POMPEİ
Roma İmparatorluğu'nun ihtişamını yansıtan Pompei şehrinin trajik sonunu bugün yeryüzünde bilmeyen hemen hemen yok gibi. Vezüv Yanardağı'nın eteklerinde kurulu olan Pompei ve Herculaneum, Roma'nın ‘‘zevk şehirleri’’ydi. Zengin ve asil Romalılar, genelevleriyle ünlü bu iki kentte hayatın tadını çıkarırdı. Pompei ve Herculaneum kentleri, milattan sonra 79 yılının 24-28 Ağustos tarihlerinde birdenbire faaliyete geçen Vezüv Yanardağı'nın külleri altında kalarak yok oldular. 19'uncu yüzyılın ortalarında başlayan ve günümüzde de halen devam eden arkeolojik kazılar sonucu, Pompei'nin görkemli geçmişi parça parça gün ışığına çıkarıldı ve çıkarılmaya devam ediyor. Pompei, her türlü zevk ve sefahatın sunulduğu genelevleriyle ünlüydü. Genelevlerin duvarları, müşterilerin iştahını kabartacak erotik ve pornografik fresklerle süslüydü. Romalı ünlü fahişeler, duvarlara kendi özel yeteneklerini ve müşteriye sundukları ‘‘spesiyalite’’ lerini fresklerle yansıtıyorlardı. Pompei, Roma'da ahlaki dejenerasyonun sembolüydü. Pompei halkı cinsel sapkınlıklara yönelmiş, ahlaka aykırı bir yaşam tarzını tercih etmişti. Pompei'nin helakı, Vezüv Yanardağı'nın patlamasıyla gerçekleşmişti. Vezüv Yanardağı, İtalya'nın, özellikle de Napoli kentinin sembolüdür. Yaklaşık, 2000 yıldan beri suskun olan Vezüv "İbret Dağı" şeklinde adlandırılır. Ünlü Sodom ve Gomorra kentlerinin başına gelen felaketle, Pompei faciası birbirine çok benzemektedir. Vezüv'ün batı yamacında Napoli, doğu yamacında ise Pompei kenti yer alır. Yaklaşık 2000 yıl önce yaşanan bir lav ve kül felaketi, bu kentin insanlarını ani bir biçimde yakalamıştı. Felaket öylesine ani olmuştu ki, herşey 2000 yıl öncesinde olduğu gibi kaldı. Sanki zaman dondurulmuştu.
Pompei'nin böyle bir felaketle yeryüzünden silinmesinde elbette çıkarılabilecek dersler vardı. Tarihi kayıtlar, şehrin yok olmadan önce tam bir sefahat ve sapkınlık merkezi olduğunu gösterir. Şehrin en belirgin özelliği, fuhuşun çok yaygın olmasıydı. Ancak Vezüv'ün lavları bir anda tüm kenti haritadan sildi. Olayın en ilginç yanı ise, kentin günlük yaşantısı içinde, Vezüv'ün korkunç patlamasına rağmen, kimsenin kaçamamış ve adeta olduğu yerde donakalıp felaketin farkına bile varamamış olmasıydı.
Yemek yiyen bir aile, o andaki gibi aynen taşlaşmıştı. Sapıklıkları esnasında taşlaşmış pek çok çift bulunmuştu. Daha da önemlisi, bu çiftler arasında, aynı cinsten olanlar, küçük erkek ve kız çocuklar da vardı. Pompei kalıntılarından çıkarılan taşlaşmış insan cesetlerinin, bazılarının yüzleri hiç bozulmadan kalmıştı. Genel yüz ifadesi şaşkınlıktı.
Napoli Körfezi kıyılarındaki sönmüş Vezüv yanardağının civarında yer alan beş şehirden birisiydi ve Roma İmparatorluğunun sefahat merkeziydi. Romalı aristokratlar, her türlü ahlaki kaygı ve kayıttan sıyrılmış olarak burada isret eder, oluk gibi para akıtırlardı. Onları eğlendiren fahişeler ve rahiplerse, keselerini doldurmaya bakarlardı. Ama ne kadar devam edecekti bu çılgınlık?..
