Prepared by MUAMMER söğüt-ERKAN ÖNLER
ATTEND ( ı’tend) katılmak -
Many more people than we expected attended the wedding. Tahmin ettiğimizden çok fazla insan düğüne katıldı. -We wanted to know whether you attend the meeting. Toplantıya katılıp katılmayacağını öğrenmek istedik. -Jessica is the first student in our class to attend church.
ABOLISH (ı’boliş) yürürlükten kaldırmak When I am a President,I will abolish taxes. Başkan olduğumda,vergileri yürürlükten kaldıracağım. The committee abolished all entry requirements. Kurum bütün giriş gerekliliklerini yüyürlükten kaldırdı.
ACCUSE
(ı’kyu:z) suçlamak I accused John of hitting my dog. John’u köpeğime çarpmakla suçladım. The police accused Bill of being at the sceen of the crime. Polis Bill’i olay mahalinde bulunduğu için suçladı.
ACQUIRE (ı’kwayı)
elde etmek,kabul etmek Susan acquired an appreciation of classical music. Susan bir sanat müziği takdiri elde etti. Tom acquired a famous painting from an art dealer. Tom sanat tablo aldı.
bayisinden ünlü bir
ACT (ekt) hareket etmek
Since I had been Detroit before,I acted as guide when my family decided to go there. Detroit te daha önceden bulunduğumdan dolayı,ailem oraya gitmeye karar verdiklerinde rehber gibi hareket ettim. Act as if you don’t know the party. Partiyi sanki bilmiyorsun gibi hareket et.
ACHIEVE (ı’çi:v) Başarmak
-You can achieve if you study hard enough. -Eğer yeterli derecede çokçalışırsan,başarabilirsin. A good teacher must encourage his students constantly to achive. İyi bir öğretmen öğrencilerinin başarması için sürekli onları teşvik etmeli.
ADD eklemek ( ed)
Add some milk as you cook the eggs. Yumurtaları pişirirken biraz süt ekle. Add the letters ‘ed’ to regular verbs to form Past tense. Past tensi şekillendirmek için fiillere ‘ed’ harflerini ekle.
ADAPT (ı’dept) ayak uydurmak
Jane adapted quickly to the new procedures. Since Bill couldn’t adapt to college life,he left school. Bill kolej hayatına ayak uyduramadığı için,okulu terk etti.
ADDICT ( ‘edikt) bağımlı hale gelmek Smoking tobacco addicts many people.
Sigara içmek çok insanı bağımlı hale getitir. Nowadays many youngs addict drugs. Bugünlerde çok gençler uyuşturucu maddelere bağımlı hale geliyorlar.
ARGUE tartışmak (‘a:gyu:) -She never argues with her mother .She always does what her mother tells her.
Annesiyle hiç tartışmaz.Annesi ne derse herzaman yapar. -
They are arguing about what they should do at this point.
Bu durumda ne yapmaları gerektiği hakkında tartışıyorlar.
ADMIRE ( ıd’mayı) hayran olmak -My father admires the musicians because he can‘t carry a tune.
Babam müzisyenlere hayran olur,çünkü bir nota çalamaz. -I always admire people who have much patience. Çok sabırlı olan insanlara her zaman hayran olurum. -Everybody admires him for his brave.
AFFORD ( ı’fo:d) Satın almaya gücü yetmemek The new married couple can’t afford the rent.
Yeni evli çift kirayı karşılayamıyor. In Turkey few people can afford a summer home in coast. Türkiyede az insan sahilde yazlık evi karşılayabilir. My family can’t afford to send me to school in Europe.
AMAZE ( ı’meyz) Şaşırtmak -The magician amazed the children with interesting tricks.
Sihirbaz ilginç hilelerle çocukları şaşırttı.
çok
-John amazed me by suddenly quitting his job. -It amazed us that no one was hurt in the earthquake. Depremde hiçkimsenin yaralanmaması bizi şaşırttı.
AFFECT ( ı’fekt) etkilemek
-Superstitions affect several aspects of my life.
Batıl inançlar hayatımın her safhasını etkiler. -How does the radiation affect people? Radyasyon insanları nasıl etkiler? -What trends will affect you and your work?
AGREE (ı’gri:) anlaşmak -I am glad that we are agree. -Bill and his father used to argue a lot, but recently they often agree.
Bill ve babası çok tartışırlardı ama son zamanlarda sıksık anlaşıyorlar. -Do you agree with me about this topic? Bu konuda bana katılıyor musun?
ADMIT ( ıd’mit) suçu kabul etmek Bill admitted that he had cheated on the exam. Bill sınavda koya çektiğini Kabul etti.
The thief admitted that he had stolen the money. Hırsız parayı çaldığını kbul etti.
ADVISE ( ıd’vayz) tavsiye etmek -Jimmy advised Bill to get a new job before quiting the one he had. Jimmy sahip olduğu işi bırakmadan once yeni bir iş bulmasını tavsiye etti.
-In times of trouble, my father always advises me what I should do. Olumsuz durumlarda,babam herzaman ne yapmam gerektiğini tavsiye eder.
ADOPT (ı’dopt) benimsemek-evlatlık edinmek Because the Johnsons couldn’t have children,they adopted. Johnsonların çocukları olmadıklarından dolayı,evlatlık eindiler.
Jane adopted her niece,when her sister died. Jane kız kardeşi ölünce,kız yeğenini benimsedi.
ALTER ( ‘o:ltı) değiştirmek Dad altered his old pants because they didn’t fit any more. Dad eski pantolanlarınartuk sığmadıkları için değiştirdi. The editor altered the manuscript only slightly.
APOLOGIZE (ı’policayz) özür dilemek He didn’t apologize for anything exept a few words. Bir kaç kelime haricindeki hiçbir şey için özür dilemedi.
Even if she apologizes,I will never forgive her forever. Özür dilesebile onu asla sonsuza kadar afetmeyeceğim.
ANGER (‘engı) kızdırmak The satain on the carpet angered Mom,and she punished us. Halıdaki leke annemi kızdırdı ve bizi cezalandırdı. Threatening phone calls anered Bob,so he called the police.
Tehdid edici telefon çağrıları babamı kızdırdı,bu yüzden polisi cağırdı.
APPRECIATE (ı’pri:şieyt) takdir etmek If a teacher appreciates his students,the success in the class increases. Eğer öğretmen öğrencilerini takdir ederse,sınıftaki başarı aratar.
Eveyody appreciates her for treating respectively to elders. Büyüklerine karşı saygılı davrandığından dolayı herkes onu takdir eder.
AVOID (ı’voyd) kaçınmak -
Try to avoid getting soap in your eyes.
-
In order to avoid accidents, you should take some precautions.
Kazalardan kaçınmak için bir kaç önlem alman gerekir.
-
You should avoid spending much time watching TV.
Televizyon izleyerek fazla zaman harcamaktan sakınman gerekir.
APPLY (ı’play) başvurmak - We applied for a loan to buy a new house. Yeni bir ev almak için kreiye başvurduk. -
How many jobs did you apply for today? Kaçtane işe başvurdun bugün. -
I have applied for the passport.
Pasaport için başvurdum.
ALLOW (ı’lau) izin vermek -
Do you allow your children to cross the street by themselves? Çocukların kendikendilerine caddeden geçmelerine izin verirmisin. -
Allow me to introduce myself.
-
Why does God allow innocent people to suffer?
Allah neden suçsuz insanların acı çekmesine izin verir.
ARRANGE (ı’reync ) düzenlemek -
The artist arranged her paintings for the exhibit. Artist sergi için resimlerini düzenledi. -Angelica arranged a party for her sister’s birthday. Angelica kız kardeşinin doğum günü için bir parti düzenlendi. -
I would like to arrange for a trip.
ARRIVE (ı’rayv) varmak Our guests arrived late in the evening. Misafirlerimiz akşam geç geldiler. As soon as I arrived at willage,I visisted my relatives. Köye varır varmaz akrabalarımı ziyaret ettim.
APPEAR (ı’piı) görünmek -The sun appeared on the horizon at five o’clock this morning. Güneş bu sabah saat 5’te ufukta göründü. -On the other side of river the outline of the city appeared. Nehrin diğer tarafında şehrin çizgisi göründü. -Bill appears to be morning.
very upset this
Bill bu sabah çok üzgün olduğu görünüyor.
ATTACK ( ı’tek) saldırmak The journalist attacked the politician with questions. Gazeteci sorularla pilitikacıya saldırdı. Our dog attacked the neighbour’s cat. Köpeğimiz komşunun kedisine saldırdı.
ACCOMPANY (ı’kampıni) eşlik etmek - John accompanied his father on a business trip. John is gezisinde babasına eşlik etti. -I need someone to accompany me while I play the violin. Keman çalarken bana eşlik edecek birilerine ihtiyacım var. -If you go to the dance, I will accompany you.
ACCEPT (ık’sept) kabul etmek - Marry accepted a lovely gift Jane.
from
Marry Jane’den güzel bir hediye Kabul etti. -Ok.I
accept
your apology.
Tamam özrünü Kabul ediyorum. -
To his surprise,he has not still found anyone to accept his offer. Şaşkınlık o ki,hala teklifini Kabul edecek birini bulamadı.
APPROVE ( ı’pru:v) Onaylamak,tasvip etmek The reason why he doesn’t approve my offer is his greedy. Teklifimi onaylamamasının sebebi onun hırsıdır. No one approve being told the secrets to others. Kimse sırların başkalrına anlatılmasını tasvip etmez.
BAN (ben) yasaklamak Mom banned television in our house on weeknights. Annem haftaiçi geceleri televizyon seyretmeyi yasakladı. During the 19th century, the government banned smoking in the street.19.yüzyıl boyunca,hükümet sokaklarda sigara içmeyi yasakladı.
BARGAIN (‘ba:gin) pazarlık etmek The antic collector bargained with the shopkeeper. Antika toplayıcı satıcıyla pazarlık etti. John bargained with salesman over the price of the used car. John satıcıyla kullanılmış arabanın fiyatı hallında pazarlık etti.
BITE (bayt) ısırmak Dave always bites his fingernails. Dave herzaman tırnaklarını ısırır. The large dog bit Tom on the leg. Büyük köpek Tom’u ayağından ısırdı.
BEAT ( bi:t) dövmek-yenmek Beating someone is not the right way to find a solution. Birisini dövmek çözüm bulmak için doğru bir yol değildir. Can you beat a man without a gun who is twice as big as you?
