Gerilla TANYA ( Haydee Tamara Bunke Bider )
Gerçek ismi Haydee Tamara Bunke Bider olan Tanya, efsanevi solcu isyancıların 1967 harekâtına katılan tek kadındı. Kemikleri, Eylül 98’de Ernesto Che Guevera’nın ve diğer gerillaların cesetlerinin aranması sırasında Bolivya’nın uzak kasabalarından Valle Grande’de bir tabut içinde bulundu. Mezar, Valle Grande Havalimanı pisti yakınlarındaki Rotary Kulübünün arazisinde bulunmuştu, Başkent La Paz’in 770 kilometre Guneydoğusunda... Tanya’nın cenazesi, Küba’nın merkezi kentlerinden Santa Clara’da Aralık 1998’de Guevara ve yenilgiye uğramış diğer And Dağları gerillaları için inşa edilen mozoleye resmi törenle gömüldü. Tanya 19 Kasım 1937’de Arjantin’de doğdu, anne ve babası Nazi zulmünden Arjantin’e kaçmış olan Almanlardı. Sonradan Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin inşasına katılmak için ülkelerine geri döndüler. Arjantin’e kaçtıktan sonra da yer altı çalışmalarını sürdüren komünist ana-baba, kızlarını burada büyüttüler. Tanya, 18 yaşındayken Alman Birleşik Sosyalist Partisi’ne kabul edildi. Annesinin anlattığına göre Tanya böyle bir ortamda yetişmişti ve ona göre bir komünist, doğduğu ülkede olmasa bile her nerede olursa olsun bir komünist ve devrimciydi. Kısacası Tanya ailesinin düşlerini yaşıyordu. İlk gençliğinden itibaren Tanya, Küba’ya karşı derin ve sürekli bir ilgi duydu ve 24 yaşında, Mayıs 1961’de Demokratik Alman Cumhuriyeti’nden Küba’ya geldiğinde çok heyecanlıydı. Oradayken, Eğitim Bakanlığında, Küba Halklarla Dostluk Enstitüsü’nde ve Küba Kadın Federasyonu’nun yürütme kurulunda çalıştı. Che ile, onun bir delegasyonun başında Demokratik Almanya Cumhuriyeti’ne yaptığı gezi sırasında tanıştı ve Che’ye, onun devrimci düşlerine karşı içten bir sevgi ve sadakat duyarak onun birliğine katıldı. Bir komşusuna göre, onunla ilgili en çarpıcı şey gülümsemesiydi: mutlu, samimi, güzel bir gülümseme... Orta boylu ve narindi, derin yeşil gözleri ve arkadan ördüğü sarıya çalan saçları vardı. Zarif bir tavrı ve ahenkli, tatlı bir sesi vardı. Gülüşü de sesi gibiydi. Marie Elena Capote, Granma Enternasyonal’in bir özel sayısında şöyle yazmıştı: “Neredeyse her zaman bir askeri üniforma giyerdi, bileklerde şişkin duran zeytin yeşili pantolonlar, postallar ve açık mavi ince bir tişört… Zeytin yeşili bir bere, geniş bir alının üzerinden sarkardı. Havana’da gazetecilik dersleri alırken böyle gözüküyordu. Hafif Arjantin aksanlı mükemmel İspanyolca’sı dışında, bir Latin Amerika kadınından çok daha fazla bir Avrupalı kadın imajını yansıtıyordu.” Arjantin’de doğduğundan İspanyolca’yı akıcı şekilde konuşurdu ve gizli çalışmaları için bir çok kimlik uydurabilirdi. Nitekim, Küba’da Tamara Bunke, Avrupa’da Haydee Bidel Gonzales, Berlin’de Marta Iriarte ve Boliya’da Laura Gutierrez Bauer olarak biliniyordu. Genellikle makyaj yapmazdı ve onun gerçek kadın kavramı pahalı, şık elbiseler giymeyen ve ellerini
acıtacak işlerden kaçınmayan bir tipti. Yeni elbiseler almayı sevmezdi ve Brezilya’da sahte kılığı için bir şeyler almak zorunda kaldığında da bulabildiği en ucuz elbiseleri alırdı. Öğretmeni ve örgütsel ilişkisi olan Mercy’ye Küba için dolar elde etmenin çok zor olduğunu söylemişti; gözlerinde yaşlarla şöyle demişti ona: “Küba’dan bana dolar göndereceklerine ben Küba’ya dolar gönderebilseydim harika olmaz mıydı?” Onun doğuştan gelen cömertliğini anlatan birkaç anekdot daha; 1961’deki öğrenci kongresinden sonra Tanya’yı kahve içmeye çağıran ögretmenlerinden biri onun nakışlı mendilinin çok hoş olduğunu söylediğinde Tanya mendili kendisinin yaptığını söyler, birkaç gün sonra da mendili yıkayıp ütüledikten sonra öğretmenine verir. Başka bir sefer de, 4 çocuğu olan Şili’li bir yoldaşıyla dairelerini değiştirmek için ısrar eder; çünkü Tanya