Osmanli'ya Elestirel -2 (1402-1422)

  • Uploaded by: ismail
  • 0
  • 0
  • June 2020
  • PDF

This document was uploaded by user and they confirmed that they have the permission to share it. If you are author or own the copyright of this book, please report to us by using this DMCA report form. Report DMCA


Overview

Download & View Osmanli'ya Elestirel -2 (1402-1422) as PDF for free.

More details

  • Words: 3,602
  • Pages: 7
OTUZ

TANE

MUSTAFA

BİRDEN

NASIL

ÖLDÜRÜLDÜ

Ismail Yurdakok [email protected] Kibirli-Gururlu Yıldırım’ın Savaşı’nın Kaybedilmesi

Üst Üste

Yaptığı

Hatalarla

Ankara

Doğu’dan gelen Timur tehlikesini ilk fark edenlerden biri olan Sivas hükümdarı Kadı Burhaneddin Ahmed, Osmanlı ve Mısır hükümdarlarına başvurarak endişe verici durumu anlatarak Timur’a karşı ittifak teklif etmiş ise de, her iki hükümdar da bu müracaata ehemmiyet vermemişlerdi. Hakikatte Timur zalim bir diktatördü. Bu konu da cumhuriyet dönemi tarihçilerinin çoğu tarafından üzerinde durulmamış bir konudur. Osmanlı döneminde Timur ve Cengiz isimleri çocuklara hiç konulmazken cumhuriyetle beraber bu isimler de çocuklara verilir olmuştur ki, yeni doğan bir çocuğa Hitler ismini koymak veya Haccac ismini koymakla arasında hiçbir fark yoktur. Timur ve Cengiz insanlık tarihinin en kanlı, insanlık düşmanı, kan içici zalimlerindendirler. Timur’un sadece Sivas’ı zaptederken yaptığı zulumler onun Hindistan, Orta-Doğu ve Orta Asya’da ne ölçüde kan döktüğünü gösteren şok edici bir örnektir: Sivas, on sekiz gün Timur’un kuşatmasına dayanabildi. Kaleyi savunan Malkoçoğlu, hiç kimsenin hayatına dokunulmayacağına, kanı akıtılmayacağına dair Timur’dan söz aldı ve şehir işgal edildi; fakat kaleyi savunanlar kanları dökülmeyerek (ama) diri diri hendeklere atılarak üzerlerine toprak örtülmek suretiyle öldürüldüler. Halktan aman parası alındı (fakat) buna rağmen Timur pek mamur olan Sivas’ı harabeye çevirdi ve bir kısım şehir halkını yanına alarak memleketine götürdü; bunlar arasında miktarı epey bir yekun tutan kızlar da vardı. (Uzunçarşılı, I, 303) Beyni Kaynatan Güneş. Yıldırım’ın gücü belli olduğu halde, yok yere kabadayılık taslaması, tam 14. yüzyılın başından (1300’den) beri yüz yıldır zorlukla üst üste konulan küçük taşlarla inşa edilen Osmanlı devletinin tarihe gömülmesine sebep olacaktı; eğer dağılmış birliklerin toplanıp yeni yönetime (Çelebi Mehmet’e) desteği olmasaydı. Yıldırım, istişareye uymamış ve gerek oğullarının ve gerekse kumandanlarının derhal saldırıya geçilmesi hakkındaki ısrarlarını dinlememiş ve Timur’a karşı çok büyük bir fırsatı kaçırmıştır. Gibbons’un da işaret ettiği gibi, hemen saldırılmayarak, sıcak bir mevsimde ( 20 Temmuz) günlerdir beyni kaynatan güneşin altında yürüdüğünden ordusu hayli yorgun olan Timur’a çok büyük bir fırsat verilmişti. Yıldırım cesurdu ama, huy itibâriyle sinirli, şiddetli, hırçın ve inatçı idi. İçkiyi bırakamaması, sinirlerini bozmuştu. Timur, Anadolu’yu işgal ettikten sonra ‘böl ve yönet’ siyaseti uygulamış, Anadolu beyliklerine âit eski topraklarını Osmanlılar’dan alıp bu beyliklere geri verdiği gibi, geriye kalan Osmanlı ülkesini de Yıldırım Beyazıt’ın dört şehzadesi arasında bölüştürmüş ve bunlardan her birini kendisine tâbî hükümdarlık alâmeti olarak kemer, külâh ve hil‘at göndermiş, şehzâde Mustafa Çelebi’yi ise, beraberinde Semerkand’e götürmüştür. İşte bu yüzden, Osmanlı yönetimi, Çelebi Mehmet zamanında, bu şehzade Mustafa Çelebi’ye benzemeleri sebebiyle otuz kadar Mustafa isimli kişiyi öldürtmüştür. (İbn Arabşâh’ın Acâibu’l-Makdûr adlı eserininin Nazmizâde tercümesi s. 146’dan, Uzunçarşılı, 1/326) Hıristiyan Olan Osmanlı Şehzâdesi. Yıldırım’dan sonra, Edirne’de, Yıldırım’ın oğlu Süleyman Çelebi hükümdar ilan edilmişti. İçkiye düşkün bir adam olup, rahatı severdi. Süleyman, baş vezir Çandarlı zâde Ali Paşa’nın gayretlerine rağmen, Osmanlı birliğini kuramadı. Bu arada Bizans İmparatoru Manuel ile Süleyman Çelebi 1403’de bir (saldırmazlık) anlaşma(sı) yaptılar. Bu anlaşma ile Kartal,