Günümüzden yaklaşık 1929 sene önce, imparator Caligula döneminde 23-24 Ağustos 79 günü Vezüv gürlemeye başladı ve Pompei'nin üzerine ölüm yağdırdı. Komşu dört şehir de bu felaketten nasiplerini alarak lavlar altında kalarak haritadan silinmişlerdi. Bugün, kalıntılarından anladığımız kadarıyla felaket günü şehirde normal hayat devam ediyordu. Aksam yaşanacak rezillikler için hazırlıklar sürdüren insanlar o gün havanın oldukça boğucu olduğunun farkındaydılar. Üstelik çok hafif olan bir yer sarsıntısını da hissetmişlerdi ama önemsememişlerdi. Saat 13.00 sularında hafif bir kül yağmuru başlar. İnsanlar, el darbeleriyle silkelenebilecek olan bu külü önemsemezler. Muhtemelen yaşlı Vezüv daha önceleri de böyle ufak tefek faaliyette bulunmuş olmalı ki halk; "birazdan geçer" düşüncesiyle aldırış etmemiştir. Ancak kül yağmurunu önce lapilli (küçük taşlar), sonra bir kaç kiloluk sünger taşlarının gelmesi takip edince tehlikenin büyüklüğü ortaya çıkar. Halk, birden paniğe kapılır, yükte hafif pahada ağır eşyalarını sırtlayarak limana doğru delicesine kaçışmaya başlarlar. Ne var ki iş işten geçmiştir artık. Evlerine sığınanlar, yoğun kükürt dumanından boğulmamak için kendilerini dışarı atmakta, bu defa da üzerlerine yağan taşlarla helak olmaktaydılar. Korkunç felaketten kimse kurtulamamıştır. 48 saat içerisinde 18 km. lik bir alan içerisindeki Pompei ve diğer şehirler lavlar altında kalmıştı. Bunlardan yalnız Pompei'de 16 bin kişi, nüfusun tahminen %80'i yok olmuştu. Vezüv öylesine kuvvetli püskürmüştü ki, kül bulutları, felaketi haber verircesine Anadolu, Suriye hatta Mısır'a kadar uçuşmuştu.
1748 yılında ciddi bir şekilde kazılar başlatıldı. Dünyanın pek çok yerinden bilim adamları akın ederek şehir bugünkü görüntüsüne kavuşturuldu. Lavlar Pompei ve komşu şehirleri öylesine konserve etmişti ki; bugün o insanların günlük yaşayışlarını, yeni kurulmuş bir film seti gibi görebilmekteyiz. Ocaktan indirilmemiş bir domuz yavrusu, fırından çıkarılamamış ekmekler, sırtlarındaki mücevher çuvallarıyla sokak kapısını açmaya çalışırken yığılıveren kadınlar ve erkekler, şehir kapısı önünde üstüste yığılmış cesetler, bir zengin evinde cenaze şölenine katılan ve yerlerinden kalkmaya bile fırsat bulamayanlar, evler, İsis tapınağı, tiyatro... Hepsi de yaşadıkları son anları dondurulmuş bir şekilde duruyor. Yazıcı dükkanında balmumu tabletler, kitaplıktaki papirüs tomarları, hamamlarda kaşağılar, meyhane tezgahlarında kadehler ve son müşterilerin bıraktıkları paralar, ev ve dükkan kapılarında sahiplerinin isimleri, umumi tuvaletlerdeki pislik bulaşıkları bile aynen duruyor. Pompei'de sıra sıra sütunları, havuzları, heykelleri ve kütüphanesiyle, muazzam bir köşk, kelimenin gerçek anlamında bir saray keşfedilir. Kütüphanedeki yanmış ya da hiç zarar görmemiş kâğıt tomarları sonradan açılmış ve kısmen okunmuştur: burası, Piso köşküdür. Ama, ne yazık ki, yerin altından çıkan karbondioksit, kazılardan vazgeçmeyi zorunlu kılar. Yeni bir kasabanın yoksul evlerinin altında duran bu yeraltı sarayı, hâlâ gün ışığına kavuşmayı bekliyor. Herculaneum'da, taş gibi sertleşmiş, kalın bir lav tabakasını delmek gerektiği halde, bu yerde sadece, temizlenmesi daha kolay olan donmuş küller vardır. İşte bundan dolayı kazıcılar, sonunda, çalışmalarını bu
araziye yönelttiler; orada, anıtları gün ışığına çıkarmak için galeriler kazmaya gerek yoktu. Pompei, keşfedilmişti. Artık az çok sürekli bir şekilde devam edecek olan kazılar, her kazma vuruşta, her şeyi sona erdiren facianın yürekler parçalayıcı delillerini bulmak olanağını verir. Nihayet vücutlar, can verdikleri andaki duruşlarıyla, taş ya da iskelet haline gelmiş olarak aydınlığa kavuşurlar! Böylece, iki yüzyıllık çabalardan sonra, Pompei'de, eski bir şehir, yaşıyorken donmuş haliyle, gün ışığına çıkarılmıştır. Buna karşılık, Amedeo Maiuri'nin kazıları son derece bilimsel ve sistemli bir şekilde yürütmeğe b a şladığı 1 9 11'de itibaren, Herculaneum'un daha küçük bir bölümü, çok büyük bir özenle açılmıştır.