BREATH (bret )
nefes almak I could hardly breathe when the weather became hot and humid. Hava sıcak ve bunaltıcı olduğunda zorlukla nefes alıyordum. The athlete breathed heavily after the strenuous workout. Atlet çalışmadan sonar derince nefes aldı. Note: hardly have time to breathe:This was such a busy day. I hardly had time to breathe.
BEG (beg)
dilenmek-yalvarmak -The women beg for spare change to feed her family. -The children begged their parents to let them to stay up late. Çocuklar ailelerinden geç vakte kadar uyumamaları için onlara izin vermelerini dilediler. -Ann her.
begged her friend
to forgive
Ann arkadaşına onu effetmesi için yalvardı.
BETRAY (bit’rey) ihanet etmek
-John betrayed my trust when he told my secret. Sırrımı söylediğinde dostluğuma ihanet etti. -Marry betrayed her country by giving the secrets to the enemies. Marry ülkesine düşmanlara sırlarını vererek ihanet etti. -I am sure Clara will never betray him,will never leave him,will never love anyone else but him. Eminim Clara ona asla ihanet etmemeyecek,asla terk etmeyecek,ondan başka kimseyi asla sevmeyecek. BORROW (‘borou ) ödünç almak
-Sue borrowed my dress to wear to the party. - I borrowed a cup of sugar from the neighbor and replaced in the next day. Komşumdan bir fincan şeker ödünç aldım ve ertesi gün geri verdim. -If you are going to borrow some money,you have to repay it sooner. Eğer biraz ödünç para alıcaksan,kısa zamanda geri vermelisin.
BEHAVE (bi’heyv) davranmak
-The unruly student behaved badly in class. Kaba çocuk sınıfta kötü bir şekilde davrandı. -It implies that different people behave in different ways. Farklı insanların farklı davrandıklarını belirtir. -I behave kindly to them but they behave harsly to me. Onlara kibarca davrandım ama onlar bana kabaca davrand BELIEVE (bi’li:v) inanmak -The judge didn’ t believe our story. Hakim hikayemize inanmadı.
- I strongly believe in God. Allah’a son derece inanıyorum. -Believe it or not, Iam over fifty years old. İnan yada inanma, 50 yaşın üzerindeyim.
BLOW (blou) esmek -
The wind blew all night and, kept us awake.
Rüzgar bütün gece esti ve bizi uyanık bıraktı. -Fresh air blew through the open windows. Açık pencereden taze hava esti. -A whistle blows at the factory at the end of the day.
BRING ( bring ) getirmek -Please bring that pacgake to me.
Lütfen şu paketi bana getir. -Don’t worry! I will bring it with me. -Bring a friend of yours when you come to the picnic. Pikniğe gelirken arkadaşlarından birtanesini getir.
BEGIN ( bi’gin ) başlamak -Let’s begin; it is time for us to learn English.
Hadi başlayalaım,Bizim için ingilizce öğrenme zamanıdır. -If we begin to pray, we will save our lives. Eğer ki dua etmeye başlarsak, hayatımızı kurtarırız. -Tommy is beginning to like a movie star. BREAK ( breyk ) bozmak-kırmak You broke the alarm clock when you took it apart.
I wonder how people break the bricks with their hands. Elleriyle insanların tuğlalarını nasıl kırdıklarını merak ediyorum.
BUY (bay ) satın almak You can’t beg special discount any more when you buy something from markets such as MMM migros. Artık MMM Migros gibi marketlerden bişeyler
alırken,özel indirimler talep edemezsin. I don’t have as much money as to buy cheap things. Ucuz şeyler alacak kadar fazla paraya sahip değilim. BURN bö:n Yakmak-yanmak That car burns only Diesel oil. O araba sadece Diesel yağ yakar. The sun burned his face. Güneş yüzünü yakmış.
BURY ( beri ) gömmek-defnetmek They thiefves buried the stolen jewellery. Hırsızlar çalınan mücevherleri gömdüler. Eyüp Sultan was buried near the Constantinople walls.
Eyüp Sultan İstanbul surlarının yanına gömüldü.
CANCEL (kensıl) iptal etmek -Please cancel your plans and come with me. Lütfen planlarını iptal et ve benimle gel. -The boss cancelled the meeting.
-If you don’t answer the questions correctly,it may take longer to cancel your registration. Eğer sorulara doğru cevaplar vermezsen,üyeliğini ptal ettirmek uzun zaman alabilir.
CALL ( ko:l) telefonla aramak-adlandırmak Call Mary and ask if she wants to join us for dinner. Maryi ara ve akşamyemeği için bize katılıp katılmayacağını sor. We call this ‘masa’ in Turkish.
Türkçede bunu masa diye adlandırırız.
CAPTURE ( ‘kepçı) ele geçirmek The war was ended when we captured the enemy’s major city. Düşmanın büyük şehrini ele geçirdiğimizde savaş sona erdi. The hunters captured and killed the gorilla. Avcılar gorillayı ele geçirdi ve öldürdüler.
CONSULT (kın’salt ) danışmak -I consulted with a lawyer about what to do. Ne yapacağım hakkında avukata danıştım. -Mary consulted with a doctor on this problem last month. Marry bu problem hakkında geçen ay doktora danıştı.
-They often used to consult him about public matters and even private ones.
CATCH ( keç) yakalamak-yakalanmak The cat tried to catch the mouse. Kedi fareyi yakalamaya çalıştı. I hope I don’t catch the flu this winter. Umarım bu kış gribe yakalanmam. Catch someone’s eye: One of the book on the top shelt cakught my eye and I took it down to look at it.
COLLECT (kı’lekt) toplamak -The landlords collect the rents every month. Ev sahipleri her ay kiraları toplarlar. -I collected the dirty dishes from around the house and placed them in the sink. Kirli tabakları evin etrafından toladım ve içine yerleştirdim.
-John began to collect insects in a jar when he was 10. John 10 yaşında böcekleri kavanoza toplamaya başladı. CARE FOR (keı ) bakmak-sevmek -Will you care for my cat while I am on vacation. Ben tatildeyken kedime bakabilir misin? -The orphans were cared for by an elderly uncle. Yetimler büyük ancaları tarafından bakıldı. -David don’t care for the sun-dried tometos in spinach salad.
David güneşte kurumuş domatesleri ıspanak salatasında sevmez.
CHOOSE (çu:z) seçmek -In the end,he chose a pair of shoes from among the dozen the salesman had shown her. Sonunda,satıcının gösterdiği bir düzine ayakkabıdan bir çift seçti. -The team captains began to choose players for their teams. -I chose not to choose life. Hayatı seçmemeyi seçtim.
CELEBRATE (selibreyt ) kutlamak -Let’s go to the dinner and celebrate your promotion. Hadi akşam yemeğine gidelim ve atanmanı kutlayalım. -Bill doesn’ t celebrate his birthday now that he is over sixty.
-Muslims celebrate the Sacrifice and Ramadan Bayram each year. Müslümanlar Kurban ve Ramazan Bayramını her yıl kutlarlar.
CONFUSE (kınf’yu:z) karıştırmak -The problem confuses me.Could you explain it again? Problem kafamı karıştırıyor.Onu tekrar açıklayabilir misiniz? -I often confuse the twins with each other because they look alike. İkizleri sısk sık karıştırıyorum çünkü birbirlerine çok benziyorlar. -We confused the way because the signs in the country are very complex.
COMPLETE (kımp’li:t) tamalamak -I have to complete the report till tomorrow because ı have to distribute it my coworkers. Raporu yarına kadar tamamlamak zorundayım,çünkü rakadaşlarıma dağıtmak zorundayım. -When I complete this book,I will start another. -Please complete the application form for job.
Lütfen iş için baçvuru formunu doldurunuz.
CONQUER (’konkı) feth etmek Fatih Sultan Mehmet conquered Constantinople in 1453. Fatih Sultan Mehmet İstanbulu 1453 te işgal etti. Yavuz was the only Sultan in history who conquered the Syria by passing Syna desert. Yavuz Sina çölünü geçerek Suriye yi feth eden tarihteki tek Sultandır.
CONNECT (kı’nekt) bağlantı kurmak A bridge connects the two sides of the river. Köprü nehrin iki tarafı arasında bağlantı kurar. I finally connected with Mary after leaving several messages. Sonunda Mary ile birçok mesaj bıraktıktan sonar bağlantı kurdum.
CHALLENGE (‘çelinc ) meydan okumak -
I challenged Jane to a chess match.
Satranç maçı için Jane e meydan okudum. -The gentleman was challenged to a duel by his enemy. Kibar adam düşmanı tarafından duello için meydan okundu. -Can anyone other than Tyson challenge him? Tyson dan başka hiç kimse ona meydan okumayamaz.
COMPLAIN (kım’pleyn) şikayet etmek -We complained to the manager that our food was cold. Yemeklerimizin soğuk olduğunu müdüre şikayet ettik. -You can complain to the local council if there is something wrong with it. Eğer bir problem varsa,belediyeye şikayet edebilirsin. -Don’t just complain –do something! Sadece şikayet etme,bişeyler yap! CARRY
(‘keri) taşımak I carried the baby into the hospital. Bebeği hastaneye taşıdım. Can you carry a large table on your back? Büyük bir masayı sırtında taşıyabilir misin?
COMMIT (kı’mit) işlemek-teslim etmek-mahkum etmek
The police don’t know who committed the robberies. Polis soygunları bilmiyor.
kimin yaptıgını
The judge committed the criminal to the prison for thirty years. Hakim suçluyu 30 yıl hapse mahkum etti. I commit my soul to God CRITICIZE (‘kritisayz) eleştirmek -
A long newspaper article criticized the mayor’s action.
Uzun bir gazette makalesi başkanın hareketini eleştirdi.
-Never criticize any person openly: instead criticize them individually. Asla hiç kimseyi açık bir şekilde eleştirme:bunun yerine onları bireysel eleştir. -Don’t criticize your last employer, it makes you look bad. Geçenki işcini eleştirme,bu seni kötü gösterir.
CHANGE (çeync) değiştirmek Bill changed his hair style. Bill
saç şeklini değiştirdi.
The store has a dressing room where you can change your clothes. Mağaza elbiselerini değiştirebileceğin bir kabine sahip.
CONCEAL ( kın’si:l ) gizlemek The criminal concealed the knife in his boot. Suçlu bıçağı bottunda sakladı. Marry concealed her husband’s present in wardrobe.
Marry kocasının hediyesini dolapta sakladı.