üç odalı bir dairede yasarken söz konusu aile iki odalı bir dairede yaşamaktadır ve Tanya, arkadaşının ailesine o dairenin yetmediğini düşünmektedir. Tanya ailesinden çok iyi bir müzikal ve politik eğitim almıştı ve onun bir çok konudaki görüşleri öğrenci grupları arasında hep baskın çıkardı. Arkadaşları için akordeon ve gitar çalmaktan hoşlanırdı, klasikler de dahil olmak üzere engin müzik bilgisi arkadaşlarını çok etkilerdi. Küba Kadın Federasyonu’nda gitar dersleri verirdi, ayrıca Küba’dan Arjantin’den Uruguay’dan Peru’dan ve bütün Latin Amerika’dan halk şarkıları kolleksiyonu yapardi. Eğer yaşasaydı büyük olasılıkla bu konudaki bulgularıyla ilgili bir kitap yazmış olacaktı. Tanya’nın kendisiyle konuşan herkesi etkisi altına alan özel bir karizması vardı, muhtemelen bu, insanları nezaketle ve dikkatle dinlemesinden ya da gösterişçi veya ukala olmadan sergilediği kültürel zenginliğinden kaynaklanıyordu. Tanya kısa zamanda Küba Kadın Federasyonu’ndaki en önemli yoldaşlardan biri oldu ve kendisine verilen her görevi yerine getirdi, ufak tefek ya da önemsiz gözüken görevleri bile. Bir defasında Federasyon’un desteklediği bir radyo programında yayınlanmak üzere bir roportaj yaptı, eski ve arızalı bir kayıt cihazını götürüp tamir etti ve kurdu. Kapote, kendisi olsa, roportajda verilen bilginin Tanya’nın çabalarına değer olmadığını düşündüğünden bu işi o kadar da önemsemeyeceğini söylemişti. Ama Tanya, sanki bir bakanla hayati öneme sahip konular hakkında röportaj yapıyormuşçasına şevkliydi. Çünkü onun mantığı şöyleydi: “Küçük işleri yapamayanlar, asla büyük işleri yapamazlar.” Devrime koşulsuz sadakati ve kendisini çalışmalarına adamasıyla eşsizdi. Kendisini tanıyan herkesin saygı ve sevgisini kazanmıştı. Ayrıca, çabuk parlayan, tezcanlı bir mizacı vardı. En çok kullandığı deyim şuydu: “Tamam, bu kadarı yeter!” Bir keresinde Mercy ile bir taksideyken, Mercy kendisinde Brezilya parası olmadığını söyleyerek Tanya’dan ücreti ödemesini istedi. Tanya o anda kelimenin tam anlamıyla patladı ve “bu doğru değil, ödemeyi ben yapayım diye dolarlarını bozdurmadın, bundan sonra bütün masrafları yarı yarıya ödeyeceğiz!” Tanya Brezilya’daki zamanını Mercy’den istihbarat teknikleri öğrenerek çok yoğun bir tempoyla geçirdi. Onun sıradan bir günü, takip ve karşı-takip, karbon ve görünmez yazı yazma, bilgi edinme ve bilgi kontrolü, karşı-istihbarat ve bunun yöntemleri ile ilgili derslerden oluşuyordu; akşam yemeğinden sonra da gün boyu çalışılanlar gözden geçiriliyordu. Sık sık yaptıkları tartışmalara rağmen aslında Mercy’ye epey bağlanmıştı. Vedalaşma zamanı geldiğinde, Tanya ondan kaçmaya çalıştı ama Mercy buna izin vermedi ve dedi ki, “Birçok kez tartışmış olsak da, sana ders vermiş olmaktan çok mutlu olduğumu bilmeni isterim. Ne olacağını bilmiyoruz, bunun için sana hatırlatmak isterim ki her şeyden öte bizim parolamız Patria o Muerte (Vatan ya da Ölüm)’dür.” Tanya, başını Mercy’nin omuzuna koydu ve gözyaşları içinde “Patria o Muerte” dedi. Daha sonraları Mercy, Tanya’nın sadece bir ay içinde kendisinin bir yılda edindiği becerileri edindigini söyleyecekti. Mercy, Tanya’nın Latin Amerika devrimine destek için özel göreve seçilmiş olmaktan gurur duyduğunu da söylemiştir. Devrimci mücadele bütün vaktini aldığı halde Tanya, Almanya’daki ailesine uzun mektuplar, gazete küpürleri ve konuşmalardan parçalar gödermeyi hiç ihmal etmedi. “Onların yanlış bilgilenmesini istemiyorum; ne olup bittiğine dair gerçeği doğrudan benden öğrenmelerini istiyorum” diyordu. Sık sık yoldaşlarına akrabalarının, anne babasının, üvey kardeşlerinin resimlerini gösterirdi. Ailesi hayatının merkezinde yer alırdı ve ailesini görebilmek için Avrupaya bir delagasyonda tercüman olarak gitmeye karar verdiğinde kimse şaşırmamıştı.
