Yağmur Damlaları Mavisine Adanmış Bir Hayat:
GEORGE HABAŞ SÖZÜM VAR BEYRUT SOKAKLARINDA YAŞATIN BENİ… BARIŞ İNCE Teşvik el Zeyyat’ın haykırışında yaşadı sanki: “Dişlerimle savunacağım yurdumun her karış toprağını, dişlerimle… Başka yurt istemem onun yerine, assalar damarlarımdan beni istemem gene. Buradayım hâlâ, yıkamazlar beni… Ne kadar çarmıh yükleseler omuzlarıma, buradayım hâlâ. Tutarak sizi... Tutarak, tutarak avuçlarımda… Dişlerimle savunacağım yurdumun her karış toprağını. Dişlerimle…” George Habaş; Filistin direnişinin sembol ismi… Hıristiyan kökenli bir Marksist… Kendini halkının kurtuluşuna adayan bir devrimci… Uzlaşmayan, taviz vermeyen, kendi öz gücüne dayanarak mücadeleyi savunan, Ortadoğu’nun Che Guaverası… Türkiyeli devrimcilerin gönlünde, zihninde taht kurmuş bir önder. Köktendinci akımların, uzlaşmacı/işbirlikçi eğilimlerin hakim olduğu topraklarda, yurtseverlikle Marksizm’in bağını kurmuş ama asla milliyetçiliğe düşmeyen bir teorisyen… Habaş’ın topraklarında çocuklar “bir gecede büyür”. Rahat koltuklarından dünyayı sözde entelektüel gözlüklerle irdeleyenler anlayamazlar onların dünyasını… Habaş’ın topraklarında anaların gözleri kan çanağıdır. Üzerinde özgürce yaşanacak bir parça toprak için yollarlar can oğullarını intifadaya… Adil Okay’ın mısraları gibi “Bir gecede büyüyen Filistinli çocuklar, İntifada biçer mayın tarlalarında… Kutsal topraklar utanır; ben utanırım çaresizliğimden. Sınırları zorlarım; taş doldurup ceplerime…
Bir Türkü Tadında Yaşam Halkının doktoruydu El-hekim… Örgütü FHKC ölümünden sonra
YENİDEN DEVRİM / 6
136
yayınladığı biyografide “Filistin özgürleşene kadar yolunda yürüyeceğimiz” önderimiz diye bahsediyor ondan. FHKC’nin verdiği biyografiye göre Habaş, 1 Ağustos 1925’te Filistin’in El-Lydd kentinde doğdu. O yıllarda, Filistin İngiliz mandası altında İngiliz sömürge yönetiminin kontrolündeydi. Ve Filistinliler, bugün İsrail olarak bildiğimiz sömürgeci yerleşimciler projesinin baskısı altındaydı. Dr. Habaş, Anglikan okulunda ve El-Lydd ilkokulunda okudu, sonrasında ise Yafa Ortodoks okuluna ve Kudüs’te ortaokula devam etti. Lise eğitimini 1942’de tamamladı. Çocukluk yılları boyunca, Filistin’in somut koşullarından ve 1936 ve 1939 yılları arasında İngiliz sömürgeciliğine ve siyonist dayatmalara karşı patlak veren Filistin devriminden çok yoğun biçimde etkilendi. Liseden mezun olduktan sonra Yafa’ya dönen Habaş, iki yıl aynı okulda öğretmenlik yaptı ve 1944 yılında Beyrut’ta Amerikan Üniversitesi’nde tıp okumaya başladı. Habaş, 1948 yılında Beyrut’ta öğrenci iken El-Nakba (Büyük Felaket) gerçekleşti. El-Nakba’da Dr. Habaş’ın ailesi de dahil olmak üzere 700 bin Filistinli anavatanlarından sürülerek mülteci haline getirildi. Dr. Habaş, diğer Filistinli ve Arap yoldaşları ile birlikte, El-Nakba’ya karşı Arap Ulusal Hareketi’ni kurdu. Bu hareket, Arap dünyasında gençler, öğrenciler, aydınlar arasında kısa sürede yaygınlaştı ve sömürgeciliğe karşı bir cephe oluşturarak işgal altındaki Arap topraklarını özgürleştirmeyi hedefleyen ve silahlı mücadeleye dayanan ilk pan-Arap hareketi olarak tarihe geçti. Tıp