eleŞtİrİ nedİr herhangi bir kişiyi, bir eseri, bir konuyu doğru ve yanlışlarını dile getirerek göstermek amacıyla yazılan metinlerdir. hedeflenen öğeyi doğru ve yanlış yönleriyle tanıtmayı amaçlayabileceği gibi, bu öğenin doğru tanıtılmasını sağlamayı ve bir değerlendirmeyi de hedef alabilir. temeli ilkçağa dayanan eleştiri, ancak xix. yüzyılın ikinci yarısından sonra bağımsız bir yazı türü olma niteliğini kazanmaya başlamıştır. eleştirmen,bir sanat eserinin gerçek değerini,özünü yapılışını,değerli-değersiz yanlarını ortaya koyar.eleştirmenin görevi güzellik yaratmak değil,yaratılmış güzelliği yargılamak,okurlara tanıtmaktır. eleştiriler;tarihsel eleştiri,okura dönük eleştiri,topluma dönük eleştiri,sanatçıya dönük eleştiri ve esere dönük eleştiri... olmak üzere türlere ayrılır.
tarihsel eleştiri , sanatsal eser yaratıldığı dönemin koşulları içinde görülür, o günün değer ölçütleriyle değerlendirilir. Örneğin bir fuzuli, bir namık kemal ancak osmanlı`nın toplumsal düzeni göz önünde bulundurularak kavranabilir. tarihsel eleleştiride, eleştirmen biraz da edebiyat tarihçisi gibi davranır. edebiyat tarihinin sunduğu verilerden, o dönemin başka ürünlerinden yararlanır. sanatçının yaşamöyküsü de ona ipuçları olur. okura yÖnelİk..(Örnek bul) eleştirmenin esere, okura verdiği haz veya onda uyandırdığı estetik duygu yönünden yaklaşmasıdır. okura dönük olan bu eleştiri türünde eleştirmenin işi eseri açıklamak, değerlendirmek değil, kendisini nasıl etkilediğini, onu beğenip beğenmediğini, kendisinde uyandırdığı duyguları anlatmaktır. burada eleştirmen işin içine kendi benliğini katar. bu tür elestiriye öznel eleştiri denişi de bundandır. okura yönelik eleştiri :eleştirmen,eserin kendisi üzerindeki etkilerini degerlendirir
esere yÖnelİk....(Örnek bul) bunlara göre bir eseri sanatsal kılan onun biçimidir. sanatçı o biçimi kurmak için hangi yola başvurmuştur, nelerden yararlanmıştır? eleştirmen bu soruların cevabını esere bağlı
kalarak açıklamaya çalışır. ”sanatçı, ele aldığı konuyu içerik haline getirir, bunun için de belli bir teknik kullanır. sanat eserinin anlamı ancak o biçimin taşıdığı anlam olduğu için teknikten söz etmek her şeyden söz etmektir. eserin konusu, kişileri ve bunların arasındaki çatışma, anlatım tekniği, olay örgüsü, imajlar, ton, semboller, bunların hepsi teknikle ilgili şeylerdir ve eserin kendine özgü anlamını meydana getirir. esere yönelik eleştiri :eserin konusu,anlatım biçimi,olay örgüsü değerlendirilir
sanatÇiya yÖnelİk.. sanatçının eserini açıklamak için onun kişiliğini, ruhsal yaşantısını ve bilinçaltı dünyasını ölçüt olarak alır. burada freud`un psikanaliz yönteminden yararlanılır. yaşamöyküsel eleştiride, sanatçının yaşamı ile eseri arasındaki etkileşimleri bulunup ortaya konmaya çalışılır. bunun için ya eserden sanatçıya, ya da sanatçıdan kalkarak eseri açıklamaya gidilir. sanatçıya yönelik eleştiri: sanatçının bireysel özelliklerinden yola çıkılarak eser değerlendirilir
topluma yönelik eleştiri :eserin toplumsal olay ve olgularla bağlantısı,toplumsal gelişmeye katkısı değerlendirilir.
türkiye'de eleştiri
[değiştir]
tanzimat dönemi romantikleri Şinasi, namık kemal, recaizade ekrem, abdülhak hamid; realistleri samipaşazade sezai, beşir fuad, nabizade nazım, mizancı murad'tır. serveti fünun döneminde, cenap Şahabettin intikad (sahte parayı gerçeğinden ayırmak)anlayışıyla tenkit eder. halit ziya, mehmet rauf,
nabizade nazım, hüseyin cahit dönemin eleştiricileridir. cumhuriyetin ilk yıllarında eleştiri yahya kemal ve ahmet haşim'le başlar. İsmail habip sevük ve ahmet hamdi tanpınar eleştiriyi edebiyat tarihi içinde ele alırlar. nurullah ataç, suut kemal yetkin iki öznelci eleştirmendir. sistematik eleştirmenler asım bezirci, fethi naci, hüseyin cöntürk bağımsız yöntemi geliştirdi. sabahattin eyüboğlu ile vedat günyol hümanist eleştirmenlerdir. Çağdaş eleştirmenler mehmet kaplan, tahsin yücel, akşit göktürk, Şara sayın, Ünsal oskay, murat belge, orhan burian, tahir alangu, memet fuat, mehmet doğan, bedrettin cömert, enis batur, nihat sami banarlı, cemil meriç, kenan akyüz, melih cevdet, konur ertop, orhan Şaik gökyay, alpay kabacalı, cevdet kudret, agah sırrı, berna moran, rauf mutluay, yaşar nabi, ahmet oktay, atilla Özkırımlı, nermi uygur ve fuat köprülü.