Zorlu bir eğitimden sonra Tanya, Bolivya egemen sınıfının ve ordusunun temsilcileriyle ilişkiler geliştirmek ve gerilla cephesi için uygun koşulları yaratma görevini almıştı. 1964 sonunda Bolivya’ya vardı ve orada Laura Guiterrez Bauer ismiyle tanındı. Roja ve Calderon’un kitabında da belirtildiği üzere devrimci bir sevgilisi oldugu bilinse de, Tanya ismi halk tarafindan bilinmiyordu. Doğrusu bende de bu yönde somut bir bilgi yok ama insan merak etmekten kendini alıkoyamıyor: Acaba Tania Guiterrez ismini, omuz omuza savaştığı ve kendisiyle beraber öldürülen ve gömülen şehit yoldaşı Mario Guiterrez ile bir aşk ilişkisi olduğu işin mi seçti? Sonuçta başarılı çalışmalarının sonucu olarak Tanya, 1966 başında Küba Komünist Partisi’ne kabul edildiğini öğrendi. O andan itibaren, yeni savaşçıların siyasi eğitimi ve mevzilendirilmesi işlerinden sorumlu olarak gerilla güçleriyle doğrudan çalışmaya başladı. Ve daha sonra, kendisi de Joaquin ismiyle tanınan Commandante Vitalio (Vilo) Acuna liderliğindeki gruba katılarak gerilla ordusunun bir parçası oldu. Binbaşı İnti olarak tanınan ve Che’nin ölümünden sonra Bolivya’daki devrimci mücadelenin lideri olan (ki kendisi de daha sonra Bolivya ordusu tarafından öldürülmüştür) Guido Peredo, Rojas ve Calderon’un kitabının önsözünde onun için şöyle yazmıştı: “Bir çalışmanın başarılı olabilmesi için kendi kendine edinilmiş içsel disiplin esastır. Eski hayatın tümü artık geçmişe gömülmüştür. Artık yeni ve farklı bir insanın embriyosu ortaya çıkmaya başlar. Bu, daha ve daha fazla fedakarlık yapmayı daha ve daha fazla sevinçle arzulayan insanın embriyosudur. Tanya her gün başkaları için çok önemli olabilecek olan değerleri reddederek bu yolda ilerledi.” Gerilla ordusunun bir üyesi olarak Tanya oldukça soğukkanlıydı. Alışık olmadığı halde gerilla taktiği için gerekli olan uzun yürüyüşlere sessizce katlandı ve kadın olduğu için özel bir muamele gormeyi reddetti. Gerilla birliklerindeki diğer yoldaşlarla aynı muameleyi görmekte ısrarcıydı ve kadınları hâlâ toplumun tamamen kabul gören üyeleri olmaktan alıkoyan engelleri aşabilecek kapasitedeydi. Yaşamındaki en önemli anlardan biri, Che’nin kendisine bir M-1 vererek onu yeni bir savaşçı sayması onuruydu. Çeşit çeşit dağlara ve sert yamaçlara tırmanıp inmek zordu ve bazı zamanlarda gerillalar kayalıkları iplerle aşmak zorunda kalıyorlardı. Tanya genellikle liderlerine diğer yoldaşlarından daha iyi uyum saglamayı başarıyordu. Onun birliğindeki gerillalar 31 Ağustos 1967’de grup bir köylü tarafından ihbar edilip Vado Del Yeso’nun nehir kıyısında Bolivyalı askerler tarafından pusuya düşürülerek öldürülmüşlerdi. Tanya o sırada 29 yaşındaydı. Çalılıkların arasından çıkıp suya girdiğinde, pusuda gizlenen askerler, uzun yürüyüşlerden, uykusuzluktan, açlıktan ve yetersiz giyinmekten ötürü yıpranmış ve zayıflamış sarışın bir kadın gördüler. Tanya o haliyle çok güzel gözüküyordu. Kamuflaj pantalonu, postal, yeşil beyaz soluk bir tişört giymişti, sırt çantası ve makineli tüfeği vardı. Askerler atiş etmeye başlayınca silahını atış pozisyonu aldı. Ateş edebildi mi bilinmiyor... Bir asker onu göğsünden vurdu, mermi akciğerine gelmişti. Yanındaki Perulu doktor yoldaşı Negro ile birlikte suya düştü. Tanya’nın vurulduğunu gören Negro, onu kurtarmaya çalıştı ve onu yakalayarak akıntıda sürüklenmeye başladı. Kıyıya ulaştıklarında Negro, Tanya’nın ölmüş olduğunu fark etti. 7 gün sonra, 6 Eylül 1967 günü, aramalara devam eden askerler Tanya’nın cesedini ve sırt çantasını kıyıda buldular. Ertesi gün ceset Pando Alayı’na götürüldü ve sonra bulunduğu yere gömüldü. Che’nin kemiklerinin Haziran 1997’de bulunduğu yerden yaklaşık bir kilometre uzakta Gerilla Tanya’nın kemikleri de bulundu. O günlerde annesinin yeni bir fotoğrafı