NASIL OLDU
Vezüv yanardağındaki püskürme iki gün sürdü. Pompei bu iki gün sonunda 6-7 metre derine gömülmüştü. Batık kentinin diğer kısımları da bölgeye bir su kanalı yapmak üzere gelen mimar Bomenico Fontana tarafından keşfedildi. İlk kazılar 1709’da Herculaneum’da başladı. Uzun çalışmalar sonucunda, kentin yedi kapısı, güneydoğu- kuzeybatı yönündeki ana caddesi ve diğer önemli caddeleri, çok sayıda ev ve casalar (yüksek sınıf evleri), kent duvarları ortaya çıkarıldı. Dünya bugüne kadar böyle bir felaketi ne duymuş ne de görmüştü. Dönemin en güzel evlerini, eşyalarını ve sanat eserlerini bünyesinde barındıran Pompei, dakikalara sığabilecek bir zaman diliminde yerle bir olmuştu. Akdeniz’in hafif deniz rüzgarlarını alan bu sevimli kent, karşısında bulunan Capri adası gibi cennetten bir köşeydi adeta. Roma’nın tüm zengin,
aristokrat ve nüfuzlu insanları Pompei’ye yerleşmeye başlamışlardı. Pompei’nin birkaç binlik nüfusu kısa zamanda oldukça artmıştı. Kent, güzelliğinin yanında bir eğlence ve kumar merkezi durumundaydı. Binlerce yıl öncesine dayanan yerleşim merkezlerinin kalıntıları ile dolu olan İtalya’da, MÖ. 1000 yılında yerli kabilelerin düzenli yerleşim bölgelerinde yaşadıkları belirlenmiştir. Bu kabileler arasında bugünkü Calabria yöresinde yaşayan İtali kabilesinin ülkeye adını verdiği söylenmektedir. İtalya (Apenin) yarımadasının Elen ve Etrüsk kontrolüne girdiği MÖ 8. yüzyılda, Roma şehri yedi tepe üzerinde kurulmuştur. Zaman içinde güçlenen Roma krallığı egemenliğini tüm Akdeniz’e yaymıştır. Bir süre, cumhuriyetle de yönetilen Roma MÖ. 27-MS. 14 yılları arasında Augustus döneminde imparatorluğa dönüşmüştür. Romalıl a r ş ehre gelince Pompei’yi eşi b e n z e ri görülmemiş bir eğlence merkezi haline getirdiler. Yapılan kazılardan anlaşıldığına göre zenginliğin ve debdebenin akılalmaz boyutlara yükseldiği Pompei, günden güne gayri ahlaki bir duruma giriyor, şehrin her köşesinde fuhuş evleri boy gösteriyordu.
Pompei’yi sekiz kapılı büyük bir duvar çeviriyordu. Şehir gece gündüz gelen tüccarlarla dolup taşıyordu. Her kapı iki kapı şeklinde inşaa ediliyor, insanların ve hayvanların gitmesi için ayrı merdiven ve kapılar bulunuyordu. Sokaklar daha önce ki patlamalarda şehrin dört bir yanına savrularak donmuş lav tabakalarıyla döşenmişti. Bu sokaklardaki araba tekerleklerinin izi bugün bile görülebilmektedir. Şehrin ortasındaki Forum’da her hafta ayrı bir eğlence düzenleniyor, düzenlenen eğlenceler kimi zaman bir kölenin başka bir köleyle veya bir aslanla ölümüne
dövüşmesi seklinde oluyordu. İnsanların ve hayvanların ölüm çığlıkları Pompei halkının gözünü daha da karartıyor alkış ve bağırışlarını daha da artırıyordu. Vahşetin her türlüsü Forum’da Pompeili’lere sergileniyor; Pompei’nin en önemli binaları bu yüzden Forum meydanına bakıyordu. Bunlar arasında iki tiyatro binası, bir gladyatör alanı, hamamlar, tapınaklar vardı. Şehrin ikliminin, manzaralarının güzelliği, birçok zengin Romalı’nın burada yerleşmesine, çok süslü evler, köşkler yaptırmasına yol açmıştı. Buranın başlıca gelirini ise şarap ve yağ ticareti oluşturuyordu. Forum, tapınaklar, tiyatrolar, amfiteatr’lar, bazilikalar caddeler, atölyeler, kenar mahalleler, bu mahallelerin dükkanları ve küçük karanlık hamamları, meyhaneler, çamaşırhaneler, mısır ö ğ ütmek için kullanılan değirmenler, fırınlar, evlerin ve hamamların ısıtma sistemleri, kumarhaneler, batakhaneler, hanlar, şehri gezenler tarafından bugün bile fark edilebiliyor. Duvarlardaki seçim sloganları, tiyatro oyunlarının ilanları, kentin hemen dışındaki küçük hanlar, geceyi burada geçirenlerin duvarlara yazdığı yazılar ve çizdiği resimler de rahatlıkla görülebiliyor. Ve sonunda da, kenti baştanbaşa kaplayan lavlardan kaçmaya çalışan insan ve hayvanların vücutlarıyla yüzyüze geliniyor. Burada tarihin en trajik olaylarından birine tanık oluyorsunuz. Bir yanda soyluların görkemli villaları, diğer yanda hizmetçi ve kölelerin fakir evleri...
