Www.somuncubaba.net Tarih Sayi91

  • December 2019
  • PDF

This document was uploaded by user and they confirmed that they have the permission to share it. If you are author or own the copyright of this book, please report to us by using this DMCA report form. Report DMCA


Overview

Download & View Www.somuncubaba.net Tarih Sayi91 as PDF for free.

More details

  • Words: 2,309
  • Pages: 6
Tarih

İsmail ÇOLAK

OSMANLI MEDENİYETİNİN ŞÂHİKASI “Osmanlı ülkesi bir “Vakıf Medeniyeti” ve “Vakıf Cenneti” haline gelmiştir. Bu çerçevede Osmanlı, şefkat ve merhametini sadece insana değil cümle mahlûkata teşmil etmiştir.”

36

Somuncu Baba

ket eden bir mü’min, “İnsanlaOsmanlı Medeniyeti’nin ve rın en hayırlısı, insanlara faydaOsmanlı toplumunun en bâriz lı olan; malın en hayırlısı Allah özelliklerinden biri de hayır ve hasenatta, yardımlaşma ve da- yolunda harcanan; Allah yolunyanışmada yarışma melekesi- da harcananın da en hayırlısı dir. Öyle ki, bu sayede Osman- halkın en çok ihtiyaç duyduğu lı ülkesi bir “Vakıf Medeniyeti” şeyi karşılayandır.” düsturunu ve “Vakıf Cenneti” haline gel- da kendisine mutlak mânâda miştir. Bu çerçevede Osmanlı, kılavuz yapmış demektir. Bu şefkat ve merhametini sadece inanç ve anlayışı kuşanmış bir insana değil cümle mahlûkata inanan aynı zamanda, “İnsan teşmil etmiştir. Kimsesiz, yardı- ölünce üç şey, yani Sadaka-i ma ve bakıma muhtaç insanla- cariye (sevabı devam eden sara darülacezeler, imarethaneler daka), faydalanılan ilim ve kenve aşevleri inşa eden; sahipsiz disine dua eden hayırlı evlat dıkedilere, dağ başlarındaki aç şında ameli kesilir.” (Müslim, Sahîh, kurtlara yiyecek hazırlamak ve Vasiye, 14; Ebû Dâvûd, Sünen, Vesâyâ, 14; sakat leylekleri tedavi etmek Nesâî, Sünen, Vesâyâ, 8.) hadîsini ve maksadıyla bile vakıf müesse- “Sevdiğiniz şeylerden Allah yoseleri kuran ecdat, bu mevzu- lunda harcamadıkça iyiliğe ereda erişilmez numuneler sergi- mezsiniz.” (3/Âl-i İmrân, 92.) lemesini bilmiş ve tarihin iftihar âyetini de kendisine mutlaka madalyasını hak etmiştir. Bura- ebedî rehber ve azık edinmekda, Osmanlı Medeniyeti’nin en ten mahrum kalmayacaktır. mükemmel ürünlerinden birisi olan vakıfların, dinî kaynakları, Yukarıda ana çerçevesini oresasları, tarihçesi, fonksiyonla- taya koyduğumuz dinî esas ve rı, devlet, toplum ve medeniyet anlayışlarla itikadını kuvvethayatındaki eşsiz yeri ve öne- lendiren ve bunlarla hareket eden Osmanlı Devleti ise vakıf mi üzerinde duracağız. işlerini ve hizmetlerini devletinin esas kâidelerinden, kurduVakıf Bilinci ve ğu medeniyetin şâhikalarından Kültürünün İslâmî birisi seviyesine yükseltmiştir. Kaynağı Devlet, toplum ve medeniyet Vakıf, hayır yapma ve yar- hayatında vakıfları hep ön plandımlaşma anlayışının kurum- da tutan Osmanlı, onları hem laşmış bir ifadesi ya da mah- dünyaya hem de âhirete bir sulüdür. İslâm inancına göre, hizmet vasıtası olarak görmüştür. Yedi iklim, üç kıtaya adeta her şey fânî, yalnız Allah (c.c.) ebedîdir. Mutlak hâkim O’dur, çil çil serptiği on binlerce vakıf mülkün gerçek sahibi de O’dur. müessesesi ile “diğerkâmlığın zirvesini” yakalayan OsmanBu sebepledir ki, Allah’ı seven ve O’na hakikî anlamda kul- lı, 26 bini aşkın vakıf kurarak luk eden, başta insanı sonra insanlara ve cümle mahlûkata da tüm mahlûkatı, yaratandan hizmet etmeyi kendisine ulvî ötürü sever. Bu anlayışla hare- bir şiar ve aslî gaye edinmiştir.

