Resim: Ali Ekber SADIKÎ
22
Somuncu Baba
Sûfi Perspektif
Doç.Dr. Kadir ÖZKÖSE
Sûfîlerin Ehl-i Beyt Sevgisi Ehl-i Beytin Anlamı
E
hl-i beytin biri geniş, biri dar olmak üzere iki manası vardır. Geniş manasıyla ehl-i beyt, son peygamberin bütün ev halkını ifade etmektedir ki Peygamberimizin hanımları da buna dahildir. Hatta bu geniş mana, Hz. Peygamber’in kanından gelme keyfiyetini aramadığı için Hz. Peygamber’e çok yakın bazı kişiler de ehl-i beyt kavramının çerçevesine alınabilir. Nitekim Selman-ı Farisi bunlardandır ve bir hadiste “Selman bizdendir.”1 buyurulmasının hikmeti budur. Dar anlamında ehl-i beyt, Hz. Peygamber’in sülbünden gelenleri ifade eder ki bunlar Hz. Fatıma ile onun çocukları Hasan, Hüseyin ve eşi Hz. Ali’dir.2 Ehl-i Beyt Sevgisinin Temelinde Yatan Ana Unsur
“Ehl-i beyt, son peygamberin bütün ev halkını ifade etmektedir ki Peygamberimizin hanımları da buna dahildir. Hatta bu geniş mana, Hz. Peygamber’in kanından gelme keyfiyetini aramadığı için Hz. Peygamber’e çok yakın bazı kişiler de ehl-i beyt kavramının çerçevesine Şubat / 2007 alınabilir. “
Hz. Peygamber’in yakın çevresi, yani ailesi olan ehl-i beyt üyelerinin ilk İslâm toplumundaki dinî ve sosyal fonksiyonları tüm Müslümanlar tarafından bilinen bir gerçektir. İlk dönemde Müslümanlar Hz. Peygamber’e karşı besledikleri sevgi ve saygının bir benzerini onun yakınları olan ehl-i beytine karşı da beslemişlerdir. Bundan daha önemlisi Müslümanlar İslâm’ın yeni nazil olan prensiplerini Hz. Peygamber’in öğretim ve uygulamasından öğrendikleri gibi ev ve aile hayatının özel konumlarının öğreniminde ehl-i beytten istifade etmişlerdir. Ehl-i beytin bu fonksiyonu Hz. Peygamber’in irtihalinden sonra da devam etmiştir. Sosyal açıdan ise ehl-i beyt ilk dönemlerden itibaren İslâm toplumu içerisindeki konumunu ve ağırlığını her zaman hissettirmiştir. Devam eden süreçte ehl-i beytin siyasî, iktisadî ve fıkhî boyutları da dikkate alınacak olursa, günümüze kadar uzanan İslâm tarihi sürecinde ehl-i beytin önemi daha iyi anlaşılmış olacaktır.3 Sûfîlerin Ehl-i Beyt Sevgisi Zühd dönemi tasavvuf mekteplerinden biri olan Kûfe ekolünde
23
ehl-i beyt taraftarlığı en önemli hususiyetlerinden biri olarak ortaya çıkmaktadır. Sûfî adıyla anılan ilk şahıs kabul edilen Ebû Hâşim el-Kûfî (ö. 150/777) burada yaşamıştır. İlerleyen zamanlarda tasavvufun İran coğrafyasına Kûfe ekolüne mensup mutasavvıflar kanalıyla yayıldığı da bilinmektedir.4 Sûfî tarikatlarda ehl-i beyte karşı ilgi ileri düzeyde ve dikkat çekici noktadadır. Bu durum o kadar belirgindir ki, bazı tarikatlar silsilelerini on iki İmamla başlatmaktadır. Sünnî anlayışa bağlılıkta tavizsiz tutumlarıyla tanınan Nakşibendiler bile Hz. Ebubekir’e dayanan silsilenin yanı sıra, ikinci koldan silsileyi Hz. Ali’ye dayandırmışlardır.5 Hz. Ebûbekir’e