www.compec.boun.edu.tr Yenilenen web sitemizle bizi takip etmek artık çok kolay
Merhaba değerli Click! Okuyucuları, Boğaziçi Üniversitesinin şüphesiz en aktif kulüplerinden biri olan COMPEC’in, diğer adıyla Bilişim Kulübü’nün, yeni dergisi Click!’in ilk sayısıyla karşınızdayız. Yeni dergisi diyorum çünkü bu COMPEC’in ilk dergi çalışması değil. 1994’te bir grup bilgisayar mühendisliği öğrencisinin gayretiyle kurulan COMPEC’in 15 yıllık geçmişindeki onlarca aktivite arasında bir de COMPUTUS adlı bir dergi var. Yaklaşık on yıl önce üç sayı boyunca yayın hayatını sürdürebilmiş bu dergiyi kulüp odamızın (bilmeyenler için 1. Erkek Çalışma Salonu) dolabındaki tozlu raflarda hala yer aldığını görmek bizi duygulandırdı ve halihazırdaki dergi projemizi hayata geçirmenin önemini bize gösterdi. Bu dönem COMPEC yeniden yapılanıyor. Seminer ve Eğitim Altkurulu, Organizasyon Altkurulu ve Duyuru Altkurulu başlıklarıyla üç ayrı kola ayrılarak çalışmalarına hız veren COMPEC’in faaliyetleri gerek kampüs içinde gerekse kampüs dışında birçok kişi ve kurumun dikkatini çekmeyi başardı. Click!’le de bu kişi ve kurumlara ek olarak hala dikkatini çekmeyi başaramadığımız arkadaşlara ulaşmayı istiyoruz. Click!’i hazırlarken asıl hedefimiz, COMPEC’in de asıl hedefi olan “Sadece bilgisayar mühendislerine değil, bilişim ve teknoloji dünyasıyla ilgilenen herkese hitap etmek”ti. Umarız bunu başarabilmişizdir. Sizlerden aldığımız geribildirimlerle COMPEC’in aktivitelerini çeşitlendirerek daha da iyileştirmek için elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyoruz.
COMPEC’09 Başkanı olarak, böyle dinamik ve eğlenceli bir ekibin başında olmakla gurur duyuyor ve COMPEC bünyesinde aktif olarak görev alan her arkadaşa ve en çok da ilginç yazıları ve tasarımlarıyla katkıda bulunan herkese sizlerin önünde bir kez daha teşekkür etmek istiyorum. Ekibim adına Click!’i alarak bize göstermiş olduğunuz ilgiye teşekkür eder ve keyifli okumalar dilerim. Daha fazlası gelecek, unutmayın bu daha ilk sayımız! Bize ulaşmak ve aktivitelerimizden anında haber almak için: Web sitemiz: www.compec.boun.edu.tr E-postamız:
[email protected] Facebook grubumuz: .:COMPEC:. Adresimiz: 1. Erkek Yurdu Çalışma Salonu, Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüs
Naime Sürenkök Başkan
Click 2009 Mayıs
|1
Robocup
Boğaziçi Üniversitesi Bilişim Kulübü Dergisi Mayıs 2009 - Sayı 1 İmtiyaz Sahibi: Naime Sürenkök Yayın Yönetmeni: Onur Ferhat Yazarlar: Berna Arslan Pınar Bilgiç Jale Dinler Can Etili Onur Ferhat Arzu Güneysu İmran Kocabıyık Furkan Erdem Perşembe Naime Sürenkök Manolya Yalçın Hakan Cem Yılmaz Bahar Hilal Yüksel Tasarım: Berna Arslan Betul Beşiroğlu Tuna Dipçin Onur Ferhat Basak Helvacı İmran Kocabıyık Kapak ve Logo Tasarımı: Mustafa Kipergil Editörler: Nilay Emir Arzu Güneysu İlkay Ozan Kaya Naime Sürenkök Bilal Şamil İletişim: Boğaziçi Üniversitesi Bilişim Kulübü Bebek 34342 / İstanbul 0 212 359 72 01
[email protected] Baskı: Ajans D Reklam Tasarım ve Matbaacılık Ltd. Şti. Adnan Saygun Cad. Gözde Sok. Umut Apt. No:3 D:1 Ulus/İstanbul 0 212 236 27 83
7
RoboCup’ta okulumuzu temsil eden Cerberus robot futbolu takımıyla bir söyleşi
Esrarengiz Vadi İnsansı robotlar ve insanların bu robotlara karşı tutumunu inceleyen bir yazı
10 13
Merve’yi Tavla Yapay zekanın günlük hayatta karşımıza çıkan uygulama alanlarından birini hep beraber görelim
Büyük Resmi Görebilmek
Sanal Ortamda Aşk
20 24 31
Google Türkiye Pazarlama Müdürü Mustafa İçil ile Google ve kendi kariyeri hakkında hoş bir söyleşi
Rayların Üzerinde
Interrail ile Avrupa’yı gezme rehberiniz!
Sanal ortamlarda doğan aşklar hakkında
İÇİNDEKİLER 4
Haberler
7
Robocup
10
Esrarengiz Vadi ve İnsansı Robotlar
13
Merve’yi Tavla
19
Beyin Fonksiyonlarının Ses Dalgaları ile Kontrolü
20
Sanal Ortamda Aşk
22
Alice ve Bob, Peki ya Eve?
24
Büyük Resmi Görebilmek
29
Windows 7
31
Rayların Üzerinde
35
Click’in Serüveni
36
Compec’ten
HABERLER Amazon Kindle Internet devlerinden Amazon’un ürettiği elektronik kitap okuyucu Kindle yeni versiyonuyla piyasaya çıktı. Kindle 2 büyük oranda inceltilmiş gövdesinin yanı sıra birçok yenilik getiriyor. Cihazın 4 farklı gri tonunu görüntüleyebilen ekranı geliştirilerek 16 ton renklere sahip hale getirilmiş. Yaklaşık bir kurşun kalem kalınlığında olan Kindle’ın ağırlığıysa 289 gram. Yeni özelliklerden başka biriyse 3G kablosuz bağlantı yeteneği. 3G bağlantısı sayesinde dilediğiniz yerden geniş bir kitap indirme sitesine erişebiliyorsunuz. Yeni Kindle’a ayrıca hoparlör de eklenmiş, bu özellik de ekrandaki metinlerin sesli olarak okutulmasını sağlayarak bir sürü kolaylıklar sağlamakta. Pil ömrü % 25, sayfa görüntüleme hızı % 20 artırılan Kindle ile 200 binin üzerinde kitap, gazete ve dergiye erişme olanağı bulabilirsiniz.
Açık Kaynak Silverlight: Moonlight Microsoft’un Flash’a rakip olarak çıkardığı Silverlight için açık kaynak kodlu bir Linux altyapısının ilk sürümü yakın zamanda çıkartıldı. Bu proje, SUSE adlı Linux dağıtımıyla bilinen Novell ile Microsoft’un ortak bir girişimi. Moonlight adındaki bu sistemi yükleyen Linux kullanıcıları, Silverlight içeriğine ve Silverlight uygulamalarına erişebilecek.
4 | Click 2009 Mayıs
Yeni iPod Shuffle iPod Shuffle her versiyonuyla daha da küçülmesine alıştığımız bir alet. Yeni çıkan versiyonda da bu gelenek bozulmamış ve ağırlığı 15,5 gramdan 10,7 grama düşürülmüş. Şüphesiz bu düşüşün en büyük nedenlerinden biri yeni iPod Shuffle’da tuş bulunmaması. Tuş takımı gövdeden tamamen kaldırılarak kulaklığın üzerine yerleştirilmiş. Toplamda 3 adet tuş bulunmasına rağmen, bunlar kullanıcıya çeşitli seçenekler sunmakta. Örneğin orta tuşa bir defa basmak çalan şarkıyı durdururken, iki defa basarak şarkı ileri, üç defa basarak geri sarılabiliyor. Yeni bir özellikse orta tuşu bir süre basılı tuttuğunuzda çalan şarkının ve sanatçısının adını duyabilmeniz. VoiceOver adı verilen bu özellik, iPod Shuffle’ı benzersiz kılıyor. Apple’ın tasarımlarındaki yenilikler her zaman olumlu karşılanmıyor, bazı kesimlerce eleştiriliyor. Örneğin Onion News Network’te gösterilen bir videoda, klavyesi kaldırılıp yerine yalnızca iPod’lardakine benzer dokunmatik “tekerlek” konulmuş bir dizüstü bilgisayar tanıtılarak Apple’la epeyce dalga geçiliyor. Görmek isteyenler için linki:
www.theonion.com/content/video/apple_introduces_revolutionary
Gmail “Undo Send” Gmail Laboratuvarları’ndaki bilim adamları bizim hayatımızı kolaylaştırmak için gece gündüz çalışıyorlar. Son buluşlarıysa gönderilen e-postayı geri çağırma servisi. Bir posta gönderdikten yaklaşık yarım saniye sonra aslında büyük bir hata yaptığını fark etmek herkesin başına geliyor. Bu sorunu çözmek için, Gmail Labs özelliği olan “Undo Send” imdadınıza yetişiyor ve gönderilen postayı geri çağırmak için size beş saniyelik süre veriyor. Üstelik bu süre içerisinde bilgisayarınıza bir şey olursa bile e-postanız güvenle yerine ulaştırılıyor!
Click 2009 Mayıs
|5
HABERLER Üç Boyutlu İnternet Daily Science’ın haberine göre, teknoloji ve İnternet hizmetleri üreten Khronos Grup, bir süredir İnternet için üç boyutlu standart altyapı oluştrulma çalışması yürütüyor. Bu amaçla oluşturulan konsorsiyuma son olarak Mozilla’nın yaratıcısı Firefox da katıldı. Firefox’un katılımından sonra çalışmalar hız kazandı. Khronos Grup, genel kullanıma yönelik ilk versiyonun bir yıl içinde hizmete girmesinin hedeflendiğini açıkladı. Mozilla’nın teknolojik altyapı mühendislerinden Vladimir Vukucevic, artık üç boyutlu İnternet için zamanın geldiğini söyledi. Vukucevic, “İnsanlar her geçen gün İnternette daha çok şey yapıyor. İnternete üçüncü boyutu eklemek yeni tür internet bağlantılarını mümkün kılacağı gibi pek çok yeni kullanıcıyı da İnternete çekecektir” dedi. İnternetin üç boyutlu hale gelmesiyle birlikte ‘Second Life’ gibi İnternet üzerinden oynanan oyunlarda ve Facebook gibi sosyal paylaşım sitelerinde üç boyutlu yeni çevreler kurgulanabilecek. Üç boyutlu sohbet odaları da öngörülen diğer gelişmeler arasında.
Kaynak: ntvmsnbc.com
Sihirli DVD’ler Bilkent Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma Merkezi’nde (NANOTAM), görüntü veren ve kayıt yapan DVD’lerin kapasitelerini günümüzdekinden binlerce kat arttıracak yeni bir teknoloji geliştirildi. NANOTAM Başkanı Prof. Dr. Ekmel Özbay, fizik kurallarına göre ışığın dalga boyundan daha küçük boyutlarda odaklanamadığını, bu nedenle günümüzün en yüksek kapasiteli Blu-Ray DVD’lerinde bile elde edilebilecek en yüksek saklama kapasitesinin bu ‘’doğa kanunu’’ ile sınırlı olduğunu belirtti. NANOTAM’da geliştirilen metamalzemelerin doğada rastlanmayan özelliklere sahip olduklarını dile getiren Özbay, şöyle konuştu: ‘’Bu anlamda ‘sihirli’ olarak da nitelendirilen metamalzemeleri kullanarak dalgaboyundan çok daha küçük bir alandan geçen ışık miktarını binlerce kat arttırabilen yeni bir teknoloji geliştirdik. Bu yeni teknoloji sayesinde dijital bil-giler DVD’lere çok daha küçük alanlara yazılabilecek ve var olan bilgi depolama kapasiteleri binlerce kat arttırılabilecek.’’
Kaynak: ntvmsnbc.com 6 | Click 2009 Mayıs
Arzu Güneysu
Milyonları ekran başına kilitleyen Dünya Futbol Şampiyonası’nın 2050 de 1. gelen takımının rakibi robotlar olacak. Kupayı kaldırmak için devinenler milyon dolarlık yıldızlar ve Robocup şampiyonu humanoidler olacak...
YÜZYILIN MAÇI
2050 Yılında insanlığın farklı bir maça tanılık etmesi bekleniyor. Bu maçı farklı kılan ise oynayacak takımlar. ‘Yüzyılın maçı’ olacak bu maçta, o yılın Dünya Kupasını kazanmış ulusal futbol takımı ve Robocup 2050 şampiyonu olan robot takımı karşı karşıya gelecekler. Robotlara futbol oynatma düşüncesi ilk olarak Kanada’daki British Columbia Üniversitesi’nden Prof. Alan Mackworth tarafından 1992’de ortaya atıldı ancak Kanadalı değil Japon arastırmacılar bu düşünceyi değerlendirdiler ve birçok çalışmalar yaptılar. Kısa zaman sonra önceleri ulusal olan fakat yoğun istek ve çalışmalar sonucu uluslararası bir etkinliğe dönüşen robot yarışmasını düzenlediler. Uluslararası bir robot yarışması olan Robocup 1997’den beri düzenlenmekte. Bu yarışmanın asıl amacı yapay zeka ve zeki robot araştırmalarını geliştirirken insanların ilgisini robot bilimi ve yapay zeka alanındaki araştırmalara çekmek. Şampiyonada Türkiye’nin de bir takımı var. Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Levent Akın’ın yönetimindeki takımın adı “Cerberus”. 2005 yılında Technical Challenge kategorisinde şampiyon olan takımımız 2006 Robocup şampiyonasında Microsoft’a gol atmayı başaran ilk takım oldu bu yıl ise çeyrek finale yükselen Cerberus malesef bu senenin şampiyonu Almanya takımı tarafından elendi.
Robocup’ta Bizi Başarıyla Temsil Eden Takımımızın Araştırmacılarına Aklımıza Takılanları Sorduk Bakalım Neler Söylemişler...
Click 2009 Mayıs
|7
: COMPEC
: CERBERUS
Bildiğimiz kadarıyla her yeni gelen sene sizin için bir sonraki Robocup finaline hazırlanma süreci oluyor, bize biraz bu süreçten bahseder misiniz? Bu süreçte en değerli kaynağımız zaman. Sınırlı bir süre içinde her bileşeniyle istediğin gibi çalışan bir sistem kurmak da oldukça zor ve yorucu. İlk senelerde hazırlık sürecinde genelde ayrıntılara odaklanmış bir şekilde çalışıyorduk ve büyük resmi göremiyorduk. Tabi düşmeden koşmayı öğrenmezdik. 2004’ten itibaren ise daha çok mühendis gibi düşündük. Sıfırdan vasat bir projeyle başlayıp onu geliştirmeye başladık. Altyapıya çok zaman ayırdığımız için futbol kısmı biraz geri planda kaldı ama 2005’te bu çabamızın karşılığını aldık ve technical challenge alanında ülkemize 1.liği getirdik.