edebİyat ve eleŞtİrİ dergİsİ (93.sayi) gİrİŞ yazisi/gerÇeĞİn arkasi ahmet yıldız Ülkemizinin gündeminin değişimine yetişmek gerçekten zor. Çoğu yazar/şair ve “aydın” bu değişkenliği tarihsel yerine oturtmakta zorlanıyor. sürekli yer değiştiren toplumsal aktörlerin -her depremle gerçek yerine oturup sağlamlaşan yer küremizin durumundan farklı değil bu- bir önceki konumları, onları aldatıyor. Örneğin, bize hayal ülkesi kadar uzak vietnam’da saldıran bir abd emperyalizmiyle, tam sınırımıza sırtını dayamış bir emperyalizmin, ülkemizdeki toplumsal güçler arasında değişkenliğe neden olması doğal değil midir?
abd askerlerinin bir tekmeyle dergimizin kapısını kırıp içeri girme korkusunu, onlar vietnam’dayken düşleyemiyorduk ama bugün düşleyebiliyoruz! kürt halkının demokratik haklarının iyileştirilmesi için çabalarımızın üzerine emperyalizmin balıklama atlayacağını ve bizi birbirimize düşman etmek için kullanacağını o zaman bilebilir miydik? bugün daha dikkatli olmamız, onların tuzağına düşmek istemememiz akıllı bir davranış değil midir? emperyalizmin “demokratikleşme” yalanına kanarak bölgemizde yeni haritalar istiyor oluşuna katkıda bulunmak doğru tavır mıdır? emperyalizm, bölgemize sömürgecilik dönemindeki gibi “açık işgal”le girdi. bir zamanlar var oluşlarına katlandığı, milliyetçiliklerini desteklediği ülkelerin, bugün etnik milliyetçilerini destekliyor. artık bölge devletlerinin; bir İran’ın, bir suriye’nin, bir türkiye’nin ayakta kalmasını sağlayacak tek çağdaş güç, güçlü ulusal yapılarıdır. • somut durumun somut tahlili”ni yapmaktan aciz “ahmak”lar yirmi yıl öncesinin gözlükleriyle baksınlar: biz onlara “yeni gericiler” diyoruz. yani, en sol söylemle emperyalizme hizmet eden, halkın, biricik demokratik kazanımı olan laiklik kaygılarıyla ve tam bağımsızlık şiarıyla düzenlediği pırıl pırıl bir mitinge bile katılma kararı alamayan, cumhuriyeti savunma bilinci bile olmayan bir gericilikle karşı karşıyayız. yalnızca enternasyonalist bir lafızla, demokratlık söylemiyle solcu olunamaz. karşınızdaki emperyalizmin ve işbirlikçilerinin manevralarını, politikalarını çözümleyemiyorsanız ve bu çözümlemede kıbleniz hep yoksul halkta, geniş kütlelerde olmuyorsa, uyanık değilseniz, emperyalizmle aynı ata binmiş olduğunuzu düştüğünüz zaman ancak anlayabilirsiniz! bu baylara sormak gerekir: -sizin de katıldığınız!- (attığınız slogana, abd dışişleri bakan yardımcısı “harika bir slogan” demişti!) hrant dink’in cenaze törenini naklen yayınlayan, kanal d’nin, cnn’nin, ntv’nin -sizin de katılmadığınız!cumhuriyet mitingi’ni, bırakalım naklen yayını, haberlerde bile geçiştirmesinde bir gariplik yok mudur? • buradan bakınca türkiye’de yolların çoktan ayrıldığı görülmektedir. son bir hafta içinde, genelkurmay başkanı’nın konuşması, cumhurbaşkanımızın konuşması ve halkın konuşmasıyla (cumhuriyet mitingi) birlikte, artık önemli bir dönüm noktasına gelindiği bellidir. bu üç olayın aktörleri, ülkemiz ve halkımız için en büyük tehlikenin abd, ab ve onların iç (akp hükümeti), dış (barzani ve işbirlikçi irak hükümeti) olduğunu söylediler. yıllardır aynı gerçeği, kanı pahasına haykıran ve bunun için çok çekmiş “sol”un reflekslerinin değişmesi de zor! • türk edebiyatı mı? m. c. anday’ın daha geçen ay ilk kez yayınlanan “toplu Şiirler”i bile 2 bin basılıyorsa, yere serilmişiz demektir! eleştirinin nedenleri (ntv-yiğit bener-)
yayınlanan bir kitap artık yazarın mahremiyetinden çıkmış
ve okurların beğenisine sunulmuştur. dolayısıyla okur, piyasaya sunulan bir kitabı alıp almamakta özgür olduğu gibi, okuduğu kitabı beğenip beğenmemekte de özgürdür. bu konudaki öznel düşüncelerini, duygularını dost sohbetlerinde dilediği biçimde ifade eder. her türlü eleştirisini özgürce dile getirebilir. sonuçta yazarlar da, yapıtları da, her açıdan eleştirilebilir, hatta eleştirilmeli, tartışılmalıdır da. bir okur olarak eleştirmenler de elbette aynı haklara sahiptir. ancak, belirli bir “yetkinlikle” donatılmış olduğu varsayılan ve bu “yetkinlik” adına görüşlerini yayın yoluyla kamuoyuna sunan, bir anlamda okuru yönlendirme ya da etkileme olanağına sahip olan eleştirmenlerin