dayanan silsilede de dördüncü halkaya Cafer-i Sadık (ö.148/ 765)’ı yerleştirmektedirler. Bu durum, onların Şia’ya muhalefetleri ile birlikte, ehl-i beyt sevgisini devam ettirdiklerinin kanıtı olarak zikredebilir.6 Aynı şekilde Abdülkâdir-i Geylânî (ö. 561/1165-66) Şii muhalifi bir sima olarak bilinmesine rağmen pîri olduğu Kadiriyyenin silsilesi de 12 İmam’a dayanmaktadır. Hz. Hasan ve Hüseyin’e çok özel muhabbeti ile tanınan ve onlara ayrı bir pâye veren Niyâzî Mısrî (ö. 1105/1694), Hz. Muhammed’in Ashabına ve ehl-i beyt’ine olan sevgisini, onlara revâ görülen eziyetlere üzüntüsünü, şu satırlarda dile getirmektedir: Ol Ebûbekr u Ömer Osman Ali dört yâridir, Ol risâlet bağının anlar gül-i gülzârıdır, Cümle Ashâb hidâyet râhının envârıdır, Ben anın Âline Ashabına kurbân olayım, Ben anın Ashâb ü ahbâbına kurbân olayım
Resul’üne iman eden ve İslâm’a gönülden bağlanan bir mümin, beş vakit namazını kılan, Ramazan orucunu tutan, haccını eda eden ve İslâm’ın diğer temel ilkelerini uygulayan bir Müslüman, bir âbid, mütevazı bir hayatı, eşyaya kul köle olmaya tercih eden bir zahid, günlük evradını okuyan bir zâkir, birçok hususta herkesin fetvasına başvurduğu bir fakih ve bir âlim, Allah yolunda ömrünün sonuna kadar cihad eden bir mücahiddir. İlk iki halifenin özellikle fıkhî ve ilmî meselelerde mutlaka fikrine başvurdukları ve Hz. Ömer’in şûra üyesi olarak seçtiği ve önemli konularda mutlaka fikrini aldığı bir müçtehittir. Söz söyleme sanatında ustadır. Son derece zeki ve feraset sahibidir. Arapçanın dilbilgisi kurallarını ilk defa o belirlemiştir.9 Hz. Peygamber’in ona dair övgüsü, tekke ve dergâhlarda iyi algılanarak, Hz. Ali’ye karşı güçlü bir muhabbet beslenmiştir. Zira Ali (r.a), İslâm tasavvuf düşüncesini derinden etkilemiş bir isimdir. Onun ilmi, ahlâkı, zühd ve takvâsı, yani ibadet hayatına verdiği önem, sûfiler tarafından örnek alınmıştır. Cüneyd-i Bağdâdî (ö. 297/909), Hz. Ali’nin tasavvuf kültüründe ne denli önemli bir konuma sahip olduğunu şu sözü ile beyan etmektedir: “Allah kendisinden razı olsun, Emirulmuminin Hz. Ali eğer harplerle meşgul olmasaydı bizim bu tasavvuf ilmimize dair pek çok incelikleri bize öğretirdi. Çünkü o, kendisine ilm-i ledün verilmiş birisiydi. İlm-i ledün Kur’an’da Hızır (a.s)’a has kılınmış bir ilimdir.”10
Ol Hasan hazretlerine zehr içirdi eşkıyâ, Hem Hüseyin oldu susuzluktan şehîd-i Kerbelâ, İkisidir aslı nesli cümle âl-i Mustafâ,” Ben anın Âline Evlâdına kurbân olayım, Ben anın Ashâb ü ahbâbına kurbân olayım.7 Yunus Emre ise bir şiirinde; Hz. Ali, Hasan ile Hüseyin’i, Fatma ananın kuzuları, şehitlerin hem serçeşmesi hem ser-dârı, âşıkların gözü yaşı, Arş’ın iki küpesi, susuz ümmetin sâkîsi olarak tanıtmaktadır.8 Hz. Ali’nin Tarihsel Kişiliği Hz. Ali (r.a), sağlığında Hz. Muhammed (s.a.v)’in övgüsüne mazhar olmuş bir sahâbîdir. O; Allah’a ve