Pendik, Gebze ile bazı adalar ve Silivri ile Selânik, Bizans’a bırakılıyordu. Ayrıca, Süleyman, küçük kardeşi şehzade Kasım (Iorga buna Orhan diyor) ile kız kardeşi Fatma’yı imparatora rehin bırakıyordu. Osmanlı tarihçileri Âşık Paşa zâde ile Oruç Bey bu şehzadenin ismini Kasım olarak, Rum tarihçi Dukas ise Orhan olarak kaydederler. Dukas eserinin bir yerinde Süleyman tarafından rehin olarak Manuel’e bırakılan Yıldırım’ın iki oğlundan büyüğünün, kız kardeşi Fatma ile birlikte bir süre sonra serbest bırakıldığını, diğerinin ise imparatorun oğlu Yuannis ile beraber terbiye edilerek, Hıristiyan olduğunu yazıyor. (Dukas, Bonn baskısı, Mırmıroğlu terc. s. 98). Dukas’tan nakil yapan Şarlvil ise biraz daha ayrıntı vererek, Şehzade Kasım’ın İstanbul’da İmparator’un oğlu ile beraber büyütüldüğünü, Yunan edebiyatına çok merak ederek bundan zevk aldığını ve Hıristiyan olup 1417’de vefat ederek, İstanbul’da Aya Yani Stüdyon’da, Prodromus manastırının kapısının iç tarafına gömüldüğünü bildirir. (Uzunçarşılı, I/329) (Yılmaz Öztuna da Hıristiyan olduğundan bahsed(e)mez ama Prodromus Manastırı’na gömüldü der. (Öztuna 1977, II/361) (İşte klasik bir Osmanlı hanedanı üyesi: Kendi tahtının güvenliği için, kardeşinin Hıristiyan olmasına göz yumuyor; umurunda bile değil. Başka örnekleri de ilerleyen asırlarda görülecektir.) Mafya

Teknikleriyle

Adam Temizleme.

Katliâmlar Başlıyor. Bundan sonra, Yıldırım’ın çocukları arasındaki taht kavgası başlayacak; hiç biri çekilmek istemediğinden, binlerce Müslüman bu iç savaşlar esnasında öldürülecektir. Osmanlı sülalesinin/hanedanının çok mübarek bir âile olduğunu söyleyenler, bu sülâlenin sebep olduğu zararlardan/zulümlerden hiç bahsetmezler; bazen bilseler bile, bu hanedanı kutsal gördükleri için, Osmanlı boyunun (büyük) hatalarını hiç anlatmazlar; hafif yorumlarla; taptıkları bu tarihe toz kondurmazlar. Şimdi, Edirne’de sultan ilan edilen Emîr Süleyman Çelebi, beraber hareket ettikleri kardeşi İsa Çelebi’ye yardım ederek, onu tekrar Bursa üzerine gönderiyordu. İsa, Gelibolu’dan Anadolu tarafına geçip, önce Karesi (Balıkesir-Çanakkale) taraflarını işgal ve sonra Bursa’ya uğramayarak Beypazarı taraflarına gitti. O tarafta Karaman Oğlu ile biraz çarpıştıktan sonra, Bursa’ya geldi. Bursalılar’a önce, Çelebi Mehmet’le anlaştığını söyleyip kandırmak istedi. Fakat Bursa halkı ona inanmadı ve savunma tertibatı aldılar; bunun üzerine İsa Çelebi şehri yaktı. (Osmanlı hanedanının bu anlayışı, ileriki asırlarda da devam edecektir; bir şehir kendilerine itaat etmedi mi, yakarlar yıkarlar; kılıçtan geçirirler; o kentte, o beldede ezan okunuyormuş, câmi varmış; kadınlar çocuklar.. hiç aldırış etmezler, hiç bakmazlar). Kardeşinin Bursa’yı yaktığını duyan Çelebi Mehmet, hızla Bursa üzerine geldi; iki taraf arasındaki muharebede İsa Çelebi yine başarılı olamadı ve Candar Oğlu İsfendiyar Bey’in yanına kaçtı. Daha sonra İsfendiyar Bey’le beraber, Çelebi Mehmet’in elinde bulunan Ankara üzerine saldırdı. Gerede Yeni Çağa muharebesinde üçüncü defa mağlup olacak olan İsa Çelebi, bu sefer de İsfendiyar Bey’le beraber Kastamonu’ya kaçacaklardır. (Tabi bu arada, bu savaşlarda, yüzlerce Müslüman’ın yok yere öldüğünü tekrar hatırlayalım) İsa, bundan sonra Aydın Oğlu Cüneyd Bey ve Saruhan (Manisa), ve Menteşe beyleriyle ittifak yapacak, fakat Çelebi Mehmet’i yine de yenemeyecek; Aydın Oğlu Cüneyd Bey bu ittifaktan çekilecektir. Çelebi Mehmet, Saruhan Oğlu Hızır Şah’ı aniden Manisa’da hamamda yıkanırken yakalatacak ve yalvarmasına bakmadan öldüttürecektir. (İtalyan Mafyası, acaba adam öldürme tekniklerini Osmanlılar’dan mı öğrenmiş?) Bu taktiğin tuttuğunu gören Çelebi Mehmet, bu sefer de, kardeşi İsa Çelebi’yi Eskişehir’de bir hamamda yıkanırken yakalatmış, ve İsa Çelebi hemen boğularak, cesedi Bursa’ya getirilip, babası Yıldırım’ın türbesine defnedilmiştir. Dersim Köyleri Yakılan İlk Yerler Değil. Osmanlı’nın nasıl merhametsizce, insanları yaktığının bir delili (kanıtı), Trakya’da Düğüncü İli Köyü’nün nasıl yakıldığıdır. Tabi bu arada, şehzadeler arasındaki savaş, Hıristiyanların da işin içine girmesiyle, uzuyor da uzuyordu. Bu savaşın uzaması elbette, köhnemiş Bizans’ın ömrünü uzatmaktan başka bir işe yaramıyordu. Şehzadelerden Musa Çelebi, Romanya taraflarına gitmiş, Eflâk prensi Mirçea’dan yardım görmüş, oradan

