Arda Interview 1

  • Uploaded by: Arda
  • 0
  • 0
  • December 2019
  • PDF

This document was uploaded by user and they confirmed that they have the permission to share it. If you are author or own the copyright of this book, please report to us by using this DMCA report form. Report DMCA


Overview

Download & View Arda Interview 1 as PDF for free.

More details

  • Words: 2,324
  • Pages: 5
Berlin’in Ortasındaki İşgalci Sanatçılar ve Sanat Atölyesi: Tacheles Röportajı Yapan ve Yazan: Metin Bal Tacheles Berlin’in ortasında sanatçılar için serbest bir mekân. Tacheles’in bahçesinde yalnızca sanat yapıtı üreterek yaşamlarını sürdüren ve gününü bütünüyle sanat yapıtı üzerinde çalışarak geçiren sanatçıların oluşturduğu bir sanat atölyesi var: Tacheles Metal Atölyesi (Metalwerkstatt im Kunsthaus Tacheles). Profesyonel bir sanat eğitimi almadan kendi kendilerini yetiştirmiş olmaları bu sanatçıların ortak özellikleri. Tacheles bahçesindeki bu Metal Atölyesi’nin kurucusu ve en eski üyesi Eskişehir’li heykeltraş Hüseyin Arda. Tacheles’e sonradan katılan ve ona çalışmalarında eşlik eden diğer heykeltraşlar; Dersim’li Hakan Özata ve Urfa’lı İmdat Uçar. Sadece heykel değil aynı zamanda resim alanında da faaliyet gösterilen Tacheles Metal Atölyesi’nde, teknikleriyle ve tarzlarıyla şimdiden etkilerini hissettiren, Tacheles’e 1994’de katılan Ankara’lı ressam Halil Aydın Ataman, daha yeni katılmış olan Rusya’lı ressam Anna Andropova ve Arjantin’li ressam Miguel Augusto Menegazzocane aynı ortamı paylaşıyorlar. Tacheles Metal Atölyesi’ni diğer sanat atölyelerinden ayıran şey, bu sanatçıların, yapıtların oluşum sürecinde kendi çalışmalarını izleyiciye açmış olmalarıdır. Böylece izleyici, yapıtın sanatçı tarafından nasıl oluşturulduğuna şahit oluyor. Metal malzemeleri, kendinden geçmiş bir şekilde, kaynak makinesiyle şekillendirmeye çalışan bir heykeltraş görmek epey şaşırtıcıydı. Bunun pek alışıldık olmayan bir durum olduğunu düşünerek bu sanatçıları tanımaya çalıştım. METİN: Arda bey, Tacheles nedir? ve nasıl kuruldu? ARDA: “Tacheles” sözcüğü Eski İbrani dilinde “samimi, açık ve harbi konuşmak” anlamına gelir. Sanatçıların çalışma mekânı olarak Tacheles, 9 Kasım 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra kuruldu. O sırada burası tamamen karmakarışık, kaotik bir alandı. O zamanlar buraya anarşı egemendi ve otorite boşluğu vardı. Doğu Almanya çökmüştü, tüm binalar bakımsız ve dökülür haldeydi. O dönemde Berlin’de bir çok ev politik olarak işgal edilmişti. Ben bu sırada Tokyo’daydım. Duvarın yıkılmasıyla Berlin’in Doğu Almanya sınırları içinde olan binaların %30’u boştu. Sürekli olarak polisle çatışma içine giriliyordu. Bu nedenle güvenlik amacıyla, sanatçılar dahil, herkes silah taşıyordu. İşte bu binalardan bir kısmı, sanatçılar tarafından Şubat 1989’da işgal edildi. Biz burayı resmen işgal ettik, fakat işgal her zaman kötü anlamda düşünülmemeli. Bu bir sanatçı işgali. Biz işgalciler olarak 60 kişi kadardık. Bu 60 kişi sanatçılardan veya sanatı destekleyen kişilerden oluşuyordu. Buraya “Tacheles” dendi. Ben Nisan ayında Japonya’dan döndüm. Mayıs ayında Tacheles’de ilk tiyatroyu sahneye koyan gurubun içinde yer aldım. Çok geçmeden, sanatçılar olarak, 1990 Şubat’ında, Tacheles Sanat Derneği (Tacheles Kunstverein) çatısı altında birleştik. Maalesef son yıllarda bu Dernek çok zayıfladı ve üyelerin çoğu, onları birleştiren temel düşüncelerden vazgeçti. Şu an bu ilk kurucu üyelerden hiçkimse kalmadı. Buna rağmen, özünde temsil ettiği fikir açısından bu oluşum çok önemlidir. 2006’nın sonunda bu Dernek’ten ben de ayrıldım. Nasıl olduysa, 2007 yılında bar ve sinema da işletiyordum. 17 kişi çalıştırıyordum. Bir zaman geçtikten sonra, sanat dışında başka işler yapmak bana saçma geldi ve bu tarz işleri hayatımdan çıkardım. Şimdi sadece heykel yapıyorum. Sanat için ideal bir ortam kurmaya çalıştık ve burada bunu gerçekleştirdiğimize inanıyorum. METİN: Bu bina ve arsanın bir mülkî sahibi var mı? ARDA: Burayı devlet, 1998 yılında, özel mülk sahibi olmak isteyen kişiye, belirli şartlarla sattı. Bütün Tacheles alanının kirası 1 Euro’dur. Devlet burayı özel şahsa satarken, buradaki

