Hikaye Ümit Fehmi SORGUNLU
MÜHENDİS HOCA
70
Kasım 2008
K
emal şantiyeden geldi, sabah giderken bahçenin en çok güneş alan köşesine koyduğu suyla duşunu aldı. Her zamanki gibi biraz üşüdü ama su ısıtmak zor geldiği için hep böyle yapardı. Daha fazla üşümemek için hemen giyinmeye başladı. Önce kotunu giydi. Sonra gömleğine el attı, tam giyerken içi bir hoş oldu. Sanki yüreğinin içinde bir yerler kanamaya başladı. Duyduğu acıyla gözleri doldu. Mahinur’la ayrıldıkları o gün de aynı gömlek vardı üzerinde ve döktüğü gözyaşlarını hep bunun koluna silmişti. “Mahinur!”dedi belli belirsiz,”Ne olurdu ailene karşı gelebilseydin.” Derin derin içini çekti.”Seni her geçen gün daha çok özlüyorum. Yüreğimde büyüyen hasretinle nasıl baş edeceğim bilmiyorum. Hiç değilse bir mektubun gelse. Sana bakar gibi ona bakar, biraz olsun hasretime çare olmasını dilerdim.” - Kemal!
lerken “Hazırım, haydi çıkalım” dedi. Arda onun uzun dağınık saçlarını tutarak: - Hazırmış bu saçlar ne oğlum? - Yolda tararım. Haydi, Ala Dayı’yı bekletmeyelim. Kemal yolda uzun saçlarını tarayıp arkadan bağlarken, Arda fark ettirmeden baktı ona. Kemal yine eskisi gibi neşeli hayat dolu görünmeye çalışıyordu ama bir gariplik vardı. Gözlerinde bir hüzün, sonra derin derin iç çekmeler. Arda bir kaç kez soracak oldu ama Kemal her defasında geçiştirdi. Arda: - Bakıyorum buraya iyi uyum sağladın. Ben geleli üç ay oldu hâlâ alışamadım. - Oğlum sen bakma İstanbul’dan geldiğime, benim bir yanım hep köylüdür.
Öyle dalmıştı ki, Arda’nın sesini duymadı. - Kemaaal! Birden irkildi. Arda’nın geleceğini unutmuştu. - Gel! Kapı açık! İçeri giren Arda, onu öyle saç baş dağınık görünce; “Daha hazırlanmadın mı?” dedi. Kemal aceleyle gömleğinin düğmelerini ilik-
71
- Ailene bakınca buna inanmak çok zor. - Onlar öyle ama ilkokuldan beri kardeşimle ben, yaz tatillerini köyde dedemin yanında geçirdik. Annemle babam sürekli kavga ederlerdi. Akılları sıra bizi de o ortamdan uzak tutmak için hep dedemin yanına gönderirlerdi. Bu sayede çok güzel bir çocukluk geçirdik. Neyse bırakalım bun-
- Dedenin nesi var? Ömer: - Yaşlılık dedi doktor. Ala Dayı: - Oğul ben okuyamam ki. Hem gözlerim de iyi seçmiyor artık. Ne yapsak ki hoca da izne çıktı, on beş günden önce gelmez. Kemal elindeki kaşığı bırakarak; “Sen sıkma canını Ala Dayı, ben gider okurum.” dedi. Ala dayı şaşırarak: - Sen bilin mi okumayı mühendis bey? - Bilirim çok şükür. Küçükken dedem öğretti, sonra da iki sene imam hatibe gidince öğrendik işte bir şeyler. Hep birlikte Veli Dedelere gittiler. Veli Dede yatakta öyle bitkin ve yaşlı duruyordu ki Ala Dayı “Üç güne çıkmaz.” teşhisini koydu. Kemal tecvidiyle bir güzel Yasin- i Şerif ve şifa ayetlerinden okudu. Veli Dede biraz rahatlamış olarak gözünü açtı ve gülümsemeye çalışarak Kemal’e “Allah razı olsun senden .”diye dua etti. Ala Dayı onu dinlerken “Sesi de pek güzelmiş, doğrusu bizi çok şaşırttı mühendis bey.” dedi kendi kendine ve hemen ertesi günü kahvede bütün köye ballandırarak anlattı.