KIYAMETİN KOPTUĞU AN
Vezüv yanardağı Ağustos ayında büyük bir gürültüyle patladı. Havadan, taşlar, kaya parçaları ve kızgın lavlar yağmaya başladı. Pompei halkı ne yapacağını şaşırdı. Panik esnasında hiç kimsenin aklına ihtiyarları, sakatları, hastaları kurtarmak
gelmiyor, herkes sadece kendini düşünüyordu. Yer yer kalınlığı üç dört metreye varan küller, kükürtlü buharlar insanı hareket edemez hale getiriyordu. Şarap pazarında toplanan insanlar gerçekleşen çöküntü sonucu ağırlıkların altında kalıp öldüler. İki gün süren korkunç patlamalar sonunda şehir, kalınlığı yer yer sekiz metreyi bulan lavların altında kaldı. Etnograf Prof. Carlo Giardano, yetmiş dokuz yılının 24 Ağustos günü saat on üçte Pompei’de olup bitenleri bakın nasıl anlatıyor : “O gün ögle vakti volkanın ağzından ani olarak yükselen bir kül bulutu birkaç saat içerisinde bütün Pompei’yi kaplayıvermişti. Böylece şehir çok uzun bir sessizlik uykusuna girdi. Şehrin uykusu, taşları, eşyaları ve sanat eserlerini yeniden hayata kavuşturan kazılara kadar yüzyıllar boyu sürdü. Burada yasayan binlerce insanın tehlikenin bu kadar yakınında oldukları halde gafil avlanmış olmaları o tarihlerde Vezüv’ün bambaşka bir manzara altında olmasından ileri gelmiştir. Yamaçları meşhur politikacıların villalarıyla süslü olan Vezüv, bağlar, bahçelerle çevrili ağaçlık bir yerdi. Napoli körfezine, Capri adasına baktığı için devamlı deniz kokulu esintiler altındaydı. Tepesindeki kalkerleşmiş taşlardan başka eski zamanların dramlarını hatırlatan herhangi bir hali yoktu. Oysa daha önceleri Vezüv’de yine bir püskürme olmuştu. Fakat o tarihlerde yeryüzünde hiçbir insan yaşamıyordu. Bu püskürmeyi çok sonra Yunan coğrafyacısı Strabon, kraterleri incelemek suretiyle keşfetmişti. Ancak bundan bahsetmemeyi uygun bulmuştu. Hoş söyleseydi de ona kimse inanmazdı. Çünkü insanların gözü para ve zevkten başka bir şey görmüyordu. Zelzeleler de o kadar sık oluyordu ki artık Pompei halkı bunlara alışmış önemsememeye başlamıştı.