sanat ortamının korunması şartını Sözleşme ile kabul ettirdi. O nedenle bu binalarla birlikte bahçenin tüm kirası aylık 1 Euro olarak belirlendi. Ancak 1 Euro’nun bana düşen payını vermiyorum. Ne yapayım, dalga geçer gibi 10 Cent mi vereyim. 31 Aralık 2008’de 10 senelik Sözleşme süresi bitiyor. METİN: Sanat sizce nedir? ARDA: Sanat çok şey olabilir bence. Sanat belki belli bir estetik anlayışın, belki belli bir fikrin belli bir form ile buluşmasıdır. Sanat yapıtında şekiller ve amorf bir olay birbirlerine eklenmiştir. Bir malzemeye form verilmiştir ve bu malzeme ve form birbirlerine belli bir estetikle bağlanmıştır, işte bu sanattır. Tabi bu söylediğim sanatın yalnızca belirli bir tanımı olabilir. Ben sanat anlayışımda Butoh tiyatro sanatından ve Akira Kurosawa’dan çok etkilendim. Ancak sanatın teorik yanıyla pek ilgilenmedim. METİN: İlgi alanlarınız nelerdir? 24 saatiniz nasıl geçiyor? ARDA: Sanat dışında hiçbir ilgi alanım yok. Burda söylediğim şey çok önemli: ilgi alanlarım yok! sadece heykel yapıyorum. Eskiden dalmaya giderdim. Belki yine giderim. Ancak dalgıçlık beni artık o kadar ilgilendirmiyor. Şimdi ilgilendiğim bir şey yok. Günde 8 saat uyuyorum ve geri kalan 16 saat burdayım. METİN: Nasıl bir aileden geliyorsunuz? Ailenizle olan bağlarınızdan söz edebilir misiniz? ARDA: Babam işçi annem ev hanımıdır, şimdi Çeşme’de yaşıyorlar. Daha önceden Eskişehir’de yaşıyorduk. Bir ablam var. Türkiye’de Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde (GATA) okuyordum. Hem askerlik hem de tıp ikisinin de bana göre işler olmadığını anladım. Hoşuma gitmedi. Güzel yanları da vardı tabi, çok güzel arkadaşlıklar kuruluyordu. Ancak ben kanla ve hastalıklarla uğraşmak istemedim. Bıraktım. Ailem ilk başlarda bu kararımı yadırgadı, fakat her zaman destek oldular. Elbette hiç tepki göstermediler değil. Onlara “ben askerlik yapmayacağım” dedim. Berlin’e geldim. Burda özgürlükle tanıştım. METİN: İlk sanat yapıtınızı hatırlıyor musunuz? ARDA: İlk sanat yapıtımı Japonya’da yaptım. Sanata, aşık olduğum sevgilimle sokağın ortasında dans ederek başladım. METİN: Sizi sanat yapıtı oluşturmaya iten şey nedir? Buna nasıl karar veriyorsunuz? ARDA: Ben değişik değişik fikirler üretiyorum ve fikirlerimi gerçekleştirmeye çalışıyorum. örneğin “Almanya için Kelimeler Projesi” (Wörter für Deutschland) var. Bu Proje’yle bir şehir alanının dizaynını yapıyorum. Böylece insaları sanata teşvik ediyoruz. İnsanlar gelip, labirent şeklinde olan bu kelimeleri görüyorlar ve bunların içine girebiliyorlar. Biz onlara seçmeleri için kelimeler sunuyoruz ve bu seçilen kelimeleri onların istediği alanlara yerleştiriyoruz. Bu projeyi dört senedir yürütüyoruz. Bunun yanında, “Hayat Küpü” (Cubes of Life) Projemiz var. Bu Proje altında kısa filmler yapıyorum. Senaryolar yazıp onları gerçekleştiriyorum. Bazen müşteri siparişi üzerine çalışıyorum. Asla “bana para ver yapayım” demiyorum. Ben yapıyorum, sonra eğer müşterinin hoşuna giderse alıyor. Bazen de beni dekoratör olarak düşünüyorlar. “Benim bir evim var, ya da benim bir adam var. Buraya bir bakıp bir şeyler düşünsene” diyerek teklif getiriyorlar. Örneğin geçenlerde Fransa’ya bağlı Gaurinis Adası’na gittim, gördüm ve hoşuma gitti. Taş Devri’nden kalma izlerden dolayı çok değerli bir ada. Bu adanın sahibi olan kişi, Pierre Ange Le Pogam, benden bir boğa heykeli aldı. Çalışma tarzlarım işte bu şekilde çeşitlilikler gösteriyor. Bazen kendi düşüncelerimi gerçekleştiriyorum. Bazen de insanlar istiyorlar. METİN: Ulaşmak istediğiniz ideal bir çalışma ortamı var mı? ARDA: Aslında şu anda ideal bir ortamda çalışıyorum. Mesela, daha biraz önce, sözünü ettiğim ada sahibinden bir telefon mesajı geldi. Ekim ayında tekrar adaya gidiyorum. Orda, bu arada, bir sempozyum düzenlemeyi düşünüyorum. Burda yaptığımız olayları bu ada sahibi olan kişi çok

