Suha Çalkıvik Akademik rock yıldızı: ‘Zizek!’ ‘Zizek!’ belgeseli, sıradışı olanı sevilebilir yapıyor ve onun kuvvetli çekimine kendinizi kaptırıyorsunuz. O, Slavoj Zizek, ‘akademik rock yıldızı’ ya da ‘kültürel teorinin Elvis’i… 21. yüzyılın önde gelen düşünürlerinden biriyle ilgili keyif verici bir belgesel izlemek ister misiniz? ‘Zizek!’ beyazperdeden ekrana NTV Belgesel kuşağında, Pazar saat 22.00’de sizleri bekliyor. Sloven düşünür Slavoj Zizek bir ‘akademik rock yıldızı’ olarak adlandırılır ve hayranlarının tam anlamıyla onu bir entelektüel kahraman olarak bağrına bastığı bilinir. Hatta kendisine ‘kültürel teorinin Elvis’i’ yakıştırması bile yapılmıştır. Žižek! belgeseli, kapitalist sistemin eğlenceyi öldürdüğüne inanan bir filozof için, -üstelik konusu, bizzat o filozofun kendi olan- gerçekten de çok eğlenceli bir yapım. Zizek’in (okunuşu: Jijek) yaşamını izlemenin ve düşüncelerini duymanın, derin, komik, şaşırtıcı ve son derece keyif verici bir deneyim olduğunu kabul etmek durumunda kalıyoruz. “Düşünün, bu filozof (Zizek), Alman felsefesi, İngiliz politik ekonomisi ve Fransız Devrimi arasındaki farkı, bu milletlerin tuvalet tasarımlarını referans vererek açıklamıştı. Yapımcı-yönetmen Astra Taylor’ın, The Documentary Campaign (Belgesel Kampanyası) ve Canadian Conference of the Arts (CCA) kurumu tarafından desteklenerek çektiği belgesel film üzerinde, Taylor ve kurgu yönetmeni Laura Hanna’nın ekibi bir buçuk yıl çalıştılar. Buenos Aires ve New York’taki eşya depolarını gördüğü sahneler arasında, Zizek’in oğlunun rol yapışını analiz etmesini, Stalin posterinin bazı insanları nasıl ürkütüp kaçırdığını anlatmasını ve bir hayranının imza için onu arayıp bulduğundaki şaşkın halini izlemeye fırsat buluyoruz. Zizek bir sahnede kamera ekibine mutfağını ve çekmecelerle dolaplara koyduğu tüm kıyafetlerini gösteriyor. Başka bir bölümde ise Zizek’i, Hitchcock’un “Vertigo” adlı filminde yer alan bir merdiven boşluğu sahnesine ve ardından uzun bir düşüşün sonundaki intiharla gelen ölüme dehşete düşmüş bir şekilde ve aynı zamanda saygıyla bakarken görüyoruz. Seyirci devamlı Zizek’in bu garip hareketlerine, fısıldamalarına, zihninde dolaşan binbir düşünce karşısındaki heyecanlı tepkilerine güler. Zizek’in ve hayatının ekrandaki garip portresi dışında, onun durmak bilmeyen monologları tüm belgeseli çok daha derin ve kışkırtıcı bir düzeye taşıyor. Birçok konuya değiniliyor ama filmin bölümleri ideoloji, felsefe ve psikanaliz gibi alt katmanlara ayrılmış durumda. Biz kahramanımızı, Lacan’la ilgili son derece sıkıcı bir Fransız videosu izlerken, o Lacan hakkında konuşur ve Stalin ile Marksizm’i birçok diyalogunun arasına katar. Derin düşüncelerinin birçok ayrıntısını güvenilir biçimde tartışabilmek için belgeseli birkaç kez daha izleme ihtiyacı duyuyoruz içimizde. Zizek’in, Fransız psikanalist Lacan’ın genel insan ruhu üzerine çalışan kapitalizmin içinde bulunduğu yolları meydana çıkaran metotlarını içeren Marksist teorisiyle bağdaşan harmanlanmış düşüncelerinde bizleri çeken şey nedir? Bu, basit bir şekilde özetlenemez. Zizek’in, aldığı tüm iltifatlara içerlediğini ve kendisi hakkında soru sorulmasından hiç mutlu olmadığını