Sırplar’a gelmiş, Sırp yöneticisinin kardeşi Vuk ve bazı Bulgar ileri gelenleri de kendisine yardımcı olmuşlardı. Sonuçta bu kuvvetlerle Süleyman Çelebi üzerine gelen Musa Çelebi ile Süleyman’ın ordusu İstanbul’da Hasköy (veya Çatalca) çayırında karşı karşıya gelmişler; Bizans İmparatoru’nun Süleyman’a yardım etmesi, Musa’nın ordusundaki Sırp kuvvetlerinin de, birden bire Süleyman tarafına geçmeleriyle, Musa mağlup olarak kaçmıştı. Bu arada Süleyman, zor durumdaki Musa’yı takip etme fırsatını kaçırmış, bir an evvel, Edirne sarayına dönmek istediğinden, Edirne’ye dönmüş, orada içki âlemlerine devam etmişti. Bu durumdan istifade eden Musa Çelebi kuvvet topladı ve topladığı birlikler, Sofya yakınında Süleyman’ın kuvvetlerini yendi. Hiç vakit kaybetmeyen Musa, hemen Edirne üzerine yürüdü. Süleyman hamamda idi ve sarhoştu. Kendisine çabuk olalım diyen akıncı beyi Evrenos’a hakaret ettiği gibi, yeniçeri ağası Hasan Ağa’nın da sakalını kestirdi. Bunun üzerine hamamdan çıkan Hasan Ağa ve bir çok bey, Musa’nın tarafına geçmek için Edirne’den çıktılar. Süleyman ise aklı başına gelince İstanbul tarafına kaçtı, fakat yolda köylüler tarafından yakalandı ve Musa Çelebi’nin takip ettirdiği adamları tarafından ele geçirilip boğuldu. (Süleyman’ın boğulduğu gün 18 Mayıs 1410’dur ve yedi senedir iç savaş bütün hızıyla devam etmektedir.) Şimdi; Osmanlı hanedanının nasıl iki yüzlü, kaypak bir sülale olduğunu gösteren bir örnek görülecektir: Süleyman kaçarken uğradığı köy halkı, onun elbiselerinden hükümdar olduğunu anladılar. Bu köy halkından beş okçu genç, Süleyman’ın yanına gelmiş, fakat Süleyman bunlardan şüphelenerek ikisini öldürmüştü. Diğer üç genç de, Süleyman’ı öldürüp başını kestiler. Biraz ilerde Edirne’de ise o esnada Musa Çelebi törenle Edirne’ye giriyordu. Musa, Süleyman’ın öldürüldüğü haberini alınca, cenazesini Edirne’ye getirtip, oradan Bursa’ya göndermiş, ve Süleyman’ın cesedi Bursa Çekirge’de, dedesi I. Murad’ın türbesine gömülmüştü. Fakat enteresan bir olay meydana gelecekti: Musa, yıllardır öldürtmek istediği kardeşi Süleyman’ı öldürmüş olan o gençleri bütün âile ve çocuklarıyla beraber y a k m ı ş t ı r. Olay Lütfî Paşa tarihinde şöyle anlatılmıştır: Edirne’deki hamamdan gece karanlığında kaçan Emîr Süleyman, İstanbul’a doğru giderken Düğüncü İli denilen bir köye geldi. Köylüler, Emîr Süleyman’ı tanıyarak öldürdüler. Bunu duyan Musa Çelebi ise kardeşini öldüren halktan intikam aldı. Âşık Paşazâde, Musa Çelebi’nin: “siz benim kardeşimi niçin öldürdünüz” diyerek köyü ateşe verdiğini yazmaktadır (s. 82). Oruç Bey de aynı şeyi yazar ve köy halkını köyle birlikte yaktığını söyler (s. 39). (Uzunçarşılı, I/338) Bu olay, Osmanlı’nın halkı iyice cahil yerine koyup kandırmak için uyguladığı propaganda çeşitlerinden bir örnektir. Musa’nın ölüm emrini kendisi verdiği halde, şimdi emri yerine getirenleri yakarak öldürmesi, yine daha sonraki yüzyıllarda dünyanın değişik ülkelerinde uygulanacak mafya tekniklerini hatırlatmaktadır. Ayrıca, Osmanlı sülâlesinin nasıl alçak bir sülâle olduğunu da gözler önüne sermektedir. İmparator Memnun. Osmanlı şehzadeleri arasındaki savaştan, Bizans imparatoru elbette memnundu. O nedenle, bu fetret döneminde, hepsiyle ilişkisini gerek casuslarıyla, gerek Rum ahali vasıtasıyla, gerekse de resmen sürdürerek, hem daha fazla Müslüman kanının dökülmesini sağlamış hem de bazen Bizans’a karşı tehlike sezinlediğinde, kendisi de şehzadelerden tercih ettiğine İstanbul Rumlarından asker vererek yardım etmiş veya Trakya ve Balkanlar’daki Hıristiyan yöneticilerle irtibata geçerek, bölünmenin devam etmesi için çalışmıştır. Hatta Musa Çelebi bir ara İstanbul’u kuşatmış ve tam ele geçirecekken, Bizans İmparatoru Manuel, Bursa’da bulunan Mehmet Çelebi’ye haber gönderip, hemen gelmesini istedi. Onu Musa Çelebi ile kapıştırıp, İstanbul’u kuşatmadan kurtarmak istiyordu. Mehmet Çelebi ise, Musa Çelebi’nin kuvvetleri karşısında mağlup olmaktan korkuyordu. O sebeple İmparatorla anlaşma yaptı; eğer yenilirse, İmparator kendisini İstanbul’a alacaktı. Anlaşmadan sonra, Mehmet Çelebi’nin askerleri, İmparator’un göndermiş olduğu gemilerle, Üsküdar’a getirildi. Dört gün sonra, Mehmet Çelebi ile Musa Çelebi’nin orduları, Çatalca’nın kuzeybatısında İnceğiz köyü civarında karşılaştılar. Mehmet Çelebi’nin korktuğu başına geldi ve mağlup ve yaralı bir halde yanındaki az bir kişiyle (bir iki yüz atlı) beraber, İstanbul’a kaçtı ve İmparator’un gemileriyle tekrar Anadolu’ya geçirildi. Çevredeki Ortodoks devlet