Birinci olmanızın ne gibi getirileri oldu? Şampiyon olduğumuz sene eski model robotlarımızla yarışmıştık. Karşımızdaki robotların işlemcileri bizimkilerden 3 kat daha hızlıydı ve buna rağmen 1. olmak motivasyonumuzu çok artırdı. Tabii başarı bize olan desteğin sunulan imkanların da artmasını beraberinde getirdi. Projede çalışmak isteyen yeni insanlar oldu, böylece daha güçlü bir ekibimiz oldu.
Turnuvalarda kullanılan Nao robotları Microsoft’a gol atan ilk takım olmak nasıl bir duyguydu?
Topun peşindeki çeşitli türde robotlar
8 | Click 2009 Mayıs
Aslında bizim için önemli olan Microsoft’a gol atmak değil gol atabilmiş olmaktı. Çünkü robotların gol atabilmesi çok zordu, bunu daha yeni yeni yapabiliyorlardı. Tabii bu aşamada Microsoft’a gol atmak gururlandırıcıydı.
Birçok Bilgisayar Mühendisliği öğrencisi yapay zekaya ve robotlara çok ilgi duymakta. Bu ve bunun gibi çalışmalara dahil olabilmek için mezun olmayı beklememiz mi gerekiyor? Tabii ki hayır. Ben de başladığımda mezun değildim, 3. sınıftaydım. Ama en iyi zaman 3. sınfın sonu 4.nün başı olabilir. Bu iş için şu ya da bu programlama dilini bilmek değil programlama mantığını bilmek önemli, aynı zamanda da mühendis bakış açısına sahip olmak. Çünkü elinizdeki donanım kısıtlı, robotlar kısıtlı, hafıza kısıtlı doğal olarak en iyi optimizasyonu yapıp varolanları en verimli şekilde kullanmanız gerekiyor ve bunu yapabilmek de mühendislik işi.
Robotlarla uğraşmak nasıl bir iş sizce? Çok zevkli ama oldukça zor bir iş. Çocuk doktoru gibiyiz, rahatsızlıklarının nereden kaynaklandığını çözmek zor. Kontrol edemediğimiz bir çok faktör var ve bu da doğru teşhisi koymayı zorlaştırıyor. Bu işi sevmeden yapamazsınız. Devinim işi, tatiliniz olmuyor, günlerce üstüste geceleyebiliyorsunuz hatta robot köpekleri eve götürdüğümüz de çok olmuştur. Yani çok çaba gerektiren zorlu bir iş robotlarla uğraşmak.
12 yıl içinde dünyanın önde gelen robot etkinliği olan Robocup her geçen sene kurallarını daha da sıkılaştırarak daha iyi, daha üstün özellikli robotlar üretilmesini sağlayacak ve umuyoruz ki 2050’de insanlarla karşı karşıya gelecek olan takımı oluşturacak. Ve öyle görünüyor ki tümüyle kendi başına hareket eden, bağımsız, insansı robotlardan oluşacak olan bu takımı oluşturmak iddialı bir hedef ve önümüzdeki 40 yıl boyunca robot bilimi ve yapay zeka alanında calışan bilim insanlarını oldukça yoracak. 2050’deki musunuz?
hedefe
ulaşacağınızı
düşünüyor
Çocuklar ulaşırlar tabii, biz o zaman 70 küsürlerde dede oluyoruz. 97’de başladı Robocup ve 12 yılda gelinen nokta etkileyici. Çok büyük bir ilerleme söz konusu. Tabii işin içine girdiğinizde aslında insanın ne kadar muazzam bir makina olduğunu da keşfediyorsunuz. Bir çok durumda dengeyi koruyabilmesi bir çok kasın aynı anda çalışması, topa omzuyla göğsüyle vurup tekrar dengeye gelebilmesi ve sadece bir parmağıyla bedenini geriye itebilmesi... 2050 hedefine ulaşmak sadece bilgisayarın değil elektrik, fizik, makina gibi bi çok alanın da beraber gelişmesine bağlı ama ulaşılabilir.
Önceden kullanılan Aibo robotları
Click 2009 Mayıs
|9
Esrarengiz Vadi ve İnsansı Robotlar Berna Arslan Robotların, 19. yüzyılın ortalarında doğmuş Freud’la ne ilgisi olur demeyin. Freud’un, kitabında bahsederek psikolojiye kazandırdığı “Esrarengiz / Das Unheimliche / The Uncanny” terimi bugün insansı robotlar ya da grafikler karşısında duyduğumuz gariplik ve rahatsızlık hissini anlatıyor. Bu rahatsızlık hissimiz “Esrarengiz Vadi”(Uncanny Valley) adı altında tanımlanıyor. Freud’un bu tanımı kullanarak açıklamak istediği duygu “bir şeyin aynı anda hem tanıdık hem de yabancı olma duygusu”ydu. Esrarengiz vadiyi açıklamak gerekirse şu grafikten faydalanabiliriz: İnsansı yüz ifadelerine sahip olan bir robot
Çeşitli insansı varlıkların esrarengiz vadiye göre konumu Burada insanın rahatsızlık duyduğu çeşitli “uyarıcı”ların etkileri görülebilir. Psikologlar tarafından iddia edilen tez ise şu: İnsanın algıladığı obje ne kadar insana benzerse ondan insansı duruş ve davranışlar bekleniyor; bu beklenti karşılanmayınca da ‘bilişsel uyumsuzluk’ (cognitive dissonance) denilen bir his oluşuyor. 10 | Click 2009 Mayıs
Bilişsel uyumsuzluk, iki çelişen fikre aynı anda sahip olmak anlamına geliyor. İlginç bir örnek vermek gerekirse, dünyanın sonunun uzaylıların saldırması ile gerçekleşeceğine inanan bir grubun lideri, bunun belli bir zamanda gerçekleşeceği kehanetini gruba duyurmuş. Ama bu kehanet gerçekleşmeyince, bazı üyeler grubu terk ederken, bazıları dünyanın sonunun gelmeme sebebinin grubun güçlü inançları olduğunu düşünerek grupta kalmaya devam etmiş. Burada birbiriyle uyuşmayan iki fikirden birini seçmek zorunda kalmayı yani bilişsel uyumsuzluktan kurtulmanın iki yolunu görebiliyoruz. Şimdi robotlara geri dönmek gerekirse... İnsansı bir robot gördüğümüzde, bizde de bir ikilik hali oluşmakta ve fikir çatışmasından dolayı gördüğümüzden rahatsız olmaktayız. Bu da genelde korku duymamıza sebebiyet veriyor. Aslında bu korkunun işlenişini birçok roman ve filmde de görebiliriz. En yenilerinden örnek vermek gerekirse, herkesin aşina olduğu Terminatör filmini ve şimdi ekranlarda gösterilen dizisini
söyleyebiliriz. İnsanlığın sonunun insan-makine savaşları nedeniyle geleceği konusunu işleyen birçok edebiyat örneği de var. Bahsettiğimiz olguyu şu videoyu izleyerek gözlemleyebiliriz, bakalım biz de düşüyor muyuz bu esrarengiz vadinin içine: http://tinyurl.com/dl664v.
bir nokta ise, “ölü göz” duygusu. Yani robotun gözlerinde insansı bir bakıştan çok duygusuz bir bakış görmek. Bu duyguyu geçtiğimiz yıllarda vizyona giren Polar Express filminin de uyandırdığı söyleniyor.
Videosunu izleyebileceğiniz robotun mimikleri Bu videoda izlediğimiz insansı robot, karşısındaki insanın mimiklerini taklit ediyor. Böylece, korku, üzüntü, neşe gibi çeşitli duyguların yarattığı mimikleri robotta gözlemliyoruz: Bizim için problem oluşturabilecek başka
Beowulf filmi de esrarengiz vadi yönünden eleştiri alan filmlerden biri.
Beowulf filminden bir karakter Bu eleştirilerin sebebi bu filmlerdeki animasyon-görsel efektli karakterlerin insana çok benzemesi sonucu, insana benzemeyen özelliklerinin ön plana çıkarak izleyiciyi rahatsız etmesi. Robot teknolojisi yeni değil aslında ve hayatın birçok yerinde kullanılıyor. Zaten bizi rahatsız eden de bu değil. Nasıl çamaşır makinesi ile ilgili hiçbir sorun yaşamıyor, hatta icat edene teşekkür ediyorsak; endüstri robotları ya da çizgi film-animasyonlardaki sevimli robotlar ile de bir problemimiz yok.
Click 2009 Mayıs
| 11
İlginç bir detay ise, robot korkusunun Frankenstein korkusu olarak da adlandırılıyor olması. Bu korku, bilimkurgu romanlarıyla tanınan bilimadamı Isaac Asimov (Исаак Озимов) tarafından romanlarında konu edilmiş. Son olarak, sonradan değiştirmeler ve eklemeler yapılmış olsa da Asimov’un robotlar için belirlediği üç kural şunlar: 1. Bir robot, insana zarar veremez, ya da hiçbir harekette bulunmayarak bir insana zarar gelmesine neden olamaz. 2. Bir robot, insanlar tarafından verilen emirleri uygulamak zorundadır, bu emirler 1. kuralla çelişmediği sürece. 3. Bir robot kendi varlığını korumak zorundadır, bu koruma 1. veya 2. kuralla çelişmediği sürece.
Konuyla ilgilenenler için: http://en.wikipedia.org/wiki/Uncanny_valley http://en.wikipedia.org/wiki/Das_Unheimliche http://en.wikipedia.org/wiki/Cognitive_dissonance http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_apocalyptic_and_postapocalyptic_fiction http://en.wikipedia.org/wiki/The_Polar_Express_(film) http://en.wikipedia.org/wiki/Beowulf_(2007_film) http://www.daylife.com/photo/0gt68fHgxz1W3
12 | Click 2009 Mayıs
Merve’yi Tavla Arzu Güneysu Bahar Hilal Yüksel
Türkiye’deki en bilinen yapay zeka uygulamalarından “Merve’yi Tavla”yı geliştiren Botego’nun kurucusu Ekim Nazım Kaya ile görüştük. ( : Compec, : Ekim Nazım Kaya) Girişimciliği ve girişimciyi nasıl tanımlarsınız ve bunların temel gerekleri nelerdir?
bu sorunu daha iyiye götürebileceğini düşünebilen biri varsa girişimciliği mutlaka denemeli.
işi yapabilir. Ve kullanıcılar okumayı sevmediği için en basit bir şeyi bile kutunun üstünden bilgi almak yerine bizi arayıp soruyorlardı. Bu nedenle çok motive olarak çalışabileceğiniz bir yer değil çağrı merkezleri ve sürekli de eleman değişimi olur, üç ayda bir birileri çıkar ve yerine yenileri gelir.
Kendinizden biraz bahseder Girişimcilik için risk almak en temisiniz? mel kuraldır. Bazıları düzenli gelirim olsun ne kadar alacağımı bileyim çok İTÜ Elektrik Mühendisliği mekazanmasam da olur ve yeter ki güzunuyum, 1977 doğumluyum. İTÜ’ye vende olayım der ama girişimci insan Sizin işe yaradığınız hissede1996’da girdim. Birinci sınıftayken bilmeniz için orada gerçekten zor böyle demeyen insandır. Mesela bir sermaye koymak zorundasınız ve kay- Turk.Net Çağrı Merkezinde çalışmaya sorular gelmesi lazım. Rutin sorular başladım. İnternetin Türkiye’ye ilk betme riskini göze almak sizi sıkıyor. Fikir de aslında durumundasınız çünkü “Girişimcilik için risk almak en temel oradan çıktı. Rutin soruları hiç bir girişimcinin başarılı web’de kendi kendine kuraldır.” olacağına dair bir garantisi yanıtlayan bir sistem olsa ve yok. bize sadece adamakıllı sorular gelse düşüncesinden. Kritik dönemlerde kritik karar- geldiği zamanlardı. Merve sadece bizim ürünümüzün neler Çağrı merkezleri kavramının yapabileceğini gösteren bir karakter. lar almak gerekebiliyor. Hem ürettiğiniz yeni yeni hayata geçtiği bir dönem ürün veya servis neyse onunla ilgili olduğu için her bir operatörün sohem rakipleriniz varsa pazarda yer eBotego olarak yaptığınız işlerden rumlu olduğu bir alan vardı. Örneğin, dinmekle ilgili önemli kararlar alabilibiraz daha detaylı bahsedebilir yor olmak ve doğru kişilerle tanışıyor bir kullanıcı evinde Apple kullanıyorsa, misiniz? olmak önemli ve bunların hepsini ya- Turk.Net’te de Apple’dan sorumlu pabilmek asıl olarak bir motivasyon bir çağrı merkezi operatörü oluyordu “Intelligent agent” diye bir meselesidir. Yani çok reddediliyorsunuz çünkü insanlar çok farklı bilgisayarlar kullanıyorlar ve servis sağlayıcılarıyla kavramı yakında çok sık duyacaksınız. ve çok olumsuzluklar yaşıyorsunuz. yaşadığı sorunlar dolayısıyla çok farklı Web 2.0’ı duymuşsunuzdur mutlaka, Bunlardan yılmamak ve sabırlı olmak oluyor. Eğer Apple kullanmamışsan ve kullanıcının katkısıyla gelişen içeriği gerekiyor. onun eğitimini almamışsan bunu bil- ifade ediyor bu kavram. Youtube, FaBu özelliklerin bir arada men mümkün değil. Çağrı merkezi o cebook… Hepsinin içeriğini biz dolbulunması her zaman çok muhtemel zaman on kişilik küçük bir ekipti ve duruyoruz ve başkaları bu işten milbir şey değil özellikle girişimciliğin amatörce yürüyordu işler. Tam bir yarlar kazanıyor. Web 2.0’ın eşleştiği çok yüceltilmediği ülkelerden olan uzmanlaşma yoktu bu anlamda. Ve şey bu noktada kullanıcılar tarafından Türkiye’de. Bu nedenle içinde böyle aslına bakarsak hepimiz üniversite oluşturulan içerik oldu. Bot, bir süreci dürtüleri olan biri varsa o girişimciliği öğrencisiyiz ve hem zeka hem eğitim otomatik değiştiren yazılımların genel mutlaka denemeli diye düşünüyorum. anlamında çağrı merkezi için de over- adı. Mesela Google’ın milyarlarca web Günlük hayatta karşına çıkan bir so- qualified durumdaydık. Çünkü gerekli sitesi var ve bunları indeksleme işi elle runa üretebileceği çözümü olan veya eğitimi aldıktan sonra herhangi biri bu yapılamayacak bir iş olduğu için crow
Click 2009 Mayıs
| 13
bot adı verilen yazılımları kullanıyor ve her gün milyonlarca web sitesini bu sayede kolayca indeksliyor. Bizim yaptığımız iş sohbet eden yazılım yani Chat Bot üretmek. Botego’nun adının anlamı da “ego sahibi, kuvvetli bot”tan geliyor çünkü her gün bir önceki günden daha gelişmiş oluyor. Sözcük ve sözcük gruplarını tanıma meselesi… Bu arada Yapay Zeka’nın tanımına bakmak gerekiyor. Wikipedia’da “Yapay Zeka”nın altında iki başlık var: Biri “Güçlü Yapay Zeka” diğeri “Zayıf Yapay Zeka”. “Güçlü Yapay Zeka” denen şey, Yapay Zeka denilince akla gelen şey aslında. Yani akademik bir arkaplanı olan, sinir ağlarına kadar giden, üzerinde doktora tezleri yapılan ve hala insanla karşılaştırılamayacak kadar geri bir noktada olan bir alan. Kısacası karar verme sürecini işleten herhangi bir cihaz: bu yazılım da olabilir, robot bir donanım da olabilir. Yazılım olarak algoritmaların üzerinde var olan bir şey, yani aslında düşünme gibi bir şey yok diyebiliriz. Yapay Zekayı yapay zeka yapan şey de öğrenmek olduğu için “Güçlü Yapay Zeka”yı diğerinden ayıran şey kendi kendine öğreniyor olması. Merve ticari bir web sitesinde ürünlerin tanıtımı yapan bir karakter. Siz Merve’ye insanların bir şey öğretmesini izin verirseniz, insanlar küfür öğretir. Bu yüzden, bir şirketi temsil eden bir ortamda böyle bir şeye tahammül edilemeyeceği için biz “Zayıf Yapay Zeka” teknolojisini kullanıyoruz. O da editörlerimiz tarafından bazı kelimelerin “tag”lenmesi yani o terimlerin tanınması, Facebook’ta resim taglemek gibi ve bu çok daha kolay diğerine göre. Diğerini biz kendi birikimimizle yapamazdık. Facebook’ta resim taglediğinizde Facebook artık o resmin o bölgesinde olan kişiden haberdar oluyor. Editörlerimizin yaptığı iş de “Bu kavram bu kelimeyle ilişkilendiriliyor.” demek. Tanımak zorunda olduğumuz bir kelime grubu var ve her üründe bu grup değişiyor. Örneğin “Merve’yi Tavla”da kız tavlamak içeriği ile ilgili bir senaryo yazdığınızda bunu tanıyor. Merve’ye gidip Everest’in yüksekliğini sorarsanız onu bilmez, ilgilenmez ve konuyu değiştirir çünkü orada öyle bir içerik yok.