okulundan mezun olduktan sonra, Habaş, Arap Ulusal Hareketi’ndeki liderliğini sürdürürken, aynı zamanda Ürdün’de Filistinli mültecilere hizmet veren kliniklerde Dr. Wadi’ Haddad ile birlikte çalışmaya başladı. Habaş ve yoldaşları, 1967 yenilgisinin ardından Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ni kurdu. O dönemlerde Filistin devrimi yalnızca İsrail’in ve emperyalizmin saldırıları ile değil, Arap dünyasının gerici rejimlerinin ve gerici güçlerinin de korkunç saldırıları ile kuşatılmış durumdaydı. Ürdün’de Filistin hareketi, rejimini kendi elleri ile gerçekleştirdiği katliamlarla karşı karşıya kaldı ve Filistin devriminin yeni bir tabanının oluşturulacağı Lübnan’a göç etmeye zorlandı. Lübnan’da iç savaş ve İsrail işgali boyunca Dr. Habaş, FHKC önderliğini sürdürdü. 1982 yılında ise, FKÖ ve FKÖ eylemcileri Lübnan’ı terk etmeye zorlandı. El-Hekim ve yoldaşları bu sürgünün ardından Şam’a gitti. Sözde ‘barış süreci’nin başlaması ile birlikte ABD Başkanı Ronald Reagan, Suudi Kralı Fahd’ın inisiyatifleri ve sözde Amman 1985 anlaşmasıyla ortaya çıkan tehlike ve tehditlere karşı Habaş, Filistin içerisinde kurumlaşmasının korunması ve geliştirilmesi kadar Filistin devriminin varlığının sürdürülmesi üzerine de odaklandı.
“Çözüm Demokratik Süreçlerde” 1987 yılında, Büyük İntifada’nın patlak vermesi ile birlikte, Dr. Habaş, Filistin ulusal birliğinin sağlanması ve Cezayir’de Filistin Ulusal Kongresi’nin
GEORGE HABAŞ...
137
toplanması için mücadele etti. El-Hakim, gerek Beyrut’taki Filistinliler arasında gerçekleşen iç mücadeleler sırasında gerekse de sonrasında, her zaman ulusal birliği mücadelenin ve ulusal kurtuluş hareketinin devamı için gerekli bir koşul olarak algıladı. Habaş, Filistinlilerin iç çelişkilerinin askeri mekanizmalarla çözülemeyeceğini ve bu sorunun ancak ulusal kurtuluş hareketinin demokratik süreçleri ile çözümlenebileceğini belirtti. 1993 yılında Oslo anlaşması imzalandığında, El-Hakim, anlaşmaya karşı kitlesel bir muhalefet çağrısı yaptı ve FKÖ geleneksel liderliğinin bir yenilgi içerisinde olduğunu belirledi. Dr. Habaş, Oslo anlaşmasının temelde Filistin ulusal hareketinin merkezi önemli konularından biri olan geri dönme hakkını hedef aldığını söyledi. 1994 ve 1995 yıllarında Dr. Habaş, Oslo anlaşması süreci ile birlikte ortaya çıkan tehditlere karşı, geri dönüş hakkını savunmak için her yerde El-Awda komiteleri ve geri dönüş örgütleri kurulması, kampanyalar düzenlenmesi ve sürgündeki Filistin liderleri ve eylemcilerinin toplantılar örgütlemesi çağrıları yaptı. FHKC, Dr. Habaş’ın genel sekreter olarak katıldığı 6. Kongresi’ni 2000 yılında düzenledi ve Dr. Habaş genel sekreterlikten ayrıldı. Dr. Habaş, genel sekreterlikten, bir örgütte demokratik süreçler kapsamında liderliğin değişiminin, örgütleri ya da hareketleri zayıflatması bir yana, güçlendirecek bir hareket tarzı olduğunu göstermek için ayrıldı. FHKC, Dr. Habaş’ın varisi olarak Ebu Ali Mustafa’yı seçti. 2000’den 2008’e kadar, Dr. Habaş, El-Ghad El-Arabi Merkezi’ni kurarak çalışmalarını Amman’da sürdürdü. Amman’da eşi ile birlikte kızının yanında yaşadı.
