isyan Gün gelmişti ve O, başkentteki Pantheon Tapınağı’nda dua ediyordu. Biraz sonra buradan çıkıp gittiğinde başlayacak olan şeyler C’han Krallığı’nın kaderini sonsuza kadar değiştirebilirdi. Gerçekten de sonsuza kadar değiştireceğini tahmin bile edemezdi o an… Baş Tanrı Ghormot’a duasını bitirdiğinde yavaşça kalkıp yerdeki kanlara basarak çıkışa doğru ilerlemeye başladı. İnanç uzun zamandır İmparatorluk tarafından sistemli bir şekilde kirletiliyordu, Druidler ormanlara sürülmüş ve Rahiplerde İmparatorluk yandaşı olup kendi çıkarlarına gömülmüşlerdi. Bu yüzden temizliğe Pantheon Tapınağı’ndan başlamıştı zaten ve sırada Saray vardı… Geliyorum Hain! C’han’a yaptıklarının bedelini ödetmeye geliyorum Hain… Baba… diye mırıldandı etrafında kendi tarafını tutanların ortasında ilerlerken, Saray’ın ve İmparatorluk Elçileri’nin haberlerinin olmaması sağlanmıştı ama Tapınak’ta olanlar yakında bu gizliliği açık ederdi. Saray kapıları önlerinde yükselirken içindeki alevler yeniden yükseldiler, sadakat sembolü olarak sürüldüğü ilk yıllarda bu alevler cehennem alevleri gibiydi ama onları soğutmayı bilmişti, İmparatorluk içinde hayatta kalmanın tek yolu öfkeni, nefretini, duygularını belli etmemekti. Şimdi içinde o buzdan daha soğuk alevler cayır cayır kükrüyorlardı. Saray kapısını tek bir büyüyle havaya uçurduğunda yanındakiler eski zamanlarda O’nun küçüklüğünde olduğu gibi zafer ve özgürlük şarkıları söyleyerek ileri atılmış İmparatorluk Lejyonerlerini biçmeye başlamışlardı. C’han’ın öfkesi uyanmış, önüne kim çıkarsa çıksın parçalayıp atıyordu. Çatışma boyutundan çıkmış ve azınlığın çoğunluğu ezip geçtiği bir kıyım sürerken yavaşça merdivenleri tırmandı. Gözleri mavi bir ışıkla parlıyordu ve kimse korkudan Taht odasına kadar karşısına çıkamamıştı. Kapı önündeki Lejyonerler ile birlikte içeri doğru patlayarak saçıldığında Hain ve Oğul birbirlerine öfkeyle baktılar. Birisi öyle yada böyle Kral, tahtın haklı sahibi ve kanun yapıcıydı diğeri ise kisvesi ne olursa olsun bir sürgün ve isyancıydı. Hain o kısa anın ardından kudurmuşçasına oğlunun üzerine saldırdı ve Hain’in Oğlu sadece elini kaldırıp Hain’i buzdan bir heykele dönüştürdü. Bedel ödeme zamanı! dedi ve belindeki kılıcı çıkartıp donmuş babasına onu paramparça eden bir darbe indirdi…
zafer İmparatorluk ve yandaşları Petra’dan ve bütün C’han’dan sürülmüş, böylece sarhoş edici bir sevinç havası sarmıştı etrafı. Hain’in Oğlu; soy, kan ve marifet hakkıyla C’han tahtına çıkıp ve Buzyürek adını almış ve sevinci ve sarhoşluğa bir son getirmişti. İmparatorluk geri gelecekti, hem de bütün öfkesiyle, bütün karanlığı ve kötülüğüyle. C’han savaşa hazırlanmalıydı… Kral Buzyürek haklıydı, onlar daha tam anlamıyla hazırlanamadan İmparatorluk Orduları yola çıkmışlardı bile, C’han’ı yok etmek için geliyorlardı bu defa. Tarihte görülmemiş bir kalabalık ilerliyordu C’han’a doğru, öyle ki İmparatorluk Vakanüvisleri; Bu kalabalık ordunun tanrıları bile korkutup kaçıracaklarını yazıyorlardı. Tanrılar ne kaçmış ne de korkmuşlardı, bütün tanrılar öfkeliydi ve geliyorlardı… Savaş Petra önünde başladı, oklar yağmaya, büyüler uçuşmaya ve hayatlar birer birer sönmeye başladı. Buzyürek surların üzerinde yanındaki Druidlerle birlikte İmparatorluk Büyücülerine karşı kendi savaşını veriyor. C’han Ordusu ise kendisinden defalarca büyük İmparatorluk Ordusunu durduruyordu, ama bu ne kadar sürebilirdi? C’han bunun ölüm kalım mücadelesi olduğunu farkındaydı ve yaşamak için çılgın bir mücadele veriyordu. İmparatorluk ise zihinleri büyüyle perdelenmiş, kan açlığıyla körüklenmiş, ölümden korkmayan ve öldükten sonra bile lanetli bir yaşama büründürülecek askerleriyle yüklendikçe yükleniyordu. Belki de savaş sonsuza kadar sürebilirdi bu şekilde. Ama İmparatorluk Büyücüleri bu durumdan usandılar ve en büyük silahlarını kullandılar; Abyss’a bir kapı açtılar. Daha önce savaşlar için birkaç tane çağırdıkları İblisler’den şimdi güruh güruh çağırıyorlardı ve İblislerde