filmden öğreniyoruz. Film yapımcısı Astra Taylor, Buenos Aires, New York, Boston seyahatleri sonrasında, Zizek’in vatanı Slovenya’da durmasıyla, dünya çapında üne sahip olması tahmin edilmeyen, büyük ölçüde turne için oradan oraya koşuşturmayı bırakmasını, hoşa giden bu hırçınlığını örnek alır kendisine. Konferansları arasında, doğrudan yönetmen Taylor ile dünya, sevgi, ideoloji, psikanaliz, kapitalizm, Stalinizm ve sıkça ‘aptallar’ ile ‘gıcıklar’ diye andıkları hakkında konuşur. Zizek, delicesine, durmak bilmeyen enerjisiyle konuşur. – Eğer konuşmayı ebedi bırakırsa, koca bir hiç olacağından korktuğunu kabul eder. – Konuşmasındaki keskinlik yalnızca derin, gök mavisi gözlerindeki ve nasıl olduğu konusunda doğaçlama konuşurmuş gibi alnında biriken ter damlacıklarındaki parlamayla artar. “Şimdi her zaman olduğundan daha fazla, bizim, alkolsüz biralara karşı olan terörizmi anlayabilmemiz için Lacan’ın yardımına ihtiyacımız var” der. Fakat aklındaki bu açıklamadan çok daha önemli olan şey, Zizek’in kendi halkıyla olan fikir ayrılığına karşı takındığı tavırdır. Popüler kültür üzerine geniş yazısı, akademi dışında ona dünyada olağanüstü bir ün kazandırmıştır. Slavoj Zizek’ in Slavoj Zizek olması sadece onun isteği ile olmamıştır. (Columbia Üniversitesi’ndeki bir konferansta izleyiciler arasında olan bir Ortodoks karşıtına sert bir şekilde cevap vermesiydi. Örneğin, ideoloji teorisi üzerindeki eski çalışmalarından tanıdık ögelerin üzerinden tekrar geçmesiydi. Popüler olamayacak olanı popülerleştirmeyi deneme riskine istek duymasıydı.) Film, Zizek’ in Marx’ ın artıdeğer konsepti ve Lacan’ nın ‘object petit a.’ sı (arzu nesnesi) arasındaki paralelliği belirtme hikâyesi üzerine bir maceraya atılıyor. Tüm bunların ötesinde ‘Zizek!’ film olarak çok akıllıca kurgulanmıştır. Sahne arası geçişler-eğlenceli tutarlı ve hatta anlam ve yapı arasındaki karmakarışık ilişki, farklı açılardan ödüllendirilmeyi hak ediyor. Yönetmen Taylor’ın aslında Zizek’in teorisiyle bu kadar özdeşleşmiş olması, bize şaşırtıcı gelse de, daha sonra filmi yeniden okuduğumuzda, onu kaçık bir züppe olarak ele almak çok daha kolay olurdu, diye hak veriyoruz. Zizek, kendini tekrarlamaktan her zaman kaçınıyor. Astra Taylor, “Fikirler hakkında bir film yapmayı çok istedim. Film’in Zizek’ in kişiliğiyle bütünlük oluşturduğu kanısındayım. Sadece teori hakkında bir görüşme yapmaya çalışsak bile Zizek’in zaptedilemez bir karakter ve karizma fazlalığı var” diyor. Zizek! bir biyografi filmi değil. Taylor işe sadece puslu bir hisle başladığını söylüyor, “Ben geleneksel bir fotoğraf albümü yapmak istemedim” diye tekrarlıyor, “bir bireyin hayatını eski fotoğraflarla ve bunun gibi şeylerle çizmeye çalışmadım. Bu formata karşıt hiçbir fikrim yok, fakat Zizek hakkında bir film için bu, doğru yaklaşım değildi.” Yönetmenin diğer bir kuralı, kendini beğenmişlikten sakınmaktı. “Özellikle bu cephede kötü bir ismi olan teoriyi irdelerken dikkatli olunması gerekiyordu,” diyor. “Düşünün, bu filozof (Zizek) Alman felsefesi, İngiliz politik ekonomisi ve
Fransız devrimi arasındaki farkı, bu milletlerin tuvalet tasarımlarını referans vererek açıklamıştı.” (Zizek’in bu analizini filmde dinliyoruz, ayrıca geçen yıl The London Review of Books’ ta bir makalesinde de yer vermiş.) Taylor filmi çekmeye hazırlanırken, Zizek ile ilgili olarak düzinelerce sayfa soru ile geldiğini ancak bunlardan sadece iki veya üçünü sorabildiğini söylüyor. “Siz bir soru sorarsınız, Zizek bunu alır ve nereye çekmek isterse oraya çeker. Sizi çıkardığı bu yolculuk enteresan da olsa maalesef hiçbir zaman kısa değildir.” zizek! İle ilgili en komik