CONCERN ( kın’sö:n) ilgilendirmek
COLLAPSE (kı’leps) çökmek Jane’s marriage collapsed after only three years. Jane’in evliliği yalnızca üç yıl sonra çöktü. A lot of building collapsed during the earthquake.
Deprem esnasında çok bina çöktü.
CONDUCT ( kın’dakt ) iletmek-yönetmek I tried to conduct myself appropriately at the funeral. Cenaze töreninde kendimi uygun bi şekilde yönettim. Copper coducts electiricity well.
Bakır elektiriği iyi bir şekilde iletir.
CONSIDER (kın’sidı) düşünmek,değerlendirmek Mary considered each option before making a decision. Mary karar vermeden once herbir seçeneği değerlendirdi. I considered taking a trip to the coast.
Sahile seyahate gitmeyi düşündüm.
CONCLUDE ( kın’klu:d) Sonucuna varmak-bitirmek Mary concluded that Bill was going to be late. Mary Bill’in geç kalacağı sonucuna vardı. The committee concluded the meeting late. Heyet toplantıyı geç bitirdi.
CONSTRUCT ( kın’strakt) inşa etmek A famous architect constructed a model of a new mosque. Ünlü ressam yeni bir cami modeli inşaa etti. The workers constructed a fountain in the center of the town. İşçiler kasaba merkezinde bir vakıf inşa ettiler.
CONSUME (kın’syu:m) tüketmek Americans consume a huge amount of sugar each year. Amerikalılar her yıl büyük miktarda şeker tüketirler. This old car consumes too much gas. Bu eski araba çok fazla gaz tüketiyor.
CONTAIN ( kın’teyn) içermek-içine almak This syrup contains a great deal of sugar. Bu şurup çok şeker içeriyor. The glass jar contains two thousand jelly beans. Bu cam kavanoz iki bin jöle fasulye içine alır.
COMBINE (kım’bayn) bir araya getirmek-bir araya gelmek The mechanic combined the nuts and bolts by putting them in one box. Tamirci bir kutunun içine koyarak bir araya getirdi. Mary’s and Bob’s business combined to establish a new company. Mary ve Bob’un işleri yeni bir şirket kurmak için bir araya geldi.
COMPARE (kım’peı) karşılaştırmak -It is totally absurd to compare Mozart to other composers. Mozartı diğer müzisyenlerle karşılaştırmak tamamen saçma. -If you compare this book with that one, you will find that one is larger. Eğer bu kitabı şu kitapla karşılaştırırsan,bu kitabın daha geniş olacağını anlayacaksın. -The poet compared the building’s beauty to a bright summer’s day.
Şair binanın güzellini parlak bir yaz günüyle karşılaştırmış.
CONVINCE (kın’vins) ikna etmek I understand your argument,but you will never convince me. Senin savunmanı anladım,ama beni asla ikna edemeyeceksin. I convinced Mary to cut her hair short. Saçlarını kısa kestirmesi için Marryi ikna ettim.
COVER (‘kavı) kaplamak The piece of candy was covered with chocolate. Bi parça şekerleme çukulatayla kaplandı. Oil that spilled from the wrecked ship covered some of the birds. Batık gemiden dökülen yağ kuşların bazılarını kapladı.
CONFIRM (kın’fö:m) doğrulamak-resmen kabue edilmek Will you confirm that the amounts on your bill are correct? Hesaptaki miktarların doğruluğunu onaylarmısınız. Three young people were confirmed last Sunday at my church. Üç genç insan geçen Pazar kiliseye resmen Kabul edildiler.
CRUSH ( kraş) ezmek-küçük parçalrara ayırmak A powerful machine at the junkyard crushed the cars. Hurdalıktaki güçlü bir makina arabaları ezdi. A huge machine crushed the rucks into the small stones. Büyük makina kayaları küçük taşlara ayırdı.
DIE (day) ölmek -Every living thing eventually dies. Yaşayan her canlı eninde sonunda ölür. -
At the end of the day Jane was dying for a drink.
Günün sonunda Jane içecek için ölüyordu. -If Jesus is God, how could he die? Eğer ki Hz İsa, Nasıl ölebilir?
DARE (deı) cesaret etmek I don’t dare bother David while he is studying exam.. Sınava çalışırken Davidi rahatsız etmeye cesaret edemedim. Do you dare swim in the lake without a guard? Koruma olmadan gölde yüzmeye cesaret edebilir misin?
DECAY (di’key) çürütmek Moisture decayed the wood frame of the porch. Nem balkonun tahta çerçevesini çürüttü. Too much candy decayed the child’s teeth. Çok fazla şekerleme çocuğun dişlerini çürüttü.
DECLARE
(di’kleı) ilan etmek-bildirmek Türkey declared its independence in 1920. Türkiye 1920 de özgülüğünü ilan etti. Five politicians declared their candidacy for mayor. Beş politikacı başkanlık için adaylıklarını bildirdiler.
DISCOVER (dis’kavı)
keşfetmek -Discover the basic beliefs of Muslims through a series of posters. Posterlerin serileriyle Müslümanların ana inançlarını keşf edebilirsin. -Physicists believe that they discovered a new elementary particle. Fizikçiler yeni bir element parçası keşfettiklerine inanıyorlar. -Who discovered the North Pole? Kuzey Kutbunu kim keşfett?
DISTURB ( di’stö:b) rahatsız etmek
-Every morning the birds disturb my sleep. Her sabah kuşlar uykumu bölerler.. -He was so faith that because he didn’t want to disturb his wife, he didn’t set the alarm clock. O kadar vefalıydı ki eşini rahatsız etmek istemediünden dolayı,alarm saatini kurmadı. -She does her best not to disturb her while her daughter is studying. Kız kardeşi ders çalışırken elinden gelenin en iyisini yapar.
DAMAGE ( ‘demic) zarar vermek
-The vandals damaged the building by breaking all the windows.Tahrib edici kişiler bütün pencereleri kırarak binaya zarar verdiler. -Someone damaged my book by spilling milk on it. Birileri kitabımın üzerine süt dökerek zarar verdileler. -I damaged the car when I hit the truck. Kamyona çarptığımda arabama zarar verdim.
DESIRE ( di’zayı) arzu etmek-istemek
Bill desires a good job above everything else. Bill herşeyin üstünde iyi bir iş istiyor. Most people desire a great success. Çoğu insan büyük başarı arzular.
DETER ( ditö:) caydırmak-yıldırmak The light rain did not deter the children from playing outside.
Hafif yağmur çocukları dışarıda oynamaktan yıldırmadı. Road work will deter drivers from taking that route. Yol çalışması şöförlerin bu yoldan gitmelerini caydırabilir.
DEMAND (di’ma:nd) talep etmek
-The angry customer demanded service. Kızgın müşteri sevis talep etti. -There are prayers that demand something from God. Allah’tan birşeyler talep eden kullar var. -If they demand something for surviving they should talk to the government. Eğer hayatta kalmak için birşeyler talep ederlerse,hükümetle onuşman gerekir. DELIVER (di’livı) teslim etmek
-Our newspapers are delivered at seven o’clock every morning. Gazetelerimiz her sabah saat 7 de teslim edilir. -The guard delivered the criminal to the police. Gardiyan polise suçluyu teslim etti. -The letter will be delivered in two days. Mektup iki gün içinde teslim edilecek.
DESTROY (di’stroy) tahrip etmek-yok etmek
-The child destroyed the toy in a fit of anger. -The war destroyed the nation’s economy. Savaş ulusun ekonomisini tahrip etti. -The town was completely destroyed by tornado. Tornado tarafından kasaba tamamen yok edildi.
DECIDE (di’sayd) karar vermek -I can not decide where to go on vacation.
Tatile nereye gideceğime karar vereyemiyorum. -The young couple couldn’t decide on which house to buy. Yeni evil çift hangi evi satın alacaklarına karar veremediler. -Bert and I decided to approve her recommendation. Bert ve ben onun önerisini onaylamaya karar verdik.
DECLINE (di’klayn) kötüye gitmek-reddetmek As a person grow older his health generally declines.
İnsan yaşlandıkça sağlığı genellikle kötüye gider. I offered Anne a cigarette,but she declined. Anne ye bir sigara teklif ettim ama reddetti.
DEFEAT (di’fi:t) yenmek Mary defeated her opponent in the tennis match.
Mary
tennis maçında rakibini yendi.
All of our team’s players are so good that they can easily defeat the rival. Takımdaki oyuncuların hepsi o kadar iyiki kolayca rakibi yenebilirier.
DEFEND (di’fend) savunmak Mary defende her actions when she was accused of cheating. Mary kopya çekmeyle suçlandığında hareketlerini savundu.
The lawyer defended well his client during the rial. Avukat duruşma boyunca müvekkilini iyi savundu.
DEFER ( di’fö:) ertelemek Mike deferred his judgment until he heard more explanation. Mike daha fazla açıklama duyana kadar mahkeme kararını erteledi.
I must defer the expense of my car until next year. Arabamın masrafını yeni yıla kadar ertelemeliyim.
DESCRIBE (di’skrayb) tanımlamak -The poem describes moonlight on the lake. Şiir göldeki ay ışığını tanımlar.
-I think it is difficult for one to describe himself. Bence birisi için kendini tanımlamak zordur. -I can’t accurately describe how happy I am to see Andre writing again. Andrenin yazısını tekrar görünce nekadar mutlu olduğumu geröekten tanımlayamam. DIVORCE (di’vo:si:) Boşanmak Nobody knows the reason why the couple divorced after only a month .
Kimse çiftinsadece bir ay sonra boşanmalarının sebebini bilmiyor. Eventhough I have some problems with my marriage,I never think to divorce. Evliliğimde bazı prolemlerim olmasına rağmen asla boşanmayı düşünmedim.
DOUBT (daut) şüphelenmek -No one doubts Marry’s abilities at the office. Ofiste Marry’nin kabiliyetlerinden kimse şüphe etmez.
-Don’t doubt me because I will prove you wrong. Benden şüphelenme çünkü yanlışlığı sana ıspatlayacağım. -I have no reason to doubt her sanity because I trust her .Onun samimiyetinden hiç üphem yok,çünkü ona güveniyorum.
DREAM (dri:m) hayal kurmak John began to dream while taking a nap during class. John ders esnasında uyuklarken hayal görmeye başladı.
Mary was dreaming when the alarm clock woke her up. Mary alam saati onu uyandırdığında hayal görüyordu.
DELAY (di’ley) geciktirmek -Cold spring weather delays the blooming of flowers. Soğuk ilkbahar havası çiöeklerin açmasını geciktirir. -Don’t delay your application form or else it won’t be considered.
