlı düzeninin nasıl çok âdil bir düzen olduğunu söyleyenler, Osmanlı’yı öve öve göklere çıkartanlar, bu tabloları görmelidirler. Övmekle de tarih olmaz, sövmekle de. Bundan sonraki Osmanlı’ya Elestirel Bakış, 4. Bölüm, Fatih Sultan Mehmet veya Kâtil Sultan Mehmet’in cinâyetleriyle başlayacaktır,inşâAllah.