24
Somuncu Baba
Gerek Ahî ve Bektâşî dervişleri, gerekse diğer tarîkat erbabınca, Hz. Ali’ye “Şâh-ı Velâyet” ve “Sultân’ülEvliyâ” lâkapları uygun görülmüştür. Fütüvvet Eri Olarak Hz. Ali Yiğitlik, kardeşlik, dürüstlük ve güven teşkilâtı olan Fütüvvet teşkilâtı, adını Hz. Ali’nin yiğitlik dürüstlük ve güvenilirliğinden almıştır. Hizmette en önde dünyevî mükâfat söz konusu olunca ise kendini en arkaya almada en güzel örneklerden biridir Hz. Ali (k.). Ancak Hz. Ali gençliğini, yiğitliğini ve Hz. Peygamber’e yakınlığını asla istismar etmemiştir. Fütüvvet anlayışına Hz. Ali’nin örnek teşkil etmesi, “Lâ fetâ illâ Ali lâ seyfe illâ Zülfikâr” ifadesi ile temellendirilmiştir. Hz. Ali’nin kahramanlığını anlatan bu ibare, tekkelerde zevkle okunan Zülfikârnâme’lere “redif”, Yeniçeri Ocağı’nın sancağına “sembol” olmuştur. Cesaret ve şecaati ile gönüllerde yer edişi onun, “Haydar-ı Kerrâr” ve “Şâhı Merdân” sıfatlarıyla tanınmasına yol açmıştır. Hz. Ali’nin fütüvveti, onun cesaret ve kahramanlığı kadar, ahlâk ve faziletini de temsil etmiştir. Hz. Ali’nin fütüvveti ile ilgili yaşanmış örneklerin sunulduğu en önemli eserler, kuşkusuz Cenknâme’lerdir. Cenknâmeler, tekke ve dergâhlarda, köy odalarında yoğun bir şekilde okunmuş, Hz. Ali’nin İslâm’ın yayılması için yaptığı mücadeleleri anlatan menkıbeler, insanlarımızın zihin ve gönüllerine kazınmıştır. Cesaret, kahramanlık, fedâkârlık ve vefâkârlık gibi duyguların gelişmesinde bu menkıbelerin tesiri büyük olmuştur. İnsanımızın zihninde Hz. Ali, din ve imanla özdeşleşmiştir. Onun ahlâkını örnek alanlar, örnek olmuşlardır. 11 Hz. Ali’nin İslâm’ın yayılması için canı ve malı ile gayret gösteren bir kişiliğe sahip olması, talip ve dervişlerin hayat anlayışlarını derinden etkilemiştir. Bu gerçekten hareketle Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî (ö.562/1166) de, hikmetlerinde Hz. Ali’nin İslâm’ı yaymadaki katkılarını ve kahramanlıklarını şu şekilde dile getirmektedir: Tarif eylesem, Ali Allah’ın arslanıdır Ki kılıç ile kafiri kırmaktadır. Kafirleri eyler imana davet; Vermektedir her zaman İslâm’a kuvvet.12 Özellikle savaşlarda gösterdiği kahramanlıklar, destanlaştırılarak dilden dile anlatılmış, kalplerde yer etmiştir. Yemînî, Fazîletnâme’sinde onun İslâm’ın yayılması için yaptığı fedâkârlık ve kahramanlıkları şöyle dile getirmektedir:
Şubat / 2007 7