14 | Click 2009 Mayıs
Türkiye’de bu işi yapan başka bir ticari şirket yok. Çıkacaktır mutlaka ama henüz rastlamadık. Rekabete kesinlikle karşı değiliz hatta bizim denemeyanılma sürecinde yaşadığımız bir sürü zorluğu diğer bir firma ürünlerimizi inceleyerek aşacak bu sorunları. Bu işler böyledir, ilk çıkan firma her zaman zorlanır. Ancak kodumuzu görmeden de ulaşabilecekleri sınırlı. Bizim de onlardan öğreneceğimiz çok şey olacaktır mutlaka. Sözcük birikiminden bahsedelim. Bu işte ilk olmaktan neden bahsettim? Yurtdışında bu işi yapan pek çok firma var. Bunlardan en önemlisi Colloquis’ü Microsoft 2006’da satın aldı. Ama bu ürünü geliştirirken sadece
Gerçekten tavlamak için insanlar birçok kez deniyorlar mı? Evet, bu yüzden tavlanamaz şeklinde yaptık. Aralıksız dört saat sohbet eden var Merve’yle. Tavlanabilir hale getirmek bizin için problem değil ancak stratejik olarak tercih etmiyoruz. Arka arkaya hiç kızdırmadan, konuyu değiştirmeden ya da küfretmeden belirli bir puana ulaşırsan bir ödül verilebilir ama yapmamayı tercih ettik. Merve ilk olarak nasıl çıktı? Bunun cevabı ilginç. Yemeksepeti ilk
“Her bot’un bir gelişme süreci var, doğal bir evrimden geçmek durumunda çünkü insanların ona neler soracağını bir yere kadar öngörebilirsiniz.” algoritmayı yazmak yeterli değil çünkü içeriği oluşturan şey o dili konuşabilen editörler. Örneğin, bir algoritmayı yazdınız ve ürünü koydunuz. Ama vereceği cevaplar ortada yoksa ona ne sorarsanız sorun cevap veremez. Dolayısıyla Türkçe bilen insanların bunun içeriğini doldurması gerekiyor. Türkçe’de biz bu anlamda uzmanlık sahibiyiz. İlk müşterimiz Yemeksepeti olmuştu. Türkçe’de 40.000 sözcük var, veritabanımızda sadece “A” ile başlayan kayıtların sayısı 60.000’den fazla. Bunların bir kısmı harflerin birkaç kez basılması ya da imla hatalarını içeren kayıtlar ama çoğu anlamlı kelime. İki tane patern var: mantıksal ve fonetik. İkisinin kesişim kümesini aldığınızda şöyle bir kelime seti oluyor: Mesela “Merhaba”nın 20 farklı yanlış yazılışına dair bir küme. Örneğin Google’da arama yaparken “Şunu mu demek istediniz?” diye bir seçenek çıkması çok fazla arama yapılması sonucu oluşan kaynak sayesinde oluyor. Bizde Merve’nin tavlanılmamasının sebebi de bu. Ne kadar çok sohbet edilirse o kadar çok birikime sahip oluyoruz, bunlar bizim için çok büyük bir kaynak. Şimdiye kadar beş milyondan fazla diyalog gerçekleşti. Sırf bu bile ne kadar büyük bir birikim olduğunu gösteriyor. Bir kişi bir kez sohbet etmiyor, diyalog sayısı çok fazla bu nedenle.
müşterimizdi. Şirket, Mart 2007’de kuruldu ve Kasım ayında Yemeksepeti’ne satış yaptık. Yemeksepeti’nde “Canlı Yardım” var, belki kullanmışsınızdır, siparişinizle ilgili soruları Çağrı Merkezi ile görüşebileceğiniz bir sistem. Siteye üye olmayanların Canlı Yardım’ı meşgul etmemeleri için bu butonla Botego’ya yönlendiriliyorlar. Bu şekilde mesaiden tasarruf sağlanıyor. Müşterilerimize sağladığımız şey bu: tasarruf ve müşteri memnuniyeti. Bot kullanıcıyı her seferinde farklı bir isimle karşılıyor, Ayla, Burcu gibi. İnsanlar üyelikle ilgili sorular soruyorlar. Ancak bir kısmı da oradaki kız isimlerini görünce asılmaya başladılar karaktere. Bu Yemeksepeti’nin hoşuna gitmedi ve bot’un ismini Robotcan’a çevirdiler. Biz de bu alanda bir boşluk varsa bunu biz dolduralım diyerekten Merve’yi ortaya çıkardık. Merve’nin tanıtımı yapılmadı, kulaktan kulağa yayıldı. İlk başta ben sadece 20 arkadaşıma yolladım, çok sınırlıydı içeriği o zaman. Her bot’un bir gelişme süreci var, doğal bir evrimden geçmek durumunda çünkü insanların ona neler soracağını bir yere kadar öngörebilirsiniz. Birileri küfredecek, birileri iltifat edecek ama o çerçevenin dışına çıkıyor insanlar ve “Nasıl bir içerik koyalım ki insanları çekebilelim?” sorusuna da yine insanlar cevap veriyor. Sadece küfürlere cevap verebiliyordu. Arkadaşlarıma gönderdikçe gördüm ki yemeğe çıkarmak isteyenler oluyor, MSN adresini soranlar oluyor ve böyle-
Merve ile başlangıç halindeki konuşmamız likle gelişti. Ama biz toplamda üç ay mesai ayırdık, Merve’yi açalı bir sene oluyor ve ondan beri hiç dokunmadık. Para kazandıran bir şey olmadığı için kendi müşterilerimize yoğunlaştık. Yurtdışında başka şirketler benzer ürünleri kampanyalarında kullanmış, perakendecilikten sinemaya. E-Bay 30’ u, dört milyon insana sitelerinde tanıtmışlar. P&G’nin sitesinde 300 bin farklı kullanıcıyı sitelerine çekmişler; bunun gibi istatistikler var. Aslında Merve’nin de sahiplendiği bir sponsor firması olsaydı o da böyle bir fayda elde edebilirdi; çünkü ürün tanıtımı yapabilirdi diyalog sırasında. Benzer bir şeyi sonra Tefal için yaptık; mesela Tefalramazansohbeti.com diye bir site yaptık bundan önceki seneki ramazanda. Burada bir karakter yok ama ev kadınları sohbet ediyorlardı bu bot‘la; yemek tarifleri alıyorlardı; püf noktaları, leke çıkarma gibi… O sırada Tefal ürünlerini tanıtıyordu. Her gün de bir kişiye bir Tefal ürünü hediye edildiği için, insanlardan profil ve iletişim bilgisi almak da mümkün oldu. Hediye kazanmak istiyorsanız e-posta adresi ve cep telefonu bilgilerinizi verin dediğimizde, yirmi binden fazla kişi verdi bilgilerini. Bu da ticari olarak kullanıma güzel bir örnek aslında, Merve’yle de böyle bir şey yapılabilirdi. Dört tane gazetede haber oldu bu Botefal ürünü. Google’ da Botefal ‘i aradığınızda 9730 sonuç çıkıyor. Bu da sitelerde, forumlarda insanların birbirlerine, Merve kadar olmasa da, Tefal’in botunu da tanıttıklarını gösteriyor. Kulaktan kulağa yayılma sözlükler
aracılığıyla da oluyor. İtüsözlük’ün kurucusu, sahibi bizim yazılımcımız aynı zamanda. 80-20 kuralı diye bir prensip var, mühendislikte mutlaka bir yerde karşınıza çıkacaktır. Hayatta pek çok yere uygulanabilen bir şey bu. Mesela bir çağrı merkezinde müşterilerin yüzde 80’inin sorduğu soru, o çağrı merkezinin veritabanındaki yüzde 20’yi teşkil eden sorular; “İnternete bağlanamıyorum” veya “Borcumu ödedim, hattım açılmadı” gibi. İnsanların yüzde 80’i sırf bu kısıtlı alandaki soruları sorar sürekli. Sen o yüzde 80’in hangi içeriği aradığını keşfedersen, geriye sadece kalan yüzde 20’yi tatmin etmek kalıyor. Bu da gittikçe doyuma ulaşan, eğimi azalan bir eğri aslında. Belli ki, burcunu, takımını, nereli olduğunu soracaklar; bunları öngörmek kolay. Bu çerçevenin dışına çıkmaya çalıştıkça insanlar, biz de cevaplanamayan soruları görüp onları da ekledikçe, çerçevenin dışına çıkmak gittikçe zorlaşır hale geldi. Yaptığınız bu çalışmalar sizi daha tanınır hale getirmiş olmalı. Birçok yerde haber olduk. Kurulduğumuz yıldaki bütçemizle elde edemeyeceğimiz bir PR(Halkla İlişkiler) çalışması haline geldi bu. Haber değeri olan bir ürün üretmek kolay değil. O ürün kendiliğinden haber olmuyorsa reklam yapmak için para vermek durumundasınız. O da bizim şirketimizin yapabileceği bir şey değil. Şu anda GittiGidiyor yeni televizyon reklamı yapmaya başladı.
Boxer dergisi “Onu tavlasa tavlasa Boxer okuru tavlar” diye bir haber yaptı. Forbes’ta Eylül’de iki sayfa ayırmışlardı bize ürünü tanıtan. FikriTakip diye bir köşe var, daha önce tanıttıkları firmalar şimdi neler yapıyor, ondan bahseden; iki ay sonra işte oraya Merve de girdi. Merve’nin farklı yüz ifadeleri var; küfür ettiğinizde kaşlarını çatıyor, iltifat edersen gülümsüyor, öpücük gönderiyor. Google’da “Merve’yi Tavla“ yazınca 20300 tane sonuç çıkıyor, yani bu 20300 sayfada Merve’yi Tavla uygulamasına atıfta bulunulmuş; ya link verilmiş ya da bahsedilmiş böyle bir şey var diye. O kadar çok sitede bize link var ki, “Merve” yazdığınızda Google’a, 5 milyon sonuç arasından ilk sırada Botego.com çıkıyor. Bizim Merve’yle bu ürün dışında bir ilgimiz olmamasına ve bizden daha ünlü Merve’ler olmasına rağmen, onları geçmiş durumdayız. Peki Merve ismi nerden geldi? İlk akla gelen, Türkçe karakter içermeyen, kolay bir isim. Ama ondan sonra ben Cem Yılmaz’ın reklam filmlerinde de, bir Çokobar reklamında da var, kızın adının Merve olduğunu gördüm. En az dört tane reklamda kızların adının Merve olduğunu fark ettim. Herkesin aklına ilk gelen isim. Ekşi sözlükte 300’den fazla entry var, hiç Click 2009 Mayıs
| 15
birini biz girmedik. İnsanlar hep kendi yaşadıkları diyalogları paylaşıyorlar. Şimdi ticari olarak neler yaptığımıza bir örnek göstereyim. TTNet sitesinde “Bilge” diye bir karakterimiz var. Bilge’ye TTNet’ in ürün ve hizmetleriyle ilgili sorular sorabiliyorsunuz. Mesela “Bana en yakın Telekom İl Müdürlüğü‘nü öğrenmek istiyorum.” dediğinizde “Hangi il ve ilçede ikamet ediyorsunuz?” diye soruyor. “İstanbul, Avcılar” yazdığınızda oranın adresini veriyor. Asıl amaç bu yani, bilgi almak. Sadece eczane değil, her şeyi sorabileceğin bir Bot fikrimiz var. Ama biz her konuda içerik yaratamayacağımız için, içerik ortaklarıyla birlikte çalışmak gibi bir planımız var. Yani, “Televizyonda akşam ne var?” veya “Hangi filmler vizyonda? Hangi kitabı alabilirim?” gibi her şeyi sorduğunuz, yanıtları da bu içerikleri sunan sitelere yönlendirilerek aldığınız; yani eczane sorarsanız, hangi semttesiniz, buna göre nöbetçi eczaneleri söyleyen siteden içerik… Onlar zaten kendi sitelerini güncelledikleri için, bizim tek yapmamız gereken o içeriğe ulaşan kodu yazmak. Bu durumlara GSM şirketleri bozuldu mu? Kontörle yapılan işlemler bunlar sonuçta. GSM’ in yaratabileceği bir artı değer var aslında, onu daha yapmadılar ama. Hangi baz istasyonuna bağlı olduğunu tespit edebileceği için, bir metrelik bir yanılma payıyla “Size en yakın eczane şurada” da diyebilir GSM; o konuda biz ona rakip olamayız. Ama şu an bunu yapmıyorlar. “Modem ayarlarımı yaptırmak istiyorum.“ diyor müşteri. TTNet’in kampanya çerçevesinde dağıttığı birkaç modem var, onların listesini veriyoruz, oradan seçiyor veya “Modemim bu listede yok” da diyebilir. Tabi bunu evden yapmayacak, daha önce işten veya ofisten yapmalı ki, modemini kurabilsin. Adım adım, o ekran görüntülerini vererek ne yapılacağını anlatıyor. “Hangi kampanyalar var?” diye sorduğunda, hem cevabı veriyor, hem de sitede arka planda o konuyla ilgili sayfayı açıyor ki, gezinme kolaylığı olsun. Çünkü biliyorsunuz, neden bilmiyoruz ama hiçbir kurum sağlık sitesinde arama motoru düzgün çalışmıyor. Bir şey aradığınızda ilgisiz şeylerle karşılaşıyorsunuz.