M.S. 79’da Vezüv yanardağından dumanlar yükselmeye başladı. Bir patlama olacağını anlayan halk limana doğru kaçmaya çabaladı. Gemilere binebilenler bir daha dönmemek üzere kentten uzaklaşmaya başladılar. Sarsıntılar başlayınca yirmi dakika kadar süren büyük bir şaşkınlık yaşandı. Halk paniğe kapıldı ve bir hareketle 600 metre uzakta olan Sarno nehrinin ağzındaki limana doğru atıldılar. Belki burada daha öncekiler gibi denize açılmak mümkün olabilecekti. Ne yazık ki bu düşünceye sahip olanların yollarını bir deniz kabarması kesti. Dev dalgalar bindikleri gemileri birer çöp gibi yukarıya kaldırıyor ve şehrin surlarının içindeki kızgın lav denizinin içine doğru fırlatıyordu. Zaten bu arada gökten iri kum taneleri büyüklüğünde çok kızgın küçük taşlar yağmaya başlamıştı. Hemen ardından da gaz yüklü kocaman siyah taşlar düşmeye koyuldu. Bu sonuncular yere değer değmez patlıyor ve ilk kayıpların verilmesine sebep oluyordu. Gökyüzü kararmış olduğundan şehirde görüş mesafesi sıfıra düşmüştü. Şehrin insanları rastgele sağa sola koşup duruyorlardı. İçlerinde farkında olmadan Vezüv’e doğru koşanlar bile vardı. Kurtuluşu evlerinde görenler volkandan çıkan müthiş sıcaklık yüzünden havadaki oksijenin kısmen gaz karbonik hale dönüşmesi neticesinde boğuluyorlardı; yahut da evlerinin volkandan fışkıran taşlarla diğer maddelerin ağırlığına dayanamayıp çökmesi neticesinde yok oluyorlardı. Yarılmış olan yerden çıkan ağır ve zehirli gazlar bu yarıklara düşmek ya da eğilmek şanssızlığına uğrayanları ebedi uykularına yolluyordu. Sonra ardı ardına Pompei’nin üzerine kızgın küller yağmaya başladı. Ve ilk ölenlerin üstünü yorgan gibi örttü. Birkaç saat içinde güzel ve canlı Pompei büyük bir mezarlığa döndü. Binlerce insan bir anda yok oldu. Yaklaşık iki bin yıl o görkemli villalar, heykeller, duvar resimleri, mozaikler tapınaklar ve pazarlar dokunulmadan gömülü olarak kaldı. Arkeologlar kenti keşfettiklerinde son gün, pişmiş ekmeği bile fırında buldular. Pompei’nin üzerine düşen kızgın küller üç gün siyah bir kar gibi yağmaya devam etti. O andan itibaren de Pompei iyice sessizliğe gömüldü. Kazılardan anlaşıldığı kadarıyla Pompei halkı ardı ardına gelen öncü küçük patlamaları ciddiye almamıştı.
Pompeili’ler taş olarak çıkarıldıkları vakit ölüm anında ne yapıyorlarsa o halde bulundular. Kimi başını ellerinin arasına alarak çaresiz bir şekilde lavların karşısına oturmuş, kimi şehrin fuhuş yuvalarında, kimi de çocuklarıyla çarşıda alışveriş yaparken lavların altında kalmışlardı. Bir duvarın üstünde ise bugün de görülebilecek olan Sodom ve Gomorrah yazısı bulunmaktadır. Tarihçilere göre Pompei de yaşayan yahudi köleler Pompei’nin bu durumunu görüp Sodom ve Gomorrah’ı hatırlamak için bu ibareyi yazmışlardı.”
TAŞLAŞMIŞ İNSANLAR
1860’da İtalyan bilim adamı Giuseppe Fiovelli taşlaşan küllerin arasında bir boşluğa tesadüf edince buraya açılan delikten sıvı alçı döktürerek içerideki boşluğun kalıbını çıkardı. 19 yy’ın ikinci yarısında Giuseppe Fiovelli’nin başkanlığında yapılan kazılarda ilk kez ilmi yöntemler uygulandı. Bununla beraber Pompei’de çalışan arkeologlar lavlar altında kalan insan ve hayvan vücutlarını ortaya çıkarmak için ilginç bir yöntem geliştirmişlerdi. Sert bir cisimle taşlamış lavla kaplı kabarık yerlere vuruyorlar altta boşluk olduğu zaman duyulan ses değişik olduğundan böyle bir yere rastlandığında küçük bir delik açıyorlardı. Bu delikten içeriye sıvı alçı döküp donmasını bekliyorlar, daha sonra üstteki taşlaşmış lav kaldırılıyor ve alçıyla biçimlene n v ü cut ortaya çıkmış oluyordu. Vezüv’ün lavlarından kurtulamayan soylular, köleler, çocuğuna sarılmış anneler, yaşlılar, gençler, köpekler ve atlar oldukları gibi meydana çıkmışlardı. T a ş laşmış insan vücutları, duvar resimleri, mozaikler, mobilyalar ve mutfak eşyaları Napoli’nin ünlü müzesinde şu anda sergilenmektedir.