dünyada dolasmaya başladı: Nadya Bunke, 31 yıllık bekleyişten sonra kızının cesedinin küllerini sonsuza dek saklayacak olan vazoyu öperken fotoğraflanmıştı. Daha sonra Nadya Bunke’nin kucaklayıp öptüğü vazo, Küba bayrağına sarılmış olarak Santa Clara’daki Marti Kütüphanesi’ne götürüldü. Annesi, “bir gün Tanya’yı gömeceğimi biliyordum” dedi. Bu dileği yerine gelinceye dek ölüme direnmişti. Nereye gömülmesini istediği sorulduğunda ise hiç tereddüt etmeden Che ve yoldaşlarıyla beraber Küba’ya gömülmesi gerektiğini söyledi. Nadya Bunke, kızının cenazesinin üstüne hangi bayrağın konulması gerektiği sorulduğunda da Komünist Partisi’nin bir üyesi olarak uğrunda savaştığı ve öldüğü Küba’nın bayrağı dedi. Santa Clara halkı, Che’ye ve onun komutasındaki diğer dokuz gerillaya saygılarını gösterdikleri kütüphane girişine çiçekler bıraktı. Tanya’nın cenazesi Comandante Che
Guevera’nin Santa Clara’daki anıtına konulduğunda Küba halkından coşkulu bir sevgi gördü. Başkan Yardımcısı ve Küba ordusu komutanı Raul Castro, Haydee Tamara Bunke (Tanya) ve Bolivya’da ölen diğer dokuz savaşçının cenaze törenine katıldı. Bu kahramanların cenazeleri de Che ve diğer yedi şehit devrimci ile aynı yere, yan yana konuldu. Tanya hayata çok bağlıydı ama annesinin dediği gibi Latin Amerika’nın devrimci mücadelesinde rol alma görevini her şeyin üstünde tutuyordu. O böyle büyütülmüştü ve böyle bir yaşam istiyordu. Devrim, onun hayatının amacıydı. Bu, onun bütün konuşmalarında, mizacında ve inandığı düşünceler için giriştiği mücadelesinde açıkça kendini ortaya koyuyordu. Hayatını yaşamak istediği gibi yaşadı ve olmak istediği kişi oldu. Son derece kısa bir hayatının olması üzüntü vericidir belki ama yeryüzünde geçirdiği süre başarılarla doluydu. Anı olsun diye geride bıraktığı şiirin ilk dizeleri şöyleydi: Artık gitmeli miyim, solan çiçekler gibi? Yeryüzünde benden hiçbir şey kalmayacak ve adım unutulacak mı bir gün?
"Artık Gitmeli miyim, Solan Çiçekler Gibi..." Che'nin Bolivya harekatına katılan tek kadındı Tanya. Şiirinde soruyordu "Adım unutulacak mı bir gün" diye. Unutulmadı... Kadın olduğu için özel muameleyi reddetti, Che'yle birlikte devrim yolunda yaşamını verdi. Artık gitmeli miyim, solan çiçekler gibi? Yeryüzünde benden hiçbir şey kalmayacak Ve adım unutulacak mı bir gün? Hayatını yaşamak istediği gibi yaşadı ve olmak istediği kişi oldu. Tanya'nın son derece kısa bir hayatının olması üzüntü verici belki ama yeryüzünde geçirdiği süre başarılarla doluydu. Anı olsun diye geride bıraktığı şiirin ilk dizeleri böyleydi... 1967 harekatında bir kadın... Gerçek ismi Haydee Tamara Bunke Bider olan Tanya, efsanevi solcu isyancıların 1967 harekatına katılan tek kadındı.
Gerilla ordusunun bir üyesi olarak Tanya oldukça soğukkanlıydı. Alışık olmadığı halde gerilla taktiği için gerekli olan uzun yürüyüşlere sessizce katlandı ve kadın olduğu için özel bir muamele görmeyi reddetti, kadınları hala toplumun tamamen kabul gören üyeleri olmaktan alıkoyan engelleri aşabilecek kapasitedeydi. Kemikleri, Eylül 1998’de Ernesto Che Guevera’nın ve diğer gerillaların cesetlerinin aranması sırasında Bolivya’nın uzak kasabalarından Valle Grande’de bir tabut içinde bulundu. Ailesinin düşlerini yaşayan bir komünist Tanya 19 Kasım 1937’de Arjantin’de doğdu, anne ve babası Nazi zulmünden Arjantin’e kaçmış olan Almanlardı. Sonradan Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin inşasına katılmak için ülkelerine geri döndüler. Arjantin’e kaçtıktan sonra da yer altı çalışmalarını sürdüren komünist ana-baba, kızlarını burada büyüttüler. Tanya, 18 yaşındayken Alman Birleşik Sosyalist Partisi’ne kabul edildi. Annesinin anlattığına göre Tanya böyle bir ortamda yetişmişti ve ona göre bir komünist, doğduğu ülkede olmasa bile her nerede