Başvuru formunu geciktirme yoksa değerlendirilmeyecek. -The brain damage will delay the child’s language development. Beyin tahribi çocoğun dil gelişimini geciktirir.
DEAL (di:l) alakalı olmak-üstesinden gelmek The poem deals with death. Şiir ölümden bahsediyor. You need to learn how to deal with problems like this.
Bu gibi problemlerin nasıl üstesinden gelineceğini öğrenmek zorundasın.
DEVELOP (di’velıp) geliştirmek -The committee developed a plan for a new product. Kurul yeni ürün için bir plan geliştirdil. -With careful planning,the business continued to develop. Dikkatli planlamayla,iş gelişmeye devam etti.
-The perfect climate here develops the grain. Burada ki harika iklim ürünü geliştirir.
DEVOTE (di’vote) adamak Sally devotes her life to the works of God. Sally hayatını Allah işlerine adadı. Parents generally devote themselves to thier children. Ebeveynler kendilerini genellikle çcuklarına adarlar.
DISMISS (dis’mis) işten çıkarmak-çıkmalarına izin vermek As sales declined,the manager had to dismiss several workers. Satışlar azaldığı için, müdür birkaç işçiyi işten çıkarmak zorunda kaldı. At the end of the lecture,the professor dismissed the students. Toplantının sonunda profesör öğrencilerin çıkmasına izin verdi.
DIVIDE ( di’vayd) bölmek If you divide seven into two,the answer is fractional. Eğer yediyi 2 ye bölersen cevap kesirli olacaktır. The charity devided the money between medical clinic and the drug prevention. Yardım derneği parayı tıbbi kliniğe ve uyuçturucunun önlenmesine böldü.
EXAMINE (ig’zemine ) incelemek-muayene etmek -Jane examined every clause in the contract before she signed it. Jane Knotratı imzalamdan önce kontraktaki her cümleyi inceledi. -The medical students examined the patients under the supervision of a doctor. Doktor kontrolü altında tıp öğrencileri hastaları muayene ettiler.
EXPRESS (ik’spres) ifade etmek -It is difficult to express my ideas about the meaning of life. Hayatın anlamı hakkında fikirlerimi ifade etmek zordur. -Marry expressed her complex thoughts eloquently. Marry karmaşık düşüncelerini açıkca ifade etti. -She expressed her disappoinment. Hayal kırıklığını ifade etti.
EXPLAIN
(ik’spleyn) açıklamak -The coach explained the new rules to the team. Koç takıma yeni kuralları açıkladı. -Please explain your answer so that we can understand it. Lütfen cevabını açıkla öyleki onu anlayabilelim. -How will you explain your absence at school this time? Bu defa okulda olmayışını nasıl açıklayacaksın? EARN (ö:n) para veya değer kazanmak
The students earned the professor’s praise. Öğrenciler profesörün övgüsünü kazandılar. How much do you earn a month? Bir ayda ne kadar kazanıyorsun?
EMBARRAS (im’berıs) utandırmak
Please don’t embarras me in public again! Lütefen beni toplumda tekrar utandırma! Her older brother tried to embarras her in front of her friends. Abisi arkadşlarının önünde onu utandırmya çalıştı.
ENVY ( ‘envi) kıskanmak
Do you secretly envy people who have more money,more serenity than you do? Senden daha fazla paraya,daha fazla sükunete sahip olan insanları gizlice kıskanır mısın? Donald is a clown he probably envys you because you are a self made man. Donald soytarıdır,belkide sen kendini yetiştirmiş bir adam olduğunda seni kıskanır.
EMIGRATE (‘emigreyt) göç etmek
The family emigrated during the war to escape the dictator’s rule. Aile savaş boyunca diktatörün yönetiminden kaçmak için göç etti. Mary emigrated from Germany to France during World War II. Mary II.Dünya Savaşı boyunca Almanya dan Fransa ya göç etti.
EMPHASIZE (‘emfısayz) vurgulamak I tried to emphasize the importance of good grades to Tom.
Tom a iyi notların önemini vurgulamaya çalıştım. The speaker will emphasize teamwork and patience in her speech. Sözcü konuşmasında takım çalışmasını ve sabrı vurgulayacak.
EXPECT ( ik’spekt) ümit etmek -Jimmy expects to recieve a new note book for his birthday.
Jimmy doğum gününde yeni bir defter almayı ümit eder. -
The metorologists are expecting rain for tomorrow.
Hava tahmincileri yarın için yağmur ümit ediyorlar. -I expect you to be home before midnight. Gece yarısından önce evde olmanı ümit ediyorum.
ENCOURAGE (in’karic) cesaret vermek-teşvik etmek
I encouraged her before the talent show. Dans şovundan önce onu cesaretlendirdim. Jane encouraged me to work hard in school. Jane beni okulda çok çalışmam için teşvik etti.
ENCOUNTER (in’kauntı ) karşılaşmak
I encountered a lot of difficulty when I tried to take test. Test olmaya çalışırken çok zorlukla karşılaştım. While skipping school,Bill encountered his principal at the mall. Okulda dolaşırken,Bill markette müdürle karşılaştı.
EMPLOY (im’ploy) işe almak
The contractor must employ more workers to complete the job by March. Müteahhit Marta kadar işi tamamlamak için daha fazla işçi almalı. Do you have the authority to employ these candidates? Bu adayları işe alma yetkisine sahip misin?
EVACUATE (i’vekyueyt) boşaltmak-tahliye etmek
The police evacuated the citizens before the hurricune reached the coast. Polis vatandaşları fırtına kıyıya ulaşmadan önce tahliye etti. Everyone must evacuate the building immediately! Herkes binayı hemen boşaltmalı!
EXAGGERATE (ig’zecıreyt) abartmak
Pete exaggerated the size of the fish she caught. Pete yakaladığı balığın bouyutunu abarttı. Bill exaggerates every story he tells his friends. Bill arkadaşlarına anlattığı her hikayeyi abartır.
EXPLORE (ik’splo:) araştırmak The adventurer explored a dangerous underground cave.
Maceraperest yer altı mağarasında araştırma yaptı. The survivers from the shipwreck explored the deserted island. Batık gemiden hayatta kalanlar çölleşmiş adayı araştırdı.
EXTINGUISH (ik’stingwiş) söndürmek John extinguished the campfire with water.
John kamp ateşini su ile söndürdü. The fireman extinguished the fire in the office building. İtfaiyeci ofis binasındaki ateşi söndürdü.
ESCAPE ( i’skeyp) kaçmak My birds escaped when I accidentally left their cage open. Kuşlarım yanlışlıkla kafeslerini açık bıraktığımda kaştılar.
The robbers escaped the police by running very fast. Hırsızlar çok hızlı koşarak polisten kaçtılar.
ENDEAVOR ( in’deyvı) çaba göstermek Tom endeavored to get better grades in collage. Tom kolejde daha iyi notlar almak için çaba gösterdi.
We endeavor to make our customers happy. Müşterilerimizi memnun etmek için öaba gösteririz.
ENJOY (in’coy) hoşlanmak -What do you enjoy doing in your spare time? Boş zamanında ne yapmaktan hoşlanırsın? -Some of my students really enjoy finding synonyms of the words
.Arkadaşlarımdan bazıları gerçekten kelimelerin eş anlamlarını bulmaktan hoşlanırlar. -I enjoy going fishing as I find it relaxing and enjoyable. Balık tutmayı rahatlatıcı ve heyacan verici bulduğum için,balıktutmaya gitmekten hoşlanırım.
EXPLORE (ik’splo:) araştırmak -The adventurer explored a dangerous underground cave. Seyahatçi tehlikeli bir yer altı mağarasını araştırdı. -The survivers of the shipwreck explored the deserted island.
Batık gemiden hayatta kalanlar çöl adasını araştırdılar. -The physician explored current theories of cancer treatment. Fizikçi kanser tedavisinin güncel teorilerini araştırdı.
ENDURE ( in’dyuı) dayanmak-tahammül etmek I can’t endure your tasteless humor. Tatsız mizacına tahammül edemiyorum. I don’t know how long this old car endure.
Bu eski arabanın nekadar dayanacağını bilmiyorum.
FALL ( fo:l) düşmek The book fell from the shelf onto the floor. Kitap raftan zeminin üzerine düştü. The attempt to rescue the hostages failed miserably. Rehineleri kurtarmk için yapılan girşim fena bişekilde başarısız oldu.
FEEL ( fi:l) hissetmek I felt a cold wind on my body and decided to dress my coat. Vücudumda soğuk bir hava hissttim ve paltomu giymeye karar verdim. I feel sadness every year on the anniverssary of my father’s death. Her yıl babamın ölüm yıldönümünde hüzün hissederim.
FILL (fil) doldurmak I filled the container with flour. Kabı un ile doldurdum The field filled with water during the flood. Sel esnasında tarla su ile doldu.
FLY ( flay) uçurtmak- uçmak I flew the kite in the park. Parkta uçurtma uçurdum. The bird flew from its nest to the river. Kuş yuvasından nehre uçtu.
FOCUS (’foukıs) odaklanmak
Please,focus on your studies and not on your hobbies. Lütfen çalışmalarınıza yoğunlaşın hobilerinize değil. Avoid letting your mind wander, focus on what you are doing.
Zihninizin dağılmasına izin vermekten sakının,yaptığınız işe yoğunlaşın.
FRIGHTEN (’fraytn) korkutmak -The thunder frightened my younger sister. Fırtına küçük kız kardeşimi korkuttu. -Horror movies frighten me. Korku filmleri beni korkutur. -I only wanted to frighten him,I didn’t have any different intention. Sadece onu korkutmak istedim,Farklı bir niyetim yoktu.
FOLD (fould) katlamak Anne folded the map neatly and put it in her purse. Anne düzgün bişekilde haritayı katladı ve çantasının içine koydu. I took the laundry from the dryer and then folded it. Kurutucudan çamaşırı aldım ve sonra onu katladım.
FREEZE (fri:z ) donmak-dondurmak The milk froze because I accidentally put it in the freezer. Yanlışlıkla dondurucuya koyduğumdan dolayı,süt dondu. The accident froze traffic in all directions. Kaza trafiği bütün yönleriyle dondurdu.
FULFILL (ful’fil) yerine getirmek The soldiers fulfilled their sergeant’s order and attacked the forth. Askerler çavuşun emrini yerine getirdiler ve ileriye saldırdılar. I fulfilled a promise to my dying mother by finishing collage. Koleji bitirerek ölmek üzere olan anneme karşı sözümü yerine getirdim.