GÖRGÜ TANIGININ ANLATTIKLARI
Hayatının son gününde Plinius Secundus yine her zamanki alışkanlığı ile bol bol güneşlenip Akdeniz'in serin sularına dalmıştı. Sonra dipdiri oturmuştu öğle yemeğine. Odasına geçip çalışmaya başlayacaktı ki, kızkardeşi arkasından yetişti: "Doğudan yükselen kara bir bulut var." Takvim 24 Ağustos 79'u gösteriyordu. Güneşli bir yaz gününde yerden yükselen alışılmadık bu devasa kara bulut, ilgisini çekti bu bilge kişinin. Daha iyi görebilmek için sandaletleriyle bir tepenin üstüne doğru koştu. Ne gördü dersiniz? Kendi yeğeni, o günün görgü tanığı ünlü Latin yazarı Plinius Caecilius şöyle yazar: "Vezüv Dağı olduğunu sonradan anladık. Bulutlar dev bir ağaç gövdesi gibi yükseliyor, gökyüzünde dallara ayrılıyordu..." Dil bilgisinden savaş sanatına kadar birçok konuda eser vermişti Plinius Secundus. Yalnızca "Tabiat Tarihi" adlı yapıtı ulaştı bize. İki bin eserin yoğun bir özetiydi ve 37 kitaptan oluşuyordu. Şövalye sınıfından olan Plinius zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, süvari subayı olmuştu. İspanya valiliği yaptı. Vezüv'ün patlamasından daha birkaç hafta önce İmparator Titus tercihen Roma donanmasının komutanlığına onu atamıştı. Amiraldi. Napoli Körfezi'ndeki Misena'da konuşlandırılmıştı donanma. Ne var ki Plinius Secundus 56 yaşında ve fazla kiloluydu. Uzun süreden beri de nefes darlığı çekiyordu. Misena iyi gelmişti ona. Keskin gözlü biri oradan baktığında Romalı zenginlerin oturduğu Herculaneum'daki yazlık villaları ve daha da güneydoğuda kalan Pompei'yi görebiliyordu.
Plinius Caecilius yazısında anlatmaya şöyle devam ediyor: “Vezüv'den sadece 30 km. uzakta buharlaşan mağaralar vardı. Burada volkanik kaynaklar fokurduyor, ölüler ülkesinin tanrısı Hades eski çağlardan beri bu mağaraların kapılarını bekliyordu. Körfeze yakın yerlerde ise bilinmeyen derinliklerden gelen sıcak mineral kaynakları vardı.” Ayrıca birtakım resmi tarihçilerin yanı sıra M.Ö. 1. yüzyılda Yunan coğrafyacı Strabon, dağın 2000 metre yüksekliğinde volkanik bir biçim olduğuna işaret etmişti. Ama kimse bu uyarılara ne aldırış etmiş, ne de buna göre bir önlem almıştı. Daha başka işaretler de vardı, 5 Şubat 62'de Herculaneum ve Pompei'de ağır bir deprem olmuş, ancak bunun nedenleri üzerinde durulacak yerde, insanlar zarar gören kentleri yeniden kurma girişimini öne almıştı. Fakat yapım çalışmaları yavaş gitmişti. Çılgın imparator Neron'un 64'te Roma'yı yakmasından sonra bütün güç Roma'nın yeniden yapımına harcanmış, buradaki kentler 79 Vezüv patlamasına dek yarım kalmıştı. Romalı ileri gelenler, Vezüv çevresinde oturmakla bir barut fıçısının üstünde yaşadıklarını bilmiyorlardı. Bugünün çağdaş yerbilimi bilgilerinden yoksundular. Bölge fay hattının üstündeydi. Afrika ile Avrupa yer levhalarının durmadan birbirine çarptığını nereden bileceklerdi? İki yer levhasının birbirine olan devasa baskısıyla magma yukarı çıkmaya çalışıyor, yerkürenin üst tabakasını eritiyor, bir yandan da içeride gazlar sıkışıyordu. Bu müthiş güç, sonunda 24 Ağustos 79' da patladı. Uzun zamandan beri dağın altında biriken magma ve sıkışan gazlar dağın üstündeki sübabı binlerce metre yukarı fırlattı sanki. İnanılmaz bir patlamayla Vezüv fındık kabuğu gibi yarıldı. Kara bulutlarla birlikte kızgın taşlar, lavlar, maden köpükleri binlerce metre gökyüzüne savruldu.