Mayıs / 2008

“Hayırda yarışınız.” (2/Bakara, 148; 5/Mâide, 48.) emrini ve “İnsanların, canlıların yaşadığı yerlerde mutlaka onlara yapılacak bir yardım, bir hizmet vardır.” anlayışını baş tacı eden Osmanlı, Kur’an ve Sünnet ölçüleri istikametinde Asr-ı Saâdet’te başlayan ilk vakıf faaliyetini emsal alarak, büyük hizmetlere vesile olmuş, günümüze kadar ulaşan muazzam eserlere mührünü vurmuştur. İnsanların ihtiyacına, çevrenin şartlarına göre sürekli değişen ve gelişen, çok farklı hizmet alanlarını bünyesinde taşıyan vakıf müessesesi, Osmanlı’da gâyet dinamik bir yapıya ve geniş bir yelpazeye sahip olmuştur. Osmanlı’nın gönülden benimsediği, “İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır.” prensibi dâhilinde, devlet ve toplum el ele vererek birbiriyle hayırda kıyasıya rekabet etmiştir. Bu özelliğiyle Osmanlı, tarihte eşine az rastlanır bir rekora imza atmış ve tüm zamanların en ideal numunelerinden/modellerden birisini teşkil etmiştir.

Osmanlı’da Vakfın Esasları ve Tarihçesi Osmanlı’da vakıf yapmak isteyen herhangi bir şahıs, bir vakfiye yazarak kadıya müracaat ederdi. Vakıf senedi denilen vesika, mahkeme tarafından tescil edilirdi. Vakıf senedine, padişah dâhil olmak üzere herkes uymak zorundaydı. İslâm hukukuna göre vakfın ve vakfedenin şartı, kanun koyucunun kat’î hükmü

37

II. Bayezid Külliyesi ve Şifahanesi - Edirne

seviyesindeydi, kesinlikle değiştirilemezdi. Bir vakfiyede, kurucusunun adı, künyesi, lakabı, şöhreti, unvanı gibi kendisini tanıtıcı bilgiler yer alırdı. Daha sonra vakfın; hangi maksatla kurulduğu, yerine getireceği hizmetler, ihtiyaçlar için lüzum eden gelirin nereden sağlanacağı ve nasıl harcanacağına dair hükümlerden başka, bunları bozan ve değiştirenlere ilişkin beddua içeren sözler bulunurdu. Başta padişahlar ve sadrazamlar başta olmak üzere, bütün devlet ricâli ve varlıklı kişiler, az veya çok güçlerine ve imkânlarına göre vakıflar tesis etmiş veya mallarından bir kısmını vakfetmişlerdir. İtikadî anlamda, öldükten sonra bu dünyada amel defterini mütemâdiyen açık tutacak ve öbür âlemde de sonsuz lütuf ve ihsana kavuşmaya vesîle

38

olacak hayır ve hasenâta büyük önem veren Osmanlı, devlet ve toplum bazında, ebedî hayır, bereket ve sevap kapısı olarak gördüğü vakıfları ayakta tutmaya, desteklemeye ve yaygınlaştırmaya özel hassasiyet göstermiştir. Osmanlı, diğer müesseselerde olduğu üzere vakıf konusunda da kendinden önceki, başta Selçuklular olmak üzere birçok Türk ve İslâm devletini emsâl kabul etmiştir. Daha beylikler döneminden başlayan, devletin siyasî ve malî gücünün artmasına paralel olarak gelişen vakıfların, Osmanlı’da ilk teşekkül etmeye başlaması Orhan Gazi devrine rastlamıştır. Orhan Gazi, İznik’te ilk Osmanlı medresesini kurarken, idaresi için gerekecek geliri temin edecek gayrimenkul de vakfetmişti. Bu cümleden olarak, Orhan Gazi’nin Adapa-