konumu diğer okurlardan biraz farklıdır. ciddiye alınmak ve inandırıcı olmak isteyen bir eleştirmen, salt kendi öznel düşünce ve duygularını yansıtmakla yetinemez. “eleştiride sınır ve seviye” başlıklı yazısında sayın füsun akatlı’nın da belirttiği gibi, edebi olduğu iddia edilen bir değerlendirme yapılacaksa, bir takım geçerli kriterlere sahip olmak gerekir: “edebiyatla ilişkiliymiş gibi sunulan, ama o ilişkinin asgari gereklerini hiçe sayan (…), epeyce düşük seviyede ve demagojik bir üslupla kaleme alınmış” bir yazı, eleştirisi yazısı değildir. “bu alanlarda neyin ‘düşünce’, neyin demagoji, neyin küfür olduğunu ayırt edebilecek ölçütler” vardır (virgül, mart 2001). Örneğin, bir romanın bütün kahramanlarını yazarın yarattığını, tüm diyalogların onun kaleminden çıktığını, kahramanların başlarına gelenler hakkında okurun edindiği tüm bilgilerin yazarın bilinçli kurgusunun ürünü olduğunu hesaba katmadan yapılan bir eleştirinin pek “anlamlı” olmayacağı açıktır. aynı şekilde, eleştirmenliğe soyunan kişinin, kafasında yazarla özdeşleştirdiği roman kahramanlarından birine (dolayısıyla yazara) saldırmak için, bir diğer roman kahramanının anlattıklarını kendine mal ederek kullanmaya kalkışması, dahası, roman kahramanlarından birinin sözlerini kendi adına benimseyip, (aslında yine yazarın yazmış olduğu!) o sözler sayesinde ve yazarın yaratmış olduğu o kahraman adına yazarı ya da yapıtını “eleştirmesi” de gülünç olur. yazarla romanının kahramanlarından birini özdeşleştirmek sıkça yapılan bir hatadır. yazarın kimliği, duruşu ve düşünceleri elbette yapıtlarına şu ya da bu biçimde yansır. ancak edebi bir yapıtta, romanda, bu yansıma dolaylı yoldan, yapıtın bütünü içinde gerçekleşir. başka bir deyişle, roman kahramanlarının ağzından çıkan her sözü bire bir
yazarın düşüncesi olarak değerlendiren, roman kahramanına atfettiği kişilik kusurlarını yazarın kişiliğine mal eden, buradan hareketle de yazarı itham eden bir eleştiriyi ciddiye almak olanaksızdır. zaten bu mantık geçerli olsaydı, psikopat bir katilin iç dünyasını anlatan bir romanın yazarı hakkında (hele iç konuşma ya da birinci tekil şahıs türü bir anlatımı seçmişse!) derhal suç duyurusunda bulunmak ya da onu cinayetten tutuklamak gerekirdi… edebiyat eleştirisi açısından önemli olan roman kahramanlarının sempatik ya da antipatik olmaları, doğru ya da yanlış düşünmeleri değil, roman kahramanlarının kişiliklerinin yazar tarafından ne şekilde ve hangi yöntemlerle aktarıldığıdır. dolayısıyla, görüşlerini ya da kişiliğini beğenmediği bir roman kahramanıyla polemiğe giren, onun düşüncelerini ya da tavırlarını hakarete varan sözcüklerle mahkum eden bir kişinin yaptığı işin, “edebiyat eleştirisi” olarak değerlendirilmesi olanaksızdır. başka bir deyişle, yazar, eleştirmenin görüşlerine çok ters düşünceler savunan ya da ona çok antipatik gelen bir roman kahramanı yaratmışsa dahi, eğer onu eleştirmende “haklı” ve “haysiyetli” bir öfke yaratacak derecede başarılı bir şekilde betimlemişse, gerçek bir eleştirmenden beklenen, kahramanıyla yazarı özdeşleştirip yazarı aşağılaması değil, bu anlatım ustalığından ötürü yazarı kutlamasıdır… unutulmamalıdır ki, roman kahramanlarının düşünceleri, yazarın kendi doğrularıyla taban tabana zıt olabilirler. roman kahramanları (tıpkı gerçek insanlar gibi!) çelişkili düşünceler de taşıyabilirler, ya da farklı kahramanlar, aynı roman içinde birbirleriyle çelişen görüşler ya da tutumlar da sergileyebilirler. bu nedenle, yazarın, her hangi bir konuda yapıtına yansıttığı kendine ait düşünceleri, soruları, kuşkuları ya da kaygıları anlayabilmek, yorumlayabilmek için, romanın bütününde söylenmek istenenleri ele almak gerek. Çünkü romanın şu ya da bu bölümünde sahneye konan olaylar, şu ya da bu kahramanın her hangi bir bölümde dile getirdiği düşünceler, romanın bütününde anlatılmak istenenlere hizmet eden kurmacanın bir parçasıdır. ayrıca, romanların düşünsel içerikleri, (öznel algılarını her şeyin üstünde tutanların sıkça yaptıkları gibi) yüzeysel bir okumayla kestirmeden çözümlenemeyecek kadar karmaşık olabilirler. romancıların kurcaladıkları sorunlar ya da sorguladıkları