16 | Click 2009 Mayıs
HepsiBurada için bir ürün hazırlıyoruz, onu da birkaç ay içinde göreceksiniz. Ürünlerle ilgili soru sorup cevap alabileceğiniz bir şey olacak. O da böyle canlı bir kişiymiş gibi mi olacak? Onlar tercih edecek, bir tip yapacak mıyız yapmayacak mıyız şu an bilmiyorum, biz şu an içerikle ilgileniyoruz. Şimdi, girişimciliğe tekrar dönersem, bir sorun tespit etmiş durumdayız. Otomatik olarak gerçekleştirilebilecek bir süreci insanların yapması verimsizlik, çok basit bir soruyu web sitesinde yanıtlamak gibi. İnsanlar genelde çağrı merke-
sitesinde veya MSN’de yanıtlarsa bunlar, hem kullanıcıları memnun eder, hem de şirketlere tasarruf sağlayan bir çözüm üretmiş olursunuz. Biz de bu boşluğu gördük ve burayı Türkiye’de doldurmuş durumdayız. Bunun ileride konuşan versiyonu da yapılabilir mi? Söylediklerini bilgisayarın anlayabilmesi ve sonra sana sesli olarak dönmesi de güzel bir şey. Bunu yapan şirketlerle temas halindeyiz biz; Speachout var, Sestech var. Hatta onlara Merve’nin cevaplarını gönderdik, seslendirsinler ki Merve sesli hale gelsin diye. Daha yapamadık o pilot çalışmayı. Amerika’da şu an zaten çağrı merkezi yazılımlarının çoğu ses tanıma üzerine
“Kelimeleri tanıyabilen bir teknoloji yaparsanız, soruları web sitesinde veya MSN’de yanıtlarsa bunlar, hem kullanıcıları memnun eder, hem de şirketlere tasarruf sağlayan bir çözüm üretmiş olursunuz.” zlerinin numaralarını da artık internetten öğreniyor. İnternet erişimin varsa, şirketin sitesine giriyorsun. Ama çağrı merkezini öğrenmek için TTNet’in web sitesine girdiğinde, orada Bilge karakterini görüp, ona tıklayıp da cevabı almak daha çok işine gelir herhalde. Bu kullanıcıya hem maliyet yaratmıyor, hem kuyruk beklemediğin için sinirlerin bozulmuyor, daha çabuk ulaşmış oluyorsun. Şirket tarafında da, bizim çağrı merkezinde harcadığımız her saniyenin şirkete bir maliyeti var, hem insan, iş gücü anlamında hem de telekomünikasyon altyapısı bakımından. Çünkü 444’lü bir numarayı aradığınızda, Anadolu Yakası’ndan veya başka bir şehirden aradığınızda, şehir içi bedel ödüyorsunuz ya, aradaki farkı TTNet ödüyor. Yani Ankara’dan siz TTNet çağrı merkezini aradığınızda, Ankara’yla İstanbul’daki görüşme bedelinin farkını TTNet Türk Telekom’a ödemek durumunda. O yüzden bayağı maliyeti var. Her arama, yani günde 50000 çağrı alıyorsa, bunu siz binde bir kadar azaltsanız bile ciddi bir tasarruf sağlamış olursunuz. Kelimeleri tanıyabilen bir teknoloji yaparsanız, soruları web
çalışıyor. İnsanlar tuşlamayı sevmiyorlar. “Hesap açtıracağım” veya “Havale yaptıracağım” dediğinde onu anlayıp ilgili agenta yönlendiriyor seni. Sonuçta bunların hepsini okuduğunuz için ve başlarda mutlaka çok zevkli olmuştur. Milyonlarca insan giriyor diyorsunuz, ilginç şeylerle karşılaştınız mı hiç? Aslında onun için en iyisi Ekşi Sözlük‘teki son sayfalara bakmak Merve’yi Tavla başlığındaki. Merve’yi Tavla başlığının en başından başlayıp sonuna kadar giderseniz, ürünün nasıl geliştiğini de orda görüyorsunuz. Başta çok sıradan hatalar yapıyor, son sayfada çok ilginç şeyler var gerçekten. Bir ara sürekli bu diyalogları okuyup kahkaha atıyorduk ofiste. İlk aylarda öyle zamanlar geçirdik, çok eğlendik. Şu an aklımda yok maalesef çok zaman geçti. Bundan başka üzerinde çalıştığınız başka konular var mı? Bir diğer mesele var, internette gördüğümüz bir soruna ilişkin daha temel bir şey. En iyi arama motoru
Google, çünkü aradığımıza yakın sonuçlar getiriyor ve bunu hızlı yapıyor. Ama onun da çözemediği bir şey var, ya da şimdilik çözemediği diyelim. Biz Google’da nasıl arama yapmamız gerektiğini bilmek durumundayız. İnternet bulunalı kaç yıl oldu, biz hala insanca birbirimize sorarken kullandığımız kelime yapısıyla Google’a soru soramıyoruz; anlamıyor bizi, cevap veremiyor. Onu ortaya koymak için insansorar.com diye bir site yaptık. Mesela o ana sayfada gördüğünüz adama karısı demiş ki, “çıpıtçılar çarşısında korniş satan mağazaları bul bana”. Google benzeri bir arayüz yaptık burada, o da böyle yazmış bu şekilde, hiçbir sonuç çıkmıyor tabi. “Hanım istedi ama mağazaları bu şekilde bulmam imkansız” diyor adam. Google’ın, eğer içinde bilgi varsa bu şekilde sorduğumuzda da o bilgiyi ulaşılır hale getirmesi lazım, kendi algoritmasını. Bunu için uğraşıyorlar ama henüz o noktaya gelmedi. Başka bir örnek vereyim. “Fenerbahçe’nin son bir yıl içinde ligde uğradığı yenilgiler” diye arıyoruz. 1350 sonuç çıktı, ama bu bilgi internette mutlaka var değil mi, siz onu bir yerden derleyerek bulabilirsiniz, bütün maç sonuçları yazıyor sonuçta. Ama birisi onu bu başlıkla listelememişse, kendi sayfasına bu başlıkla yazmamışsa bu bilgiyi, Google bunu bulamıyor bu şekilde yazdığınızda. Siz konuya hakimsiniz, nasıl arama yapmanız gerektiğini biliyorsunuz, onun için bu sizi rahatsız etmiyor muhtemelen. Ama bunu ne kadar başarabilirse Google, son kullanıcının kullanması o kadar anlamlı olacak. Çünkü herhangi bir eğitim, birikim gerektirmeden kullanabiliyor olacak interneti. Şu anda daha hızlı yayılmıyor olmasının sebeplerinden biri bu diye düşünüyorum, çünkü herkese hitap etmiyor internet. Kendi çevrenizi, ailenizi de düşünmeyin. Kars’ta kahvehanede oturan adam internet diye bir şeyin varlığını biliyor, çünkü oğlu üniversite sınavının sonuçlarını internetten öğreniyor. Evinde internet var ama hiç kullanmasa bile, Key Ödemeleri diye bir şey çıktı, sadece internetten yayınlandı. “İnternet diye bir şey var, ama ben asla öğrenemeyeceğim” diye düşünüyor elli yaşında bir adam. Onu biraz o karamsarlıktan çıkarabilecek bir şey bu. Çünkü bağlanmak bile bir mesele, ama en azından oğlunun bilgisayarında bağlandığında şu cümleyi yazıp o bilgiye ulaşabiliyorsa, adam internetin delisi haline gelir.
Ama şu an yapamıyoruz bunu. Ona bir şey ifade etmiyor. Birkaç tane örnek verdikten sonra, peki bizim çözümümüz ne, onu ortaya koyuyoruz bu insansorar.com sitesinde. Diyoruz ki, internet sonsuz bilgi okyanusu, tamam, her şey var. Ama okyanusta boğulmamız gerekmiyor. Gerekmemeli diyoruz, şu anda gerekiyor çünkü. İlerde o gün gelecek, Google bu şekilde sorduğumuzda da anlayacak, ama o gün gelene kadar en azından siz kendi müşterilerinize insanca sorabilecekleri bir ürün sunun. Bu tamamen reklam aslında. Bilge’yi koyuyoruz buraya. “Ne haber?” dediklerinde Bilge’ye, o da “İlginize teşekkür ederim, görevim TTnet hizmetlerini sunmak” diyor. “Abonelik kaç para?” diye sorduğunda kullanıcı, onu da anlayıp “TTnet ADSL paketlerinin fiyatlarını açmakta olduğum sayfada görebilirsiniz” diye cevap veriyor. Şu anda TTnet’in sitesinde Bilge olmasa, siz ADSL paketlerinin olduğu sayfayı kendiniz keşfedip açmak durumundasınız. “Kaç para?” da diyebilir, “Ne kadar?” da diyebilir, “Kaç TL?” de diyebilir. Bunların hepsini tanıyor. Gelecekte yaygınlaşacak dedim ya, Radar Networks diye bir araştırma şirketi 1980’lerden 2030’a kadar timeline çizmiş. Diyor ki, 80lerle 90lar arasında bir PC, Windows dönemi vardı, 90lar 2000ler arasında Web 1.0. İlişkilendirilen terimleri etrafına yazmış, HDTP, HDML, groupware, database. Şimdi Web 2.0’ın içindeyiz, 2000le 2010 arasındayız. Bunu diğerlerinden ayıran terimler wikiler, bloglar, RSS, AJAX. Web 3.0’da semantik teknolojilere geleceğiz, o da anlama dayalı demek. Yani kelime tanıma artık işin içine girecek. Dünyada şu an bunun örnekleri var elbette, ama semantik teknolojileri temel alacak olan intelligent agentlar Web 4.0’ın olayı aslında. Ama şu anda çok havada, 2020 ile 2030 arasından bahsetmek çok anlamsız bence. Geçtiğimiz 10 yılda yapılan ilerlemeyi düşündüğümüzde şu anda 2030u görmek imkansız. Çünkü o biraz eksponensiyel değişen bir şey. Onun için bana anlamsız geliyor onu 2020 ile 2030 arası diye tanımlamak. İlerde dönemler böyle 10 yıllık aralıklarla olmayacak, gittikçe o aralıklar da azalacak. Hani
nasıl ÖSS’de 1 puana artık daha çok kişi giriyor. Eskiden ÖYS vardı, o daha geniş bir aralıktı; aynı onun gibi. Deniyor ki, biz 2020’nin teknolojisini şu anda Türkiye’de üretmiş durumdayız bu tabloya göre. Microsoft’la temas halindeyiz biz, hatta geçen aylarda bize dediler ki biz daha ürünü üretmeden böyle bir şirket kuruyoruz, bu MSN’de de insanlarla iletişime girecek diye görüşmeye gittiğimizde, tamam çok güzel yapın görelim falan dediler. Hatta genel müdür yardımcısıyla görüştük Microsoft’un, şu anda Turkcell Genel Müdür Yardımcısı. Bir adam MSN’de bir Türkçe-İngilizce sözlük yapmış, “Onu bile ben ekledim, MSN’deki her şeyi desteklemeye çok açığız” demişlerdi. Geçen aylarda da bir yönetici “Micosoft’un stratejileri arasında 2009’da bu Botlara yaygınlık vermek de var“ demişti. Onun için her ülkede yerel partnerler bulun diye bir talimat aldılar sanırım Amerika’dan. Bizi arayıp “Siz ne durumdasınız, neler yapıyorsunuz, bizle partner olmaya nasıl bakarsınız?“ dediler. Seviniriz, dedik biz de tabi ki. Her şeyi kendileri geliştirmek yerine, bazı şeyleri de almak daha akıllıca oluyor. Çünkü, burada 5 milyon diyalog gerçekleştirilmiş ve bir veri tabanı elde edilmiş. Onların da ellerinde mutlaka var bir şeyler, onların da araması var sonuçta, ama farklı bir amaca yönelik, yani bu amaçla üretilen bir şey yok şu anda ellerinde Türkçe söz konusu olduğunda. Onun için satın almalar yapabiliyorlar. İlerde tabi ki böyle bir talep gelirse satın alma konusun da biz de onu değerlendireceğiz. Şu anda müşterilerimizin sayısını arttırmaya çalışıyoruz. O sorulabilecek içeriği de siz mi belirliyorsunuz? Biz belirliyoruz. Tamamen yönetilen bir servis olması gerekiyor iş çıkarmamak için firmaya. Gidip kendi sitelerinden soru cevapları ayıklıyoruz. Sonra diyalogları okuyup istediğimiz gibi gidiyor mu bakıyoruz. Kolay bir iş değil yani. Editör sayımızın sürekli artması lazım. Şu anda 6 kişiyiz. Şimdiki müşterilere yetişiyoruz ama. Türkiye Ekonomi Bankası var, Avea ve Türk Telekom var şimdiki müşterilerimiz arasında. arada.
Ben yazılım bilmiyorum bu
Click 2009 Mayıs
| 17
Evet, ben oraya değinmek istiyorum. Yüksek lisans? Yüksek lisansı Amerika’da MIS’te (Yönetim Bilişim Sistemleri) yarım bırakıp döndüm, sonra veri tabanı dersi falan aldım da yazılım gerçekten bilmiyorum. C aldım İTÜ’de, bir de Fortran77.
yapılabilir bakışına sahibim. Şunu yapalım dediğimde yapılmasını istiyorum. Oturup koda odaklanıyor olsam, ürün geliştirme konusunda belki o bakışa sahip olmayabilirim, kendimi sınırlamış olabilirim.
olan
Soyut olmasın, bu mühendislik yaklaşımının nasıl uygulanabileceğine bir örnek vereyim. Merve’de biz soruları iltifat, küfür, hakaret, davet, veda diye grupladık. Bunu yaptığımızda şunu yapma olanağımız oluyor, kurallar tanımlıyorsunuz. Vedadan sonra konuşmaya devam ederseniz “Ne oldu, gidiyordun, vaz mı geçtin?” diyor ve bu kullanıcıyı şaşırtıyor. Küfür ettikten sonra iltifat edersen “Kaba adam gitti, yerine başkası mı geldi?” diyor. Bu çok basit bir şey aslında. Bu soruları gruplamak ve bu kuralları tanımlamak çok kolay. Ama bu yaptığında kullanıcı da yarattığın algı bunun çok üzerinde bir şey. “Aa bu beni anlıyor, insan gibi…” dedirtiyor. Mühendislik bu açıdan güzel bir şey.