beğendi. Bu sempezyumu kendi adasında yapmamızı istedi. Bu ada Fransa’da yer alıyor. İşte böyle, ütopyama çok yakın yaşıyorum. Deniz kenarında güzel bir heykel atolyem olsun istiyorum. Berlin’in ortasında da bu güzel atolyemin devamını istiyorum. Yapıtları maalesef yetiştiremiyoruz. Eserlerimiz şu anda değişik değişik yerlerde görülebilir. Benim heykellerim şu anda genel alanlarda. Örneğin sokakların ortasında. Biz genelde şanslıydık, yaptığımız yapıtların hepsini satabildik.. Bu kazandıklarımızla yeniden heykel üretiyoruz. METİN: Burda sanat çevreleriyle bir ilişki içinde misiniz? ARDA: Hayır. Ben bütünüyle otonom hareket ediyorum. METİN: Sizi doğrudan etkilemiş olan bir sanatçı var mı? ARDA: Beni etkileyen sanatçı yok. Sevdiğim sanatçılar elbette var. Bunlardan doğrudan etkileniyorum diyemem. Pablo Picasso’yu ya da Alberto Giacometti’yi sevdim buna rağmen üzerimdeki etkileri beni yönlendirecek kadar olmadı. Sevdiğim yönetmenler, heykeltraşlar var elbette. Hepsi bir dahi elbette. Bu şaheserleri yapabilmek için insan yaptığı işten çok hoşlanmalı. Onlar çok güzel işler yapmışlar. Ben de yapmaya çalışıyorum. Yapılan işin sevilerek yapılması hoşuma gidiyor. METİN: Heykele başlarken size ilham veren şey ne oldu? ARDA: Berlin’de tanıştığım kız arkadaşım Ankelina Möller’le Japon dansına ilgi duyduk. O şimdi yazı, makale türü eserler yazıyor. Tabi biz çoktandır ayrıldık. Şu anda 16 yaşında olan bir çocuğumuz var. Adı Vincent Kaya Möller. Sonra farkettim ki ilhamımı içimden alıyorum. Ben sürekli olarak formlarla düşünen biriyim. Hayalgücüm var. Bu konuda rüyalarım da beni destekliyor. Benim sanat tarzımı anlatabilmem için, önce Butoh’un ne olduğunu size anlatmam gerekir. Benim sanata olan eğilimim Butoh aracılığıyla gerçekleşti. Butoh Japon tiyatrosuyla ilgili bir danstır, bir tür performans sanatıdır. Tamamen impressive bir sanattır. İçine dönük, içine kapanıktır. Butoh, bana göre, insan vucuduyla heykel yapar. 80’lerin sonu ve 90’ların başında Butoh tiyatro gurubunda oynuyordum. Bu sanatın mistik, batini kısmıyla ilgilenmiyorum. Bu dansın ilgimi çeken yönü minimum enerjiyle maksimum bir dinamizm ortaya çıkarılmasıdır. Burada herkesin ne gördüğü değil ancak etkileyici bir şekilde görmesi benim ilgimi çekti. Şu yaptığım boğa heykeline bak, ne görüyorsun? Elbette herkes buna boğa diyecektir. İşte ben bu boğayı şu demir halde yürütmek istedim. Diğer boğa ise sadece yürümüyor aynı zamanda tepiniyor. İşte Butoh’un özelliği bu. Hareket görünür olmamasına rağmen sahnedeki yapıt son derece dinamik görülür. METİN: Metale nasıl bir eğilim duydunuz? Soğuk bir malzeme olarak görülür? ARDA: Metal bana çok yumuşak geliyor. Metali yumuşak kılmak bana hoş geliyor. Metal, istersen, terayağ gibi bir şeydir. Demir, öyle görünmese bile, çok yumuşak bir metaldir. METİN: Peki, demirin paslanması riski var ama? ARDA: O (paslanma) benim istediğim bir şey. Demire şekil vermeden önce paslanmaya bırakıyorum. Demiri paslanmaya bırakmak epey bir zaman alıyor. Paslanmış demir bulmak ise çok zordur. Bu nedenle yeni demir alıp paslanmaya bırakıyorum. Heykeli bitirdikten sonra da paslanmaya bırakıyorum. METİN: Heykelin yığın halinde bir kütleden yontularak şekillendirilen bir şey olduğunu düşünüyorum. Ancak siz metali yontmuyorsunuz. O halde form orda hazır duran bir şey değil. Siz formu malzemede değilse, nerde ediniyorsunuz? ARDA: Doğanın içinde bulunduğu duygu durumunu, ruh halini tasavvur ediyorum. Örneğin şu boğa, kızgın bir boğadır. Şekli bu duygu belirliyor. Şekil duyguda yatıyor. Diğer bir örnek Labirent yapıtımız. Bu Labirent önce duygu durumumda (Gefühlszustand) ortaya çıkıyor. Böyle bir duygu durumu içindeyim. Şimdi bir Ayı yapıyorum. Bu Ayı yapıtını yaparken önce ben ayı