anlardan birisi 1990 yılındaki bir politik tartışma yayınından alınan ve Liberal Demokratik Parti’den Slovenya Devlet Başkanlığı için aday olduğu süreci gösteren kliptir. Bir yerinde bir Komünist bürokrat, “Evet, Zizek, buradakilerin hepsinin IQ'sunu toplasak seninkinin yarısı etmez, ancak lütfen izin ver başkaları da konuşsun” diyor. Taylor bu noktada rolünün doğrudan sorular soran ve cevaplar alan bir muhabirden çok, “ona pozitif veya negatif geri bildirim yaparak, nerede durmasını söyleyerek” diyalogun seyrini belirleyen bir trafik görevlisi olduğunu fark ettiğini belirtiyor. Farklı çekimler sırasında bir kayıt tutmuş ve burada “onun söylediği her şey bir araya getirilse bunun 100 sayfalık bir Excel çalışma sayfası olacağını” söylüyor. “Bu şekilde hangi konulara değinildiğini, hangi sette değinildiğini ve sonucun kullanılabilir mi olduğu yoksa yeniden çekilmesi mi gerektiğini biliyorum”. Prodüksiyonun yarısında, filmin editörü olan Laura Hanna’nın bir kaba taslak ortaya çıkardığını söylüyor. “Bu noktada canlandırılan sahnelerden çeşitli pasajları seçmeye başladım. Bazı olayların tekrarlanması gerektiğini ve filmin altının çizilebilmesi için daha geniş teorik bir argümana sahip olması gerektiğini biliyordum…. Ancak bu, kulağa çok basit ve mantıklı gelmesine neden oluyor. Başlangıçta, seksen saatlik kaba taslak kırpılmaya çalışırken seçimler daha sezgisel olarak yapılıyordu. Bir filmi kurgularken, neyin size doğru geldiği, mantıklı geldiği çok önemlidir.” Slavoj Zizek hakkında Slavoj Zizek 1949'da Slovenya'da doğdu. Doktorasını felsefe ve özellikle de Alman idealist felsefesi konusunda yaptı. 1960'lar boyunca psikanalize ve Lacan düşüncesine yakın ilgi duymuş olduğu için, 70'lerde Paris'e giderek Jacques Alain-Miller ile psikanaliz alanında çalıştı. 1980'lerde kendisi gibi Lacancı psikanaliz konusunda çalışan Mladen Dolar, Alenka Zupancic ve Renata Salecl gibi isimlerle oluşturduğu grup Avrupa'nın entelektüel çevrelerinde etkili olmaya başladı. Yugoslavya'nın parçalanması sırasında, Lyublyana okulu Slovenya'nın bağımsızlığı ve totaliter rejimin yıkılması süreçlerine aktif olarak katılarak, liberallerle işbirliği yapan ancak bağımsızlığını koruyan bir Marksist çekirdek oluşturdu. Halen Lyublyana Üniversitesi Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü'nde öğretim üyesidir. İngilizce'deki ilk kitabı olan İdeolojinin Yüce Nesnesi 1989'da yayımlanmıştır. Yazarın, Marx-Hegel-Lacan-Popüler Kültür arasındaki bağlantıların çözümlenmesinden hareketle radikal bir tavır alışın ipuçlarını aramaya yönelen tavrı bu ilk kitabında da belirgindir. Looking Awry (Yamuk Bakmak, 1992) ve Enjoy Your Symptom (Semptomunun Keyfini Çıkar, 1993)
kitaplarında Lacan'ı Hollywood sineması ve özellikle de Hitchcock filmlerinin çözümlenmesi üzerinden bir yeniden okuma denemesine girişir. 1994'te yayımlanan The Metastases of Enjoyment (Keyfin Metastazları) "kadın ve nedensellik" üzerine denemelerden oluşur. 1999'da yayımladığı The Ticklish Subject (Gıdıklanan Özne) ve 2000'de yayımladığı The Fragile Absolute (Kırılgan Mutlak) kitaplarında din ve felsefe ile güncel politik tavır alış arasındaki bağlantıları sorgular. 2001'de yayımlanan Did Somebody Say Totalitarianism? (Biri Totalitarizm mi Dedi?) kitabında ise 20. yüzyılın sonunda solun liberalizmin "reel sosyalizm" eleştirisine kayıtsız şartsız teslim oluşunu eleştirmektedir. (Kaynak: Metis Yayınları)