Dışarıdan bakmanın avantajı da var, çünkü neler yapılabileceğinin sınırını bilmediğim için her şey
Biz 3 aydır, 1 yıl boyunca sürekli mesai ayırmış olsak çok daha başka bir şey olurdu. Asla aynı cevaba 2 kez rastlamazdınız. Dedin
Ben yazılım şirketini yönetiyorum ve bu işten para kazanmaya çalışıyorum ama kendim yazılım bilmeden. Proje yönetimi diye bir şey var, yaptığım şey tam olarak o aslında. Hatta sorunlar oluyor yazılımcımızla aramızda. Şöyle bir özellik ekleyelim diyorum, onu yapamayız abi diyor, yazılım bilmediğimi bildiği için. Ama ben onu bir şekilde formüle ediyorum, sonunda yapılabildiğini görünce o da tatmin oluyor kendi yaptığı işten. Sanırım bunda MIS’le geçmişinizin de bir etkisi vardır.
18 | Click 2009 Mayıs
ya çok uzun süre yaptığında tekrar rastlıyorsun, çok gelen bir şeyse, mesela “ne haber?” e bir sürü cevap var. 10 tane, 20 tane cevap vardır, o çok sık geldiği için onun cevabı çok olmak durumunda. Az gelen bir şeye daha az cevap hazırlayabiliyorsun, çünkü tekrar rastlaması ihtimali çok yüksek olmuyor. Bir noktadan sonra mesai ayırmayı bıraktığımız için 3 aylık halinde kaldı aslında şu anda. Bu kadar çok ilgi göreceğini düşündünüz mü başta? Haber değeri olduğunu biliyorsun ama onun nereye gidebileceğini bilemiyorsun. Ekşi sözlükten yayılacağını biliyordum. Ama Merve yazınca ilk sırada gelmesi farklı bir şey oldu. Bizim elimizde olan bir şey değil, tamamen bizim dışımızda gelişen bir süreç. Bu bilgilendirici ve keyifli sohbet için teşekkür ederiz.
BEYİN FONKSİYONLARININ SES DALGALARI İLE KONTROLÜ Arzu Güneysu Araştırmacılar beyni kontrol etmek için insanın işitemeyeceği frekanstaki ses titreşimlerini (ultrason) kullanıyorlar. Ultrason dendiğinde aklımıza gelen ilk şey rahimdeki bebeğe bakmak için kullanılan cihazdır fakat Arizona State Üniversitesindeki araştırmacılar bunun için çok farklı bir kullanım geliştirdiler: kafatasının dışından beyin aktivitelerinin kontrolü.
sistemi aktivitelerinin kontrolü için yeni sinir sistemi uyarıcı metotlar geliştirme üzerine araştırmalar yapıyorlar. Şu an kullanılan Vagus siniri uyarımı (Vegal Nerve Stimulation) ve şiddetli beyin uyarımı (Deep Brain Stimulation) etkili yöntemler. Örneğin Vagus siniri uyarımı depresyon gibi psikiyatrik bozuklukların ve epilepsi hastalığının tedavisinde, şiddetli beyin uyarımı ise Parkinson hastalığının ve diğer sinirsel
Arizona State Üniversitesi’nde asistan profesör olan William J. Tyler bu tekniğin geliştiricilerinden biri ve bir gün ultrasonun, fizikçilere, sinirsel implant (cilt altına yerleştirilen hormon ya da tabletler) yerine harici aygıtları kullanma olanağı sunacağını söylüyor. Kasım ayında Tyler ve ekip arkadaşları düşük güç ve frekanslı ses titreşimleri kullanarak yaşayan bir fare üzerinde deneyler gerçekleştirdiklerini belirttiler. Deneylerde farenin kafatasının dış kısmından beynin belirli bölgelerinin uyarılmasıyla istemsiz hareketlerde yavaşlama sağlanmış.
ve psikiyatrik rahatsızlıkların tedavisinde kullanılmakta. Fakat Vagus sinirinin uyarımı ve şiddetli beyin uyarımının ikisinde de cerrahi bir müdahale söz konusu ama cerrahi müdahale riskinin bertaraf edilmesiyle sinir uyarımlarının kullanılabilirliği artabilir.
Dünyada 2 milyardan fazla sinir sistemi hastalığı var ve bu sebeple bilim adamları ve mühendisler sinir
SENSÖRLÜ KASKLAR Kasım ayında Tyler ve ekip arkadaşları düşük güç ve frekanslı ses titreşimleri kullanarak yaşayan bir fare üzerinde deneyler gerçekleştirdiklerini belirttiler. Deneylerde farenin kafatasının dış kısmından beynin belirli bölgelerinin uyarılmasıyla istemsiz hareketlerde yavaşlama sağlanmış. Beyin fonksiyonlarını doğrudan yönet-
meden önce metabolik aktivitelerin hızının düşürülmesi ultrasonun bazı olası uygulamalar için kullanılabileceğini gösterdi. Bunlardan biri başın yaralanması gibi bir durumun dakikalar ya da saatler sonrasında oluşabilecek travmaya bağlı kan akışının ve hücre ölümlerine sebep olan biyokimyasal reaksiyonların yavaşlatılması.
Örneğin patlamayla kafası üzerine düşen bir asker veya kafa kafaya çarpışan iki oyuncu düşünün. Tyler bu kişilerin başlarındaki kasklarda beyin sarsıntısına sebep olabilecek güçteki darbelere karşı duyarlı bazı sensörler olduğunda ve bunlar uyarıldığında kaskın içine yerleştirilmiş ses titreşimi dönüştürücülerinin otomatik olarak çalışıp beynin metabolik hızını yavaşlatabileceğini ve hücre ölümlerini engelleyebileceğini söylüyor. Kaynaklar: h t t p : / / w w w. s p e c t r u m . i e e e . o r g / jan09/7097 http://researchmag.asu.edu/2008/12/ good_vibrationssound_brain_hea.html
Click 2009 Mayıs
| 19
SANAL AŞK
20 | Click 2009 Mayıs
Click 2009 Mayıs
| 21
ALICE VE BOB, PEKİ YA EVE? JALE DİNLER
Kriptoloji,
çok basitçe bilgi saklamak olarak açıklanabilir. Günlük hayatta yakın bir arkadaşla yapılan şifreli dedikodular kriptolojiye örnek olarak verilebilir ama olay o kadar da basit değil. Bir bilgisayar/matematik bilimi ne zaman basit olmuştur ki zaten? Kriptoloji başlangıçta matematiğin bir alt dalı olarak çıkmış ancak teknolojinin ilerlemesiyle daha çok bilgisayar biliminin alt dalı olarak düşünülmeye başlanmıştır. Aslında modern kriptoloji algoritmaları geri planda ileri seviyede cebir, sayı teorisi hatta olasılık barındırır. Algoritmaların temelindeki matematiği anlatıp da ortamı
germek istemiyorum (Aslında anlatmak istiyorum da kendimi tutuyorum, evet ben matematiği seviyorum!). Ben bu yazıda daha çok dedikodu yapmak istiyorum. Evet, az sonra kriptolojinin mitolojik kahramanları Alice, Bob ve Eve hakkındaki tüm gerçekleri öğreneceksiniz! Alice ve Bob hikayemizin ana karakterleri, Eve ise 3. karakter olmaya mahkum edilmiş sadece fazla meraklı minik bir kız (Minik midir bilmem, sempatik olsun diye öyle dedim). Alice’in tek gayesi Bob’a şifreli mesajlar göndermektir şu hayatta ve bir tek dileği vardır: Bob mutlu olsun yeter değil tabii ki, mesajlar sağ salim gitsin de Bob’a, gerisi mühim değil. Ama Eve onları rahat bırakmaz. Bir atmaca gibi Alice’in gönderdiği mesajların izini sürüp mesaj Bob’a ulaşmadan, araya girip mesajın şifresini kırmaya çalışır ve içeriğini değiştirmek ister hep. Bir gün olsun rahat bırakmaz onları. Amacı nedir bilmeyiz hiç ama Eve’i böyle sevdik, kabullendik artık. Alice ve Bob artık paranoyaklık seviyesine ulaşmışlardır bu durum yüzünden ama haklı değiller midir zaten? Alice ve Bob’un bu duruma bir çözüm bulması fazla uzun sürmez ve kriptoloji burada devreye girer. Kriptolojinin has adam anahtarları atlamamak lazım bu devrede. Çok iş yaptığını sanan algoritmalar anahtarsız bir hiçtir aslında Anahtar olmadan alıcı şifrelenmiş metni deşifre edemez, algoritma tek başına bir halt edemez.
22 | Click 2009 Mayıs
Neyse algoritmaları çok da yerin dibine sokmadan (ne de olsa yardımdan kaçınmazlar, görev adamıdırlar) hikayemize devam edersek, Alice ve Bob yeni bir yöntem keşfederler “ciniyıs1” Diffie ve Hellman amcalar sayesinde: Açık anahtarlı şifreleme2! Alice, Bob’a elindeki anahtarı vermeden, şifrelenmiş mesajı yollar ve Bob da mesajı kendi anahtarıyla çözer. Bu iş belli algoritmik süreçlerden geçer tabii, aldım verdim, senin şifren, benim şifremle bitmez ama o konulara hiç girmeyeceğimi söylemiştim. Neyse olan Eve’e olmuştur ama azimlidir Eve, bir süre için kalbi kırık dolaşır ama dönüşü muhteşem olacaktır, bir dahaki hikayenin başrol oyuncusu olmaya kararlıdır.
Alice ve Bob bilgisayar dünyasını o kadar etkilemiştir ki bazımızı şair yapmıştır. Bu çıldırmaya müsait bünyelerden birini hakikaten çıldırtmıştır. Amerika’nın güzide üniversitelerinden “Purdue University”de doktora yapan “Armand Nabi” adlı arkadaşımız olaya fazla dramatik yaklaşıp “Alice and Bob” adlı bir şarkıya imza atmıştır. Müziğini “Nerdcore” olarak tanımlayan “Nabi”nin sahne adı “MC Plus+”tır. Kimbilir bir gün hit olur da bir yandan cep melodisi yapar bir yandan da “Alice and Bob” diye avaz avaz bağırarak şarkıyı söylerken çılgınlar gibi de dans ederiz. “MC Plus+”ın da dediği gibi: .... You think no one will see what it is, you believe? But you should never forget, there’s always an Eve... 1 İngilizce genius, Türkçe meali dahi 2 Şifreleme ve deşifreleme işlemlerinde birbiri ile arasında matematiksel bir ilişki olan iki farklı anahtardan faydalanılan sistemdir.
-Kriptoloji ile ilgili her şey için: http://www.ridex.co.uk/cryptology/ -Ulusal kriptoloji semineriyle ilgilenenler: http://www.iam.metu.edu.tr/sempozyum/ -Bu link de çocuklar için kriptoloji: http://tinyurl.com/gr76 -Ve son olarak da hoş bir bloga; http://gosanatininincelikleri.blogspot.com/ adreslerini kullanarak erişebilirsiniz.
Click 2009 Mayıs
| 23
Büyük Resmi Görebilmek
Can Etili, Hakan Cem Yılmaz, Manolya Yalçın ve Naime Sürenkök Compec olarak Google Türkiye Pazarlama Müdürü Mustafa İçil ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Kendi kariyeri ve Google hakkındaki yazının sizin için de aynı ölçüde eğlenceli olacağı ümidiyle. ( : Compec, : Mustafa İçil) Bize kendinizden kısaca bahsedebilir misiniz?
devam etti. Yaklaşık 11 sene kadar Microsoft’ta çalıştım. Daha sonra Apple’a geçtim. Apple’da iki sene Pazarlama Müdürlüğü’nü yürüttüm. Son 2 seneye yakın bir süredir de Google’da Pazarlama Direktörlüğü görevini sürdürüyorum.
hayatımızı yönlendirdiği bu dünyada Google tabii ki çok önemli bir marka ve önemli bir oyuncu; servisleriyle internet ve teknoloji dünyasını yönlendiren bir şirket. Bu açıdan bu teklif beni çok heyecanlandırdı ve iş tekliflerini seve seve kabul ettim.