zarı, Kandıra ve Bursa’da vakıf esasına göre inşa ettirdiği cami, medrese, zâviye, imâret, aşevi ve misafirhanelerin, “ilk Osmanlı vakıfları” olduğunun altını önemle çizmemiz gerekir. Yıldırım Beyazıt zamanında, şahıslar tarafından kurulan vakıflar, mütevelli heyetleri vasıtasıyla yönetilmiş; kadılar tarafından tayin edilen ve şer’i hükümleri esas alan müfettişlerce de teftiş edilmiştir. Bazen kadının kendisinin de teftiş ettiği görülür; İstanbul kadısı ise bütün vakıfları teftiş ederdi. Osmanlı Devleti’nde, 1826’da kurulan Evkâf Nezâretinden (Vakıflar Bakanlığından) önce vakıflar, her vakfın kendi şartına göre idare ediliyor, bunlar ayrı nezaretlerce denetleniyordu. 1924 yılında çıkarılan 429 sayılı kanunla Evkâf Nezâreti kaldırılmış, başbakanlığa bağlı bir ge-

Somuncu Baba

nel müdürlük hâline getirilmir. Bu tarihten sonra da vakıflar, tarihte eda ettikleri emsalsiz fonksiyonlarını ve mevkilerini de maalesef hızla kaybetmeye başlayacaklardır. Saltanatın kaldırılmasıyla Osmanlı Devleti’nin hukuken sona ermesi ve Osmanlı hanedanının son temsilcilerinin ülke dışına çıkarılması ile sahipsiz kalan vakıflar, vakfetme anlayışından, ruhundan ve vakfiyelerdeki beddualardan ve anlamlarından bîhaber olan, âhiret hayatını unutup maneviyata kapanmış olan kimi insanlar ve yöneticiler tarafından ne yazık ki hoyratça talan edilecektir.

Vakıfların Emsalsiz Fonksiyonları Osmanlı’da devlet, vatandaşın canını ve malını korumak, barış ve asayişi sağlamak, düzen ve adaleti tesis etmek, sınırları korumak, fetihlerde bulunmak ve devletin bekasını temin etmekle mükellefti. Günümüz modern devlet anlayışında, devletin temel görevlerinden sayılan eğitim, sağlık, bayındırlık, diyanet ve sosyal yardım hizmetleri Osmanlı’da, devlet görevleri arasında sayılmıyor, bütün bu hizmetler şahısların kurduğu vakıflar tarafından yürütülüyordu. Vakıflara, bu işleri yürütmek için zengin gayrimenkuller bağlanıyordu. Osmanlı’da devlet anlayışı “Devlet-i Ebed-Müddet” çerçevesinde tanımlandığından ötürü vakıflara da ebedîlik vasfı getirilmiş, devlet yetkilileri vakfın hizmetinin devam

Mayıs / 2008

edebilmesi için her türlü gayreti sarf etmişlerdir. Vakıfların, bu karşılıksız yardıma yönelik hizmetleri, toplumun psiko-sosyal yapısı üzerinde derin tesirler meydana getirmiş ve toplum nazarında devlet kurumu lehine olumlu bir etki ya da hava hâsıl etmiştir. 18. yüzyıl sonlarında vakıf gelirlerinin, tüm devlet gelirlerinin hemen hemen yarısını teşkil ettiğini göz önüne aldığımızda, geleneksel kültürümüzde, Osmanlı yönetiminin halka yaklaşımının neden “Devlet Baba” olarak algılandığı ve yorumlandığı daha iyi anlaşılacaktır. Vakıflar yalnız ibadet, eğitim, sağlık, bayındırlık ve ulaşım gibi toplumsal ihtiyaçları konu almazdı. Yolculara yardım etmek, esirleri azat etmek, mektep çocuklarını gezdirmek, fakir kızlara çeyiz temin etmek, hayvanlar için çayır ayarlamak; sel, yangın, deprem, hastalık, fakirlik, borçluluk gibi zaruri halleri gidermek, acizleri doyurup giydirmek ve tedavi ettirmek, iş yapacaklara iş ve sermaye bulmak, borçtan mahkûm olmuşların borcunu ödemek gibi iş ve hizmetleri görmek için de “Avârız Vakıfları” adıyla vakıflar kurulmuştur. Bizzat padişah veya saray mensupları tarafından kurulup yönetilen vakıflara ise “Mazbut Vakıflar”, diğer ismiyle “Selâtîn Vakıfları” denmiştir. Fransız Seyyah Du Loir, Osmanlı’daki misafirperver-

