ZİLLİ KURT Yaşadığımız 600 yıllık imparatorluğun ardından, cumhuriyet döneminde 3 defa kesintiye uğrayan demokratik süreç, Türk Halkı’nın çoğunluğunu “Önce Ben” diyen bir şekle dönüştürdü. Evinin içine çok fazla özen gösteren ama sokağıyla ilgilenmeyen bu çadır kültürü anlayışı, duygularımızın dışa vurumu olarak da yorumlanabilir. Genlerimize işlemiş olan bu “Önce Ben” anlayışının bir sunucu olarak hazırlanan anayasamız, bireyi korumak yerine, devleti bireye karşı korumak güdüsüyle hazırlanmıştır. Yaşar Kemal “Bu devlet aydınını zilli kurt yapar” derken bireye değer vermeyen ve eleştiriden hoşlanmayan yönetim erkine gönderme yapmaktadır. Peki, nedir bu zilli kurt hikayesi? Çetin kış şartlarıyla ünlü Doğu Anadolu’da çiftçiler, çiftliklerine giren ve birkaç hayvanını yaralayıp, bir tanesini alıp götüren kurdu vurmazlar. Çünkü, ani ölüm kurt için az bir ceza sayılır. Köylüler kurdu kardaki izinden takip ederken yanlarına köpek ve silah da almazlar. Yanlarına sadece zil alıp atlarına binerler ve kurdu takibe koyulurlar. Karla kaplı arazide kaçarken gücü tükenen ve teslim olan kurda usulca yaklaşıp, zili (çanı) kurdun boynuna takarlar ve salıverirler. Boynundaki çan sesi nedeniyle hiçbir avına yaklaşamayan kurt, yavaş yavaş açlıktan ölüme mahkum olmuştur artık. İşte yönetenleri eleştiren aydınlarını hapse tıkmakla yetinmeyen bu devleti yönetenlerin nazarında hapis cezası asiler için azdır. Onları “zemini lağım sularıyla kaplı ranzasız hücrelerde hapsederek” zilli kurda benzetir bu devlet.