Misena'da çıktığı tepenin üstünden büyük bir doğal felaketle karsı karsıya olduklarını hemen anladı Plinius Secundus. Yeğenine kendisiyle birlikte oraya gidip gitmeyeceğini sordu. Gerisini yeğeni Plipius Caecilius'in kaleminden okuyalım:
"Kendisi bana iş vermişti. Çalışmayı bitirmek istiyorum, dedim. Plinius Secundus evden ayrılmadan az önce arkadaşının karısı Rectina'dan bir haber geldi. Çok acele biçimde dağın eteğindeki villadan kurtarılmalarını istiyordu. Ancak g e m i y l e varılabilirdi oraya. Derhal planını değiştirdi amiral. Donanmanın bir bölümünden büyükçe bir kurtarma birliği örgütledi. Doğrudan doğruya lavın yağdığı tehlikeli bölgeye hareket etti. Evde kaldı yeğen Plipius Caecilius. Çalışmasını sürdürdü. Akşam yemeğinden sonra uyumayı denedi ama beceremedi. Gece yarısına doğru annesiyle birlikte Misena'yı terk etmeye karar verdi. Başka insanlarla birlikte kıyı boyunca daha kuzeye çekilmeye başladılar. Yer levhaları birbiriyle çarpıştıkça daha şiddetli sesler duyuluyordu. Patlama ve şimşeklenmeler dağın üstünde daha da arttı. Dumanla karışık alev dalgaları yükseliyordu. Yer sarsıntısı birden deniz suyunu geri çekti. Biraz sonra kara bulutlar yere inmeye başladı, denizin üstünü örttü." diye yazısına devam ediyor Plipius Caecilius.
YÜKSEK RÜTBELI KURBAN
Yazar Plipius Caecilius, dayısı kendisinden ayrıldıktan sonraki günün diğer yarısını görgü tanıklarından şöyle aktarıyor: "Donanmaya bağlı kurtarma gemileri kıyıya yaklaştıkça kızgın küllerin dökülüşü daha da sıklaştı. Alevle parçalanmış kızgın karataşlar, ponzataşları dolu gibi yağmaya başladı. Gemiler güçlükle kıyıya yanaştılar; ancak sahil
çıkışlarını dağdan yuvarlanan kaya parçaları kapatmıştı. Dümenci geri dönmek zorunda olduklarını bildirdi, fakat dayım ikilem içindeydi. Sonunda karaya çıkmanın olanaksız olduğunu gördü ve Napoli Körfezi'ndeki Stabia'ye gitmek için buyruk verdi... "O sırada her yanda panik yaşanıyordu. Amiral Plinius ise soğukkanlı bir biçimde Stabia'dan karaya çıkarak arkadaşı Pomponianus'un evini arıyordu. Buldu sonunda, akşam yemeğine oturdular. Dışarıdaki kıyamet sürüyordu. Adam yattı, sabaha karşı a r k a d a şı Pomponianus uyandırdı onu. Duvarların sallandığını, tabanın yarıldığını söyledi. Ne yapmaları gerektiğini konuştular. Evde kalsalar, her an üstlerine yıkılabilirdi. Dışarı gitseler, kızgın lavlar tepelerinden yağabilir, yanabilirlerdi. Kafalarına, göğüslerine yastıklar sararak dışarı çıkmaya karar verdiler sonunda. Dışarıda kıyamet öncesi yaşanıyordu sanki. Sabah olduğu halde ortalık kapkaranlıktı. Dalgalar gemileri top gibi oradan oraya savuruyordu. Şimşekler parçalıyordu gökyüzünü. Vezüv'ün üstünden alev dalgaları yükseliyor, kükürt kokusu havayı soluyamaz hale getiriyordu. Plinius Secundus soluk almakta güçlük çekmeye başladı. Birkaç kez su istedi, sonra aniden yığılıp kaldı."
LAVLARIN ALTINDA KALDILAR
Plinius Secundus ölümle kucaklaşırken Pompei ile Herculaneum da metrelerce lavların altına gömülmüştü artık. Bu sayfiye kentleriyle, o doğa bilimcisi, o çalışkan
asker aynı kaderi paylaşmışlardı. Eğer rüzgar güneydoğu yönünde esmeseydi Pompei kurtulmuş olacaktı belki de. Halkın çoğu kaçtı kentten. Geriye kalanlar tehlikenin geçtiğini sandılar. Ama Vezüv kimseye fırsat vermek istemiyordu. 25 Agustos sabahı iki kentin üstü tümüyle lavlarla kaplandı. Canlı adına ne varsa, hepsini birlikte gömüverdi. Evlerinde, tavernalarda, tapınaklarda, pazar yerinde kaldı cesetleri. Kimini de kaçarken yolda yakalayıp oracıkta kalıba soktu lavlar. 20 bin kişiden iki bini canlı lavlara gömüldü.