lik, misafirhaneler, yolculara, kimsesizlere, fakirlere, mahkûmlara ve hastalara karşı aklın ve hayalin sınırlarını aşan, toplumun geniş kesimlerini cinnet derecesinde kuşatan bu hayırseverlik ve hayırda yarışma furyası hakkında şaşkınlık ve hayranlığını gizleyemeyerek bu konuda şu çarpıcı tespit ve izlenimlerde bulunmuştur: “İnsan cinsine ait olan Türk hayratı cemiyet ile ferdi ve ölüler ile dirileri kapsar. Bütün Türkiye’de imaret denilen misafirhaneler vardır. Buralarda hangi dine mensup olursa olsun bütün fakirlere ihtiyaçları nisbetinde yardım edilir. Hiçbir ayrıma tâbi tutulmaksızın bütün yolcular imaretlerde üç gün kalabilirler ve kaldıkları müddetçe de her öğün yemekte, vakıf şartı gereğince birer tabak pilavla ağırlanırlar. Şehirler ile yol boylarında imaretlerden başka her türlü şahsa kapıları daima açık duran kervansaraylar da vardır. Bazı Türkler de hayrat olarak yol boylarında yolcuları susuzluktan kurtarmak için çeşmeler yaptırırlar. Bazıları da şehirlerde sokaklardan gelip geçenler için sebiller yaptırır. Bunlar için de tıpkı dairelerde olduğu gibi aylıklı memurlar vardır; vazifeleri isteyenlere su vermektir. Gene aynı hayrat ve hasenat duygusu kimisinin de yolları düzenlemelerine, temizletmelerine ve kaldırım döşetmelerine sebep olur. Bütün bunlardan daha fevkalade ve daha takdire değer olanı da bütün bu binalarda, kurucu-

39

larının hodbinliklerini (bencillik ve menfaatçiliklerini) gösterecek alâmetler görülmemesidir. Fertlere ait sadakalar da aynı nispette dindarânedir. Zenginler, hapishanelere gidip borç yüzünden hapsedilmiş olanları kurtarırlar. Türklerin felâketzedelerle alakaları, yalnız tesellî sözleriyle sınırlı kalmayıp, imkân buldukça fiiliyata da geçerler. Yalnız sözle tesellî verebilecekleri vaziyetlerdeyse, mantık oyunlarına veya tumturaklı lakırdılara kalkışmayıp, takdir-i ilâhiye karşı tevekkül telkin ederler. Mukadderata iman ettikleri için, vebalılar bile dâhil olmak üzere bütün hastaları büyük bir şefkatle ziyaret edip muhtaç oldukları ilaçları gönderirler. Zaruretlerini söylemekten utanan fakirlerin ihtiyaçlarını misli görülmemiş bir özen ve gizlilikle inceleyip hemen yardım ederler.” Monsieur de Thevenot’un aynı paraleldekiş müşâhedeleri de Osmanlı toplumunun vakıf ruhunu kavrama ve tatbik etmede hangi muallâ noktaları yakaladığının, Batı’nın -ve modern dünyanın- bu mevzuda Osmanlı’nın neresinde olduğunun müthiş göstergelerinden biridir: “Türkler, çok dindar ve merhametlidirler. Türkler arasında fukarâya pek az tesadüf edilir. Türkleri dilencilikten men eden yegâne faktörün zenginlerde görülen şefkat ve merhametten ibaret olduğunu söylemek istemiyorum. Türklerin şefkat-