oluyorum. Yapıtın formu benim duygularımda şekilleniyor. Bu benim elimde değil. Ben bir bakıyorum ki dönüşmüşüm, o olmuşum. Bir yapıta başlamak bu nedenle uzun bir duygu ve heyecan süreci gerektiriyor. Ruh halim bütünüyle ona dönüşüyor. Formu yakalamak o şeyin kendisi olmakla olur. Ortaya çıkacak şey o şeyin bir tasarımı değil, o şeyin kendisi olmalı. Bu ruh hali içinde formu yakalıyorum. İşte burası sanatın başladığı yer. Ancak sanatçılık ise bu formu malzemeyle buluşturma becerisinde ortaya çıkıyor. Daha önce yaptığım “Durum Raporu I” (Situationsbericht I) ve, şu anda Dresden Wallgäschen Sokağında duran, “Durum Raporu II” adlı heykellerim içinde bulunduğum ruh hallerinin örnekleridir. Böylece bu heykeller “tek başlarına” varlar. Bu ruh hali olarak onlar, şimdi, “tek başımıza da varız” diyorlar. “Bağlılık” varolanların kendi başlarına varolmaları durumunu yok ediyor bence. Oysa şeyin kendisi orada. Şunu düşünelim, monotheist dinler diyor ki “her şey tanrı tarafından var ediliyor”. Peki soruyorum, “eğer tanrı olmasa, bu durumda o şey ne olacak?” İşte o zaman diyorlar ki “hiçbir şey yok. O olmasaydı, sen dahil, hiçbir şey yok”. Yani herşeyi “hiç”leştiriyorlar. Oysa ben diyorum ki “Hayır!”, hiçbir bağlılık olmaksızın, o şey, işte orada. İnsanlar varolmak için başka şeyleri işin içine sokuyorlar. Ben hiçbir şeyi bundan sorumlu tutmuyorum. Bir şeyi onu varetmek için başka şeye bağladığında o şeyin kendisi gözden yitiyor. Sanatın kaynağı gerçekte bu varlık sorusu. Elbette ben kendi yaklaşım biçimimin, varlığı anlamanın tek yolu olduğunu iddia etmiyorum. Hiçbir şeyi kanıtlama peşinde değilim. Benim düşüncem, onu anlamanın sadece bir yolu. METİN: Burayı siz kurduktan sonra diğer elemanların katılması nasıl oldu? ARDA: Metal heykel yaparken mutlaka yardımcıya ihtiyaç duyulur. Bu büyüklükte heykelleri tek başına hareket ettirebilmek teknik açıdan mümkün değildir. O nedenle her zaman bir yardımcıya ihtiyaç duydum. 1992 senesine kadar ne yapacağımı bilemiyordum. Bu işe 1992’de başladım. İlk 4 sene yardımcıya ihtiyacım olmadı. 