başkanları, kedinin fareyle oynadığı gibi, Yıldırım’ın oğullarıyla oynuyorlardı. Mesela, Sırp yöneticisi Stephan önce Musa Çelebi’yi desteklerken, sonra Mehmet Çelebi’yi destekliyordu. Kör Taklidi Yapıp Kurbağa Eti Yemek. Komutanlar da şaşırmışlardı, kime destek olacaklarını bilemiyorlardı. Musa Çelebi, kendisine destek olması için Evrenos Bey’i çağırmış; Evrenos Bey, Musa’nın yanındaki beylere sık sık hakaret etiğini bildiğinden, ona katılmak istememiş ve “artık ihtiyarladım, gözlerim de görmez oldu” demiş, fakat Musa Çelebi buna inanmayarak gelmesi için ısrar etmişti. Bunun üzerine Evrenos Bey, körmüş gibi hareket ederek, Musa’nın yanına gelmiş, Musa Çelebi onu tecrübe için önüne koyduğu kurbağa etini (mecburen) yiyince, Musa Çelebi inanmış, Evrenos, geri dönmüştü. Bu arada, (daha önce öldürülen) Süleyman Çelebi’nin oğlu şehzade Orhan da etrafına bir miktar adam toplayarak, Selânik’i ele geçirmiş, o da bağımsız bir hükümdar olmuştu. Orhan daha sonra, Çelebi Mehmet’in hükümdarlığı döneminde de isyan edecek, fakat yakalanıp, gözlerine mil çekilecektir. Bu Orhan 1428’deki veba salgını sırasında Bursa’da ölmüştür. Sultanlığı döneminde Çelebi Mehmet, Bursa’ya geldikçe (gözlerine mil çektirdiği) şehzade Orhan’ı çağırır ve onunla sohbet ederdi. (Tam mafya metodları/acımasızlığı/sadistliği). Bizans İmparatoru sonunda, Musa’nın niyetinin (babası Yıldırım’ın emelini gerçekleştirmek ve) İstanbul’u almak olduğunu görünce, Çelebi Mehmet’ten yana tavır koyacaktı. Mehmet Çelebi, kayınpederi Dulkadıroğlu’ndan da yardım aldıktan sonra, otuz bin kişilik askeri kuvvetini yine İmparator’un gemileriyle Rumeli’ye geçirdi. İmparator, Çelebi Mehmet’in yanına bir miktar da Rum askeri vermişti. Sırplar da, Musa’dan desteklerini çekince, Musa’nın sonu az çok belli oldu. Sofya’nın güneyinde yapılan savaşta, Musa Çelebi yenildi. Yine Mafya Usulü İnfaz. Musa Çelebi yaralanıp kaçarken, pirinç tarlalarından geçerken bir çeltik arkına düştü. Kendisini takip eden Bayezıt Paşa ve Mihaloğlu Yahşi Bey ve Barak Bey yetişip yakalayarak elini bağladılar ve arkadan Baltaoğlu yetişerek: “Emîr Süleyman’ı neyledin” diyerek Musa’yı boğdu. Üç Kağıtçı Osmanlı Sülâlesi/Hanedanı Yine Rolünü Yapıyor. Hem Öldürtürler Hem De Timsah Göz Yaşları Dökerler. Bizans tarihçisi Dukas ise, olayı biraz farklı olarak şöyle anlatıyor: (Agatha Christi’nin cinayet romanlarından daha heyecanlıdır, Osmanlılar’ın öldürme teknikleri) Musa Çelebi’yi takip eden Çelebi Mehmet’in kumandanlarından birisini, Musa geri dönüp öldürmüştü. Fakat bu kumandanın kölesi de, Musa’nın sağ kolunu omuzundan kesti ve bataklığa attı. Oluk gibi kan akıyordu. Tek kollu kalan Musa fazla kan kaybından dolayı bayıldı ve Çelebi Mehmet’in adamları geldiğinde ölmüştü. Çelebi Mehmet ise, kardeşinin cesedini görerek ağlayıp, babası Yıldırım’ın yanına defin olunması için cesedini Bursa’ya gönderdi. Sonuç olarak, şehzadeler, aralarında anlaşma yolunu tutmamışlardır. Halbuki, her şehzade kendi bölgesinde vali/sultan olarak görev yapabilir ve dış düşmana karşı birlikte hareket edebilirlerdi. Böyle bir düzen geliştirilse idi, bu İslam’a da uygun bir sistem olurdu. Fakat, daha sonraki dönemlerde de görüleceği gibi, Osmanlı siyaset anlayışında “hükümdarlık şirket(ortak) kabul etmez” (her şey tek başa bağlı olacak) denilmiş, ve on binlerce Müslüman bir birini öldürmüştür. Ne alimler, ne de yöneticiler, (Avrupa ve Amerika’da özellikle 1700’den sonraki düşünürlerin ve bilginlerin yaptığı gibi) farklı bir sistem geliştirme kaygısı taşımamışlar, böyle gelmiş böyle gider diyerek, vebali hep kendilerinin dışındakilere atmışlar, ama sonuç olarak, hepsinin elleri kana bulaşmış, ve, kişisel gelişime, düşünce geliştirmeye imkan verilmediğinden, sanayi devrimi yapılamamış, İslam toplumları, Batılılar’ın sömürgesi olmuşlardır. Yıldırım’ın