olursa olsun bir komünist ve devrimciydi. Kısacası Tanya ailesinin düşlerini yaşıyordu. İlk gençliğinden itibaren Tanya, Küba’ya karşı derin ve sürekli bir ilgi duydu ve 24 yaşında, Mayıs 1961’de Demokratik Alman Cumhuriyeti’nden Küba’ya geldiğinde çok heyecanlıydı. Che'yle, Demokratik Almanya Cumhuriyeti’ne yaptığı gezi sırasında tanıştı ve onun birliğine katıldı. İçten gülümseme, çok iyi bir müzikal ve politik eğitim Bir komşusuna göre, onunla ilgili en çarpıcı şey gülümsemesiydi; mutlu, samimi, güzel bir gülümseme... Orta boylu ve narindi, derin yeşil gözleri ve arkadan ördüğü sarıya çalan saçları vardı. Zarif bir tavrı ve ahenkli, tatlı bir sesi vardı. Marie Elena Capote, Granma Enternasyonal’in bir özel sayısında şöyle yazmıştı: “Neredeyse her zaman bir askeri üniforma giyerdi, bileklerde şişkin duran zeytin yeşili pantolonlar, postallar ve açık mavi ince bir tişört… Zeytin yeşili bir bere, geniş bir alının üzerinden sarkardı. Havana’da gazetecilik dersleri alırken böyle gözüküyordu. Hafif Arjantin aksanlı mükemmel İspanyolca’sı dışında, bir Latin Amerika kadınından çok daha fazla bir Avrupalı kadın imajını yansıtıyordu.” Arjantin’de doğduğundan İspanyolca’yı akıcı şekilde konuşurdu ve gizli çalışmaları için birçok kimlik uydurabilirdi. Nitekim, Küba’da Tamara Bunke, Avrupa’da Haydee Bidel Gonzales, Berlin’de Marta Iriarte ve Boliya’da Laura Gutierrez Bauer olarak biliniyordu. Tanya’nın kendisiyle konuşan herkesi etkisi altına alan özel bir karizması vardı, muhtemelen bu, insanları nezaketle ve dikkatle dinlemesinden ya da gösterişçi veya ukala olmadan sergilediği kültürel zenginliğinden kaynaklanıyordu. Tanya ailesinden çok iyi bir müzikal ve politik eğitim almıştı ve onun birçok konudaki görüşleri öğrenci grupları arasında hep baskın çıkardı. Küba Kadın Federasyonu’nda gitar dersleri verirdi, ayrıca Küba’dan Arjantin’den Uruguay’dan Peru’dan ve bütün Latin Amerika’dan halk şarkıları kolleksiyonu yapardı. Eğer yaşasaydı büyük olasılıkla bu konudaki bulgularıyla ilgili bir kitap yazmış olacaktı. Başkalarının bir yılda edindiği becerileri o bir ayda edinirdi... Tanya kısa zamanda Küba Kadın Federasyonu’ndaki en önemli yoldaşlardan biri oldu ve kendisine verilen her görevi yerine getirdi, ufak tefek ya da önemsiz gözüken görevleri bile. Çünkü onun mantığı şöyleydi: “Küçük işleri yapamayanlar, asla büyük işleri yapamazlar.” Sık sık yaptıkları tartışmalara rağmen ona istihbarat tekniklerini öğreten Mercy’ye epey bağlanmıştı. Daha sonraları Mercy, Tanya’nın sadece bir ay içinde kendisinin bir yılda
edindiği becerileri edindigini söyleyecekti. Mercy, Tanya’nın Latin Amerika devrimine destek için özel göreve seçilmiş olmasından gurur duyuyordu... Zorlu bir eğitimden sonra Tanya, Bolivya egemen sınıfının ve ordusunun temsilcileriyle ilişkiler geliştirmek ve gerilla cephesi için uygun koşulları yaratma görevini almıştı. 1964 sonunda Bolivya’ya vardı ve orada Laura Guiterrez Bauer ismiyle tanındı. Tanya ismi Bolivya'da halk tarafından bilinmiyordu. Acaba burada tanındığı Tania Guiterrez ismini, omuz omuza savaştığı ve kendisiyle beraber öldürülen ve gömülen şehit yoldaşı Mario Guiterrez'le bir aşk ilişkisi olduğu için mi seçti? Doğrusu bende de bu yönde somut bir bilgi yok ama insan merak etmekten kendini alıkoyamıyor... "Pek çok şeyden vazgeçerek devrim yolunda yürüdü" Tanya, 1966 başında Küba Komünist Partisi’ne kabul edildiğini öğrendi. O andan itibaren, yeni savaşçıların siyasi eğitimi ve mevzilendirilmesi işlerinden sorumlu olarak gerilla güçleriyle doğrudan çalışmaya başladı. Ve daha sonra, kendisi de Joaquin ismiyle tanınan Commandante Vitalio (Vilo) Acuna liderliğindeki gruba katılarak gerilla ordusunun bir parçası oldu. Binbaşı İnti olarak tanınan ve Che’nin ölümünden