1995 yılında, bir gün, bir bara gittim. Orda sahnede zenci bir kadın şarkı söylüyordu. Blues şarkısını çok güzel söylüyordu, ve kadın da çok güzeldi. Bu benim çok hoşuma gitti. Şarkı bitti, ara verdiler. Barda oturuyor, viski içiyordum. Bu arada şarkıcı kadın bana doğru geliyordu. Biraz yaklaşınca bu kişinin bir kadın değil bir erkek olduğunu farkettim. Adı Kenny’di, benimle tanışmak istedi ve sonra yanımda çalışmak istediğini açıkladı. Buna çok şaşırdım. Meğerse beni çok önceden tanıyormuş ve önceleri bu barda garson olarak servis yapıyormuş. Kenny Afrika kökenli bir Amerika’lıydı. Kendi kültürüne çok bağlı biriydi. Yoruba dininin mensubu, aynı zamanda bu dinin rahibi olarak tanınıyordu. Bizim atölyemizde bir ruh gördüğünü ve bana katılmak istediğini söyledi. Kabul ettim. Ne var ki Kenny inanılmaz beceriksizdi, bana yardımcı olamadı. Daha sonra Kenan Sivrikaya adlı bir arkadaş katıldı bahçemize. 1994’den 2000’e kadar birlikte paylaştık bu ortamı. İkimizin de asistanları vardı. Kenan bir çok heykel yaptı. Çok başarılıydı. Birlikte bir çok sergiler yaptık. 2000 yılında sağlık sebepleriyle çalışmaya devam edemez oldu. Kenny gidince başka bir asistana ihtiyaç duydum, böylece 1998 Nisan’ında İmdat Uçar geldi. Onun da doğum günü, benimki gibi, 15 Haziran’mış. Bu tesadüfe değer verdim ve onu kabul ettim. Ona bir doğum günü armağanı olsun istedim. Ben insanları kırmayı sevmem. Her zaman sanat olsun isterim. İnsanların dans etmesi, resim ve heykel yapması beni mutlu ediyor. Kendilerini ifade etmek isteyen insanları serbest bırakmak gerekir. İşte İmdat’da bu özellik var. Onun estetik anlayışı bana çok ilginç geliyor. Kalıplara uymayan bir tarzı var. Ben onun çok değerli şeyler yaptığını düşünüyorum. Dört sene sadece benim için çalıştı. İki senedir kendi yapıtlarını üretiyor. Şimdi artık benim için değil sadece kendisi için çalışıyor ve kendi heykellerini üretiyor. Diğer bir arkadaşımız, Hakan da bize katıldı. 6 yıldır birlikte çalışıyoruz. Projelerde birlikte çalışıyoruz, bana çok yardımı oluyor ve benimle birlikte çok şeyler yaptı.