Kemiklerini

Kim Yaktırdı

İmparator’a ve Sırp Despotu’na Toprakları İâde. Çelebi Mehmet, artık tek başına Osmanlı Sultanı olunca, Bizans İmparator’u Manuel’in elçisi gelmiş ve daha

önce verdiği sözü hatırlatarak, (yardımlarından dolayı) İmparator’a vermeği vad ettiği yerleri istemişti. Çelebi Mehmet de hem elçiye çok iyi davrandı, hem de istenileni yaptı ve Karadeniz sahilinde bulunan bütün kaleleri ve Tesalya’daki yerleri ve Marmara denizindeki kaleleri terk etti. Çelebi Mehmet yine, Musa Çelebi’yi yenerken yardımını gördüğü Sırp Despotu’na da, Musa Çelebi’nin ondan aldığı yerleri iâde etti. Bu arada Anadolu’nun ortasındaki Karaman Oğlu Mehmet Bey de –ki Çelebi Mehmet’le kardeş çocukları idiler- değişik zulümler yapıyordu. Karaman Oğlu, Germiyan (Oğlu) (Kütahya) Beyi olan damadı ile arası bozulunca, Germiyan Oğlu’nun memleketini kuşatmış, daha sonra da yakmıştı. Bazen küçük çocuklar da kibritle oynamayı ve bir şeyleri tutuşturmayı severler; hatta bu yüzden yangınlar çıkar; Karaman Oğlu da her halde bir şeyleri yakmaktan hoşlanıyor olacak ki, Kütahya’dan sonra Bursa üzerine yürümüş, fakat, Hacı Ivaz Paşa (Hacivat) Bursa’yı otuz gün süreyle çok büyük bir fedakarlıkla savunmuştu. Bu arada Çelebi Mehmet’in Musa Çelebi’yi yendiği ve Musa Çelebi’nin cesedinin Bursa’ya getirildiğini duyunca “cesedi görürsem, kuşatmayı kaldırırım “ demiş; ve ölüyü görünce çekilmiş fakat, şehrin ovadaki bölümünü (daha çok bağ evlerinin bulunduğu bölüm) ateşe vermiş, ve çıkan bu yangın epeyce evin yanmasına sebep olmuştu. Bu arada hıncından, şehrin dış mahallerindeki Yıldırım Bayezıt’ın kabrine girmiş, Yıldırım’a hakaretler edip sövüp saydıktan sonra, Yıldırım’ın kemiklerini kabirden çıkartıp yaktırmıştır. (Şu anda Yıldırım’ın sandukasının altında, hiçbir şey yok mu?) (Tabi, tarihsel bilgi olarak burada unutulmaması gereken nokta; bize bu bilgileri veren kaynakların, genelde Osmanlı kaynakları olduğudur. Asırlar boyunca da, (Anadolu beylikleriyle Osmanlılar arasındaki) olaylara Osmanlı’nın gözüyle bakılmış ve tarih o istikâmette, Osmanlılar’ı haklı gösterir doğrultuda yorumlanmıştır. Acaba Karaman Oğlu’nu, bu şekilde, Yıldırım’ın kemiklerini kabrinden çıkarıp da yaktıracak kadar kızdıran sebep nedir? Bunu bilmiyoruz. Veya yorumlar ve araştırmalar o doğrultuda yapılmıyor. Çoğu zaman olduğu gibi, tarih gâliplerin tarafını tutarak yazılıyor veya naklediliyor) İki