FORGIVE (fı’giv) affetmek -May God forgive us. Allah bizi affetsin. -If she doesn’t forgive him,he must go her a second and third time. Eğerki o onnu affetmezse,o ikinci ve üçüncü defa gitmeli. -When he asked me to forgive her,I said yes,but now I am not sure. Onu affetmemi istediğinde,evet dedim,ama şimdi emin değilim.
FORGET
( fı’get) unutmak -Bob forgot his umbrella, and of course, he got wet. Bob şemsiyesini unuttu ve tabiki ıslandı. -Don’t forget to call the chairman of the company to the meeting. Toplantıya şirketin başkanını çağırmayı unutma. -A man who frequently gets so drunk forgets where he lives..etc. Sıksık o kadar içen adam nerede yaşadığını……vb unutur.
FAIL
( feyl) başarısız olmak I failed history,so I had to take it again. Tarihte başarısız oldum,buyüzden dersi tekrar almak zorunda kaldım. She studied hard but failed nevertheless. Çok fazla ders çalıştı ama rağmen başarısız oldu.
GATHER
buna
(’gedı) toplamak -He gathered apples that had fallen to the ground. Yere düşen elmaları topladı. -Ann gathered her thoughts before answering the question. Ann soruya cevap vermeden önce düşüncelerini topladı. -Most of the students gathered outside the school. Öğrencilerin çoğu okuldışında toplandı.
GROW (grou) büyümek
-The problem grew too large for me. Problem benim için çok fazla büyüdü. -He grows vegetables in his backyard. Avlusunda sebzeler yetiştirir. -My grandfather grew a beard. Dedem sakal bıraktı.
GAZE ( geyz) uzun uzun bakmak
I lay on the grass and gazed at the stars all night. Çimlere uzandım bütün gece yıldızlara uzun uzn baktım. I gazed at the television for four hourse without moving. Televizyona hareket etmeden 4 saat baktım.
GUESS ( ges) tahmin etmek
I guessed most of the answers on the surprize exam. Sürpriz sınavdaki cevapların çoğunu tahmin ettim. Max correctly guessed the number of pages in the book. Max kitaptaki sayfaları doğru bişekilde tahmin etti.
HIRE ( ‘hayı) işe almak-kiralamak
-David hired some of his relatives to work at the factory. David fabrikada akrabalarının bazılarını işe aldı. -I want to hire Bill,but he wants too much money. Bill’i işe almayı isterim ama çok fazla para istiyor. -We hired an apartmet on a quite street. Sezsiz bir mahallede bir apartman kiraladık.
HURT (hö:t) incitmek-yaralamak
-
While he was picking up this box,he hurt his back.
Bu kutuyu kaldırırken, belini incitti. -
She hurt me when she didn’t include me among the guests. Misafirlerin içine beni dahil etmediğinde beni incitti. David hurt his hand when he accidentally slammed the door on it.
HATE (heyt)
nefret etmek I hate to drive in heavy traffic. Yoğun trafikte araba kullanmaktan nefret ediyorum. Why do people hate each others? İnsanlar neden birbirlerinden nefret ederler?
HOLD ( hould) tutmak
Marry held her baby in her hands. Mary bebeğini ellerinde tuttu. The police told the store owner to hold the injured thief until they arrived. Polis mağaza sahibine hırsızı onlar gelene kadar tutmasını söyledi.
HOPE ( houp) ümit etmek
We hpoe for good news about your health. Sağlığın hakkında iyi haberler ümit ediyoruz. I hope that everything will be better from now on. Umarım şu andan itibaren herşey daha güzel olur.
HUNT ( hant) avlamak Every year my cousins and I hunt rabbit.
Her yıl ben ve kuzenlerim tavşan avlarız. Cats hunt mice. Kediler fareleri avlarlar.
HURRY (‘hari ) acele etmek
Hurry!otherwise we will be late. Acele et!yoksa bz geç kalacağız. Don’t hurry when you have an exam be careful. Sınav olurken acele etme dikkatli ol.
IMAGINE ( i’mecin ) tasavvur etmek -While sweating in the fields,the farmer imagined drinking cold lemonade.
Tarlada terlerken,çiftçi soğuk limonata içmeyi hayal etti. -The student imagined what it would be like to be a teacher. Çocuk öğretmen olmanın nasıl olacağını hayal etti. -He imagines to live on the moon,but it is not very likely to happen.Ayda yaşamayı hayl etti ama bu gerçekleşeceğe benzemiyor.
INSULT (in’salt) aşağılamak -I walked out of the room when John insulted me.
John beni aşşağıladığında odadan dışarı çıktım. -We were all insulted by the rudeness of the taxi driver. Hepimiz taksi soförünün kabalığıyla aşağılandık. -The newspaper insulted Muslims by publishing caricature about Prophet. Gazete peygamber hakkında karikatür yayınlayarak müslümanları aşağıladı.
IGNORE ig’no: görmezliktengelmekduymazlıktan gelmek Max threw rocks at me,but I continued to ignore him.
Max taşları bana attı,ama onu görmezlikten gelmeye devam ettim. Mary ignored the loud noises from the street while she read. Mary kitap okurken yüksek seeleri duymazlıktan geldi.
INVEST in’vest yatırım yapmak -Jimmy invested his allowance in a saving accounts. -I invested heavily in a software company. Bilgisayar şirketine yatırım yaptım.
-Many Europen Companies want to invest in Turkey. Çoğu avrupa şirketleri Türkiye’de yatırım yapmak istiyorlar.
INSTALL (in’sto:l) monte etmek-yerleştirmek -The plumber installed a new diswasher last week. Geçen hafta tesisatçı yeni bulaşık makinasını monte etti.
A constructer install the picks carefully upper part. İnşaatçı tuğlalrı dikkatlice üst üste yerleştirir.
INVITE (in’vayt) davet etmek -My brother is getting married,so he wants to invite all the people in the willage to the wedding. Kardeşim evleniyor.bu yüzden köydeki bütün insanları düğüne davet etmek istiyor.
-Tom’s mother invited me to her house to eat cake. Tom’un annesi kek yemek için evine davet etti. -You invite the trouble when you forget to lock the doors at night.Gece kapıları kilitlemeyi unutunca tehlikeyi davet etdersin. IMPROVE im’pru:v geliştirmek -Daniel improved his grades by studying an extra hour each night. Daniel hergecebir saat fazladan çalışarak derecesini geliştirdi. -Jane improved his table tennis by playing more often. Jane masa tenisini daha sık oynayarak geliştirdi.
-After weeks of practice,my english improved. Bir haftalık pratikten sonra,ingilizcem gelişti.
IRRITATE ‘iriteyt kızdırmak My little sister irritates me when I try to study. Ders çalaışmaya çalışırken küçük kız kardeşim beni kızdırır. Despite her warnings,I went on irritating her.
Uyarılarına rağmen onu kızdırmaya devam ettim.
INVESTIGATE in’vestigeyt araştırmak -The police will investigate the violent murder. Vahşi katili polis araştıracak. -A reporter investigated the banking scandal. Raportajcı banka skandalını araştırdı.
-After detective investigated the incident ,he indicated that no crime had been committed. Dedektif olayı araştırdıtan sonra, suçun işlenmediğini belirtti.
INVOLVE (involv) İçermek -The book involves the lives of animals in Africa. Kitap Afrikadaki hayvanların hayatlarını içeriyor. -English learning involves hard study, patience, and determinacy.
İngilizce öğrenmek kararlılık,sabır ve sıkı çalışmayı şöeriyor.
JOKE (couk ) şaka yapmak -Sue joked that she could eat three more cheeseburger. Sue 3 tane daha fazla cheeseburger yiyebilirim diye şaka yaptı. -My teacher jokes with every students in the class.
Öğretmenim sınıftaki her öğrenciyle şakalaştı. -I wasn’t serious,I was just joking. Ciddi değildim,sadece şaka yapıyordum.
JUMP camp atlamak-zıplamak The player jumped in the air to catch the ball. Oyuncu topu yakkalamak için hayaya zıpladı. The cat succeed in jumping over the river . Kedi nehrin üzerinden atlamayı başardı.
JUSTIFY ‘castifay haklı çıkarmak-ispatlamak How can you justify what you did yesterday. Dün yaptığın şeyi nasıl haklı çıkaracaksın? I demanded that you justify your actions.
Hareketlerini ispat etmeni talep ediyorum.
KEEP (ki:p) devam etmek-beslemek. I want to keep working as a teacher until I die. Ölene kadar öğretmen olarak çalışmayı devam ettirmek istiyorum. My grandfather keeps sheep in willage. Dedem köyde koyun besler.
KNOW ( nou) bilmek Do you know what I bought for you yesterday? Dün senin için ne aldım biliyor musun? I don’t know ho to get the station. İstasyona nasıl gideceğimi bilmiyorum.
KNOCK ( nok ) vurmak ,kusur bulmak Morally,a person should knock the door three times,if there is no answer,he should go back. Ahlaki açıdan bie kişi kapıya üç defa vurması gerekir,eğer cevap yoksa geri gitmesi gerekir. When I am angry I knock my head on the wall. Kızdığımda kafamı duvarlara vururum.
LIE ( lay ) yalan söylemek -I lied by saying Bill speaks well because I didn’t want to hurt his feelings.Duygularını incitmek istemediğim için Bill’e iyi konuştuğunu söyleyerek yalan söyledim. -God doesn’t like the person who always lie. Allah herzaman yalan söyleyen insanları sevmez. -I suggest that you never lie even if you will be punished when you tell truthes. Doğruları söylediğinde cezelandırılacak olsan bile,asla yalan söylememeyi tavsiye ediyorum.
LEND (lend) ödünç vermek -Dave lent his car to me for 5 days. Dave arabasını bana 5 günlüğüne ödünç verdi. -Can you lend me some money,please? Biraz ödünç para verebilirmisin? -If you lend me your dictionary for one week,I will be grateful for you. Eğer 1 haftalığına sözlüğünü bana ödünç verirsen,sana minnettar olurum.
LEAVE (li:v) ayrılmak-bırakmak The mayor left the just after the meting. Başkan hemen toplantıdan sonra odadan ayrıldı. Marry left her books in the library. Marry kitaplarını kütüphanede bıraktı.
LIFT ( lift) kaldırmak Plesae lift the box and put it on the table. Lütfen kutuyu kaldır ve masanın üzerine koy. The court lifted the ban on smooking in the hall ways. Mahkeme geçitlerde sigara içme yasağını kaldırdı.
