11 EYLÜL ERTESİNDE FELSEFE
11 Eylül artık bir dönem noktası olmuş durumda. Dünya'nın bu farklılaşmış tarihten öncesi ve sonrası diye ayrılmasına artık herkes alıştı. Peki bu olayı tam olarak tartışmayı başarabildik mi? Bu sorunun cevabını farklı bir projeyle arayan Giovanna Borradori; karşımıza iki farklı felsefi düşünce sisteminin savunucusu olan Jaqcues Derrida ve Jurgen Habermas'ı aynı soruları cevapladıkları bir söyleşiyle getiriyor. Terör Günlerinde Felsefe farklı stili ve konuşulması bir sorun haline gelen 11 Eylül olayına farklı bir bakış açısı taşımasıyla yaratıcı bir eser... 11 Eylül olaylarının hemen arkasından gerçekleştirilen bu söyleşiler ve Borradori'nin bu eseri ilk bakışta iki felsefi düşünce akımının bir çatışmasına sahne olacak gibi bir izlenim veriyor. Bir tarafta yılmaz Modernite savunucusu ve Aydınlanma'nın bitmemiş bir proje olduğundan hatalı olduğunu savunan Jurgen Habermas; diğer tarafta adı yapısöküm ve post moderniteyle birlikte anılan; Batı'nın köklerinde taşıdığı tahakküm ve ayrımcılık gibi ideolojik kalıntıları her bulduğu kaynakta ifşa etmeye çalışan Jacques Derrida... İlk bakıştan büyük bir farklılık ve tartışma getirmesi gereken bir kitabın ilk satırlarından itibaren benzer bir ton, hafif çekingen bir tavır ama en önemlisi birbirine çok yakın düşünceler ortaya çıkmış. Her ne kadar Habermas ve Derrida politik olarak birbirlerine düşman sayılabilirlerse de 11 Eylül olayının arkasından durdukları yerin yakın olduğu görmek mümkün. Derrida daha önce 11 Eylül hakkındaki konuşmalarında ilk olarak 11 Eylül diye bir tanım ortaya çıkarmış olmamızdan ve sadece bu durumun bile 11 Eylül'ün artık geri dönülemez bir şekilde özel bir durum teşkil etmesinin üzerinde durur. İsim vermenin bolan olayın şokunu atlatmak ve gerçekte
neler olduğu anlamak için önemli olduğunun üzerinde durur. Bunu travmanın atlatılması için sürekli olayları tekrar etmeye benzetirken kendi kuşağının psikoanalizle olan yakınlığı okuyucu'ya sezdiren Derrida, sonrasında bu saldırının neden bu kadar büyük bir önem taşıdığını tartışmaya açar. Bu önemin kaynağının ayrıca da bu tarihe bir önem verilmesiyle aynı kaynaktan beslendiğini öne sürer ve devam eder: “... ABD hedef alındığı, vurulduğu ya da neredeyse iki yüzyıldır ilk defa kendi topraklarında hedef alındığı için söylemiyorum; bu şiddet olayının hedefi olduğunu hisseden dünya düzenine büyük ölşüde AngloAmerikan dili hakim olduğu olduğu ve bu dil tüm dünyada uluslararası hukuka, diplomatik kuruluşlara, medyaya, en büyük teknobilimsel, kapitalist ve askeri güce hükmeden politik söylemle kopmaz şekilde ilişkili olduğundan söylüyorum...” Bu tanımıyla hem tarihe verilen önemin hem de sorunun kaynağının batı dünyasının hegemonyası ve moderniteyle alakalı olduğunu vurgular. Derrida'ya göre bu olay hem Soğuk Savaşı'n izlerinin bulunabileceği ve buna ek olarak Soğuk Savaş sonrası dünya düzeninin bir yansımasıdır. Hegemon gücün hem zayıflaması hem de krizlere çok daha açık hale gelmesinin bu olayın ortaya çıkışındaki etkisinin yadsınamayacağını vurgulayan Derrida; sonrasında sorunun küreselleşme boyutunu