düşünceler, ezberledikleri kutsal metinlerin kerameti ya da şeyhlerinin fetvalarıyla her şeyi halledebileceklerini sanan müritlerin basit, basmakalıp ve kesin yargılarıyla içinden çıkılamayacak nitelikte olabilirler. totaliter zihniyetin kendinden emin ak ve kara dünyasından farklı olarak, romancının dünyasında henüz yanıtı bulunamamış sorulara, çözülememiş sorunlara, tartışmalara, yanılmalara ve çelişkilere de yer vardır. Üstelik, siyasi ya da ahlaki düşüncelerin tartışıldığı ya da ele alındığı bir roman dahi, ne bir siyasi manifestodur, ne de bir ahlaki davranış kılavuzu. bu anlamda, sıradan siyasi polemiklerden ya da ahlak zabıtalarının vaazlarından farklı olarak, edebiyat eleştirisi ciddi bir iştir, gerçek bir yetkinlik ister. kaldı ki, yazarın ya da roman kahramanlarından birinin düşünceleri eleştirilecekse
de, bu eleştiri dürüst bir biçimde, gerçekten söylenen sözlerin ya da gerçekten ifade edilen görüşlerin eleştirisi olarak yapılmalıdır. eleştirilen yapıtın bir yerinden cımbızla çekilmiş ve bağlamından koparılmış, başı sonu tıraşlanmış alıntıları, metnin başka bir yerinden alınmış ve benzer şekilde bağlamından koparılıp tıraşlanmış alıntılarla alt alta koymak suretiyle, yazara (ya da bir roman kahramanına) kendisine ait olmayan düşünceler atfetmek, sırtlarına bir takım yaftalar asmaya kalkışmak, asgari entelektüel dürüstlükten yoksun bir yöntemdir. 1930’larda goebbels’in hitler adına, jdanov’un da stalin adına en uç noktasına kadar geliştirdikleri bu yöntemin adı tahrifattır, karalamadır. Özellikle yoz siyasi polemiklerde sıkça karşımıza çıkan bu yöntemin amacı, düşünce yaşamı üzerinde terör estirmek ve cadı avları tertiplemek suretiyle, gerçek anlamda bir düşünce tartışmasını olanaksız kılmak, aykırı sesleri susturmaktır. hele hele yazarlardan, tüm duyarlılıklarını ve otosansür de dahil her türlü sansürden arınmış düşüncelerini yapıtlarına yansıtmaları beklendiği düşünüldüğünde, bu yöntemin edebiyat tartışmalarına da egemen olmasının çok vahim sonuçlar doğuracağı açıktır. ciddi tartışmaların ve eleştirinin alanının zaten iyice daraldığı, kendini ifade edebilme araçlarının iyice azaldığı bir ortamda, edebiyat, sanat ve genel olarak düşünce hayatına provokasyonun, terör estirmenin ve düzeysizliğin egemen olması halinde, az sayıdaki okurun edebiyattan iyice soğuması, yeterince hırpalanan ve yıpratılan yazarların esas işlerinden uzaklaşıp verimsizleşmesi, egemen yozlaşma karşısında direnmekte güçlük çeken düşünce yaşantımızın da iyice sığlaşması kaçınılmaz olur. her şeyin ötesinde, edebi bir eleştirinin de bu niteliğe uygun bir düzeyi ve üslubu olması gerekir. Çirkin, düzeysiz, saldırgan bir üslupla yazılmış, hakarete varan ifadeler içeren, tahrifat, demagoji, provokasyona dayalı bir metin, eleştirdiği yapıtı beğenmemiş bir eleştirmenin kaleminden çıkmış “normal bir eleştiri yazısı” olarak kabul edilemez. bu tarz bir üslubun edebiyatla ilgili tartışmalarda yeri olmaması gerektiği açıktır. zaten gerçek edebiyat okurları da, okumamış oldukları bir roman hakkında yapılmış olsa dahi, bu tarz “eleştirilerin” edebiyat dışı bir iş olduğunu rahatlıkla anlarlar. kaldı ki üslup kişiliğin aynasıdır ve bu tür bir üslupla “edebi eleştiri” yaptığını sananların tek başardıkları şey, kendi kişilik yapılarını ve ruh hallerini sergilemektir. sonuç olarak, sayın akatlı’nın adı anılan yazısının başında dile getirdiği düşüncelere (daha doğrusu çağrıya) katılmamak elde değil: “eline kalemi alan, lahana tarlasına bıçakla dalar gibi edebiyat dünyasına dalar, yazarların kişiliklerine saldırmaya, provokasyon yapmaya, terör yaratmaya başlarsa, kendine saygın bir derginin sayfalarında yer bulamayacağını bilmeli, nedenini merak etmediğim öfke ve kinini söndürmenin başka yollarını aramak zorunda kalmalıdır”. sinema eleştirisi (film .gen.tr. ) "...pençe namıyla ortaya atılan o saçmasapan şeylerin birbirine eklenmesinden mütehassıl şerif, memleketimizde yalnız sanayi-i nefise müntesipleri değil, her türk'ü utandırmıştı. herkes, pek bi-gane olduğumuz bu sanata karşı, biraz daha az bala-pervaz olmamızı haysiyet-i milliye namına temenni ediyordu..."