Marksizmden Asla Kopmadı Devrim eski bir efsane, sosyalizm imkansız bir ütopya mı? Habaş bu sorunun cevabını, kaybedecek sadece Allah’ı kalmış bir halkın içinde aradı. FHKC yönetiminin belirttiği gibi: “El-Hekim yoldaş, tüm yaşamı boyunca, halkına yalnızca büyük bir adanmışlık ve dikkat göstermekle kalmadı, aynı zamanda sürekli ve açık biçimde devrimin geleceği ile halkının düşmanlarının planları ve tehditleri karşısında bilimsel bir bakış açısı ve analiz yeteneği geliştirdi.” Gerçekten de El Hekim asla metafizik yöntemlere değil her zaman bilimsel sosyalizmin pusulasıyla hareket etti. Şimdilerde bu bilimselliğin doğruluğu yanlışlığı ayrı bir tartışma konusu olsa da Habaş’ın köktendinci akımların yeşermesine bu denli müsait bir coğrafya da bu metodolojiyi sahiplenmesi takdire değer değil mi? Onun bu yöntemi, kendisinin küreselleşme süreci hakkında da doğru analizlerde bulunmasına olanak sağladı. “Filistin, düşle gerçek arasında” adlı makalesinde şunları yazıyordu Habaş: “Küreselcilik, Arap ulusunu bir deney alanı olarak görmektedir. Sadece siyasi rejimlere ve liderliklere boyun eğdirme peşinde olmayan küreselcilik, faaliyetleri ve halkın en derin katmanlarına kadar nüfuz eden toplumsal ve kurumsal güçleri kendine
YENİDEN DEVRİM / 6
138
çekerek halka günlük geçim ve onları pençesine alan piyasa yasaları düzeyinde de ilişkilenme-ye çalışmaktadır. Hedef, halkın özgürlük, bağımsızlık, yurt, toplumsal ahlak gibi daha büyük kaygıları ve davaları unutarak bireyleri birer metaya, toplumu da, sırf kendi piyasa fiyatını yükseltmek için diğerleriyle rekabet ederek kendi egoları peşinde aptalca koşan metalaşmış bireyler yığınına dönüştürmektir.” El Hekim, FHKC’yi Aralık 1967’de, İsrail’in Mısır, Ürdün, Suriye ve Irak birleşik güçlerini ezici bir yenilgiye uğratmasının ardından kurmuştu. Habaş 1969’da vediği bir mülakatta bu yenilginin kendisini Vietnam’daki Marksist gerillalarınkine benzer bir strateji benimsemeleri gerektiğine ikna ettiğini söylemişti. “1967’den sonra şu inkar edilemez gerçeğin farkına vardık ki, Filistin’in kurtuluşu için Çin ve Vietnam örneklerini, izlememiz gerekiyordu.” “Cephe’nin mücadelesi” diyordu Habaş, “yalnızca Filistin’i Siyonistlerden kurtmak değil, Arap dünyasını da Batılı sömürge yönetiminin artıklarından kurtamak içindir.” Habaş, “Bütün Arap devrimcileri Marksist olmalı” düşüncesindeydi, “çünkü Marksizm işçi sınıfının özlemlerinin ifadesidir.”
Türkiyeli Devrimcilerin Yoldaşı Türkiyeli devrimciler her daim George Habaş’ı ayrı bir yerde tuttu. Çünkü o sunduğu haklı eleştirilerle, Filistin yönetiminin giderek işbirlikçi bir çizgiye savrulma tehlikesine dikkat çekti. Marksizmle kurduğu daimi ilişki, Türkiyeli devrimciler açısından da ön açıcıydı. El Hekim, FHKC 6. Kongresi’nde yaptığı konuşmasında şunları söylüyordu: “Yoldaşlar! Militanca yaşanan onyıllardan ve yaşadığım zengin deneyimlerden elde ettiklerim bana bahşedilmiş bir şey değildir. Bu deneyimlerin içeriğini ve derslerini tüm başarı ve hataları ile birlikte gözden geçirmek sizin ve gelecek nesillerin hakkıdır. Tarihin esiri olmak için değil, geleceği kurabilmek için gerekli önkoşul olarak ondan yararlanabilmek amacıyla tarihimizi en doğru biçimiyle okumalıyız. Bugün, dünün nitel bir genişleme halidir ki aynı zamanda, dün, yarının materyalist ve entelektüel kuruluşunu meydana getirir.” Bugün geçmişin buruşturulup bir kenara atılması, postmodern zamanların alamet-i farikası oldu. Geçmişin hızlıları, eski tüfek mertebesine erişip geçmişlerini adeta kusarak yeni zamanlara yelken açarken, geçmişe bakıp geleceğe sahip çıkanlara fanatik gözüyle bakılıyor. Habaş ise geçmişin birikimleri üzerinden yükselecek yeni bir devrimci hareketin özlemini taşıyordu.
Halk Cephesi Çağrısı El Hekim, Marksist perspektifini kurarken, Ortadoğu’daki direnişin cephe tarzında bir örgütlenmeyle olabileceğini savunuyordu. 2006 yılında kaleme aldığı çağrı ile yeniden bir halk cephesi çağrısı yapıyordu. “Şanlı Arap
GEORGE HABAŞ...