Nice putperest ehl-i zünnâr, Dîn-i Ahmed’e eylediler ikrâr. Nice ger zât kişi ateşperesti, Yıkıp tahtın yüzünü yere bastı. Zülfikâr korkusundan ehl-i zünnâr, Muhammed dinine etmiştir ikrâr.13 Hz. Ali’nin kahramanlığı Yeniçeri’ye, Gazî’lere ve Alp’lere örnek olmuştur. Yemînî, Hz. Ali’nin sınır tanımayan mücâdele coğrafyasını şu satırlarda dile getirmektedir: Ne Türkistan kaldı ne Bedehşan, İmana davet etti Şâh-ı Merdân. Şehâdet getiren buldu necâtı, İnanmayana gösterdi memâtı. Muhammed dini ile tuttu kuvvet, Küfür ehlinde hiç kalmadı kudret.14 Vâhib Ümmî’nin Zülfikârnâme’sinde ise Hz. Ali şu mısralarla methedilmektedir: Varına kıldı nazar, ol Hâlik-ı perverdigâr, Zât-ı Hakk’ın emriyle Düldül’e oldu süvâr, Na’rasınun heybetinden kâfir oldu târumâr, Lâ fetâ illâ Ali lâ seyfe illâ Zülfikâr.15
25
Peygamber Çiçeği Hz. Fatıma Cennet kadınlarının sultanı Hz. Fatıma validemiz, Hz. Muhammed (s.a.v)’in necip neslini sürdüren en küçük kızıdır. Hz. Fatıma, Sevgili Peygamberimizin terbiyesiyle yetişmiş her yönüyle kendine babasını örnek almıştır. Onu görenler sadece fizikî görünüşü ile Hz. Peygamber (s.a.v)’e benzetmemiş, haya, cömertlik, merhamet, konuşma ve yürüme tarzı ile de benzetmişlerdir.16 Hz. Fatıma’ya Hz. Peygamber (s.a.v) ve yakın çevresi tarafından verilen lâkap ve sıfatlar, onun seçkinliğini, ahlâkî üstünlüğünü anlatmaya yeterlidir. İffet ve haya timsali oluşundan dolayı “Betül”; ibadete düşkünlüğü neticesi ilâhî nurun yüzünde aksedişinden “Zehra”; vakar ve ağırbaşlılığıyla hanımların efendisi anlamında “Seyyidün-Nisâ”; ona bakan yüz simasından, ahlâkî tavırlarından Rasûlullah (s.a.v)’ı hatırlattığından dolayı, babasının kızı anlamına gelen “Bint-i Ebiha”; üstün bir zekâya ve kavrayış gücüne sahip olduğundan dolayı “Zekiyye”; kimseyi incitmemeye gösterdiği özenden ve elinden geldiğince insanları hoşnut etmeye çalıştığından dolayı “Marziyye” denmiştir. Ehl-i beyt sevgisi sûfîlerin temel özelliklerindendir. Seyyid ve Şerif olmak bir şereftir. Seyyid ve Şerif olanların Hz. Peygamber’e yaraşır bir evlat olmaları temel gayedir. Ancak, birilerinin soyundan gelmiş olmak Allah katında üstünlük vesilesi değildir. Allahu Teala, Nuh Peygambere kafir olan oğlu hakkında şöyle diyor: “Ey Nuh! Şüphesiz o, senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir amel sahibiydi (kafirdi). O halde hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme.”17 Hz. Peygamber de kızı Fatıma’ya şöyle demiştir: “Ey Fatıma! Bil ki Allah katında (sırf baban olduğum için) senden hiçbir zararı gideremem.”18 Konumuzu, Yenikapı Mevlevihânesi kabristanlığında metfun bulunan ve on dokuzuncu asrın güçlü Mevlevi şairlerinden sayılan Şeref Hanım (ö. 1278/1861)’ın ehl-i beyte dair bir şiiri ile bitirmek istiyorum. Ümîdimi kat’eyleyemem dâd-ı Alî’den Mücrimlere lutf u kerem imdâd-ı Alî’den Haşr it bile ayrılmayam ecdâd-ı Alî’den Kim ola karîn Ahmed’e şeh-zâd-ı Alî’den Yâ Rab beni dûr eyleme evlâd-ı Alî’den
26