Şehzade Mustafa’nın

Daha

Öldürülmesi

Çelebi Mehmet, Edirne’deki sarayda vefat edince cesedi kırk gün sarayda saklanacaktı. Ölümünü dört kişiden başka kimse bilmiyordu. Bu durum Osmanlı’da hep tekrarlana gelmiş bir işti. Osmanlı devleti yönetimi, mafya tipi bir yapılanma içinde olduğundan, yeni hükümdar gelinceye kadar, böyle numaralar çevirmekte, Osmanlı üst bürokrasisi usta olmuştu ve bu tecrübelerini nesilden nesile aktarırlardı. 1421 yılı Mayıs ayında, Çelebi Mehmet ; yaban domuzu avında bir domuza mızrak atarken kendisine felç indi. Baygın bir halde attan düştü. Adamları hemen saraya getirdiler; zaten avlandığı yer Edirne’ye yakındı. Gerek Edirne’ye yakın yerlerdeki, gerekse uzak yerlerdeki tabipleri hemen çağırdılar. Askerler ise padişahı görmek istiyorlardı. Mafyada reisin sağ olması çok önemlidir, elbette. Öldü mü, yeni reis seçilecek hemen. Sultan Çelebi Mehmet’in sağ olduğunu göstermek üzere mecburen kendisini dışarı(divana) çıkardılar; asker ve halk kendisini hayatta görüp sevindiler. Reis can derdinde, mafya elemanlarının derdi ise başka. Fakat, ertesi gün Çelebi Mehmet’e bir felç daha indi. Belki de bir yıl önce haksız yere astırdığı Şeyh Bedreddin beddua etmişti. Mehmet Çelebi gerçi haksız yere, tahta geçeyim diye binlerce insanın ölümüne zaten sebep olmuştu. İkinci felçten sonra dili tutuldu ve akşama doğru öldü. Toplam sekiz yıl tek başına Osmanlı Padişahlığı dönemidir. Bu sekiz yıl için, on binlerce kişinin öldürülmesine sebep olmuştur. Bazı kaynaklarda ise öleceğini anlayıp “tez (Amasya sancak beyi) Murat’ı getirin; gerçi o gelemeden ölürüm, memleket biri birine tokuşur onun için benim vefatım duyulmaya” dediği nakledilir. Bunları diyebildi mi bilmiyoruz, ama Osmanlı yüksek bürokrasisi, bu tür şeyleri padişah söylemiş gibi uydurmakta mâhirdir, nizâm-ı âlem için !. Fakat bazı rivayetlerde de, Çelebi Mehmet’in zaten altı aydır hasta olduğu, bu arada bazı vasiyetlerde bulunduğu ve kendi küçük iki oğlunun, büyük oğlu Murat tahta geçince öldürüleceğini bildiği için bunların kendisi ölünce İstanbul’a Bizans İmparatoru’nun yanına gönderilmesini vasiyet ettiği anlatılır. Kendisi kardeşlerini öldürürken hiç insaflı davranmamıştı. Uzlaşma yolunu