139
Ulusumuzdan Halklar, Kardeş Lübnan topraklarının Yiğit Direniş Savaşçıları, Filistin halkımızın azimli kitleleri ve onların direnişinin kahramanları” diye başladığı yazısında tüm direniş unsurlarını ABD’ye ve siyonizme karşı mücadeleye çağırıyordu. Temmuz 2006 yılında yayınlanan ve Sendika.org tarafından Türkçeye çevrilen yazısında şunları söylüyordu Habaş: “Arap Ulusu bugün, bize, yakın geçmişimizin büyük dönüm noktalarını anımsatan tarihsel bir kavşakta. Arap Ulusumuzun, Batılı emperyalist ve sömürgeci çevrelerce desteklenen Siyonist düşmana karşı direnişi; tarihsel olarak, büyük ulusumuzun hak etmediği yenilgilere ve gerilemelere yol açan resmi Arap yönetimlerini boyun eğişi, basiretsizliği ve işbirlikçiliğinin sonucu olarak yaşanan acı ve ıstırap duygularıyla daima ateşlenmiştir. Ama bugün, belki de ilk defa, bu durumun değişmek üzere olduğunu yoğun biçimde hissediyoruz. Bu, ne resmi Arap yönetimlerinin her zamankinin aynısı ve belki de daha ölümcül bir halde olan işbirlikçiliği ve basiretsizliği son bulduğu için, ne de çifte standartlı uluslararası toplum her nasıl olduysa makulleştiği için; Hizbullah ve Genel Sekreteri Seyid Hasan Nasrallah’ın liderliğinde yürütülen Lübnan Direnişi’nin kahramanları ve Gazze ve diğer Filistin kentlerindeki Filistin Direnişi’nin kahramanları tarafından yazılan yiğitlik ve direniş destanı yüzünden böyle… Bu kahramanlar, bu kez, hiçbir yanılgıya düşmeksizin, davayı kendi ellerine aldılar ve şimdi, galip gelmek için can atan bir Arap ulusunun öncülüğünü temsil ediyorlar. Filistin ve Lübnan’daki halkımızın azmi, Lübnan ve Filistin’in sebatkar kadınlarının, yaşlılarının, çocuklarının ve gençlerinin sel olup akan kanları, bu kez ya yeniden ayağa kalkacak ya da dipsiz bir kuyuda yok olacak olan bu Ulus’un önündeki yolu, bir kez daha aydınlatıyor. Onurumuzu ve gururumuzu yeniden kazanmakta olduğumuza ve zaferin ufukta olduğuna dair güçlü bir duyguyla doluyuz. Yiğit Lübnan ve Filistin Direnişi, ilk kez olmak üzere, söz ve eylem arasındaki uçurumu kapatmaya başladı. Düşmanı ve uluslararası toplumu şaşırtan ve mahcup eden muazzam bir güvenilirlik kazanıyoruz. Sözleri, Direniş eylemleri takip ediyor. Sloganlar, kahramanca bir pratik içinde gerçekleştiriliyor ve uykuları kaçan Siyonist düşman, hedeflerini kabul ettirmek için devasa savaş aygıtını masum sivilleri öldürüp, altyapıyı yıkmak için en vahşi şekilde kullanıyor. Ama bu, etrafında toplandıkları meşru ulusal direnişi desteklemek için ağır bir bedel ödemekte olan Filistin ve Lübnan’daki halkımızın sebatını ya da yiğit Direniş’in kararlılığını hiçbir şekilde kırmıyor. Sorun, Siyonist tutsaklar meselesinin ötesine giderek; Amerikan yönetimi ve uluslararası toplumun İsrail’in üstüne yüklediği kirli görevin, AmerikanSiyonist stratejik planının uygulanabilmesi için Lübnan Direnişini savaşçı güçlerinden mahrum bırakma, Lübnan’ı yenik ve uysal Arap rejimlerinin safına itme, Suriye’nin direnme kapasitesini zayıflatma, tek taraflı olarak empoze edilen yerleşim düzenlemeleri altında, Siyonist zorlamaları Filistin halkına dayatma görevinin bahanesi haline geldi.