" muhsin ertuğrul, temaşa dergisi, ağustos 1918
esra biryıldız'ın "Örneklerle türk film eleştirisi" adlı çalışmasında yer alan “eleştiri yöntemleri" a.1 tanitma yazilari daha çok gündelik gazetelerde ve magazin dergilerinde yayınlanan bu çeşit yazılarda, filmin çok kısa fllmografısi verildikten sonra konusu da çok kısa anlatılmaktadır. genellikle bir değer yargısı ve yorum belirtilmemektedir. ancak bazen de değerlendirme yapılan, yorumda bulunan tanıtma yazılarına rastlanmaktadır. bu tür tanıtma yazılarında yorumlar ve değerlendirmeler bir iki kelimeyi geçmemektedir ve daha çok izlenimci eleştiri yöntemine dayanmaktadırlar. a.2 klasİk eleŞtİrİ ciddi fikir gazeteleri, siyasi dergiler, sanat dergileri ile yarı magazin dergileri ve ciddi sinema dergilerinde yer alan film eleştirilerine "klasik eleştiriler" adını veriyoruz. klasik eleştirilerde filmin kısa filmografisi verildikten sonra (zaman zaman filmografiyi vermeden de yapanlara rastlanmaktadır) konu kısa bir biçimde anlatılmaktadır. daha sonra fazla detaya inmeden filmin görüntü, ses, renk, senaryo, oyuncu yönetimi ve filmin üstünlükleri ve eksiklikleri verilmekte bazen yönetmenin öteki yapıtlarından örnekler verilerek bu filmle ortaya konan sanat değerlendirilmekte ve kısa bir yorumda bulunulmaktadır. a.3 derİnlemesİne eleŞtİrİ ciddi sinema dergilerinde ve sinema kitaplarında yayınlanan bu tür kapsamlı, detaylı film eleştirilerinde; film toplumsal, ideolojik, psikolojik, semiyolojik, teknik, estetik bir ya da birkaç yönden derinlemesine incelenmektedir. bu tür eleştiriler dayanaklarını 'toplumbilimsel eleştiri", 'tarihsel eleştiri", "marxist eleştiri" ve "biyografik, "psikanalitik eleştiri" ve "biçimsel eleştiri"den almaktadır.derinlemesine eleştiri yapılırken bazı durumlarda filmografiye yer verilmediği görülmektedir. yalnızca filmin adını yazıp doğrudan toplumsal, ideolojik, psikolojik, semiyolojik, tarihsel, teknik ve estetik bir ya da birkaç yönden incelenmesi yapılmaktadır. a.4 bİlİmsel eleŞtİrİ bir filmin toplumsal, siyasal, tarihi, psikolojik, etik, teknik, anlambilim, estetik açılardan incelenmesi, nedenlerinin araştırılması, bu araştırmaların bilimsel verilere dayandırılarak nesnel bir biçimde incelenmesi ve eserin sanat içindeki yerine oturtulmasıdır. bilimsel eleştiri yapılırken öznellikten tamamen kaçınılır. nesnel bir biçimde, çağdaş yöntemle eser incelenir. bu tür eleştiride filmin filmografisi verilmekte, konu ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. filmle ilgili başka kaynaklarada çıkan yazılardan örnekler verilmekte ve film toplumbilimsel, siyasal, etik, psikolojik, anlambilim, teknik ve estetik yöntemlerden dayanaklarını alarak ve bunların yardımıyla neden-sonuç ilişkisini gözönüne alarak incelemektedir.
ğ
gÖnÜl yarasi sinemaseverler için, günler heyecanlı geçiyor. gördüğümüz gibi, her yıl bıkılmadan yaratılan suni oscar tantanası, nitelikli yapımların aradan sıyrılmasına engel olamamakta. İnsanlar kıymeti kendinden menkul başıbozuklar akademisinin bu yıl dikenli çelenklerini kimin başına takacağını düşünürken, artık "hollywood ve diğerleri" ayrımını kırarak kendi yerelliklerini -aynı zamanda evrenselliklerini- masaya vurmaya başlayan dünya sinemasından ilginç filmler seyircisini arıyor. turgul'un eşkıya'dan beri beklediğimiz filmi "gönül yarası" ise, etkileyici anlatımıyla bu yapıtlar arasında zirveye oturmayı haketmiş gözüküyor. dipsiz bir derinliğe doğru inişe geçmiş hayatların kesişme noktasından dikkatli gözler tarafından çekilmiş fotoğrafların birleştirilmesini andırıyor gönül yarası. dünyayı ya da ülkelerini kurtarmayı bir kenara bırakın, sevdiklerinin hayatlarını kurtarmayı bile başaramamış kahramanlar, sefilliğimizin yüzümüze indireceği tokat için bizi daha ilk dakikadan uyarıyor. yavuz turgul, bir hikaye anlatıcı olarak iyi ve kötüyü kalın uçlu bir kalemle çizmekten yine başarılı bir şekilde sakınmış, yorum herşeyiyle seyirciye kalıyor. kendi içimize bu kadar yakından bakınca ne kadar yorum yapabiliriz, o kısım belirsiz tabii. İnsanın içsel kaosuyla o kadar sık ve o kadar sarsıcı anlarda karşılaşıyoruz ki, bir süre sonra kimin tarafından