Boğaziçi Bilgisayar Mühendisliği bölümü mezunuyum. İlk dört senemi Boğaziçi’nde okudum. Bu zaman içerisinde farklı şirketlerde çeşitli stajlar yaptım ama Peki master yaptığınız bitirmeme yakın tekrar “Google çok önemli bir marka ve zaman iş hayatına ara bir staj arayışı içindeyken verdiniz mi? Bazı insanlar önemli bir oyuncu.” Microsoft’ta staj olanağı hem çalışıyorlar hem de buldum. Çalışmaya master programını beraChicago’daki Microsoft ber yürütüyorlar. Ofisi’nde başladım. Bir sene kadar orada çalıştıktan sonra, Türkiye’deki Google’a gelişiniz nasıl oldu, Master döneminde de çalışmaya Microsoft Ofisine başvurdum ve Sistem neden Google’ı seçtiniz? devam ettim. Microsoft’da Sistem Mühendisi olarak Türkiye Ofisine Mühendisliği görevimi devam etgeldim ve Microsoft’taki çalışmalarıma Neden Google’ı seçtim? Günütirdim. paralel olarak yine Boğaziçi’nde mas- müzde baktığımız zaman interneter programını tamamladım. tin önemi oldukça büyük. Şu anda Bilgisayar mühendisliği dünyada yaklaşık 1,4 milyar interalanında master yapmışsınız, Hangi konu üzerinde master net kullanıcısı var, bu sayı neredeyse ama pazarlama müdürü olarak yaptınız? dünya nüfusunun yüzde yirmisine çalışıyorsunuz. Şu anda piyasaeşit. Türkiye’deki internet kullanıcısı da; bilgisayar mühendisliğinden Yine Bilgisayar Mühendisliği üzerine sayısına baktığımızda 25 milyon mezun olup işletme ya da ekonomaster yaptım. Daha sonra Microsoft rakamları telaffuz ediliyor ki Türkiye mi masterı yaparsanız piyasaya içinde Sistem Mühendisliği’nden Pazar- nüfusunun neredeyse üçte biri. Artık daha çok oynayan, hem bilgisalama ekibine geçtim ve Windows’un internet üzerinden; iletişim kuruyoyar mühendisliğinden anlayan Ürün Pazarlama Müdürlüğü görevini ruz, sesimizi duyuruyoruz, pazarlama hem de sizin gibi pazarlama üstlendim ve iş hayatım bu şekilde yapıyoruz ve de satın almak istediğimiz ürünlere erişiyoruz. Artık internetin bölümünde çalışabilecek daha
24 | Click 2009 Mayıs
uygun bir eleman olursunuz diye bir anlayış hakim ama siz bunun dışında kalıyorsunuz mesela, buna nasıl bir açıklama getirebilirsiniz? Okunulan bölümün yani akademik kariyerin gelecekte yapılmak istenen işle paralellik göstermesinin çok büyük avantajları var. Sonuç olarak akademik bilgi iyi bir temel oluşturuyor. İş hayatı akademik hayatta öğrenilen bilgilerden pratikte biraz daha farklı olabiliyor, bazen biri fazla pratik, biri ise fazla teorik kalabiliyor ama yine de o temelin oluşturulabilmesi için ikisi arasındaki paralellik önemli. Ama bu demek değildir ki, x bölümde okudunuz diye farklı bir sektörde çalışamazsanız veya farklı bir rolde görev alamazsınız. Bu tamamen kişilerin kendilerini paralel başka aktivitelerle nasıl yetiştirdiklerine bağlı. Akademik hayatımız sonuçta bizim için bir temel oluşturuyor, bize bir düşünce tarzı kazandırıyor, ancak onun ötesinde yaptığımız stajlar, okuduğumuz dökümanlar, takip ettiğimiz dergiler, izlediğimiz programlar, katıldığımız seminerler, sertifika programları... Bunların hepsi bizim bu yetilerimizin üzerine ek tuğlalar ekleyen unsurlar konumunda. Bunları düşündüğümüz
zaman, aslında bölümden bağımsız olarak yapabileceğiniz şeyler iş hayatında oldukça geniş. Sonuçta ben bilgisayar mühendisliği okudum, bilgisayar mühendisliği masterı yaptım, şu anda aslında okuduğum bölümden, bir açıdan bakılırsa, çok da uzak değilim: teknoloji ve bilişim dünyasındayım. Ama bilişim dünyasına pazarlama gözlüğünden bakmayı tercih ettim. Teknik olarak başladım işime, sistem mühendisliğiyle, iş hayatının içinde pazarlama aktiviteleri daha fazla ilgimi çekti, biraz o yönde projelerde yer aldım. Bu doğrultuda kendimi geliştirecek çalışmalarda bulundum. Şirket içerisinde bir fırsatı değerlendirip pazarlama bölümüne geçtim ve bu alanda kendimi geliştirdim.
Kesinlikle. İş hayatında ve iş hayatına paralel yapılan bütün aktivitelerde kendimi eğitmeye devam ediyorum. Şimdi zaten birçok şirket gibi Google’da aldıkları elemanların çok yönlü olmasına büyük önem veriyor. Yani işe alınacak adayın sadece belli bir konuda eğitilmiş ve bu konuda başarılı olması değil, başarısının üstünde çok yönlü olabilmesi, resmin farklı yönlerini de görebilmesi önemli kriterler arasında yer alıyor. Teknik ekipte ise işin, satış tarafında, pazarlamasını da anlayabilmeli ya da pazarlama bölümünde ise satışın ne yaptığını anlayabilmeli. Eğer çalışan büyük resmi göremiyorsa o zaman tam başarıyı yakalayamaz.
“Google’ın vizyonu; Dünyadaki bütün bilgileri organize etmek ve onları kullanıcılar için erişilebilir ve kullanışlı bir hale getirmek.”
O zaman, okurken bir eğitim alıyorsunuz ama iş hayatında da aslında siz eğitilmeye devam ediyorsunuz. Her insan tekrar çok şey öğrenmeye devam ediyor değil mi?
Google BookSearch ile elinizin altında kocaman bir kütüphane bulunuyor
Peki Google kendini nasıl görüyor ve 10 yıl içerisinde yapmak istedikleri neler? Google genç bir şirket. Yaklaşık 10 yıl önce kurulmuş bir şirketten bahsediyoruz, geçtiğimiz Eylül ayında onuncu yaş gününü kutladı. Google’ın ilk kurulduğu andan itibaren bir vizyonu var ve bu vizyonu hiç değişmedi. Google’ın vizyonu; Dünyadaki bütün bilgileri organize etmek ve onları kullanıcılar için erişilebilir ve kullanışlı bir hale getirmek. Buna bağlı olarak, tüm ürünlerini ve çalışmalarını bu vizyon çerçevesinde gerçekleştiriyor. Burada bir taraftan online dünyadaki çok sayıda bilgiden bahsediyoruz. Bunun yanında Google, internette olmayan, “offline” dünyadaki bilgileri de erişilebilir hale getirmeye çalışıyor. Mesela bunu sağlamak için sunduğu servislerden bir tanesi “BookSearch”. “BookSearch” servisiyle üniversite ve şehir kütüphanelerine gidiyor, buradaki kitapları tarayıp içeriklerini internete aktarıyor. Google News haber dünyasını inClick 2009 Mayıs
| 25
Insights for Search ile, yapılan Google aramaları hakkında ilginç bilgilere ulaşabiliyorsunuz. ternete taşıyor. Google Scholar özellikle üniversite öğrencileri için çok faydalı bir servis, akademik dünyanın dökümanlarını internette aranabilir hale getiriyor. Google Picasa, resimleri internet üzerinden erişilebilir kılıyor. Gmail bir elektronik posta ortamı ama bir iletişim platformunu aranabilir bir şekilde internet üzerine yerleştiriyor. Sonuçta Google hep bu vizyon çerçevesinde ilerliyor. İleriye dönük olarak baktığımızda Google yine bu vizyon çerçevesinde yeni servisler sunmaya devam edecek. En son görüntülü sohbet çıktı galiba. Evet, görüntülü sohbeti bu hafta içinde duyurduk. Henüz deneme fırsatımız olmadı ama epeyce güzel bir şeye benziyor. Çok fonksiyonlu bir servis. İçinde kontakt bilgileri, elektronik posta ve Gtalk ile chat arayüzü var. Hepsini bir pencere içinde entegre ediyor. Bu servisin içine şimdi de videoyu eklemiş olduk. Aynı pencere içinde artık hem görüntülü, hem de sesli haberleşebiliyoruz. Gmail’in en güzel yanı da farklı bir bilgisayara gidip
26 | Click 2009 Mayıs
bağlandığım zaman aynı servisler ve aynı arayüz ile tüm bilgilere ulaşabiliyor olmanız. Bu genel olarak web tabanlı uygulamaların en büyük avantajı. Bir de işletim sistemi de çıkacak diye konuşuluyor. Çıkışı ne zamana planlanıyor ve nasıl bir şey olacak? Bu konuda çok dedikodu dolaşıyor, “Google’dan işletim sistemi gelecek mi gelmeyecek mi diye?”. Bu konuda Google’ın yaptığı herhangi bir açıklama yok. Şu anda işletim sistemi tarafında; Google’ın duyurusunu yaptığı cep telefonu işletim sistemi “Android” adıyla piyasaya sürüldü. Hatta Android’i kullanan ilk cep telefonunu HTC firması çıkarttı ve Amerika’da satışa sunuldu. Türkler Google’da en çok ne arıyor? “Türkiye’de ne çok aranıyor?” sorusuna ben direkt yanıt vermek istemiyorum. Neden? Çünkü çok aranan kelimeye bakarak direkt olarak yorum yapmak çok doğru değil. Ama şunu söyleyeyim: Google’ın Insights ForSearch denilen bir servisi var. Bu eskiden Google Trends adıyla geçiyordu. Daha sonradan Insights For Search adıyla biraz daha detaylı hale
getirildi. Bu servisin sağladığı şu: Belli kelimelerin belli dönemlerde veya belli coğrafyalarda aranma trendlerini takip edebiliyorsunuz. Mesela “hediye” kelimesini arayın: Türkiye’de 2008 yılında hediye kelimesi ne şekilde aranmış, ona bakın. Tabloda direkt olarak Sevgililer Günü’nde inanılmaz bir fırlama, Anneler Günü’nde o kadar olmasa bile ciddi bir fırlama, Babalar Günü’nde minik bir zıplama göreceksiniz. Bunu görebiliyorsunuz ve böylece tüketici davranışlarını “Insights For Search” ile takip etmek mümkün oluyor. Yine aynı arayüz içinde, belli bölgelerde, belirli dönemlerde hangi kelimelerin daha çok arandığını görebilmek mümkün. Hatta o kelimelere bağlantılı hangi kelimeler aranmış, onları da takip etmek mümkün. Bu çok güçlü bir araç. Günün sonunda şöyle düşünmek lazım, Türkiye’de 20 milyondan fazla internet kullanıcısı var ve bu kişiler attıkları her adımda, bir ürün satın almadan önce, bir rapor hazırlamadan önce veya günlük bir bilgi almak için sürekli internetten arama yapıyorlar. Aslında orada belli kelimelerin, belli markaların arama trafiklerine baktığımızda Türkiye’deki gündemi, Türkiye’deki trendleri takip edebilmek mümkün. Bunu bir marka rahatlıkla kullanabilir. Markasını girip; markasının arama trafiğine bakarak hangi dönemde nasıl değişim sağlamış onu görebilir, sattığı ürünü yazıp o
ürüne hangi bölgelerde ilgi var, hangi dönemlerde daha fazla ilgi oluşuyor, onu görebilir. Hatta ekonomik analizler bile yapmak istediğimizde, altın kelimesi, dolar kelimesi, borsa kelimesi ne kadar aranıyor diye baktığımızda, ekonomik krizin konuşulmaya başladığı dönemden itibaren artışları direkt görebiliyorsunuz. Onun için belli bir kavram bazında kelimelerin arama trafiğine bakıp oradan bir yorum çıkarabilmek mümkün, ama Türkiye’de en çok aranan kelime nedir diye baktığımızda o dönemsel olarak hızlı değişen bir değer. Siz bir Türk bilgisayar mühendisi olarak Türk bilgisayar mühendislerinin dünyadaki yerini ve geleceğini nasıl görüyorsunuz? Teknolojinin kullanımı açısından, özellikle internet teknolojilerine bakıldığında Türkiye çok iyi bir noktada. Bugün baktığımızda, nüfusunun yarısının gençlerden oluştuğu bir ülkeden bahsediyoruz. 20 milyondan fazla internet kullanıcısıyla dünyada en fazla internet kullanıcısı olan 13. ülkeyiz. Yeni teknolojilere adaptasyon konusunda Türkiye çok hızlı hareket eden bir ülke. Cep telefonları sektörüne bakın, en son model telefonlar, en son teknolojiler dünyada piyasaya çıkar çıkmaz Türkiye’ye geliyor. Teknolojinin kullanımı ve erişimi açısından Türkiye çok iyi bir noktada. Eğitim kalitesi olarak baktığımızda da sonuçta Türkiye’deki üniversitelerin, orta derecedeki eğitim kurumlarının eğitim kalitesi çok iyi bir konumda. Türkiye’de okuyup yurt dışında eğitimini devam ettiren öğrenciler genelde yurtdışına gittiklerinde çok büyük bir başarıyı yakalıyorlar, bu da temellerinin sağlam olduğunu gösteriyor. Bunun yanında, firmalara baktığımızda yurtdışındaki ofislerde çok fazla Türk çalışan var, bu Google için de geçerli. Google’ın mesela İrlanda ofisinde çok sayıda Türk var. Google’ın Amerika ofisinde mühendis ekiplerinde çalışan Türk arkadaşlarımız var. Mesela, Google’ın sosyal ağ yazılımı Orkut bir Türk mühendisimizin projesi. Bu anlamda yurtdışında, Türkiye’deki üniversitelerden mezun olan öğrencilerimiz için çok büyük fırsatlar var. Sizce bu konuda Boğaziçi Üniversitesi’nin farkı nedir, iş yaşamınızda Boğaziçi Üniversite-
si etiketinin faydalarını gördünüz mü?