memnuniyetle Dünya’ya akıyordu. Tanrılar artık buna dur demeliydi. Günah ve yozlaşma kuşatmıştı Dünya’yı… C’han İblislere de direndi büyük kayıplar vererek ama gücünün sonuna yaklaşıyordu ama en umutsuz anda Tanrıların yardımı geldi. İyi yada kötü bütün tanrıların ordularından birer parça C’han’a katıldı... Zafer C’han’ın olmuştu ama bedeli çok ağırdı… Petra neredeyse yokolmuş, C’han’ın nüfusu büyük ölçüde kırılmıştı dahası Abyss’a açılan geçitler kapatılmamıştı. Ghormot’un Elçisi Başmelek Bran; Kral Buzyürek’e; Halkını al ve git Buzyürek zira bu Dünya onu kaplayan Günah ve yozlukla birlikte yok edilecek. C’han’ı yanına al ve git…
terk Buzyürek; Petra yıkıntıları arasında bir boyut kapısı açtı ve halkını yönlendirdi. Bran acele etmelerini söylemişti, Tanrılar bütün gazaplarını kusacaklardı Dünya’ya… Bütün kudretiyle bir boyut kapısı açtı Bran’ın söylediği dünyaya doğru ancak hesaplanmamış bir sorun vardı; Abyss’a açılan geçit kapanmamıştı ve boyutkapısını etkiliyordu, geçenlerin hepsi farklı farklı yerlere saçılıyordu ve buradan geçene dek bunun farkında değildiler. En son Buzyürek kapıdan geçtiğinde Kıyamet başladı, geçit boyunca ilerlerken arkalarından yükselen sesler Kral’ın kulaklarına doluyordu. Dünya, yaratıcılarının gazabına boğulacaktı… Bir süre sonra bir terslik olduğunu fark etti, Abyss’ın kaotik yapısı kapıyı etkilemişti Bran’ın söylediği Dünya’ya değil başka bir yere gidiyorlardı ve bunu düzeltecek gücü yoktu, savaş ve Boyutkapısını açmak onu adeta tüketmişti. Sonunda karşılarında yeni bir Dünya buldular… Yaşayacaklardı, Tanrılar ve Kral onları kurtarmıştı ama diğerleri neredeydi, onlara ne olmuştu hep birlikte burada olmaları gerekmez miydi? Buzyürek hiç ses çıkartmadan yürümeye başladı. Çare düşünüyordu, halkının kalanını bulmalıydı ama nereye gittiklerini asla bilemezdi. Yorgundu, boyutları arayamayacak kadar yorgun ve güçsüz… Koru onları Ghormot, zira ben ancak yanımdakileri koruyacak kadar güçlüyüm. diye kısaca bir dua etti ve yola devam etti. C’han yok olmamıştı, yeniden doğacaktı… Bu yeni Dünya onların yeni evi olacaktı.
---O---
Yeni ev Haftalardır yürüyorlardı, sadece kısa dinlenceler için durmuşlardı ancak Kral hiçbir yeri yeni evleri olarak görmemiş ve inatla yeni rastladıkları nehir boyunca ilerlemeyi sürdürmüştü. Buzyürek sessiz birisiydi ama bu Dünya’ya geldiklerinden beri iyice ketumlaşmıştı, devamlı düşünüyordu. Kimse kayıplar için onu suçlamamıştı ama o kendini suçluyor gibiydi, buradaki herkes hayatlarını Kral’a borçluydu… Nehrin denizle buluştuğu noktaya ulaştığımızda durdu ve etrafına bakmaya başladı. Burası bir körfez ve… ve etrafı da ormanlar ile çevrili… Petra’yı buraya kuracağız… Ve bu nehrin adı Acampsis olacak tıpkı eski yuvamızda olduğu gibi… Bu körfeze Kidala Körfezi diyeceğiz. Burası bizim yeni evimiz olacak! demiş ve bu topraklara yerleşim böylece başlamıştı. Temeller atıldıktan sonra ilk şenlik gecesinde Buzyürek kendisinden beklenmedik şekilde eğlenceye katılmıştı, bundan önceki yetmiş beş yıllık gençliği boyunca ya ülkesinden çok uzakta olmuş ya da yaşamı sanatına adanmıştı, son dönemleri ise savaşın ateşinde pişen bir Kral olarak geçmişti. Şimdi bunlar geride kalmış yepyeni bir yaşama başlıyorlardı, C’han yeniden doğuyordu… Kral elindeki bira bardağı ile fıçının üzerine fırlayıp; C’han ölmedi! Ama her şeye yeniden başlayacak, yeniden güçlenecek ve kayıp kardeşlerini bulacak, eskisinden de güçlü olacak, bir daha asla kimsenin kölesi olmayacak, asla eğilip bükülmeyecek bizler artık bu topraklarda yaşayacak ve bu topraklarda soyumuzu sürdüreceğiz. Kıyamete kadar! diye haykırdığında halk çılgınca bağırmış ve eğlence daha da ateşlenmişti. Ertesi sabah Petra’nın inşası devam ederken bir grup Kidala Körfezi’nin kuzey topraklarını keşfe, bir başka grup ise kaynak aramak için gönderildi… Böylece başladı Buzyürek ve C’han’ın hikayesi… Şehir kurmak: -1 Gelişim, -2 Üretim Kuzey’in Keşfi: -1 Gelişim Kaynak Keşfi: -1 Gelişim, -1 Askeri