Terfî’-i kemâlâtına etmez mi bu şöhret Dâmâd-ı Nebî Şîr-i Hüdâ Şâh-ı velâyet Edna kulı olmak dü-cihanda ulu devlet Kurbiyyete bir yol ararım rûz u şeb elbet Yâ Rab beni dûr eyleme evlâd-ı Alî’den Düşmez yere dâmân-ı ‘inâyetleri elden Bu zerreye nevbet mi deger meh gibi Rûşen Cedd-i Hasaneyn ‘aşkına ferdâ dilerim ben Bir lahza cüdâ olmayayım ‘Al-i ‘abâ’dan Yâ Rab beni dûr eyleme evlâd-ı ‘Alî’den ‘İrfân u ‘ilm sâhibi sır-dâş-ı Peygamber Zehrâ gibi pâkîzeye hem-mahrem ü hem-ser Öpsem nola ayağın odur Sâki-i Kevser Olsun reh-i tahkîkde mahdûmları rehber Yâ Râb beni dûr eyleme evlâd-ı ‘Alî’den Miskîn-i siyeh-rû Şeref’i eyleme tahkîr Şâyân-ı hakâretse de kıl lutf ile tevkîr Âgâhsın ahvâle ne hâcet sana takrîr Bu nutk-ı şerîf oldı gönül levhine tahrîr Yâ Râb beni dûr eyleme evlâd-ı Alî’den.19
Dipnot 1- İsmail b. Muhammed Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, Beyrut 1351, c. I, s. 459. 2- Yaşar Nuri Öztürk, Kur’an ve Sünnete Göre Tasavvuf, Yeni Boyut, İstanbul 1998, s. 343-344. 3- M. Bahaüddin Varol, “Soruşturma”, Marife, yıl: 4, Sayı: 3, Kış 2004, s. 411-412. 4- Ebu’l-Ala Afifi, Tasavvuf İslâm’da Manevi Devrim, ter.: H. İbrahim Kaçar - Murat Sülün, Risale Yayınları, İstanbul 1996, s. 100-101. 5- Kasım Kufralı, Nakşibendiliğin Kuruluş ve Yayılışı, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü, İstanbul 1949, no. 337, s. 24-25; Necdet Tosun, Bahâeddin Nakşbend Hayatı, Görüşleri, Tarikatı (XII-XVII. Asırlar), İnsan Yayınları, İstanbul 2002, s. 37. 6- Halil İbrahim Şimşek, “İmâm-ı Rabbânî Ahmed Farûkî Sirhindî’nin (ö. 1034/1624) Şia ve Ehl-i Beyte Bakışı”, Marife, yıl: 4, Sayı: 3, Kış 2004, s. 199-200. 7- Niyâzi Mısrî, Mısrî Dîvânı Şerhi, şerh: Seyyid Muhammed Nûr ve Hacı Maksûd Hulûsi, haz.: Mahmut Sadettin Bilginer, Baha Matbaası, İstanbul 1976, s. 151-152. 8- Yunus Emre, Dîvân, haz.: Mustafa Tatçı, MEB Yayınları, İstanbul 1997, c. IV, s. 78. 9- Ekrem Keleş, “Ali Gibi Bir Genç”, Diyanet Aylık Dergi, Mart 2005, Sayı: 171, s. 17. 10- Ebû Nasr Serrâc et-Tûsî , el-Luma’, tah.: Abdülhalim Mahmud ve Abdülbaki Sürur, Kahire 1960, s. 179; Ferideddin Attâr, Tezkiretü’levliyâ, haz.: Süleyman Uludağ, Erdem Yayınları, İstanbul 1991, s. 17. 11- Osman Eğri, “Kültürümüzde Ehl-i Beyt Sevgisi”, Diyanet Aylık Dergi, Mart 2005, Sayı: 171, 8-9. 12- Hoca Ahmed Yesevî, Dîvân-ı Hikmet, haz.: Hayati Bice, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1993, s. 56. 13- Mehmet Yemînî, “Fazîletnâme”, Alevî-Bektâşî Şiirleri Antolojisi içinde, haz.: İsmail Özmen, c. II, s. 74. 14- Mehmet Yemînî, “Fazîletnâme”, Alevî-Bektâşî Şiirleri Antolojisi içinde, haz. İsmail Özmen, II/77. 15- Vâhib Ümmî, Dîvân, haz. Ali Torun, Ankara, 1987, Gazi Ü. S. B. E., Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 340. 16- Müslim, Fezâilü’s-Sahabe, 98; Tirmizi, Menakib, 60. 17- Hûd, 46. 18- İbn Haldun, Mukaddime, çev. Halil Kendir, Yeni Şafak Kültür Armağanı, İstanbul 2004, I/50. 19- Mustafa Kara, Metinlerle Osmanlılarda Tasavvuf ve Tarikatlar, Sır Yayıncılık, İstanbul 2004, s. 297-298.
Somuncu Baba