YENİDEN DEVRİM / 6
140
Şanlı Arap Ulusumuzun Halkları, Bugün, başkaldırmak ve direnmek için tarihsel bir olanakla karşı karşıyayız. Bugün, yiğit Lübnan ve Filistin Direnişi’nin temsil ettiği öncülüğü desteklemek için, Arap Ulusumuzdan kitlelerin önemli güçlerini -siyasi partiler, sendikalar, federasyonlar, sivil toplum temsilcileri, kültürel şahsiyetler, yurtsever şahsiyetler- kucaklayacak en geniş Arap ulusal halk cephesini kuralım. Bırakalım, Arap Ulusu içindeki bütün gizli enerji ve yaratıcılık, zalim Siyonist-Amerikan planını geri püskürtmek için, ulusun onuru ve gururunun savunmasında mümkün olan en geniş halk hareketinde, her yerde harekete geçsin. Selam olsun, Lübnan halkına ve onların kahraman yurtsever Direnişine! Selam olsun, Filistin halkına ve onların azmine ve fedakarlığına! İşgal zindanlarındaki bütün hükümlü ve tutuklulara özgürlük! Erdemli şehitlere ebedi şeref! Zafer özgürlük ve onur için savaşan insanlarındır!”
Voluntarizm Ve Determinizm Zafer koşullara mı bağlıdır yoksa öznenin iradesine mi? Bu konu Marksistler arasındaki önemli ayrım noktalarından birisidir. Marx’ın koşullara verdiği önemle Lenin’in örgütlenmeye ve öznenin rolüne çektiği dikkat, 68 kuşağı devrimcilerinin perspektifine damgasını vurmuştur. “Leninist devrim teorisi hem voluntarist hem de deterministtir” diyen Mahir Çayan’da bu sentezin izlerini algılayamamak mümkün mü? George Habaş, suçu her daim koşullara havale eden bir determinizmden mümkün mertebe kaçınmıştır. “Düşle Gerçek Arasında Filistin” adlı eserinde “İsrail’in gücü, her şeyden önce bizim zayıflığımızda yatıyor” diyerek halkını yeniden mücadeleye çağırıyordu.
Arafatla Sorunlar Adil Okay, 2006 yılında Bianet’e yaptığı bir haberde FKÖ’yü tanımlarken, “Habaş gibi bir Marksist ile Arafat gibi bir sağcıyı bir araya getiren örgüt” diye tanımlıyordu. Bu tanımlama Arafat için ağır bir ifade gibi gözüküyor. Ancak Habaş ile Arafat arasında kimi zaman görüş farklarının oluştuğu da bir gerçek. Yaser Arafat’ın 1993’te Oslo “Barış” Anlaşması’nı imzalaması FHKC ve El Fetih arasındaki ipleri yeniden germişti. Arafat’ın uzlaşmacılığına karşı diğer Filistin direniş örgütleriyle saf tutan FHKC ve lideri Dr. Habaş, buna karşın Filistin ulusal hareketinin parçalanmamasına özen gösterdi. El-Hekim’in itibarını bugünkü İslami direniş örgütleri de iade ediyor. Hamas, Habaş’ın vefatı nedeniyle bir açıklama yayınlayarak ailesine ve
GEORGE HABAŞ...
141
Filistin toplumuna taziyelerini iletti. Açıklamada Habaş’ın Filistin davası konusundaki kararlı tutumuyla ve direnişçi tavrıyla tanındığına vurgu yapılarak onun Filistin’in özgürlük mücadelesine imzasını atmış önemli şahsiyetlerden olduğu dile getirildi. Hamas’ın önde gelen sözcülerinden Muhammed Nazal “ideolojik ayrılıklarımız vardı, ama Dr. Habaş Filistin Kurtuluş Örgütü’nün İsrail’le yaptığı barış anlaşmasının Filistin halkının haklarının satılması demek olduğu konusunda Hamas’la aynı muhalefeti paylaşıyordu” dedi.
Sonsuzluğa Yürüyüş Ömrü boyunca devrimci yolda yürüdü El Hekim… Savrulmadan, taviz vermeden, uzlaşmadan, kimseye diyet borcu olmadan… Dış güçlere bel bağlamadan, kendi özgücüne dayanan bir enternasyonalizmin sembolüydü. Küreselleşme çağında geçmişin birikimlerini reddetmedi. O birikimlerin üzerinden yeni bir devrimci hareketin yaratılması için çabaladı. Dişleriyle savundu yurdunun her bir yanını… Tel örgülerle kuşatılmış bir ülkede, “esir düşmekte değil teslim olmamakta tüm mesele” diyebildi. Gerçek bir yurtseverdi. El Hekim… Halkının doktoru… Gazze’de açlık ve sefalet içinde yaşayan çocukların acısını daha fazla taşıyamadı o güzel kalbi… Filistin direnişi elbet bir gün zaferler sonuçlanacak. O çocuklar büyüyüp birer “doktor” olacaklar belki… Ve El-Hekim’i asla unutmayacaklar. Çünkü onun sözü var ve yaşatılacak; dikenli tellerden kurtulmuş Beyrut sokaklarında…