seçmemişti. Şimdi, evlatlarına merhamet ediyor, ama “bu düzenin/sistemin değişmesi lazım” diyemediğinden daha asırlarca masum çocuklar doğranmaya devam edecektir. Değişimci ve yenilikçi düşünce, Osmanlı dünyasında çok kıt bulunan bir nesnedir. Böyle gelmiş, böyle gider anlayışı hep egemen düşüncedir. Bizans tarihçisi Dukas: “dört kişiden başka kimse bilmiyordu, Çelebi Mehmet’in ölümünü” diyor ama, Uzunçarşılı “Dukas unutmuş, beşinci kişiyi, Hacı Ivaz Paşa’yı (Hacıvat) unutmuş” diyor. Bu beş kişi, mafya elemanları dağılmasın diye, numara yapıyorlar ve her gün saraya girip çıkıyorlar; tedavi için etraftan ilâçlar getiriliyor diyerek ortalığın şüphesini yatıştırmak istiyorlardı. Sadece iki tabip ölümü biliyordu. Bu tabipler, Çelebi Mehmet’in karnını açarak bağırsakları ile, akciğer ve kara ciğerlerini çıkarıp (mafya organizasyonunda reisin ölüsüne bile rahat yok) cesedin içerisini kâmilen yıkadılar ve cesetten çıkardıkları maddeleri ölünün bulunduğu odayı kazarak gömdüler ve sonra cesede güzel koku sürdüler ve kefenlediler ve yaşıyormuş gibi yatağa yatırdılar. “Tarihçi Dukas, bu ihtiyatlı tedbirlerin alınmasını, tahtın varisi olan yeni hükümdarın gelmesine kadar etraftaki devletlerin bunu haber alarak bir saldırı yapmamaları için olduğunu sebep olarak gösteriyor.” diyen Uzunçarşılı: “fakat asıl korku, Bizans İmparatoru’nun, Mehmet Çelebi’nin ölümüyle verdiği sözün sona ermesi sonucu Mustafa Çelebi’yi salıvermesi korkusu idi” demektedir. (Uzunçarşılı, I/374, not: 4) Yıldırım’ın Semerkand’de bulunan (Timur tarafından büyütülmek/yetiştirilmek/ve gerekirse Osmanlı tahtına geçirilmek üzere Semerkand’e götürülen oğlu) Mustafa, Timur’un ölümünden bir süre sonra serbest bırakılmış, o da Karadeniz üzerinden Rumeli’ye gelmişti. Daha sonra tahta geçmek için faaliyetlerde bulunurken, Çelebi Mehmet kuvvetleriyle hazırlıksız bir çatışmaya girmek zorunda kalmış, kaçarak Bizans’a bağlı bir kent olan Selaniğe sığınmıştı. Çelebi Mehmet bunun üzerine Selaniği kuşattı ve Mustafa’nın teslimini istedi. Vali, Bizans İmparatoru’nun izni olmadan teslim edemeyeceğini söyledi. Sonuçta İmparator araya girerek, bir anlaşmaya varıldı. Mustafa ve yanındaki otuz üç kişi Bizans’a ait Ege Denizi’ndeki Limni adasında kalacaklar, bu mültecilerin ! masrafları ! için, Osmanlı hükümeti her sene Bizans’a üç yüz bin akçe verecek, Çelebi Mehmet sağ oldukça, İmparator Mustafa’yı salıvermeyecek; Çelebi Mehmet ölünce ise, onun varislerinin Bizans’a karşı takınacakları tavra göre hareket edecekti. İşte padişahlığın/sultanlığın/hanedan yönetiminin, bir halka/devlete zararının ne kadar büyük olduğu, bu olayda açıkca görülmektedir. Bir şehzade yüzünden mâlî ve dış politika yönlerinden ne bedeller ödenmektedir. Bursa Ulubat çayının bir kenarında II. Murat’ın, diğer tarafında ise Mustafa Çelebi’nin kuvvetleri mevzilenmişlerdi. Rumeli askerleri, on iki bin atlı ve beş bin yaya olarak Mustafa Çelebi’yi destekliyorlardı. Mevsim soğuk, Ocak ayının son günleri idi., 1422 yılının. Yine Osmanlı şehzadeleri arasındaki taht kavgası yüzünden Müslüman kanı dökülüyordu. Gece yarısı, I. Murat’ın adamlarından Mihaloğlu Mehmet Bey, çayın kenarından seslendi, karşı tarafın beylerine. Geldiler, pazarlık üstüne pazarlık yapılıyordu. Mihaloğlu: “Bu Mustafa düzmedir” diyordu. Osmanlı derin devleti Mustafa Çelebi’nin düzme (sahte) olduğunu herkese yayıyordu. Esasında böyle bir düzmelik yoktu. Yıldırım’ın öz be öz çocuğu idi. 1405’de Timur’un ölümü üzerine Semerkand’de serbest bırakılmış, ama küçük olduğundan Anadolu’ya gelememişti. Mihaloğlu, Rumeli’deki Osmanlı kumandanlarını, Mustafa’ya düzme diyerek kandırmaya çalışmış ve onlar da II. Murat’ın tarafına geçmişlerse de; onların taraf değiştirmesi Mustafa’nın düzme olduğuna ikna olduklarından değil, Mustafa’nın en kuvvetli destekçisi Aydın Oğlu Cüneyd Bey’e II. Murat tarafından Aydın beyliği’nin tekrar verileceği va‘di üzerine Cüneyd Bey’in birlikleri ile beraber muharebe sahasını terk etmesidir. Sonraki Osmanlı tarihleri, Mustafa’ya düzme demişlerse de, ilk dönem Osmanlı kaynaklarında, onun Yıldırım’ın oğlu olduğu açıkca yazılıdır. Enverî onun Yıldırım’ın çocuğu olduğunu açık açık yazarken; Düstûr-Nâme’de de (s.91) şöyle denilmiştir: Mustafâ’yî, Çağatay (Timur) etdî esîr Nice yıldan sonra geldî ol emîr