LIVE ( liv)
yaşamak Do you know how we should live in order to obtain heaven? Cenneti elde etmek için nasıl yaşamamız gerektiğini biliyor musun? He tells so bad that as if he lived in hell. O kadar kötü anlatıyor ki sanki cehennemde yaşıyor.
LOSE (lu:z)
kaybetmek -Mr Brown lost everything they owend in the fire. Bay Brown sahip olduğu herşeyi yangında kaybetti. -Mary lost her child while they were walking in the fair. Marry fuarda yürürken çocuğunu kaybetti. -If you want to lose wight, you should start a strict diet. Eğer kilo vermek istiyorsan,sıkı bir diyete başlamalısın.
LOVE ( lav ) sevmek
I love evrything for the sake of God. Herşeyi Allah adına seviyorum.
If you don’t love Prophet Mohommed much more than yourself,you can’t obtain the fact faith. Eğer peygamber Muhammed’i kendi nefsinden daha çok sevmezsen,hakiki imanı elde edemzsin.
MANAGE (menic) başarmak
-I managed to finish the Project on time. Projeyi tam zamanında bitirmeyi başardım. -We managed to solve the problem without your help. Senin yardımın olmadan problemi çözmeyi başardık. -They managed to learn Arabic in a short time. Kısa zamanda Arapça öğrenmeyi başardılar.
MEASURE (’mejı) ölçmek -I measured the lenght and width of the room.
Odanın genişliğini ve uzunluğunu ölçtüm. -The nurse measeured the child’s body temperature. Hemşire çocuğun sıcaklığını ölçtü. -Greenpeace members measured the amount of pollution in the river. Greenpeace üyeleri nehirdeki kirlilik miktarını ölçtüler.
MARRY (’meri) evlenmek The young couple married after graduating from collage.
Genç çift kolejden mezun olduktan sonra evlendiler. I don’t plan to marry until I’m 30. 30 yaşıma kadar evlenmeyi düşünmüyorum.
MISS ( mis) kaçırmak-özlemek -I missed the meeting because traffic was so bad.
Toplantıyı kaçırdım,çünkü trafik çok kötüydü. -I missed my favourite teacher after he retired. Emekli olduktan sonra benim favori öğretmenimi özledim. -I missed my friends at school when they were ill. Onlar hastayken okulda arkadaşlarımı özledim.
MEET ( mi.t) buluşmak-karşılaşmak Tom hoped to meet Mary at the library.
Tom Mary ile kütüphanede karşılaşmayı ümit etti. I met an old friend for lunch yesterday. Dün eski bir arkadaşımla öğle yemeği için buluştum.
MOVE ( mu:v) hareket etmek-taşınmak The car was moving when the truck crashed it.
Kamyon arabaya çarptığında araba hareketediyordu. The accounting department moved to another location. Muhasebe bölümü başka yere taşındı.
MEND mend onarmak-tamir etmek I think most driver can not mend his car when it reaks. Bence çoğu şöför arabasını bozulduğunda tamir edemez.
The apprentice mended the car without help. Çırak yardım almadan arabayı tamir etti.
NEED ( ni:d) ihtiyacı olmak -I need a new car because my old one doesn’t work. Yeni bir arabaya ihtiyacım var çünkü eski arabam çalışmıyor. -These walls need painting.
Bu duvarların boyanmaya ihtiyacı var. -I need to go to the store and buy some milk. Markete gitmem ve biraz süt almam gerek.
NEGLECT (ni’glekt) ihmal etmek -My flowers died because I neglected them. Çiçeklerim öldü,çünkü onları ihmal ettim.
-The irresponsible parents neglected their children. Sorumsuz veliler çocuklarını ihmal ettiler. -
I neglected to go to bank today,so I will go tomorrow. Bu gün bankaya gitmeyi ihmal ettim,dolayısıyla yarın gideceğim.
NEGOTIATE ( ni’goşieyt) görüşmek -müzakere etmek Bob negotiated with his boss for a higher salary. Bob patronuyla daha yüksek maaş için görüştü.
They negotiated the sale of the house. Evin satılmasını müzakere ettiler.
NOTICE ( ’noutis) fark etmek -The witness noticed many details about the accident. Şahit kaza hakkında çok detayı fak etmiş. -Bill noticed that it was about to rain.
Bill yağmurun yağmak üzere olduğunu fark etti.
ORDER (‘o:dı) emretmek-sipariş vermek -Her mother ordered him to do the shopping. Annesi ona alış veriş yapmasını emretti. -Jimmy ordered two main courses for lunch. Jimmy iki ana yemek sipariş ettti öğle yemeği için.
OCCUR ( ı’kö:) meydana gelmek The accident occured when my car’s brakes failed. Arabamın frenleri bozulduğunda kaza meydana geldi. Snow occurs when the temperature is below freezing.
Sıcaklık donma derecesinin altında olduğunda kar meydana gelir.
OFFER (’ofı) önermek-teklif etmek I offered some candy to the child. Çocuğa biraz şekerleme önerdim. I offered the salesman 3000$ for used car but he didn’t accept. Satıcıya 3000$ teklif ettim ama kabul etmedi.
OVERCOME (ouvı’kam) yenmek,üstesinden gelmek The soldiers overcame his enemies and won the battle. Askerler düşmanlarını yendiler ve savaşı kazandılar. I overcame my fear of flying by taking several short flights last month.
Geçen ay birkaç kısa uçuşlar yaparak uçuş korkumun üstesinden geldim.
OVERTAKE ( ouvı’teyk) sollamak The robbers overtook the police on the highway. Hırsızlar anayolda polisi solladılar. Don’t overtake the cars when there is sign. İşaret varken arabaları sollamayın.
OBSERVE ( ıb’zö:vı) gözlemlemek -The scientist observed how the rat behaved in the maze. Bilim adamı kapanda sıçanın nasıl davrandığını gözlemledi. -A teacher always observes what his students do during the lesson.Bir öğretmen herzaman ders esnasında öğrencilerin ne yaptıklarını gözlemler.
-I observed the soccer game from a distance. Uzaktan futbol oyununu gözlemledim.
PREDICT (pri’dikt) önceden tahmin etmek -The psychic claimed to be able to predict the future. Fizikçi geleceği tahmin edebileceğini iddia etti. -The weather forecaster predicted rain. Hava tahmincisi yağmuru önceden tahmin etti.
-The bank officer predicted the decreasing in interest rates. Banka memuru faiz oranlarındaki düşüşü önceden tahmin etti.
QUARREL (‘kworıl) kavga etmek-atışmak -We quarreled over the question about who discovered America. Amerikayı kimin keşfettiği hakkındaki soru üzerine atıştık. -Because we are going to live forever,we don’t quarrel with each other.Ömür boyu beraber yaşayacağımız için birbirimzile tartışmayız.
PREPARE (pri’peı) hazırlamak-hazırlanmak -The student prepared for the exam by studying all night. Gece boyunca çalışarak öğrenci sınava hazırlandı. -The maid prepared the beds for the hotel guests. Hizmetli misafirler için yatakları hazırladı. -The English Department Teachers of KOCATEPE prepared an examination for preparatory students.
Kocatepe ingilizce bölümü öğretmenleri hazırlık öğrencileri için bir sınav hazırladı. PROMISE (’promis) söz vermek -I promised that I would be home by midnight. Gece yarısına yakın evde olacağıma dair söz verdim. -You must come my party.You promised to come! Partime mutlaka gelmelisin.Geleceğine dair söz verdin. -I promise that I never tell lie again. Tekrar asla yalan söylemeyeceğime dair söz verdim.
PERMIT ( pı’mit) izin vermek -
Jane permitted her children to stay up late on weekends. Jane çocukların hafta sonları geç vakte kadar kalmalrına izin verdi. -My teacher permitted me to leave class early. Öğretmenim sınıftan erken ayrılmama izin verdi. -The security didn’t permit him to smoke here. Güvenlik onun burada sigara içmesine izin vermedi.
PROTECT (prı’tekt) korumak -What did the factory do to protect the river from pollution? Fabrika nehri kirlilikten kuorumak için ne yaptı. -In order to protect your skin from the sun while lying on the beach, use cream.Kumsalda uzanırken cildini güneşten koruman için krem kullan. -God protects you from all evils! Allah seni bütün kötülüklerden korusun!
PROPOSE (prı’pose) önermek-Director proposed that we should make a plan to overwhelm this problem. Müdür bu problemin üzerinden gelmemiz için bir plan yapmamız gerektiğini önerdi. -I would like to propose the following recommendations. Aşşağıdaki tavsiyeleri önermek istiyorum. -Bill proposed to Julia in a very romantic way. Bill romantic bir yolla Julia ya evlenme teklif etti.
PRODUCE (prı’dyu:s) üretmek -Charles Dickens produced many well known works of fiction. Charles Dickens çok tanınan çal -Vestel produces 1000 machines each day. Vestel her bir yıl 1000 makine üretir. -The film studio produced a cartoon for the holiday season. Film stüdyosu tatil sezonu için çigi film üretti. PROVE (pru:v) ispatlamak
-The lawyer proved that his client was innocent. Avukat müvekkilinin suçsuz olduğunu ispatladı. -The experiment proved my hypohtesis to be correct. Deney hipotezimin doğru olduğunu ispatladı. -She proved to be a good friend when she lent me some money. Bana ödünç para verdiğinde iyi bir arkadaş olduğunu ispatladı.
PAY (pey )
ödemek I have to pay a lot of money for the thing I want to buy. Almak istediğim şey için çok para ödemek zorundayım. You must pay your debts immediately. Borçlarını hemen ödemelisin.
PERSUADE (pı’sweyd) ikna etmek
Anne persuaded her nephew to stay in school. Anne yeğenini okulda kalması için ikna etti. You can’t persuade me to buy this ugly clothes. Bu çirkin elbiseyi almam için beni ikna edemezsin.
PROVIDE ( prı’vayd) sağlamak
-The hotel clerk provided the guests with a comfortable room. Otel görevlisi misafirlere rahat bir oda sağladı. -This author’s contract provided that he was to receive royalties. -The government should provide more facilities for the disabled.Hükümet özürlüler için daha fazla kolaylık sağlaması gerekir.
PRECEDE ( pri:si:d ) -den önce gelmek
According to our tradition,on the right side man precedes the other. Geleneğimize göre sağ taraftaki kişi diğerinden önce gelir. Generally soup precedes the other meals at the wedding. Genelde çorba düğünlerde diüer yemeklerden çnce gelir.