sonra Bolivya’daki devrimci mücadelenin lideri olan (ki kendisi de daha sonra Bolivya ordusu tarafından öldürülmüştür) Guido Peredo, "Rojas ve Calderon"un önsözünde onun için şöyle yazmıştı: “Bir çalışmanın başarılı olabilmesi için kendi kendine edinilmiş içsel disiplin esastır. Eski hayatın tümü artık geçmişe gömülmüştür. Artık yeni ve farklı bir insanın embriyosu ortaya çıkmaya başlar. Bu, daha ve daha fazla fedakarlık yapmayı daha ve daha fazla sevinçle arzulayan insanın embriyosudur. Tanya her gün başkaları için çok önemli olabilecek olan değerleri reddederek bu yolda ilerledi.” Gerillalar 31 Ağustos 1967’de grup bir köylü tarafından ihbar edilip Vado Del Yeso’nun nehir kıyısında Bolivyalı askerler tarafından pusuya düşürülerek öldürüldüler... Cenazesi resmi törenle gömüldü Che’nin kemiklerinin Haziran 1997’de bulunduğu yerden yaklaşık bir kilometre uzakta Gerilla Tanya’nın kemikleri de bulundu. O günlerde annesinin bir fotoğrafı dünyada dolaşıyordu... Nadya Bunke, 31 yıllık bekleyişten sonra kızının cesedinin küllerini sonsuza dek saklayacak olan vazoyu öperken fotoğraflanmıştı. Daha sonra Nadya Bunke’nin kucaklayıp öptüğü vazo, Küba bayrağına sarılmış olarak Santa Clara’daki Marti Kütüphanesi’ne götürüldü. Nereye gömülmesini istediği sorulduğundaysa annesi hiç tereddüt etmeden Che ve yoldaşlarıyla beraber Küba’ya gömülmesi gerektiğini söyledi. Nadya Bunke, kızının cenazesinin üstüne hangi bayrağın konulması gerektiği sorulduğunda da "Komünist Partisi’nin bir üyesi olarak uğrunda savaştığı ve öldüğü Küba’nın bayrağı" dedi. Tanya’nın cenazesi, Küba’nın merkezi kentlerinden Santa Clara’da Aralık 1998’de Guevara ve yenilgiye uğramış diğer And Dağları gerillaları için inşa edilen mozoleye resmi törenle gömüldü. Devrim hayatının amacıydı... Tanya hayata çok bağlıydı ama annesinin dediği gibi Latin Amerika’nın devrimci mücadelesinde rol alma görevini her şeyin üstünde tutuyordu. O böyle büyütülmüştü ve böyle bir yaşam istiyordu. Devrim, onun hayatının amacıydı. Bu, onun bütün konuşmalarında, mizacında ve inandığı düşünceler için giriştiği mücadelesinde açıkça kendini ortaya koyuyordu. Sanırım Tanya, 31 yıl sonra sevgili Küba’sında, Amerika Birleşik Devletleri'nden (ABD) gelen
bir yabancının, kendisini hiç tanımayan kalabalık bir uluslararası dinleyici kitlesine bu konuda bir konuşma yaptığını bilseydi çok mutlu olurdu. (GG/NZ) • Psikolog Alma H. Bond bu konuşmayı, Havana'da 1999'da yapılan Radikal Felsefe ve Sosyoloji Konferansına katıldığında yaptı. • Metni Sosyalist Barikat sitesindeki Türkçe çevirisinden Gökçe Gündüç derledi. TANYA Tanya Ve granit kabrinde Lenin. Ve karların üstünde muzaffer gülümseyişi onun. Düşman ulaştı Moskova kuzeyinde Yakroma'ya ve güneyinde Tula şehrine. Ve kasımın sonu ve aralık ayının ilk günlerinde harcamış bulunuyordu ihtiyatlarını bütün cephe üzerinde. Ve aralık ayının ilk günlerinde, en nazik safhasındaydı durum. Ve aralık ayının ilk günlerinde, Petrişçevo'da Vereiya şehri dolaylarında, kar gibi mavi bir gökyüzünün üzerinde Alamanlar 18 yaşında bir kız astılar. 18 yaşındaki kızlar belki nişanlanır astılar onu. Moskova'dandı. Gençti, partizandı. Sevdi, anladı, inandı ve geçti harekete. İpin ucunda ince uzun boynundan sallanan çocuk bütün azametiyle insandı. Çevirir gibi yapraklarını "Harp ve Sulh" romanının dolaştı karlı karanlıkta bir genç kızın elleri. Kesildi Petrişçevo'da telefon telleri, sonra Alaman ordusundan 17 beygirli bir ahır yandı. Ertesi gün partizan yakalandı. Yeni hedefin önünde yakalandı partizan, birdenbire, kıskıvrak, arkadan. Gökyüzü yıldızla, yürek hızla, bilek nabızla, şişe benzinle dolu ve kibrit çakılmak üzereydi. Ve kibrit çakılamadı fakat. Tabancaya davranmak istedi. Çullandılar. Alıp götürdüler. Alıp getirdiler.