40

leri hayvanlar ile kuşları bile kapsadığı için, pazar kurulan günlerde birçok kimseler gidip kuş satın aldıktan sonra derhâl azat ederler ve bu kuşların ruhları mahşer gününde huzûr-ı ilâhîye gelip kendilerinden iyilik görmüş olduklarına şehâdet edeceklerinden bahsederler. Bazıları da ölürken haftada şu kadar defa şu kadar köpeğe ve şu kadar kediye yiyecek verilmek üzere birçok îrâdlar (miras, nafaka) bırakırlar yahut bu hayrın işlenmesini temin için fırıncılarla kasaplara para verirler ve onlar da bu gibi vasiyetleri büyük bir sadâkatle ve hatta dindarâne bir riâyetle yerine getirirler. Onun için her gün et taşıyan birtakım kimselerin vakıf şartına göre ya köpekleri veya kedileri çağırıp etraflarına toplanan hayvanlara et parçaları atışları görülecek şeydir. Bunlar bizim nazarımızda çok gülünç olmakla beraber onlarca öyle değildir.” Vakıfların yukarıda sözünü ettiğimiz fonksiyonlarından başka, vakıf hastahanelerde her dinden ve ırktan insanların tedâvî edildiğini, doktor temin edildiğini ve gerekirse ücretsiz ilaç verildiğini de görmekteyiz. İmaretlerde yoksullara, yolculara ve misafirlere her gün bir veya iki öğün yemek veriliyordu. O kadar ki, İstanbul imaretlerinde her gün parasız yemek yiyenlerin sayısı 30 bin idi. Böylece vakıflar bir yandan binlerce görevliye maaş öderken, bir yandan da yüz binlerce insana hizmet götürüyordu.

Aynı zamanda vakıflar yolu ile gelir dağılımındaki dengesizlikler asgarîye indiriliyor, toplumsal adalet sağlanarak sosyal patlamaların ve sınıf çatışmalarının da önü alınıyordu. Vakıfların, ülke ticaretine ve ekonomik hayatın gelişmesine de çok olumlu etkileri olmuştur. Hemen hemen bütün şehirlerde, vakıflarca ticaret hanları kurularak, ticârî hayatın canlanması ve zenginleşmesi hedeflenmiştir. Şehirlerarası yollara, önemli stratejik mevkilere kervansaraylar yaptırılarak da, ticaret yollarının emniyeti ve işlerliği temin edilmiş ve böylece yolcu ve tüccarlara güvenli ticaret yapma ve konaklama imkânı sunulmuştur. Kervansarayların vakfiyelerinden, buralara gelen yerliyabancı, hür-köle, erkek-kadın, Müslim-Gayrimüslim herkesin kabul edildiğini; yolcuların gıda, ilaç ve hatta ayakkabı ihtiyaçlarının dahi karşılandığını ve hayvanlarına da bakıldığını öğrenmekteyiz. Kervansaraylar vakfedenlerin bıraktığı gelirle bu fonksiyonlarını yüzyıllar boyunca sürdürmüşlerdir. Ayrıca vakıflar, büyük sanat eserlerinin, hat, taş, ağaç, maden işçiliği, tezhip, çini, kitap, cilt, ebru gibi sanat dallarının gelişmesine, bu alanda şaheserler verilmesine de katkıda bulunmuşlardır. Vakfiyelerin dil, kültür, tarih, hukuk, iktisat tarihi ve sosyoloji açısından taşıdığı önem de ayrıca üzerinde durulması gereken bir husustur.

Somuncu Baba

Çevreci Şehirleşme ve Vakıfların Rolü Osmanlı Devleti, halkın rahat ve huzurunun sağlanması, hayat standardının yükselmesi yanında, fizikî çevrenin yaşanabilir bir mekân haline getirilmesi için de yoğun uğraş vermiştir. Osmanlı Medeniyeti’nin modern dünyaya bıraktığı en mühim miraslardan biri de çağdaşlarının çok fevkinde bir

ve çevreci metotla vakıflardan faydalanmıştı. Vakıflar bu safhada, coğrafyayı ve yerleşim yerlerini, çevre ve ekonomik olarak insanlara cazip hale getiren unsurlardan olmuştu. Osmanlı, bir iskân ve kolonizasyon metodu olarak vakıflardan azamî ölçüde faydalanmıştır. Bu anlayış ve metotla yapılan yüzlerce eser sayesinde yeni fethedilen bölgelerdeki