olacağımızı keşfedemediğimiz gibi, taraf tutup tutmama konusunda da kuşkuya düşüyoruz. son yıllarımızı nefesimiz tükenene kadar tartışmakla geçirdiğimiz sinemada sanal görsellik konusunda savunulan tüm tezler, masum bir kız çocuğunun katıksız bakışıyla ve basit bir omuz çekimiyle aktarılmış bir baba-oğul görüşmesinin yıkıcı etkisiyle altüst oluyor. elimizde kalan ise, filmin sonunda bir avuç daha yalnızlık, bir parça daha kuşatılmışlık oluyor. Ümitlerini ve ideallerini eski sandıklarda saklayanlarımız haklı olmanın verdiği gururla çıkıyorlar salondan, bizler; henüz ümidi kesmemiş olanlar ise önümüzdeki insan denen varlığın mutlak anlaşılamazlığını bir kez daha yüklüyoruz omuzlarımıza. bu etkiyi yaratmak için, bir yönetmenin elinde çektiği tüm filmlerden daha değerli bir altın heykelcik olması ise, ne yazık ki yeterli olmuyor. heykelciği son yıllarda bol bol toplayan muhafazakar sağcıların ve özbeöz siyah blaxploidlerin böyle bir derdi yok zaten, o da ayrı bir konu. film bana, belki çok alakasız görünecek ama ilk defa bir ferzan Özpetek filmi izlediğim zaman hissettiğim sarsıntıyı yeniden yaşattı. İki filmde de yakaladığım ortak noktalar; yönetmenlerin klasik araçları kullanarak film yapma tutkuları ve amerikan sinemasının tank namlusu gibi tüten parmağıyla gösterdiği yöne gitmeyeceklerine dair inançları. turgul büyük bir hikaye anlatma derdinde değil, o hikayeyi oyuncularının zaten büyüteceğini biliyor. siz filmi geriye doğru yürütseniz, kurguyu paramparça etseniz seyirciyi sersemletmekten ve sahte entelektüellerin sakallarını gülümsetmekten başka neye yarayacak ki; yılların öğretmeni Şener Şen, filmin sonlarına doğru kral lear'vari monoloğuyla zaten anlatılması gerekeni özetliyor. bir kez daha görüyoruz; büyük hikayeler, küçük gibi görünen insanlar üzerinden daha parlak aksediyor. oyuncular, devlerin omuzlarından dünyaya bakan cüceler gibi olmaktansa zıplayarak duvarın arkasına birşeyler fısıldamayı -neredeyse- kusursuzca başarıyorlar. gerçi Şener Şen'in iyi oyuncularla oynaması ilk defa rastladığımız bir olay değil ama, özellikle timuçin esen'in performansı konuşulmaya değer. bir aktör olarak içine girdiği kalıbı genişletmek yerine, davranışlarını silikleştirip halil'i öne çıkarmayı denemiş, ve başarılı olmuş. karakterinin içerisine düştüğü açmazları, rahatlamaları ve tekrar tekrar karşımıza gelen buhranları, hiç zaiyatsız atlatıyor. meltem cumbul için söylenecek çok birşey kalmadı artık, böyle karmaşık ve tuhaf bir rolde bile derinlemesine içimize nüfuz etmeyi becerebiliyor. kendisini yıllardır erkan can ile karşılıklı izlemeyi hayal etmişimdir, bu da benim için ütopik bir hayal olarak kalacak gibi görünüyor. mesela bir serdar akar filminde, karşılıklı tatlı tatlı konuşsalar.. eminim orada bile, bu kadar zarif kalabilirdi. hayat tarafından bu kadar yara almış bir kadının gururunu karşımıza dimdik ayakta çıkarabiliyorsa, yapabileceklerinin sınırı üzerine düşünmemiz gerekli.
tiyatro eleştirisi: yazınsal etkinlik olarak tiyatro yapıtlarını değerlendirilmesi. 19. yüzyılda gazeteciliğin yaygınlaşması ve eleştiri gücü kazanmasıyla gelişme gösteren tiyatro eleştirisi, gündelik gazeteler ve sanat dergilerinde bir oyunun gösterimi üstüne tümünde değerlendirici, yorumlayıcı bilgileri içerir; yazar, dramaturji, sahneleme, oyunculuk, sahne tekniği olarak oyunun tümünü eleştiri konusu edinerek, okuyucuyu bilgilendirir. tiyatro eleştirisi, gazetelerde gazetecilik boyutlarında kalırken, dergilerde daha geniş boyutlu olabilmektedir. tiyatro eleştirisi, edebi eleştiri kapsamına girdiğinden edebiyat eleştirisi yöntemlerini, edebiyat estetiği metodolojisini izlemek durumundadır. eleştiri değerlendirme olduğundan, tiyatro eleştirisi de eleştirmenin siyasal-sanatsal dünya görüşüyle bağlanımlıdır; bu nedenle de tiyatro eleştirisi'nin ölçütleri hep tartışmaya açıktır. tiyatro eleştirisi günlük yayın boyutlarını aştığı, kuramsal çözümleme boyutlarına ulaştığı zaman, tiyatro estetiği düzeyine yükselir. tiyatro eleştirisi, bilgilendirici, bilinçlendirici, aydınlatıcı, uyarıcı, eğitici, yol gösterici, kısacası, yapıcı olma durumundadır; sığ ve yıkıcı tiyatro eleştirisi, kolayından yargı ve değerlendirmeler, sözkonusu tiyatro yapıtı ile okuyucu arasında doğru iletişim kurulmasına engel olur. Öte yandan, ticari tiyatro sisteminin geçerli olduğu toplumlarda, tiyatro eleştirmenlerinin değerlendirmeleri, tiyatroların ticari başarısı üstünde önemli bir rol oynar. eleştiriler,genellikle gazete ve dergilerde yayimlanir. zaman zaman bir araya getirilerek bir kitap da toplanir. bazi eleştiriler çok uzundur. böyle eleştiriler kitap olarak yazilir.