(Öztuna 1977, II/380)

Zaten düzme olsa idi Mustafa, arkasında binlerce insanı nasıl toplayabilecekti Böylece, babası Çelebi Mehmet zamanında başlayan (büyük) Mustafa Çelebi problemi bir buçuk yıl devam ettikten sonra, II. Murat döneminde sona erdirilebilecek, II. Murat’ın Anadolu ve Rumeli’deki Müslüman ve Hıristiyan pek çok ağa ve beye binlerce altın ödeyip, onları kendi tarafına çekmesinden sonra, Mustafa Çelebi’nin etrafındaki kuvvetler azalacak ve Edirne’nin kuzeyinde, Tunca nehri kıyısında ki Kızılağaç Yenicesi’nde yakalanan Mustafa Çelebi, Edirne’ye getirilip idam edilecektir. Bu sırada, Çanakkale ve Gelibolu’daki Ceneviz ticaret gemileri de büyük kârlar etmişler, sık sık Mustafa Çelebi ile II. Murat’ın ordularını bir Anadolu’ya bir Rumeli’ye karşıdan karşıdan taşıyarak, altınlar kazandıkları altın bir yılı geride bırakmışlardır. Osmanlı şehzadeleri arasındaki yirmi yıla yakındır süren bu iç savaşlarda yapılan bu kadar askerî masraf, elbette bölge halkından sık sık toplanan vergilerden oluşuyordu. Halk o nedenle Osmanlılardan bıkmıştı. 1420 yılındaki Şeyh Bedreddin isyanının sebebi de bu idi. (www.pdfcoke.com’daki Şeyh Bedreddin’le ilgili ayrıntılı yazımıza bakabilirsiniz). Gözlerine Mil Çekin. Çelebi Mehmed’in Murad, Mustafa, Mahmud ve Yusuf isimlerindeki dört oğlundan Murad, II. Murat olarak hükümdar olmuş ve Mustafa adındaki diğer oğlu da Hamideli sancak beyi idi. Çelebi Mehmet’in, oğlu VeliahdŞehzâde Murat’a, küçük yaştaki Mahmud ile Yusuf’un öldürülmemeleri için Bizans İmparatoru’nun yanına gönderilmeleri vasiyetine ve Bizans İmparatoru’nun da bu vasiyyetten haberdar olduğundan tekrar tekrar bu çocukları istemesine rağmen, II. Murat bu çocukları İstanbul’a göndermedi. Önce Tokat’a gönderip hapsetti. Daha sonra da Bursa’ya getirterek gözlerine mil çektirip analarıyla beraber Bursa’da oturttu ve kendilerine maaş bağladı. Bu iki şehzade de on yaşından küçüktü. Çünkü her hangi bir şehzade on yaşına geldiğinde zaten saraydan çıkarılıyor, sancak beyi olarak bir vilayete gönderiliyordu. Dolayısıyla, on yaşına gelmemiş iki çocuğun gözlerine mil çekilmiştir. Bunun İslam’la Müslümanlıkla alakası olmadığı gibi, vahşetin ta kendisidir. Bunu yapan II. Murat’tır yani Fatih Sultan Mehmet’in (veya Katil Sultan Mehmet’in) babası. Bir-ikisi hariç Osmanlı padişahlarının hemen hepsi katildi. İleride isyan edecek diye beş-altı yaşındaki çocukların gözlerini kör etmek, tahta tapmaktan başka bir şey değildir. Allah’a tapan bir adam böyle bir şeyi nasıl yapa bilir ? Tabi, bu arada, bu zulümlere fetva veren ulemâ, o büyük Osmanlı âlimleri !. Onlar daha çok suçludur. Çünkü, Osmanlı devletinde fetvasız bir şey olmazdı. Ama onlar da istenilen fetvaları, bir şekilde uydurup verirlerdi. O yüzden de ilmî bereketleri olmamıştır, Osmanlı âlimlerinin. Zulümlere vahşetlere göz yumdukları, ses çıkarmadıkları için, dünya çapında orijinal bir düşünce üretememişlerdir.

Related Documents

Seniorstudio 2(2)(2)
June 2020 80
Seniorstudio 2(2)(2)
June 2020 86
Seniorstudio 2(2)(2)
June 2020 77
2-2
November 2019 81

More Documents from ""