Safranbolu Tarihi Hamamı

çevre kültürü idi. Osmanlı insanı ve yöneticisi kendisini tabiata göre şekillendirmişti. Bu noktada Osmanlı Devleti, II. Beyazıt devrinde çıkan ihtisap (belediye) kanunnameleri ile dünyada ilk defa en geniş belediye kanununu hazırlayan; yanı sıra dünyada ilk tüketici haklarını koruma kanunu, ilk gıda maddeleri nizamnamesi, ilk standartlar kanunu ve ilk çevre nizamnamesini de düzenleyen ülke olmuştur. Osmanlı’da genelde şehirler ve mahalleler vakıf bir külliye, cami, hamam, çeşme gibi yapıların etrafında düzenli bir çevreci anlayışla kurulmuştu. Osmanlı Medeniyeti, sistemli bir yerleşme, şehirleşme

Mayıs / 2008

pek çok şehir İslâmî bir çehreye büründürülmüştür. Misal vermek gerekirse, Lale Devri’nin meşhur sadrazamı Damat İbrahim Paşa doğduğu köy olan bugünkü Nevşehir’in bulunduğu yerdeki Muşkara’yı genişletmek ve geliştirmek için sayısız eser yapmış ve yaptırmıştır. Muşkara, bu eserler vasıtasıyla kısa zamanda büyümüş ve kalkınmıştır. Devrine göre oldukça önemli bir gelişme kaydeden Muşkara’ya, zamanla “Yeni Şehir” anlamına Nevşehir adı verilmiştir. Bu mânâda, vakıfların Türk şehir hayatında oynadığı rol bakımında Nevşehir çok güzel bir örnektir. Ayrıca, belediye teşkilatının kurulduğu 1856 yılına ka-

dar şehirlerde su, ulaşım, aydınlatma, temizlik ve asayiş gibi belediye hizmetlerinin de hep vakıflar tarafından gerçekleştirildiği tarihi bir gerçektir. Osmanlı’da, su kanalları, su kemerleri, çeşmeler, sebiller, kuyular, hamamlar, köprüler, yollar, kaldırımlar vs. neredeyse tamamen vakıflar tarafından yaptırılmış eserlerdir. Bazı hayır sahipleri, kurdukları vakıflar kanalıyla “kandilciler” tutuyor, yine vakıf geliriyle kandil ve yağ alarak sokakların aydınlatılmasıyla uğraşıyorlardı. Sokakların temizlenmesi ve umumî helâlar için de vakıflar kurulmuştu. Sokak bekçilerinin ücretleri ise yine vakıflarca ödeniyordu. Osmanlı’da vakıflar, yukarıda da temas ettiğimiz gibi sadece ibadet, eğitim, sağlık, bayındırlık ve ulaşım alanlarında toplumun temel ihtiyaçlarını karşılamakla yetinmezdi. Ne kadar enteresandır ki, hayvanlar için çayır bulmak, sel, yangın, deprem gibi çevreyi tahrip eden doğal afetlerle mücadele etmek gibi işler de vakıfların ilgi alanına girerdi.

Kaynakça Ziya Kazıcı, Osmanlı Vakıf Medeniyeti, İstanbul, 2003; Ahmet Akgündüz, Vakıf Müessesi/İslam Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında, İstanbul, 1996; Mehmet Mazak, Osmanlıda Çevre ve Sokak Temizliği, İstanbul, 2001; Ahmet Tabakoğlu ve diğerleri, İstanbul’da Sosyal Hayat 1-2, İstanbul, 1997-1998; İstanbul Vakıf Tarihi 1, İstanbul, 1998; İsmail Hami Danişmend, Garb Menbalarına Göre Eski Türk Seciye ve Ahlâkı, İstanbul, 1982; Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Risale Yayınları, İstanbul, 1988; Osmanlı Ansiklopedisi, Ağaç Yayıncılık, İstanbul, 1993; Osmanlı Dünyayı Nasıl Yönetti?, İz Yayınları, İstanbul, 1999.

41

Related Documents