eleştiriler,sanattan ve sanatçidan anlayan kültürlü kişilerce yazilir. ancak bizler de kendi çapimizda basit eleştiriler yazabiliriz. eleştiriler de belli plana gör yazilir. kisa eleştiri yazilarini giriş bölümünde,eleştirilecek kişi ya da yapit genel çizgileriyle tanitilir. gelişmede çeşitli özellikleri,başarili-başarisiz yanlari...örneklerle anlatilir. sonuçta da bir yargiya varilir. bu yargi; ya olumlu,ya olumsuz,ya da bazi yönlerden olumlu, bazı yönlerden olumsuz olabilir. tablo için ama, bu yazılar da, biçem açısından aynı türden değil. biçemleri dikkate alındığında, şaireleştirmenlerin eleştiri yazıları da kendi içinde, tavlama yazısı ve bilgi üreten yazılar olmak üzere ikiye ayrılır. tavlama yazılarının temel özelliği, kendilerini sınayacak örneklerden yoksun oluşlarında veya kendilerini test edecek örnekleri göze alamayışlarında görülür. bunlar, yazıdaki öznenin inancını dile getiren yazılardır. bu özneye göre, tek değer kendisidir veya kendi dışında başka bir değer var değildir. Özne, muhalif düzlemden konuşuyor gibidir. ama bu muhaliflik sürekli iktidar konumunda olan bir muhalifliktir. tavlama yazılarına attila İlhan, İsmet Özel, murathan mungan ve roni marguies'in şiir/eleştiri yazıları örnek verilebilir. bilgi üreten yazılar ise, belli bir şiir beğenisine ilişkin varsayım ve görüşlerden çok, varolan şiire ilişkin bilgi üretmeyi hedefleyen yazılardır. bu yazılar da, kendi içinde ikiye ayrılır: Şair edasıyla yazılanlar ve arayış veya arama problemiyle yazılanlar. Şair edasıyla yazılan yazıların hareket noktası, söz konusu yazıyı yazan şairin kendi şiirine ilişkin şairlik deneyimi ile kendi şiir anlayışına ilişkin beğenidir. bu yazıların temel özelliği, biçernin, söz konusu deneyimin olgunluğunu dile getirmesinde görülür. Şair, genel olarak şiir hakkında konuşurken aynı zamanda kendi şiiri hakkında konuşmakta, kendi şiiri hakkında konuşurken aynı zamanda genel şiir hakkında konuşmaktadır. yahya kemal, behçet necatigil, turgut uyar, (günler bağlamında) cemal süreya, İlhan berk, gülten akın, hilmi yavuz, ataol behramoğlu, tahir abacı, Şavkar altınel, haydar ergülen, orhan kahyaoğlu, cihan oğuz, osman Çakmakçı, ayhan kurt gibi şairlerin yazıları, bu türün örnekleri içinde yer alır. arayış problemiyle yazılan yazıların temel özelliği ise, genel olarak şiire ilişkin argüman üretmekle birlikte, çeşitli kuramlardan hareketle yazılmakta olan şiiri tanımlama girişiminde görülmektedir. bu yazılar, kuşkusuz, şairlerinin gerek şiirlerine gerekse şiir anlayışlarına ilişkin yargıları da içerirler. ama, bu dolaysız olarak dile getirilmiş değildir. bu yazıların olanaklı en öznel yorumu, şairlerinin kendilerinin de içinde bulunduğu dönemi açıklama, anlama kaygısı içinde olduklarını dile getirir. ahmet hamdi tanpınar, ahmet oktay, cemal süreya, Özdemir İnce, enis batur, ali günvar, ebubekir eroğlu, güven turan, mahmut temizyürek gibi şairlerin yazıları bu bağlam içinde yer almaktadır. eleştirmenleri de, yazılarının biçemleri bakımından, önce, bilgi üretenler ve kuşkucular olmak üzere ikiye ayırmak olanaklıdır. kuşkucular derken, herhangi bir değerin temsili olmayan yazıları kastediyorum. kuşkuculuk, bugün, "mahvetmesini bilmeyen eleştirmesin!" argümanı ile "auschwitz'den sonra şiir yazılamaz!" sözü arasındaki
düzlemde kendisine temsil bulmaktadır. tavlama yazılarında da görüldüğü gibi, kuşkucuların da hareket ettirici nedeni, "çamur at izi kalsın!" sözünü dile getirten duygudur. bu yazılarda, eleştiri konusu edinilen nesne, argümanlar ve ileri sürümler değil, söz konusu edinilen yazarının kişiliği ve itibarıdır. mahvedilmek istenen kişilik ve yazınsal itibardır, değerler, argümanlar veya görüşler değil. kuşkucular için, argüman veya görüşlerin bir değeri yoktur. değerleri çiğnemek, tutarsızlık ve çıkarlara göre edimde bulunmak, bugün, kuşkuculuğu yönlendiren veya ortaya çıkmasını neden olan temel özellikleri oluşturmaktadır. kuşkusuz, eleştiri kuşkuyu içerir. ama, bu kuşku, ileri sürülen argümanın anlamını, güvenilirliğini ve insani yaşama katkısının