Odanın ortasında dimdik durdu partizan: torbası omuzunda, başında kürk şapkası, sırtında gocuk, bacaklarında pamuklu külot pantolon ve keçe çizmeler. Subaylar baktılar partizana yakından: badem nasıl kabuğunun içindeyse filiz gibi bir kızdı kürkün, keçenin ve pamuklunun içindeki. Kaynıyor masada semaver. Satrançlı örtüde bir tabanca, beş kayış kemer, ve yeşil bir şişe konyak. Tabakta domuz sucuğu ve ekmek artıkları. Ev sahipleri mutfağa gönderildiler. Lamba sönmüştü. Ocağın ateşiyle kızılca karanlıktı mutfak. Ve ezilmiş hamam böceği kokuyordu. Ev sahipleri: bir çocuk, bir kadın, bir ihtiyar, sokuldular birbirlerine: dünyadan uzak ıssız bir dağ başında kurda kuşa karşı yapyalnız kalmıştılar. Sesler geldi bitişikten : Soruyorlar: "- Bilmiyorum," diyor. Soruyorlar: "- Hayır," diyor. Soruyorlar: "- Söylemem," diyor. Soruyorlar : "- Bilmiyorum," diyor, "- Hayır," diyor, "- Söylemem," diyor. Ve yeryüzünde bu üç sözden başkasını unutan ses sıhhatli bir çocuk teni gibi pürüzsüz ve iki nokta arasındaki en kısa yol gibi düz. Bir kayış sakladı bitişikte : Partizan sustu. Çıplak bir insan eti ses verdi. Kayışlar şaklıyor arka arkaya. Yılanlar güneşe doğru sıçrayıp düşerken ıslık çalıyorlar. Genç bir Alaman subayı geldi mutfağa. İskemleye çöktü. Kapadı avuçlarıyla kulaklarını. Ve gözleri sımsıkı yumulu ve öylece kaldı orda kımıldamadan sorgunun sonuna kadar. Kayışlar saklıyor bitişikte. Saydılar ev sahipleri : 200... Sorgu tekrar başladı : Soruyorlar : "- Bilmiyorum," diyor, Soruyorlar : "- Hayır," diyor, Soruyorlar : "- Söylemem," diyor. Ses kibirli fakat artık pürüzsüz değil
kanayan bir yumruk gibi boğuktu. Partizanı dışarı çıkardılar. Başında kürk şapkası, sırtında gocuk, bacaklarında pamuklu külot pantolon ve keçe çizmeler yoktu. Bir don bir gömlekti. Beyaz, genç dişleriyle ısırılmaktan şişmiş dudakları. Bacaklarında, boynunda, alnında kan. Kolları iple bağlı arkadan, çıplak ayakları karda, iki yanda süngülüler, yürüdü partizan. Soktular partizanı Vasili Klulik'in izbasına. Oturdu tahta sıranın üstüne. Çatık bir dalgınlık içindeydi. Su istedi. Nöbetçi verdirmedi suyu. Alaman askerleri geldiler. Böcekler gibi üşüştüler başına, çekiştirdiler, tartakladılar. Birisi art arda kibrit yakıp tuttu altında çenesinin, bir bıçkı sürttü sırtına bir başkası dişli demir kanlanıncaya kadar. Sonra gittiler uyumaya. Nöbetçi süngünün ucunda çıkardı partizanı sokağa. Mavi gözleri yuvarlak bir çocuk bakıyor camdan: dünya buzların içinde, karın altında yapyalnız sokak yıldızların içinde. Mavi gözleri yuvarlak bir çocuk bakıyor camdan. Gördüklerini unutacak, büyüyecek, evlenecek, ve bir yaz gecesinde bir öğle uykusunda yahut rüyasına girecek ansızın karda yıldızlara basan çıplak ayakları bir genç kızın. Karın altında bir uçtan bir uca karın altında yapyalnız sokak. Karın üstünde partizan: ayakları çıplak, kollan bağlı arkadan, bir don bir gömlek, yürüyor önünde süngünün bir uçtan bir uca gidip gelerek. Üşüdü nöbetçi, döndüler izbaya. Isındı nöbetçi çıktılar. Bu böyle sürdü saat 22'den ikiye kadar.