PRAY (prey) dua etmek
-I prayed a lot in order to get Heaven. Cenneti elde etmek için dua ettim. -Jimmy prays every night before going to bed. Jimmy yatağa gitmek için her gece dua eder. -Bill prayed for good health and prosperity. Bill sağlık ve sıhhat iççin dua etti.
READ (ri:d) okumak I like reading books which tell me about the facts of life.
Bana hayatın gerçeklerini anlatan kitaplar okumayı seviyorum.
You must read all kinds of book to have a wide knowladge. Geniş bilgiye sahip olmak için bütün çeşit kitapları okumalısın.
REACH (ri:ç) ulaşmak -The storm is supposed to reach Atlanta by noon.
Fırtınanın öğlene kadar Atlanta’ya ulaşacağı sanılıyor. -I have been unable to reach Tom by telephone. Tom’a telefonla ulaşamıyorum. -I reached for the book on the top shelf. En üstte raftaki kitaba ulaştım.
REALIZE (‘riılayz) farkına varmak,anlamak -John realized that his father was correct.
John babasının haklı olduğunun farkına vardı. -Students realized the importance of the situation. Öğrenciler durumun ehemmiyetini anladılar. -The police realized the thief’s plan and caught him before. Polis hırsızın planını çözdü ve onu daha önceden yakaladı. RECOGNIZE (’rekıgnayz) tanımak -I recognized the man who was standing in the corner. Köşede ayakta duran adamı tanıdım.
-The baby recognized face.
her mother’s
Bebek annesinin yüzünü tanıdı. -Turkey doesn’t recognize the South Cyprus Greek State. Türkiye Güney Kıbrıs Rum Devlerini tanımaz.
RECONCILE ( ‘rekınsayl ) barıştırmak-uzlaştırmak No matter what I told them,I couldn’t reconcile them.
Her ne söylediysemde,onları barıştıramadım.
Turkey undertook an important mission to reconcile Philitiin and ısrail Türkiye Filistin ve İsraili uzlaştırmak için önemli bir görev üstlendi.
R hatırlamak
REMEMBE (ri’membı)
-Suddenly,she remembered a troubling incident from her childhood. Birdenbire, çocukluğundan kötü bir olayı hatırladı.
-Do you remember the day you came the first? İlk geldiğin günü hatırlıyor musun? -What is that street name? I can’t remember. Şu caddenin ismi ne? Hatırlayamıyorum.
RECEIVE (ri’si:v) almak I receive letters from my friends at christmas time.
Noel zamanında arkadaşlarımdan mektup alırım. He received a message from his company. Şirketinden bir mesaj aldı.
REFLECT (ri’flekt) yansıtmak The mirror reflected my image. Ayna benim görüntümü yansıttı.
The car’s bumper reflected sunlight into my face.
Araanın tamponu güneş ışığını yüzüme yansıttı.
REFUSE (ri’fyuz) reddetmek The union refused the contract that manegement offered. Sendika yönetim kururlunun sunduğu sözleşmeyi reddetti.
The kidnapper killed his daughter because he refused the ransom demand. Fidye talebini reddettiğinden dolayı çocuk kaçıranlar kızını öldürdüler.
REGARD (ri’ga:d) bakmak-değerlendirmek I don’t regard the situation quite as negatively as you do. Duruma senin kadar olumsuz bir şekilde bakmıyorum.
She regards this quite differently from me. Benden tamamiyle farklı bir şekilde bunu değerlendirir.
REGISTER (‘recistı) kaydetmek-kaydolmak Did you register any change when I pressed the button? Düğmeye bastığımda herhangi bir değişme kaydettin mi? If you don’t register you will lose your right to vote.
Eğer kaydolmazsn oy hakkını kaybedeceksin.
RELIEVE ( ri’li:v) hafifletmek The aspirin relieved my headache. Aspirin başağrımı hafifletti. The explanation made by the doctor relieved me of my fears.
Doctor tarafından yapılan açıklama korkularımı hafifletti.
REPLY (ri’play) cevaplamak Anne replied promptly when the judge asked her a question. Hakim soru sorduğunda Anne derhal cevapladı. I think you must reply all the critics.
Bence bütün eleştirilere cevap vermelisin.
REPRESENT (repri’zent) göstermek -temsil etmek This painting represents the artist’s emotions. Bu resim sanatkarın duygularını gösteriyor. The lawyer represented his client inside the courtroom. Avukat mahkeme odasında müvekkilini temsil etti.
RESIGN (ri’zayn) istifa etmek The chairman resigned after the financial scandal. Başkan parasal skandaldan sonra istifa etti. I resigned from my job in order to spend more time with my family. Ailemle daha fazla zaman geçirmek için işimden istifa ettim.
REST ( rest) dinlenmek,istirahat etmek After working long hours he deserved to rest . Uzun süre çalıştıktan sonra dinlenmeyi hak etti. Herests by studying a different the subject not lying on the bad. Yatağa uzanarak değilde farklı bir konuya çalışarak dinlenir. May God rest in peace!
RESTRICT (ri’strikt) sınırlamak,kısıtlamak This bad lagislation will restrict people’s rights. Bu kötü mevzuat insanların haklarını kısıtlayacak. The debaters were restricted to discussing certain topics. Münazaracılar belli konuları tartışmada sınırlandırıldılar.
REVENGE (ri’venc) intikam almak He wants to revenge the murder of his brother. Kardeşinin katilinden intikam almak istiyor. I will revenge his deat! Ölümünün intikamını alacağım.
REGRET (ri’gret) pişman olmak -Anne regretted having told me John’s secret. Anne bana John’un sırrını anlattığına pişmanlık duydu. -David regretted ruining his diet by eating all of the sweets. David bütün tatlıları yiyerek dietini bozmasına pişman oldu. -I regret to tell you that your father died.
Babanın öldüğünü söyleyeceğimden üzüntü duyuyorum. RECOMMEND (rekı’mend) tavsiye etmek -The doctor recommended that he give up smoking. Doktor sigarayı bırakmasını tavsiye etti. -I rexommend him to you as an intelectuallyable and extremely hardworking person. Sana entelektüel ve son derece çalışkan bir kişi olarak onu tavsiye ederim.
RECOVER (ri’kavı) iyileşmek -If you take this medicine,you will recover as quickly as possible.Eğerki bu ilacı alırsan olabildiğince çabuk iyileşebilirsin. -After a long illnees,Jimmy finally recovered. Uzun bir hastalıktan sonra, Jimmy sonunda iyileşti.
REQUIRE (ri’kwayı) gerektirmek -This job requires a job degree. Bu iş tecrübesi gerektirir.
-The icy road requires you to drive carefully. Buzlu yol dikkatlice arabayı kullanmanı gerektiri.
RESPECT (ri’spekt) saygı duymak -The obedient child respects greatly for his parents. Söz dinleyen çocuk ailesine fazlasıyla saygı duyar. -The students always respect properly their teacher. Öğrenciler herzaman öğretmenlerini gerçekten saygı duyarlar.
All my students respect the rights of each other.
Bütün öğrencilerim birbirlerinin haklarına saygı duyarlar.
RETIRE (ri’tayı) emekli olamak-emekliye ayırmak
-After working at the factory for 25 years,my father retired. 25 yıl fabrikada çalıştıktan sonra,babam emekli oldu.
-My neighbour retired his noisy old car and bought a new one.
Komşum gürültülü eski arabasını emekliye ayırdı ve yeni bir tane aldı.
REDUCE (ri’dyu:s) azaltmak-düşürmek In ordert to reduce the amount of the crime the committee must take some precautions. Suç oranını azaltmak için meclis birkaç önlem almalı.
The number of traffic accidents has been reduced by the project of double road.
Trafik kazalarının sayısı duble yol projesiyle azaltıldı.
REVISE (ri’vayz) gözden geçirmek
Before starting to submit the program I revised all the preparations. Programı sunmaya başlamadan önce,bütün hazırlıkları gözden geçirdim.
Before signing the contract,I revised it carefully. Kontratı imzalamadan önce,dikkatlice inceledim.
SHAKE (şeyk) tokalaşmak-sallanmak
The building shook during the earthquake. Bina deprem esnasında sallandı.
The arrogant man refused to shake when I held out my hand. Kibirli adam elimi uzattığımda tokalaşmayı reddeti.
STOP (stop) durdurmak-durmak
Mary stopped the car by putting on brake. Mary frene basarak arabayı durdurdu.
I hope it stops raining soon. Umarım yağmur kısa zamanda durur.
SEARCH (sö:ç) araştırma yapmak -The detective searched long hours,hoping to find a clue. Dedektif bir ip ucu bulmayı umarak saatlerce araştırma yaptı. -David searched throughout the house for his lost keys. David kaybolan anahtarı için evin her tarafını araştırdı.
SHELTER (’şeltı) korumak The tent sheltered the campers from the rain. Çadır kampçıları yağmurdan korudu.
The mother bird sheltered her chicks from the cold. Ana kuş civcivlerini soğuktan kolrudu.
SHIVER (‘şivı) titremek(korkudan,soğuktan,hast alıktan) Anne shivered terriblly from the cold. Anne aşrı derecede soğuktan titredi. John shivered in cold. John soğukta titredi.
SHOW ( şou) göstermek Jimmy showed me the cut on his finger. Jimmy parmağındaki kesiği bana gösterdi. We will show them the kind of treatment they deserve. Onların hak ettikleri davranış çeşidini göstereceğiz.
SMILE (smayl) gülümsemek John smiled in response to my funny joke. John komik şakama karşılık gülümsedi. She smiles only if she is happy. Sadece mutlu olduğunda gülümser.
SMOKE (smouk) sigara içmek Once you begin to smoke,it is diffucult to quit. Bir defa sigara içmeye başladığında,bırakmak zordur. You aren’t allowed to smoke here. Burada sigara içmene izin verilmez.
SMELL (smel) koklamak-kokmak She smelled the roses on the table. Masanın üstündeki gülleri kokladı. It smells like a death fish. Ölü balık gibi kokuyor.
SUPPORT (sı’po:t) desteklemek -Most parents support their children until they are 18. Çoğu aileler çocuklarını 18 yaşına gelene kadar destekeler. -John supported David’s proposal at the meeting. John toplantıda David’n öerisini destekledi.
SUPPOSE (sı’pouz) farz etmek-beklenilmek -Suppose that you get in an acciddent.Do you have insurance? Farz etki kaza yaptın.Sigortan var mı? -You are supposed to say ‘excuse me’ when you put someone’s foot in the bus.Otobüste birinin ayağına bastığınızda’ Afedersinzi’ demeniz belenilir.