Google’da bu önem bir kat daha fazla göze çarpıyor. Şirket vizyonunu ve kültürünü benimseyebilecek doğru çalışanların o şirkette olması Kuşkusuz ki Boğaziçi Üniversitesi o fi rma için çok önemli. Çok başarılı eğitim kalitesi bakımından Türkiye’deki bir eleman bile eğer şirket vizyon en iyi üniversitelerden biri ve iş ve kültürünü benimseyememişse o hayatında da Boğaziçi Üniversitesi fi rmada yer alması çok zordur. Bir mezunu olmak büyük bir avantaj. çalışan, şirket kültür ve vizyonuna sahip olmalıdır ki; şirketin hedeflerini Geriye dönüp üniversite hissedebilsin, yaşatabilsin ve onların hayatınıza baktığınızda “Keşke peşinde koşabilsin. Bu da ister istemez bunu da yapsaydım“ dediğiniz daha uzun süreli ve daha kapsamlı şeyler var mı? bir değerlendirme anlamına geliyor. Google’daki işe alım süreçlerine Düşünce yapısı olarak geçmişimi baktığımız zaman, ilk başvuru internet sorgulamayı sevmiyorum, eğer şu an üzerinden alınabiliyor. İnternet üzebulunduğum noktadan memnunsam rinde www.google.com/jobs adresingeçmişimi sorgulamak için bir neden de açık pozisyonlar yayınlanıyor. Bu göremiyorum. Bana göre geçmişi adrese CV’ler gönderildikten sonra bu CV’ler bir veritabanına “Google’ın sosyal ağ yazılımı Orkut işleniyor. Her bir Türk mühendisimizin projesi.” zaman bunu vurguluyorum ki Google’da hiçbir sorgulamak yerine ileriye bakmak en zaman bir başvuru kaybolmaz. Göndoğrusudur. derilen CV’ler çok detaylı olarak inceleniyor, insan kaynakları ekibi tarafından Üniversite yıllarınızda gözden geçirilip değerlendirildikten geleceğinizle ilgili olarak önünüze sonra adaylar başvurulan pozisyonne gibi hedefler koymuştunuz? da veya bu pozisyonun paralelindeki başka pozisyonlarda çalışan insanlarla görüştürülüyor. Google tarafındaki Muhakkak ki, gerek çalışmak başka bir güzel yan ise başvuranlar istediğim sektörle ilgili gerekse özel sadece başvurulan pozisyondan kişiler hayatımla ilgili hedeflerim vardı ve şu ile değil diğer bölümlerden kişiler ile an o rotada ilerliyorum. An itibariyle de görüşüyorlar. Örneğin pazarlama geldiğim noktaya bakacak olursak, bölümüne başvuran bir aday sadece Google gibi bir şirkette pazarlama pazarlama bölümündeki çalışanlarla müdürü olarak çalışıyor olmak, işin değil, satış bölümünden, ürün yönetihem teknolojik hem de pazarlamaya mi bölümünden, insan kaynakları kısmıyla iç içe olmak isteyen biri için bölümünden çalışanlarla ve mühideal bir pozisyon. Ve yine geçmişi sorendislerden biriyle de görüştürülüyor, gulamak konusuna dönecek olursak, bu sayede her bölümden Google insan geriye dönüp geçmişini sorgulaçalışanları adayın her alandaki bilmaya başladığı zaman gününü de çok gisini ve o pozisyona yatkınlığını sorgulamaya başlıyor. Bence geldiğimiz sınayabiliyor. noktadan keyif çıkarmak onu yaşamak ve hayatımızı ileriye dönük planlamak Google dışarıdan bakılınca geçmişi sorgulamaktan daha önemli. çok genç ve çok dinamik gözüken bir şirket , peki Google gerçekten Doğal olarak, birçok insan böyle bir çalışma ortamına sahip Google’da çalışmak veya staj yapmi ve Google kadrosundaki genç mak istiyor. Peki, Google’ın işe ve çalışanların oranı nedir? staja alım süreçleri bahsedildiği kadar zorlu mudur? Öncelikle, Google çok genç ve dinamik bir şirket, yaş ortalaması gayet Eğer bir şirket için doğru düşük; ama bir şeyi vurgulamak istiinsansanız bu süreç hiç de meşakkatli yorum ki logosuna ve ofis tasarımına değil ama doğru eleman değilseniz bakıldığı zaman gördüğümüz dinambirazcık uğraştırabiliyorlar. Bir şirketin izm ve renklilik sadece logoda kalmıyor, varlığı çalışanlarıdır, doğal olarak her şirketin kültüründe de kendini gösterişirket çalışanlara çok önem veriyor. Click 2009 Mayıs
| 27
yor. Bu dinamizm ve renklilik insanların şirket içinde rahat hareket edebilmesini, yaratıcılıklarını en iyi şekilde gösterebilmelerine olanak sağlıyor. Zaten Google’da hiçbir yeni fikir de frenlenmiyor. Şöyle ki, eğer çok inandığınız bir projeniz varsa onu sunabiliyorsunuz ve projeniz destek görürse onun için kaynak alıp zamanınızın yüzde yirmisini ona ayırabiliyorsunuz. Mesela, Orkut projesi, Gmail, Google News buna verebileceğimiz örnekler. Bizim gibi iş hayatında yüksek yerleri hedefleyen bilgisayar mühendislerine verebileceğiniz tavsiyeler nelerdir, kendimizi nasıl geliştirebiliriz? İyi bir noktaya gelebilmeniz için akademik kariyer çok önemli, ama akademik kariyere paralel olarak kişinin kendisini geliştirebilmesi de en az onun kadar değerli. Öncelikle kafanızda nasıl bir sektörde ve şirkette çalışmak istediğinizi planladıktan sonra, sektörde o konuda neler yapılıyor, başarı örnekleri neler, başarısızlık örnekleri neler. Bu konuları okuyarak
28 | Click 2009 Mayıs
ya da seminerlere katılarak edinilen bilgileri bir potada eritebilmek çok önemli. Akademik kariyerin üstüne bu parçayı ekleyip gerçek başarı öykülerinden faydalanmayı başardığınızda uygulamaya geçmekte sorun yaşamıyorsunuz. İş hayatınıza ilk adımınızı attığınızda pazarlama müdürü olmak aklınızda var mıydı? Gerçekçi olmak gerekirse, iş hayatına ilk adım attığınızda en yukarıları hedeflemek çok fazla idealistlik olur. Sonuçta iş hayatına atıldıktan sonra kariyeriniz boyunca karşınıza sürekli yeni fırsatlar çıkıyor. Benim fikrimce herkesin önüne fırsatlar çıkar, önemli olan ise onları görüp değerlendirmektir.Şahsen, kariyerime başladığımda pazarlama bölümünde çalışmak pek aklımda değildi, ilgilendiğim bir konuydu ama esasen teknolojiyle ilgili çalışmak istiyordum. Ne var ki işin içine girdiğimde şunu fark ettim ki; bilgisayar mühendisi olarak işin kod yazma boyutu değil de bu teknolojiyi anlatmak, tanıtmak
ve pazarda neler olduğunu takip etmek benim daha çok ilgimi çekiyordu ve şirketlerde hep bu yöndeki projelerde yer aldım. Önüme çıkan fırsatları değerlendirerek şu anda bulunduğum konuma geldim. İyi pozisyonlarda yer alabilmek için geniş bakabilmek, fırsatları iyi değerlendirebilmek ve idealist olmak ama saplantılı bir idealist kesinlikle olmamak çok önemli. Şöyle ki, başlangıçta istediğiniz yerde olmayabilirsiniz ama pozisyonunuz değiştikçe, yeni görevlerde rol aldıkça kendinizi geliştirir ve daha yüksek mevkilere tırmanabilirsiniz. İnsanın temelinin iyi olması lazım, yeniliklere açık olması lazım, azimli olması ve severek çalışması lazım, başarı da bunlarla birlikte gelir. Bu keyifli ve bilgilendirici sohbet için size teşekkür ederiz.
Furkan Erdem Perşembe Microsoft geçtiğimiz günlerde “Professional Developers Conference (PDC)” kapsamında daha önce resmi ismini açıkladığı Windows 7’nin bir ön sürümünü görücüye çıkardı. Yeni Windows heyecan verici yenilikleriyle çok ses getireceğe benziyor.Bunlardan ilki görsellik olacak. Çoğumuz Vista’nın gereksiz görselliğe sahip olduğunu ve sistem kaynaklarını çok tükettiğinden şikayet ediyoruz. Microsoft Windows 7’de özellikle sistem canavarı “Aero Glass” özelliğinin kaynak tüketiminin %50’den fazla miktarda azaltacağını vaat ediyor.Yeni Windows un en büyük yeniliklerinden birisi de başlat menüsünün kullanımdan kaldırılıp yerine Macintosh’tan aşina olduğumuz Mac OS Dock benzeri bir görev çubuğu getirilmiş olması.Microsoft’un görev çubuğuna verdiği isim ise “Superbar”. Yapılan başka bir yenilik ise Superbar’daki bir simgeye sağ tıkladığınızda çıkan “Jumplist Menüsü”. Jumplist Menüsü’nde tıkladığınız programla birlikte en son açtığınız dosyalar ya da çoğunlukla kullanılan araçlar ortaya çıkıyor. Çok hoş bir yenilik olacak gibi gözüküyor. Microsoft kısaca “Apple dan esinlenirim ama kendi imzamı da atarım” diyor. Bir başka yenilik ise artık kendi temamızı yapabilecek olmamız. Bir çoğumuz bu işi farklı programlar yardımıyla yapabiliyorduk ancak artık Windows sistemi dahilinde daha güzel temalar yapabileceğiz. Aero Glass’dan tutun ekran koruyucusuna kadar her türlü işlevi ekleyebileceğiz temamıza. Ayrıca temalarımızı paketleyip arkadaşlarımızla paylaşabileceğiz. Yeni Windows güvenlik açısından da gelişmiş olarak gelecek.Yapılan en büyük yenilik ise eski çok dar kapsamlı Windows Güvenlik Merkezi’nin kaldırılıp içinde otomatik güncelleştirmeler ve standart bir virüs programından çok daha fazlasını barındıran gerçek manada bir güvenlik merkezinin sisteme dahil edilmesi. Bill Gates’ in buna verdiği isim ise “Windows Action Center”. Microsoft, Action Center’da kullanıcılara yedekleme oluşturabilme veya sabit diski veri çöpünden arındırabilme gibi onlarca yeni özellik vaat ediyor. Ayrıca güvenlik ve grafik özellikleri geliştirilmiş Internet Explorer 8 de cabası. Windows bu sefer bizi XP ve Vista’daki Güvenlik Merkezi gibi bir hayal kırıklığına uğratmayacağa benziyor.
Microsoft, Vista’nın büyük bir başarı olmadığının artık farkında ve tüm gücüyle Windows 7’ye yoğunlaşmış durumda. Windows 7’nin Vista’nın temelleri üzerine kurulacak olması Windows’un geliştirmeler ve Service Pack’ler ile fazla uğraşmayacağı anlamına geliyor. Yani Windows 7 yayınlanana kadar Vista’da güvenlik sorunlarıyla boğuşmaya devam etmemiz olası görünüyor. Windows gelişiminden sorumlu olan Steven Sinofsky PDC‘de Windows 7’nin çıkış tarihi hakkında bilgi vermese de Windows 7’nin bir beta sürümünün 2009 ilkbaharında yayınlanacağı kulaklarımıza kadar gelmiş bulunmakta. Yeni Windows, Vista’nın aksine kolaylaştırılmış bir kullanım, kaynakları fazla harcamayan bir görsel şölen ve güvenlik açısından mükemmel bir işletim sistemi sunuyor. Microsoft özellikle pratiklik için diğer işletim sistemlerine yönelen kullanıcıları tekrar Windows’a çekmek için büyük bir adım atacağa benziyor. Umarız beklediğimiz, okuduğumuz ve anlattığımız gibi güzel bir işletim sistemi olur ve Microsoft da Vista ile çizilen karizmasını tekrar düzeltir.
Neden 7? Microsoft, bu işletim sisteminin adını neden Windows 7 olarak belirlediğini Windows Vista Team Blog sitesinde açıklamıştır: Windows’un ilk yayımı Windows 1.0, ardından Windows 2.0, daha sonra Windows 3.0 ve 3x serisinin alt sürümü Windows 3.1, ana sürümleri 4.0 olan Windows 95 ve Windows NT 4.0, sürüm numarası 4.0.1998 olan Windows 98 ile Windows 98 SE. Windows 2000 ve Windows XP’nin sürümü 5 serisi, Windows Vista’nın 6.0 ve Windows 7’ninki de 7’dir diye bilinir. Aslında Windows 7 nin sürümü 6.1’dir. (Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/Windows_7)
Click 2009 Mayıs
| 29
Windows Vista, görsellik ve kullanım kolaylığı yönünden çoğu kullanıcısını etkilemişti. Ufuktaki yeni Windows işletim sistemi Windows 7’de de görselliğin ön planda olması bekleniyor. Sizler için üç işletim sisteminin görselliğini ve bu görselliğin işlevselliğini karşılaştırdık.
İmran Kocabıyık
Windows Vista’da Windows+Tab tuş kombinasyonu bu üç boyutlu pencereleri getiriyor. Tabii tüm Windows Vista sürümlerinde bulunmuyor bu özellik. Ancak pek bir işlevselliği yok. Çok fazla sayıda pencereyle çalışırken geçişler kolaylaşabiliyor fakat bunu Alt+Tab kombinasyonu ile daha kolay yapabiliyorsunuz. Onun dışında şeffaf pencereler, simgeler vs. gayet kullanışlı. Bakalım Windows 7’de nelerle karşılaşacağız?
Windows Vista’nın 3 boyutlu pencereleri
Linux Ubuntu’nun küp masaüstü
Görsellik olarak Linux dağıtımlarının, Windows işletim sistemlerinden ve Mac OS’lerden bir eksiği yok. Hatta fazlası var diyebiliriz. Bunların bazıları küp masaüstü, şeffaf pencereler, üç boyutlu pencereler ve efektler. İşlevselliği hakkında birkaç söz söylemek gerekirse gayet işlevsel diyebiliriz çünkü bu efektlerin hızını, kübün hassasiyetini, üç boyutlu pencerelerin arasındaki açıyı vs. özelleştirip kendi ihtiyaçlarınıza cevap verecek bir tema oluşturabiliyorsunuz. İlgilenirseniz internetten bir Linux tabanlı bir işletim sistemini bilgisayarınıza indirip inceleyebilirsiniz. Tamamı ücretsizdir. Ya da “https://shipit.ubuntu.com/” adresinden bir Linux dağıtımı olan Ubuntu’nun CD’sinin adresinize ücretsiz gönderilmesini isteyebilirsiniz.
Time Machine, Mac OS’in görselliğine mükemmel bir hava katıyor. Linux işletim sistemlerinden ve Windows işletim sistemlerinden daha işlevsel. Daha önce sildiğiniz bir dosyayı zaman makinesinde ileri geri yolculuklar yaparak arayıp, açıp, inceleyip, geri yükleyebiliyorsunuz. Zaman Makinesi icat edilebilir mi, zamanda yolculuk mümkün olabilir mi sorularının cevabını Apple çok güzel vermiş gibi sanki.
Mac OS deki Time Machine 30 | Click 2009 Mayıs
Rayların Üzerinde Onur Ferhat
Başka bir Türk’ün daha önce ayak basmadığından emin olduğum bir adadayım. Eino’nun frizbi golfü oynayışını seyrederken, arada bir gözlerim hamakta uyuklayan yeni arkadaşlarıma dönüyor. Yüzümü gökyüzüne çevirip, başkalarının hayattan ne kadar zevk alabildiklerini düşünüyorum. Ardından, kendi gelecek planlarımı temelden değiştirmeye karar veriyorum. Kendimi burada bulmamı, bu insanlarla tanışmamı sağlayan yolculuk kararını düşünerek, çimlerin üzerinde ben de uykuya kapılıyorum. Her şey yaklaşan mezuniyeti fark edip, öğrencilik hayatı bitmeden bir şeyler yapmayı istememizle başladı. Önceden beri hikayelerini duyduğumuz Interrail fikriyse en geçerli seçenek olarak karşımızda duruyordu.
Saatlerce bilgisayar başında, çeşitli ülkelerin haritalarını inceleyerek yapılan planların sonunda gezimiz ana hatlarıyla oluşmuştu bile: Medeniyetiyle, yüksek yaşam standartlarıyla bilinen İskandinavya’yı trenle boydan boya geçmek ve yolumuzun üzerinde olan çeşitli konserlere katılmak. Yaza kadar çok vakit vardı ancak yapılması gere-ken işler hiç de az görünmüyordu. Vize görüşmeleri, uçak bileti araştırmaları, Interrail ve gidilecek yerler hakkında Internet’in didik didik edilmesi gibi uzayıp giden bir listeyle uğraşmamız gerekiyordu.