METİN: Düşünürler olsun, ticaret adamları olsun, genelde yaşamlarının sonuna doğru sanatla ilgileniyorlar. Öyle sanıyorum ki bu kişiler sanat yapıtlarına sahip olmak ve bunları toplu halde sunmakla bir çeşit kalıcı doyum sağlamaya çalışıyorlar. Sizin müşterileriniz için durum nedir? ARDA: Elbette müşteri profilimiz 40 yaş üzeri. Genç bir insanın, örneğin 30 bin Euro vererek, sanat yapıtı alması mümkün görünmüyor. En önemlisi de yaptığımız yapıtların geniş alanlara ihtiyacı var. Böyle bir özel alana sahip olmak kolay bir iş değil. METİN: Sanıyorum ki yapıtlarınız bambaşka insanlar tarafından alınıp, dünyanın çeşitli yerlerine götürülmüş durumda. Yapıtlarınızı takip ediyor musunuz? ARDA: Onlarla bağ kurmaya çalışıyorum. Örneğin 10 sene kadar önce, Yeni Zellanda’ya demir çelik sektöründe faal bir Holding gurubuna, 3,5-2,5 metre ebadında rölyef bir heykel satmıştım. Elbette gönül ister ki hepsi benim yanımda olsun. Şirket sahibi bu yapıtı görünce çok hoşlandı ve güzelce paketletip güvenli bir şekilde transportasyonunu gerçekleştirdi. Bugün gelen bir müşterim 8 sene önce buraya ilk kez geldiğini söyledi. Bazen yıllar sonra da olsa tekrar geliyorlar. İngiltere’den düzenli olarak gelen müşterilerimiz var. Julian Ricter bunlardan biridir. Ben onların bu yapıtları “belki bir gün değerleri artar ve daha değerli olurlar” diye aldıklarını sanmıyorum. Bu yapıtlardan hoşlandıkları için aldıklarını düşünüyorum. Sanat yapıtının sürekli olarak onların gözü önünde durması sanırım onları benzer bir şeyden almaya ikna ediyor ve böylece tekrar geliyorlar.

Related Documents

Arda Interview 1
December 2019 17
Arda Interview Hurriyet
December 2019 21
Arda Jurnal Awal.docx
April 2020 18
Interview 1
June 2020 3
Interview V1[1].1
December 2019 12
Interview
May 2020 20

More Documents from ""

December 2019 7
April 2020 5
Arda Interview 1
December 2019 17
December 2019 8