SPEND (spend) harcamak -Bill was willing to spend all his money for watch but his mother didn’t permit him. Bill bütün parasını saat için harcamaya niyetliydi,ama annesi izin vermedi. -Mary spends a lot of time helping others with their work. Marry
SAVE seyv) kurtarmak-biriktirmek -The crew of another boat saved the passengers from the sinking boat. -Marry and his husband saved enough money for a new house. Not: save the day:The team was expected to lose,but Sally made many points and saved the day.
SCREAM (skri:m) bağırmak John screamed before a truck hit our car. John kamyon arabamıza vurmadan önce bağardı. When the monster appeared on the screen the audience screamed. Canavar ekranda gözüktüğünde,izleyiciler bağardılar.
SATISFY (‘setisfay) tatmin etmek-karşılamak -The students’ progrees satisfied the teacher and made him very happy. Öğrencilerin gelişimi öğretmeni tatmin etti ve onu çok mutlu kıldı. -I satisfied my foreign language requirement by learning English.İngilizce öğrenerek yabancı dil gereksinimimi karşıladım.
SPELL
(spel) hecelemek The student spelled each word in his paper correctly. Öğrenciler her bir kelimeyi kağıtlarına doğru bi şekilde hecelediler. The teacher spelled the vocabulary words on the board. Öğretmen kelime sözcüklerini tahtada heceledi.
SOLVE (solv)
çözmek -In the exam students have to solve 100 questions in 150 minutes.Sınavda öğrenciler 150 dakikada 100 soru çözmek zorundalar. -The detective solved the terrible murder. Detektif berbad cinayeti çözdü.
SEEM (si:m)
görünmek -You seem to be very happy today. Bu gün çok mutlu görünüyorsun. -It seems you are very tired this evenning. Bu akşam çok yorgun görünüyorsun. Note: It seems to me that Bana öyle geliyorki
SUFFER ( ‘safı)
acı çekmek Bill suffered a lot of pain before going to doctor. Doktora gitmeden önce Bill çok ağrı çekti. Mary is suffering from a toothache. Mary diş ağrısı çekiyor.
SUFFOCATE (‘safıkeyt) boğmak-boğulmak
The murder suffocated his victim with a pillow. Katil kurbanını yastıkla boğdu. Two people suffocated from the smoke in the building. İki adam binadaki dumandan boğuldular.
SWALLOW (’swolou) yutmak
Johh swallowed his food after chewing it thorougly. John yiyeceğini iyice çiğnedikten sonra yuttu. Anne swallowed two aspirines with a glass of water. Anne bir bardak suyla iki aspirin yuttu.
SWEAR (sweı) yemin etmek
The witness swore to tell the truth in court. Şahit mahkemede doğru söyleyeceğine dair yemin etti. The police officer swore to uphold the law. Polis memuru kanunu tasdik edeceğine dair yemin etti.
TAKE (teyk) almak-götürmek Bill took my coat instead of his own.
Kendisininki yerine Bill enim paltomu almış. This kind of work takes alot of time. Bu çeşit işler çok zaman alır. A taxi took me from museum to bank. Taxsi beni mizeden bankaya götürdü.
TALK (to:k) konuşmak Would you like to talk about your problems?
Sorunların hakkında konuşmak ister misin? The old friends talked for hours. Eski arkadaşlar saatlerce konuştular.
TASTE (teyst) tatmak I tasted a small piece of pie before taking a whole slice.
Bütün dilimi almadan önce küçük bir parçasını tattım. John tasted the salt on potato chips. John patetes cipsindeki tuzu tattı.
TEACH (ti:ç) öğretmek
The teacher taught swimming his students. Öğretmen öğrencilerine yüzmeyi öğretti. It requires alot of patience to teach. Öğretmek çok sabır gerektirir.
TELL ( tel) anlatmak –söylemek
The student told astory about his vacation to the class. Öğrenci sınıfa tatili hakkında bir hikaye anlattı. You can confide in me,I will never tell your secterts to him. Bana güvenebilirsin,sırlarını asla ona söylemem
TEND (tend) eğiliminde olmak Bill tends to his own bussiness,he doesn’t interfere with others.
Bill kendi işine eğilimlidir,başkalarıyla ilgilenmez. I tend to sleep on Sundays. Pazar günleri uyuma eğilimindeyim.
THINK (tink) düşünmek Mary thinks carefully before taking decisions. Mary karalarını almadan önce dikkatlice düşünür.
What do you think about learning a language? Dil öğrenmek hakkında ne düşünüyorsun?
THREATEN (’tretn) tehdit etmek Bill threatended his neighbor with a loaded gun. Bill komşusunu dolu tabancayla tehdit etti.
He is threatening every bone on my body. Vücudumdaki her kemiği kımakla tehdit ediyor.
TOUCH ( taç) dokunmak What he touchs turns well. Dokunduğu şey iyiğye dönüşüyor.
Little child avoid touching the stove. Küçük çocuk sobaya dokunmaktan sakındı.
TRAVEL (’trevıl) seyahat etmek
I have plans to travel to Asia next year. Gelecek yıl Asya ya seyahat etme planlarım var. Do you travel this road often? Sık sık bu yolda mı seyahat edersin?
TREAT (tri:t) davranmak John terats David very badly.
John David’e çok kötü birkilde davrandı. Please stop terating me like achild. Lütfen ana çocuk gibi davranmayı bırak.
TRUST (trast) inamak,itimad etmek The people trusted in God. İnsanlar Allah’a inandılar.
The soldiers trusted in the generals plan. Askerler generalin planlarına itimad ettiler. I trust you!
TRY (tray) denemek-çalışmak David tried and tried but he eventually gave up. David çalıştı çabaladı ama nihayetinde gazgeçti.
You should try to speak more quckly. Daha hızlı konuşmayı denemen gerekir.
TURN (tö:n) dönmek-döndürmek I turned the bicycle’s wheel to make sure it was securely attached. Biskletin tekerleğini sağlam bi şekilde takıldığından emin olmak için döndürdüm.
The handsome prince turned into a frog to escape from the ugly princess. Yakışıklı prens çirkin prensesten kaçmak için kurbağaya döndü.
UNDERSTAND (andı’stend) anlamak After susan explained the situation,I understood comletely. Susan durumu açıkladıktan sonra,tamamen anladım.
MISUNDERSAND (misandı’stend) yanlış anlamak
She misunderstood my remarks. Açıklamalarımı yanlış anladı.
VARY (‘veıri) değişmek-değiştirmek The position of the sun varies throughout the day. Güneşin konumu gün boyunca değişiyor.
John varied his appearance by shaving his beard every few months. John her birkaç ayda sakalını traş ederek görünüşünü değiştirir.
VOTE (vout) oy vermek -A person can vote when he is at he age of 18. Bir kişi 18 yaşına gelidiğinde oy verebilir. -Only %25 of the eligible population voted in the election. Şeçimde yalnızca makul nüfusun 25’i oy kullandı.
VISIT, (‘vizit) ziyaret etmek -We visited our grandmother when she was in hospital. -The health inspector visited our restourant for an inspection.
WANDER dolaşmak -Bill wandered around the large park. Bill geniş park etrafında dolaştı. -Bill wandered the countryside,working odd jobs. Bill ufak tefek işlerde çalışarak ülke genelini gezdi.
WAIT (weyt) beklemek Bill isn’t ready but we can’t wait on him any longer. Bil hazır değil,but biz daha fazla onu bekleyemeyiz. I had to wait on line for an hour to get the tickets. Biletleri almak için sırada bir saat beklemek zorunda kaldık.
WALK ( wo:k) yürümek We walked instead of driving. Araba kullanmak yerine yürüdük. If you walk 3 miles every day,you will be heathier. Eğer her gün 3 mil yürürsen daha sağlıklı olursun
WANT (wont) istemek Jimmy
wants a new toy.
Jimmy yeni oyuncak istiyor. We want to go to Europe for vacation. Tatil için Avrupa’ya gitmeyi düşünüyorum.
WARN (wo:n) uyarmak The museum guard warned us not to touch the paintings. Müze görevlisi resimlere dokunmamamız için uyardı.
The police officer warned me not to speed again. Polis memuru hızlı gitmemem için beni uyardı.
WATCH (woç) izlemek Susan watched the parade from her apartment window. Susan apartman penceresinden gösteriyi izledi.
The audience watched closely as the magician performed the trick. İzleyiciler sihirbaz oyun yaparken daha yakından izleidler.
WEAR ( weı) giymek
Anne wore the necklace that I have given her. Anne ona verdiğim kolyeyi giymiş.
Students have to wear uniform at school. Öğrenciler okula giderken üniforma giymek zorundalr.
WAVE (weyv) el sallamak
He waved his hand hospitably. Konuksever bişekilde elini salladı.
She waved to her friends .
Arkadaşlarına el salladı.
WISH (wiş) keşke dilemek - istemek -I wish you were here now. Keşke şimdi burada olsan. -Mary wished that she had more free time. Marry daha fazla boş zamanının olmasını istedi.
WITHDRAW (wid’dro:) geri çekmek -John withdrew his suggestion when no one supported it. Kimse desteklemediğinde John önerisini geri çekti. -The general withdrew the army from the battle ground. General savaş alanından orduyu geri çekti.
WORRY (‘wari) endişelenmek-üzülmek
-John worried that he wouldn’t get to work on time. John işe zamanında gidemeceğine üzüldü.
-Max and his problems really worried Tom.
Max ve problemleri gerçekten Tomu üzdü.
WONDER ( ‘wandı) merak etmek He wondered who had built this beautiful mosque. Bu güzel camiyi kimin yaptığını merak etti.
I wonder whether this was the right thing to do.
Bunun yapmak için doğru şey olup olmadığını merak ediyorum.
WORK (wö:k) çalışmak Do you want to work after the age of 60? Altmış yaşınızdan sonra çalışmak ister misiniz?
Start from the bottom and work towards the top.
Tabandan başla ve tavana doğru çalış.
WRITE (rayt) yazmak
He wrote that he would be coming soon. Yakında geleceğini yazmış.
How many books did he write.
Kaç kitap yazdı.
YAWN ( yo:n) esnemek When a person start to yawn in the goup the others follow him. Grup içinde birisi esnemeye başladığında diğerleride onu takip eder. When I am tired and asleep I yawn alot.
Yorgun ve uykusuz olduğumda çok esnerim.