CouchSurfing! Tatil planları yapan bir insanı sınırlandıran en önemli etken paradır. Bizim durumumuzda da tren ve uçak
biletlerine vereceğimiz para bütçemizin büyük bir kısmını alıp götürüyordu. Yolculuk boyunca hostellerde konaklasak bile gezi süresi boyunca (38 gün) yüklü miktarda para ödememiz gerekecekti. Çözüm ararken aklımıza ilk gelen ve heyecanımıza kapılıp olur gözüyle baktığımız seçenek her gittiğimiz şehirde kamp yapmaktı. İskandinavya’da şehirlerin doğayla iç içe olduğunu biliyorduk, dahası Internet’te okuduğumuz kadarıyla yeşil alanlar toplumun ortak malı kabul ediliyor, kamp kurulması da doğal karşılanıyordu. Ancak gezi yaklaştıkça ve çantalarımızı hazırlamaya başladıkça bu fikrin uygulanabilirliği konusunda endişelerimiz arttı. Taşımamız gereken onca eşyanın yanına bir de çadır, uyku tulumu, mat eklenirse ne durumda olacağımızı düşündük ve daha mantıklı çareler aramaya başladık. İşte bu noktada, daha önceden başkalarından duyup, bir seçenek olarak bile görmediğimiz bir sistem olan CouchSurfing’i (CS) tekrar ele aldık. CouchSurfing.com adresinde ziyaret edilebilecek sitede, insanlar hiç tanımadıkları kişilere evlerini açıyorlar ve evlerinde kalmalarına izin veriyorlardı. İlk başta insanlara o kadar güvenmiyorduk ve bu siteyi kullanacağımız aklımızın ucundan bile geçmiyordu. Fakat en azından tüm seçeneklerimizi denemiş olmak için siteye üye olduk ve birkaç kişiye evlerinde kalıp kalamayacağımızı soran mesajlar yolladık. Gelen yanıtlar o kadar samimiydi ki kısa süre içinde ilk düşüncelerimiz kökünden değişti ve yoğun uğraşların sonucunda çoğu şehirde kalacak yerimizi ayarladık.
Hamak keyfindeki Fin gençleri
İlk ev sahiplerimiz Finlandiya’nın Kuopio kentindeki bizim yaşlarımızda bir çiftti ve ilk “sörf” deneyimimiz olduğu için ev sahiplerimizden ne bekClick 2009 Mayıs
| 31
lememiz gerektiğinden emin değildik. Ancak sıcak karşılamanın sonunda bizi kendi evlerinde yalnız bırakıp akşam tekrar buluşmak üzere ayrıldılar. Bu kadar rahat davranıp evlerini iki yabancıya emanet edebilmeleri, bizim de CS’ye bakışımızı değiştirmemizi sağladı. Evlerinde kaldığımız dört günü dolu dolu geçirdik ve bir festivale yetişmek için yolumuza devam etmemiz gerektiğinde, ayrılmak için o kadar da istekli değildik. Bu arkadaşlarımdan biri daha sonra İstanbul’u ziyaret ettiğindeyse kendisini ağırlama ve bir daha görüşebilme fırsatını elde edebildim. İlk CS deneyimimiz tek kelimeyle muhteşemdi ve ikinci şehre doğru trenle giderken bir daha bu kadar şanslı olmayacağımızı düşünüyorduk. Ancak yine yaşıtımız olan ev sahibimiz katıldığımız müzik festivalinde bizi yalnız bırakmadı.
Festival dışında da üç gün boyunca sürekli birlikteydik ve bu şehri geride bıraktığımızda da işlerin nasıl bu kadar iyi gidebildiğine şaşırmıştık. Sonraki şehirlerde de farklı farklı ev sahiplerimiz oldu, ancak hiçbiri hakkında en
Ev sahipleriyle piknikte 32 | Click 2009 Mayıs
ufak olumsuz düşüncemiz olmadı. Yazımın başında bahsettiğim bir grup öğrencinin evinde kalıp onların yaptıkları, adını bile duymadığımız sporları öğrendik, Fin geleneği olan saunayı denedik ; başka bir ev sahibiyle Oulu kentinin az bilinen güzelliklerini gördük, gece yarısı güneşine şahit olduk; Norveç’e geçtiğimizde Bergen kentinde tekne kullanarak Atlantik’e açıldık... Anlatılacak daha bir sürü anı geliyor aklıma ancak okuyucunun canını sıkmamak için bu noktada bırakıyorum; fakat CS ile gezmiyor olsaydık bunların hiçbirini yaşayamayacağımızı belirtmeden
vam ettik. Bu sırada, her şehrin kendi güzelliklerini görme ve farklılıklarını yaşama fırsatımız da oldu. Ancak hızlı ilerlemenin yan etkisi, biriken yorgunluk olarak karşınıza çıkabiliyor. Sürekli taşıdığınız çantanız yeni aldığınız şeylerle ağırlaşıyor, yorgunluğunuzu daha da artırıyor. Bizim için de yaklaşık üçüncü haftadan sonra yorgunluk iyice baş gösterdi ve yolumuza sızlanarak devam ettik.
Sörfçünün Avrupa Rehberi
edemiyorum. Tüm bu deneyimler sonucunda, seyahat etmenin CouchSurfing’den daha iyi bir yolu olmadığını kesinlikle söyleyebiliyorum.
Interrail Interrail’in CS dışında da bir sürü macerası, kendi başına anıları oluyor şüphesiz. Tren ekseninde geçirdiğiniz günlerde trene koşmak, bazen yetişememek ve en önemlisi trende uyumak günlük hayatınızın parçası haline geliyor.
Avrupa’da tren hatları ülkelerin her tarafına erişebiliyor ve sınırsız tren pasonuzun olmasının en güzel yanı, canınızın istediği yere istediğiniz zaman gidebilmenizdir. Biz de otuz günlük gezimiz boyunca pasomuzu sonuna kadar kullandık ve yedi ülke görmeyi başardık. İlk planlarımızın çok farklı olmasına rağmen, yol üzerinde karar değiştirip başka ülkeleri görmeyi seçebildik. Interrail dışında bir şekilde geziyor olsaydık, bunu yapamayacağımızdan eminim.
Avrupa’yı maceralı bir şekilde gezmek isteyenlere verebileceğim en iyi tavsiye, CS ile Interrail’i birlikte kullanmalarıdır. Bu şekilde hem istedikleri yerleri ucuza görebilirler, hem de gezerken bir sürü insanla tanışıp güzel vakit geçirebilirler. Ancak yazımı bitirmeden önce dikkat edilmesi gereken noktalardan da kısaca bahsetmek isterim. Interrail hazırlığı uzun bir süreçtir ve bu nedenle plan yapmaya olabildiğinde erken başlanmalıdır. Uygun zamanın Ocak – Şubat civarı olduğunu söyleyebilirim. Planlara hiçbir zaman tam olarak bağlı kalınmasa da, belirsizlikler içinde kaybolmamak
“CS ruhu, dünyayı daha iyi bir yer yapmayı amaç edinmiş insanlardan beslenmektedir” Sınırsız biletle birlikte bazı günler iki şehir birden görerek yolumuza de-
için ayrıntılı bir gezi planı çıkarılmalıdır. Gideceğiniz yere uçakla ulaşmanız Click 2009 Mayıs
| 33
gerekiyorsa, biletinizi aylar öncesinden ayırtmanız yararınıza olacaktır. Geziyle ilgili karar verilmesi gereken önemli bir nokta, kaç gün süreceğidir. Üç haftanın uygun bir süre olduğunu düşünüyorum, ancak gezinizi daha uzun tutmak isterseniz de ara ara dinlenmenizi öneririm. Interrail hakkında dikkatli olmanız gereken başka bir konu da, hazırladığınız çantanızdır. Gereksiz eşyaları yanınıza almamanız, yolculuk boyunca ayaklarınızın biraz daha az ağrımasını sağlayacaktır. CouchSurfing gezmenin en güzel yoludur, ancak asla bedava konaklama olarak görülmemelidir. CS ruhu, dünyayı daha iyi bir yer yapmayı amaç edinmiş insanlardan beslenmektedir. Bu nedenle siz de insanların evinde kalmak istemeden önce, profil sayfanızı özenle doldurmalı, mümkünse önce siz birilerini evinizde ağırlamalısınız. Misafir olarak kaldığınız evleri ücretsiz birer otel gibi görmek de hem sizin gezinizin zevksiz geçmesine, hem de ev sahibinizin sıkıcı bir görev yapıyormuş gibi hissetmesine neden olacaktır. Evinde kalmak istediğiniz insanlara birkaç hafta önceden mesaj atmanız, varış tarihiniz yaklaştıkça da teması koparmamanız bir anda kendinizi sokakta bulma ihtimalinizi iyice düşürecektir. Interrail ve CouchSurfing, birlikte kullanıldığında insana inanılmaz bir tatil sunuyor. Mezun olmadan Avrupa’yı maceralı bir şekilde
34 | Click 2009 Mayıs
görmek istiyorsanız, çok paraya ihtiyacınız olmadan hayalinizi böylece gerçekleştirebilirsiniz. Umarım bu yazı içinizdeki gezginin dışarı çıkmasını sağlayıp, Avrupa’yı gezme kararı almanızı sağlayacak kadar ilham verici olabilmiştir. Şimdiden iyi yolculuklar!
Evet, yazı amacına ulaştı ve sizde de Interrail macerasına atılma isteği uyandırdı. Peki, ama ne yapmalı? İlk ihtiyacınız olan hangi ülkeleri görmek istediğinize karar vermek ve “gezgin satıcı problemi” kadar zor olmayacak bir şekilde mantıklı bir rota çizmek. Interrail ve gerekiyorsa uçak biletlerini ayarlayıp vize için başvurmalısınız. Kalacak yer içinse CouchSurfing’de uygun ev sahipleri bulmalısınız. Şüphesiz bu yollardan geçmiş yüzlerce insan var ve bunların birikimleri de Internet’te bulunabiliyor. Bu kişilerin blog’larını okuyarak da bir sürü ipucu edinebilirsiniz. İşe yarayabilecek adresler: CouchSurfing: http://www.couchsurfing.com/ Interrail günlüğü: http://interrail-tr.blogspot.com/ Uçak arama siteleri: http://www.ryanair.com/ http://www.easyjet.com/
$MJDLJOTFSàWFOJ Dergimizin adının da ilham kaynağı
olan fare sesi click, günlük hayatımızda en çok duyduğumuz seslerden biri belki de. Peki ilk click sesini nasıl duyduğumuzu merak ettiniz mi? Bunu Douglas Engelbart adında Amerikalı bir mucite borçluyuz. Engelbart, 1948'de 23 yaşındayken Oregon Eyalet Üniversitesi Elektrik Mühendisliği'nden mezun olduktan sonra Berkeley Üniversitesi'nde yüksek lisans ve doktorasına devam etmiş. 2. Dünya Savaşı'nda Filipinler'de radyo teknisyeni olarak görev alırken, Vannevar Bush'un yazmış olduğu “As We May Think” adlı makaleden oldukça etkilenmiş. Bu makale oldukça ilginç, çünkü kendisinden sonra keşfedilecek birçok teknolojiye fikren öncülük etmiş. Bu teknolojiler arasında; kişisel bilgisayarlar, a internet, WikiPedia gibi online ansiklopediler ve konuşma tanımayı (speech recognition) sayabiliriz.
#FSOB"STMBO
Engelbart daha sonra SRI (Stanford Research Institute)'da çalışmış. Kullanıcı arayüzü fikirlerinin çoğunu 1960'ların ortalarında geliştiren Engelbart, aslında zamanının önündeydi diyebiliriz. Çünkü bu vakitlerde, kişisel bilgisayarlar bir yana bilgisayara erişimi kısıtlı dursun, insanların bilgis ve genelde toplu işleme (batch processing) şeklindeydi. Sonuç olarak, resimde gördüğümüz, çağdaşları ile karşılaştırınca Eve'in yanında Wall-e gibi kalan ilk fare geliştirildi. 1967 yılında patent başvurusu yapıldı ve başvuru onaylandı. 1970'te on Peki internette faresiz geziniyor olsak nasıl olurdu diye hiç düşündünüz mü? Bu hissin nasıl olacağını görmek için http://www.dontclick.it/ adresine bir uğrayın derim.
Click 2009 Mayıs
| 35
Compec’ten Boğaziçi Üniversitesi Bilişim Kulübü olarak düzenlediğimiz etkinliklerle bu sene de hep yanınızdaydık. İşte senenin öne çıkan aktiviteleri...
Office 2007 Kursu SmartPro Bilgisayar Akademisi’nden Yakup Dirlik tarafından verilen 4 haftalık eğitimde, ilk hafta Word, ikinci ve üçüncü hafta Excel ve son hafta PowerPoint gösterildi.
Photoshop Eğitimi
" %0#& )01 1)05 04 ,POV
"EPCF1IPUPTIPQ
,POVŖNBD .FMJI4BODBS &ļU.E
BilgeAdam eğitmeni Melih Sancar tarafından verilen eğitim 3 hafta sürdü. Katılımın çok yüksek olduğu bu eğitimimizde Photoshop araçları ayrıntılı bir şekilde gösterilirken birçok örnek ile Photoshop’ta neler yapılabileceği ayrıntılı olarak anlatıldı.
,VMàQ
$PNQFD,VMVCà
4BMPO
,V[FZ,BNQVTà/FXIBMM
5BSJI
.BSU4BM
/JTBO4BM /JTBO4BM
4BBU 4BBU
&ąČ5Č.Č 4FSUJGJLB7FSJMFDFLUJS
36 | Click 2009 Mayıs
Microsoft ve Turkcell işbirliğinde
“GENÇSEN GELECEKSİN! 2.0” semineri
E-Ticaret Semineri Yorktrade Firmasından alanlarında uzman dış ticaret uzmanı Ali Altınel ve E-Ticaret uzmanı Serkan Çadırcı’nın konuşmacı olarak katıldığı seminerimizde E-ticaret hakkında genel bilgi verildi ve öğrencilerin oturdukları yerden PC başında geçirdikleri zamanın bir kısmını daha verimli bir şekilde değerlendirerek nasıl para kazanabileceklerinden bahsedildi. Ayrıca firmalara başvururken kendimizi n tercih edilmesini sağlamak için neler yapılabileceğinden ve nasıl ön plana çıkabileceğimizden de söz edildi.
Click 2009 Mayıs
| 37
Compec’ten Compec Microsoft’ta Compec olarak, üçüncü yılını kutlamak ve bilgi paylaşımını bu sefer de yüzyüze gerçekleştirebilmek için NedirTV.com’un 14 Mart 2009 Cumartesi günü Microsoft İstanbul Ofisi’nde gerçekleştirdiği seminerler dizisine katıldık. Programda Windows 7 ile gelen yenilikler, Multipoint programlama, ASP.NET 3.5 yenilikleri, C#, SQL Server 2008 ile gelen yenilikler başlıkları altında bilgi almanın yanı sıra Microsoft yetkilileriyle tanışıp sohbet etme fırsatı da bulduk.
38 | Click 2009 Mayıs
www.compec.boun.edu.tr Yenilenen web sitemizle bizi takip etmek artık çok kolay
Özgürlük İçin!
www.pardus.org.tr www.ozgurlukicin.com