ları da biraz çabuk olalım. Şimdi Ala Dayı torun torba çıkmış bizi kapıda bekliyordur. Bir süre daha yürüdüler. Ala Dayılara vardıklarında, tahmin ettikleri gibi oğullar ve torunların hepsinin kapıda beklediklerini gördüler. Kemal: - Oldu mu şimdi Ala Dayı? Yine herkesi asker etmişsin kapıda. - Olur, yeğenim olur. Köyümüzün yollarını yapan iki mühendis kapımıza kadar gelmiş beklemeyip de ne yapacaz? Biraz sonra iştahla yemeklerini yerken, komşuları Veli Dedenin torunu Dikkulak Ömer geldi.”Dedem çok hasta. Alayı ünle de gelsin biraz okusun bana.” dedi. Kemal:
72
Kasım 2008
Birkaç gün sonra Kemal yine şantiyeden çıkmış eve doğru giderken Ala Dayının bastonuna dayanarak kendine doğru geldiğini gördü. Kemal yanına yaklaşınca “Buyur dayı bir isteğin mi var ?” ”Estağfurullah oğul. Biliyon iki gün önce bir torun oldu. Adını koymadık daha. Sen de yorgunsun ama bizde, birlikte yemek yesek, ardından da ezanla torunun ismini okusan?” “İyi de Ala Dayı sen koysan daha iyi olmaz mı?” Ala Dayı boşta olan tek elini kaldırarak ”Yoo! Mühendis bey hiç olur mu sen varken. . İki sene bunun okulunu okumuşsun, önünü geçmek olmaz.” Kemal ısrar etmedi. Buradakiler bir şey istedi mi onlara ısrarın faydasız olduğunu öğrenmişti. Beraber yürürlerken çevreden geçenlerin ona daha bir saygıyla selam verdiklerini fark etti. Üstelik “Hocam!”diye hitap ediyorlardı. Kendi ken-
dine “İşimiz var bunlarla, bizi zorla hoca da yaptılar.” diye düşündü. O günden sonra şantiyeden arta kalan zamanlarında ya camide imamlık yapıyor, ya bir yeni doğana isim koyuyor veya hastaların başında Kur’an okuyordu ama mutlaka önce doktora gitmeleri şartıyla. Köylünün isteği üzerine akşam namazından sonra camide Kur’an öğretmeye de başladı. Gelenler sadece çocuklar değil neredeyse köyün bütün erkekleriydi. Herkes uzun saçlı kot pantolonlu bu mühendis hocayı çok sevmişti. Kemal de bütün bu işleri yaparken ayrı bir keyif aldığını fark etti. Böylece Mahinur’un hasretine dayanması da daha kolay oluyordu. Hatta işine kendini öyle kaptırdı ki, cami için yardım toplayıp tamir ettirmeye bile başladı. Hepsi iyi güzeldi de onu sıkan bir şey vardı. Sık sık “Ya hoca dönmeden Veli Dede ölürse. Bu adamlar saygılarından şimdi onu da bana yıkatırlar.”diye söyleniyordu. Arda da onun bu korkusunu anlamış “Dede bugün çok ağırmış.”diye arada bir dalgasını geçiyordu. ……………………….. Yalnız kaldığında bütün sevdası ve hasreti depreşiyordu sanki. Bazen saatlerce uyuyamayıp ağlıyordu. Ancak yorgun düştüğünde birkaç saat uyuyup sonra hemen namaz için kalkıyordu. Ne de olsa camide cemaat onu bekliyordu. O gece de yine öyle olmuştu. Akşam yatsıdan sonra bir bebeğe isim koymaya gitmişti. Bebek kızdı. Yumuk yumuk gözleri bembeyaz yüzüyle ona Mahinur’u hatırlattı. Zaten son günlerde gördüğü her şeyde Mahinur’u görür gibi oluyordu. Bebeğin annesi Kemal’in bir isim koymasını isteyince hiç tereddüt etmeden Mahinur koydu. Bebeğin kulağına Ezan-ı Muhammed-i’yi okurken çok duygulandı. Gözyaşlarına hâkim olamadı. Sanki karşısında ufacık bir bebek değil de Mahinur vardı. Eve döndüğünde aynı duygusallığı devam ediyordu. Karşısında Mahinur varmış gibi bir süre konuşup ağladı. Sonra yorgun düşüp uykuya daldığında ise onu görmeye başladı düşünde. Gelinliği ile ona doğru gelirken; “Seni hiç unutmadım, bak yanı-
na geliyorum işte !“ diyordu. Kemal de sevinçten uçarak ona doğru giderken, birden kapının hızlı hızlı vurulmasıyla, yattığı yerden sıçradı. “Mahinur geldi!”diye kapıya gitmek isterken yorgana takılıp yere yuvarlandı. Uyku sersemi güç bela yorgandan kurtulup kapıyı açtı. Gelen Dikkulak Ömer’di.”Mahinur değilmiş”.dedi kendi kendine. Ömer, Kemal’i saç baş dağınık bir şekilde karşısında görünce bir an ne diyeceğini şaşırdı. Kemal ise, gecenin bu vaktinde Ömer’in oraya gelmesinden, korktuğuna uğradığını anlamıştı. Çocuğun bir şey demesine fırsat vermeden “Sen git ben abdest alıp hemen geliyorum.”dedi. Yol boyunca aklına bir gördüğü rüya geliyordu, bir Veli Dedenin hasta hali. İlk defa bir ölü göreceği için de garip duygular içindeydi. Cenaze evine vardığında ise bahçede ocak yakılmış, kocaman bir kazanda su ısıtılmaya başlanmıştı. Onu gören Ala Dayı “Seni de gece vakti rahatsız ettik oğul ama komşumu senden başkasına emanet edemezdim.” dedi. Halinden çok üzgün olduğu belliydi. Evlatları ile torunları da çok üzgündü. Kemal namaza yetiştirmek için kollarını sıvayıp, hemen yıkamaya başladı. Veli Dede öncekinden daha genç görünüyordu.”Sıkıntıları bitti ya ondandır.”diye düşündü. Ala Dayı ve oğullarının da yardımıyla, Veli Dede’yi namaza hazırladılar. Kemal de bugüne kadar boşuna tedirgin olduğunu anladı. Hatta rahatlığına kendi bile şaşırdı. Yoksa gerçek bir hoca olmaya mı başlamıştı? Mezarlıktan dönerken hava iyice aydınlanmıştı. Kemal çok yorgun olduğunu fark etti. Yorgun ve uykusuzdu. Bir an önce eve gidip birkaç saat uyuma planları yaparken Ala Dayı eve davet etmek istedi ama halini görünce vazgeçti. Elini şefkatle omzuna atarak “Sen git bir iyi dinlen mühendis hocam” dedi. Kemal onlardan ayrılıp eve doğru yürürken uzaktan Arda’nın ona doğru geldiğini gördü. Yanında da birileri vardı. Biraz dikkat edince annesiyle babasının olduğunu anladı. Birden bütün yorgunluğunu unutup yanlarına doğru koşmaya başladı. Annesi de hızlı adımlarla oğluna doğru gelirken elindeki beyaz zarfı sallamaya başladı. Bir taraftan da “Mahinur’un mektubunu getirdim sana!” diye bağırıyordu.
73