ele alır. Bu boyutta kendi küreselleşme tanımını yapar ve küreselleşme denilen olgunun farklı boyutlarını ve etkilerini analiz eder. Fikir örgüsünün sonunda Derrida terörizm ya da daha doğru kullanmak gerekirse çağımızın terörizminin çözümünün işlevlerini sürdürebilen bir uluslararası hukuk sistemi olduğunu öne sürer. Buradan da kendisinin aydınlanma ve özellikle Kant'la olan ilişkisi ortaya çıkan Derrida sorunun temelinde hoşgörünün yattığını söyler ve daha önce bir çok konuşması ve yazısında yaptığı global olayların yükünü bütün insanlığın omuzlarına koyma görevini yerine getirir. Jurgen Habermas ise konuşmasının başından sonuna kadar kendi pozisyonunu savunur ve karşımıza Derrida'dan çok da farklı olmayan bir analiz ile ortaya çıkar. 11 Eylül saldırılarının ertesi Amerikan halkının
iletişimsel bir analizini yaparak konuşmaya başlayan Habermas daha sonra devletlerüstü organizasyonlara ve onları ellerindeki güce değinir. Bundan sonraki düşünce zinciri modernite projesinin aydınlanma çizgisinde dünyayı sekülerleşme, bireycilik ve sosyal adalet çerçevesinde değiştirmeye devam etmesi gerektiğini ortaya koyar ve bu noktada Derrida'yla açık bir farklılık yakalar. Derrida'nın moderniteye karşı olan şüpheciliğine Habermas'ın konuşmasının herhangi bir anında rastlayamazsınız ve bu onun felsefenin temel direği olmayı sürdürür. Her ne kadar öğretmenleri olan Adorno ve Horkheimer'ın aydınlanma analizini kullansa da sonuçta onların Aydınlanma'nın Diyalektiğinde vardıkları konumu kabul etmez. Habermas bu söyleşisinde de 2000'li yılların terörizmine karşı elimizdeki tek silahın devletlerüstü bir sistem ile aydınlanma felsefesinin yayılması olduğunu savunur. Bu noktada Derrida'da onunla benzer bir konumda olsa da şüpheciliği devam eder ve bu yöntemlerin devletlerin kendilerine yok etmeye başladıkları yapıbozum sürecinden kurtaracağına tam olarak güvenmez. Kitabı; ana metni olan iki söyleşiye ek olarak iki adet makale ve kısa bir önsöz oluşturuyor. Ek metinler Giovanna Borradori'nin Jurgen Habermas ve Jacques Derrida hakkındaki makaleleridir. Bu makalelerde tartışılan esas konu terörizmin aydınlanma geleneği ve modernite ile olan bağını inceler. İkinci makalenin özellikle son kısmı Derrida'nın modernite tanımıyla Habermas'ın tanımı arasında geçen bir karşılaştırma tadında devam ediyor ve yaklaşım olarak ilgi çekici. Kitabın hiçbir okuyucuya farklı bir bakış açısı ve yönelim getirme şansı olduğuna inanmıyorum, çünkü hem Derrida'nın hem de Habermas'ın öne sürdüğü fikirlerin özel ve benzersiz bir yanı yok. Tam tersi bir şekilde günümüz aydınlarının terör, savaş ve benzeri sorunların çağdaş konumlarına karşı benzer bir uzaklıkta durmaları ve alternatif bir yol ortaya koyamamalarının bir resmi kanımca. Her ne kadar bu duruşun içinde bazı önemli noktalar olsa da genel olarak süregelen bu sorunu bir çözüm sunmaktan çok bu kitaptaki konuşmalar sorunun temelini görmemiz açısında bir kaynak olabilir, çünkü iki tamamen farklı politik duruşa sahip düşünürün
sorunun temelinin aydınlanma ve moderniteye bağlı olarak görmesinin yadsınamaz bir değeri olduğu çok açık...