İnsanoğlunun bilinci nankördür. Olanlar yazıya geçip kutsal kitaplar gibi tekrar tekrar okunmazsa, unutuluyor. Bir süre sonra Herculaneum ile Pompei de unutuldu. Hele Herculaneum'un – daha sonrakiler de dahil - tam 8 kez üstünden lavlar akmış, 18 metre derinlerde kalarak taşlaşmıştı. Ta ki bir köylü 1709 yılında bir su kuyusu kazıncaya dek. Su bulayım derken küreği Herculaneum'un antik tiyatrosunu buldu. O gün bugündür kazılar sürüyor. Pompei'nin üstü kolay açılıp, "açık hava müzesi" olarak adlandırılırken Herculaneum'a kolay kolay ulaşılamıyordu. 1980 yılında belediye isçileri rastlantı sonucu bir Romalı kadının iskeletini oturur halde buldular, yüzükleri bile parmaklarında duruyordu. O günden beri yüzlerce iskelete ulaşı l d ı v e sanıldığından da fazla insanın öldüğü anlaşıldı. Pompei'de lavların konserve haline getirdiği insanların üstünden lav kalıpları kaldırılarak yüzlerindeki acı izleri, giysilerindeki kırışıklıklar bile saptandı. Çünkü lavlar en ince yüz çizgisine bile yayılıp donmuştu. Aynı insanların aynı benzeri heykelleri yapıldı. Ayrıca heykellerle dolu bir villa ve 1800 yazı rulosu olan bir kitaplık ortaya çıkarıldı. Bugünkü film çekim ve gösterim cihazlarının doğup gelişmesinde katkısı bulunan ve Lantèrne Magique (Büyülü Fener) adı verilen cihazın kökenleri Firavunlar döneminin Mısır'ına kadar
dayanmaktaydı. Hatta Vezüv yanardağının külleri altında kalan Pompei ve Herculaneum'da bu cihazın kalıntıları bulunmuştur.
Yakın sayılabilecek bir tarihte yaşanan ve yapılan kazılarla yok olduğu ânı kare kare anlatan Pompei olayı, basit bir yanardağ püskürmesi değildir. Felâketin sebebi olan Vezüv yanardağı, İtalya’nın, özellikle de Napoli kentinin sembolüdür. Yaklaşık ikibin yıldan beri suskun olan Vezüv, ‘İbret Dağı’ diye adlandırılır. Vezüv’ün bu şekilde tanımlanması boşuna değildir. Ünlü Sodom ve Gomorra kentlerinin başına gelen felâket ile Pompei faciası birbirine çok benzemektedir. Vezüv’ün batı yamacında Napoli, doğu yamacında ise Pompei kenti yer alır. Bu batık kent, iki bin yıl öncesindeki Roma medeniyeti hakkında bize önemli bilgiler sunmaktadır. Genel bir rezervuardan yeraltı boru hatlarıyla evlere kadar taşınan suları, mükemmel bahçe ve çevre düzenlemesi ile birlikte, Pompei, felâketin olduğu M.S. 79 yılına kadar çok güzel bir şehirdi. O gün için hayli yüksek bir rakam olarak, yirmi bin insan barındıran şehirde, zamanın en ileri teknolojisi kullanılıyordu. Öyle ki, insanlar, o güne göre büyük bir teknolojik buluş olarak, at arabalarına monte ettikleri tekerleğe bağlı ve kat edilen belli mesafelerde torbaya bir misket atan bir kilometre sayacını kullanıyorlardı. Pompei, özel bir balık sosu ve rengârenk bahçeli villalarıyla da ünlüydü ayrıca. Ancak, esas ünü son derece çirkin bir fiil olan eşcinsellik ve fuhuşun yaygınlığından geliyordu. Bu olayın ne kadar yaygın olduğunu belgeleyen tarihsel kayıtlar bir yana, şehrin kendisi, bunun ‘cansız kanıtlarını barındırıyor hâlâ; ne olduğunu bile anlamadan bu fiil üzerine ölüp kızgın küllerin altında taşlaşmış cesetler o kadar çok ki... Çocukların bile bu rezalete karıştırıldığını belgeleyen birçok ceset bulunmuştur kazı alanında.
Herculaneum ve Pompei kalıntıları bugün Napoli Arkeoloji Müzesinde sergilenmekte olup, halka gösterilmesine izin verilmeyen bir çok ibretlik kalıntılar saklı tutulmaktadır. Yapılan kazılarda helak olan şehirlerin % 60' ı gün yüzüne çıkarılmışken, % 40' lık kısmı toprak altında bulunmaktadır.