İkide nöbetçi değişti ve artık partizan kımıldanmadan kaldı tahta sıranın üzerinde. Partizan 18 yaşında. Partizan öldürüleceğini biliyor. Ölmek ve öldürülmek: hıncının kızıltısında belli belirsizdi bu fark. Ve ölümden korkmayacak ve keder duymayacak kadar sıhhatli ve gençti. Bakıyor çıplak ayaklarına: Şişmiştiler, çatlayıp donmuştular kıpkırmızı. Fakat partizan dışındaydı acının. Ve nasıl derisinin içindeyse öyle içindeydi öfkesinin ve inancının. Zaman zaman annesi geliyor aklına. Mektep kitapları geliyor aklına. Cilalı toprak bir çanak geliyor aklına İliç'in resmi önünde duran ve içinde masmavi çiçekler. Çocukluğu geliyor aklına, bu o kadar yakın ki kısacık entarilerin renkleri bile tutulacak gibi elle. İlk hava bombardımanı geliyor aklına. Cepheye giden işçi taburları geliyor aklına sokaktan geçiyorlar şarkı söyleyerek ve çocuklar koşuyor peşlerinden. Zaman zaman bir tramvay durağı geliyor aklına; annesiyle orda vedalaştılar. Bir gençlik toplantısı geliyor aklına, bu o kadar yakın ki kırmızı örtülü masada su bardağı ve kesik kesik konuşan kendi sesi bile tutulacak gibi elle. Ve artık durup dinlenmeden kendi sesi geliyor aklına: düşmanın karşısında dimdik duran sesi, Hayır, diyen, Söylemem, diyen ve düşmana hiçbir şeyi doğru söylememek için kendi adını bile gizleyen. ZOE'ydi adı, ismim TANYA, dedi onlara. (Tanya, Bursa Cezaevi'nde karşımda resmin. Bursa Cezaevi'nde. Belki duymamışındır bile Bursa'nın adını. Bursa'm yeşil ve yumuşak bir memlekettir. Bursa Cezaevi'nde karşımda resmin. Sene 1941 değil artık
sene 1945. Moskova kapılarında değil artık Berlin kapılarında dövüşüyor seninkiler, bizimkiler, bütün namuslu dünyanınkiler. Tanya, senin memleketini sevdiğin kadar ben de seviyorum memleketimi, Seni astılar memleketini sevdiğin için, ben memleketimi sevdiğim için hapisteyim. Ama ben yaşıyorum, ama sen öldün. Sen çoktan dünyada yoksun, zaten ne kadar az kaldın orda : on sekiz senecik. Doyamadın güneşin sıcaklığına bile. Tanya, sen asılan partizan, ben hapiste şair. Sen kızım, sen yoldaşım. Resminin üstüne eğiliyor başım: kaşların incecik, gözlerin badem gibi, ama renklerini fotoğraftan anlamam mümkün değil. Fakat yazıldığına göre koyu kestaneymişler. Bu renkte gözler çok çıkar benim memleketimde de. Tanya, saçların ne kadar kısa kesilmiş, oğlum Memet'inkilerden farkı yok. Alnın ne kadar geniş, ay ışığı gibi, rahatlık, ve rüya veriyor insanın içine. Yüzün ince uzun, kulakların büyücek biraz. Henüz çocuk boynu boynun : henüz hiçbir erkek kolu sarılmamış anlıyor insan. Ve püsküllü bir şey sarkıyor yakandan: süsünü sevsinler mini mini kadın. Arkadaşları çağırdım, bakıyorlar resmine : -Tanya, senin yaşında bir kızım var. -Tanya, kız kardeşim senin yaşında. -Tanya, senin yaşında sevdiğim kız. Bizim memleket sıcaktır bizde kızlar tez kadınlaşır. -Tanya, senin yaşında kızlarla okulda, fabrikada, tarlada arkadaşız.
-Tanya, sen öldün, ne kadar namuslu insanlar öldürüldü ve öldürülmektedir, ama ben, yedi yıldır kavgada hayatımı tehlikeye koyamadan hapiste de olsa bal gibi yaşıyorum.) Sabah oldu Tanya'yı giydirdiler, ama çizmeleri, şapkası, gocuğu yoktu, iç etmişlerdi onları. Torbasını getirdiler : torbada benzin şişeleri, kibrit, kurşun, tuz, şeker. Şişeleri boynuna astılar, torbasını verdiler sırtına. Göğsüne bir de yazı yazdılar : "PARTİZAN". Köyün alanına kuruldu darağacı. Atlılar çekmiş kılıcı halka olmuş piyade askeri. Zorla seyre getirdiler köylüleri. İki sandık üst üste, iki makarna sandığı. Sandıkların üstüne yağlı urgan sallanır, urganın ucu ilmik. Partizan kaldırılıp çıkarıldı tahtına. Partizan kolları bağlı arkadan durdu urganın altında dimdik. Nazlı, uzun boynuna ilmiği geçirdiler. Bir subay fotoğrafa meraklı, bir subay, elinde makina : Kodak, bir subay resim alacak. Tanya seslendi kolhozlulara ilmiğinin içinden "- Kardeşler, üzülmeyin. Gün yiğitlik günüdür. Soluk aldırmayın faşistlere, yakın, yıkın, öldürün..." Bir Alaman vurdu ağzına partizanın, genç kızın beyaz, yumuk çenesine aktı kan. Fakat askerlere dönüp devam etti partizan : "- Biz iki yüz milyonuz. İki yüz milyon asılır mı? Gidebilirim ben. Ama bizimkiler gelecekler. Teslim olun, vakit varken..." Kolhozlular ağlıyordu. Cellat çekti ipi.
Boğuluyor nazlı, boynu kuğu kuşunun. Fakat dikildi ayaklarının ucunda partizan ve hayata seslendi İNSAN: "- Kardeşler hoşça kalın. Kardeşler kavga sonuna kadar. Duyuyorum nal seslerini geliyor bizimkiler!" Cellat bir tekme attı makarna sandıklarına. Sandıklar yuvarlandılar. Ve Tanya sallandı ipin ucunda.. Nazım Hikmet Rân
www.solplatform.org