ne olduğunu sınamaya, test etmeye yöneliktir. eleştiride kuşku, bir başlangıçtır, yoksa bir varış noktası değil. eleştiri, kuşkuculuğa karşı bir tasarım olarak kurulmuştur ve bu kuruluş, değerlerin korunması, ahlaklılık, tutarlılık ve aydınlanma ilkesinden bağımsız değildir. eleştirinin amacı, değerlerin çiğnenmediği, insanların çıkarlarına göre değil ahlaklılık ve tutarlılığa göre eylediği aydınlanmış bir dünya için bilgi üretmektir. kuşkuculuk, bilgelik ve erdemin kendisi için olanaklı olmadığını gören bilincin bütün değerlere saldırısıdır aslında. eleştirinin varlık nedeni bilgi ortaya koymaktır. eleştirinin konu nesnesi, sanat yapıtlarıdır. bu bilgi, sanat yapıtlarının taşıdığı imgede gizlidir. eleştirinin görevi, sanat yapıtının taşıdığı bilgi imgesini ideleştirmektir. kavramlaştırmak da diyebiliriz buna. ama her kavramlaştırma tanımlamakla olanaklıdır. bilgi üreten eleştirmenler de biçemleri bakımından, kuramsal anlamda arayış halinde yazanlar ile eleştiriden statüsünden yazanlar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. kuramsal anlamda arayış halinde yazanlar, metnin anlamını, metin-şair ve şairin yaşadığı tarihsel dönemle bağlantısında tanımlayan eleştirmenler ile, metnin anlamını metnin kendisine göre tanımlayan eleştirmenler olarak kendi içinde ikiye ayrılmaktadır. bu türün temel özelliği, şaire yaklaşımında görülmektedir. bu anlayışa göre, şair, ergin olamama halinden ergin olma haline evrilen henüz reşit olmamış bir çocuk değil, tam tersine ergin olmuş halde ele alınması gereken bir öznedir. murat belge, orhan koçak, oğuz demiralp birinci bağlam içinde yer alırken; hüseyin cöntürk, füsun akatlı, mustafa durak, necmiye alpay, kemal bek ikinci bağlam içinde yer almaktadır. İkinci bağlamın en önemli jsmi, kuşkusuz, hüseyin cöntürk'tür. türkiye'de şiir eleştirisinin bağımsız bir disiplin olarak kurulma girişimi cöntürk'le başlar. ama, bu girişim, onun geri çekilmesiyle birlikte '60'lı yılların sonunda, bir ruhun ait olmadığı bir bedende kalışı gibi, kalmıştır. çünkü, bu eleştiri anlayışı, şairin, ergin olmuş bir tamlık içinde algılanması gerektiğini, ergin almamışlık "halinin ergin olamamışın kendisi tarafından aşılması gerektiğini (cöntürk, bu nedenle her şairin, şiir yayınlamadan önce eleştiri yazısı yazması gerektiğini dile getiriyordu sürekli), dolayısıyla eleştirinin, ergin olmamışı ergin hale getirme çabasından vazgeçmesi gerektiğini, dile getiriyordu. eleştirmen statüsünden yazan eleştirmenlerin temel özelliği ise, temsil ettikleri statüyle
özdeşleşmiş olmalarında görülmektedir. bu özdeşlikle ıralanan bu kimlik, türk şiir ortamının da kabulünü kazanmış genel bir itibara sahiptir. bu eleştirmenler de kendi içinde, izlenimciler ve f'ikirciler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. İzlenimciler derken, şairi, başlangıçından, yani bir ergin olmama durumu olarak gençlik döneminden başlayıp, olgunluk dönemine kadar izleyip ,takip ederek, ondaki her olumlu gelişmeyi tanımlayıp destekleyerek, yani onu ergin olma haline getirme edimlerini içeren eleştirmenlik biçemini kastediyorum. İzlenimci eleştirinin temel tezi, eleştirmenin izlenimlerini betimlenmesini dile getirdiğini ileri sürülmesine karşın, türkiye'de bu eleştiri anlayışını yönlendiren temel öğe, varolanın izlenimlerinden çok, olacak olanın, olmakta olanın nasıl olması gerektiğini belirleme kaygısı olmuştur. bu eleştiri anlayışının kare asını nurullah ataç, memet fuat, mehmet h. doğan ve doğan hızlan oluşturmaktadır. cumhuriyet dönemi türk şiiri, yüzyılın başından 90'ların sonundaki yerine gelmişse, bu biçemin 'yol arkadaşlığıyla' gelmiştir. ramis dara, bu eğilimin en genç temsilcisidir; belki de son temsilcisi. fikirciler derken ise kastettiğim, ilkin, eleştirmenliğin tümdengelirnci bir biçemle yapılmasıdır. bu tür içinde yer alan eleştirmenler, temsil ettikleri anlayışın genel doğrularından hareketle yazılan şiiri veya şiir edimlerini 'tanımlayarak, söz konusu genel doğruya/beğeniye göre yapıtın veya edirnin yanında veya karşısında yer alıyorlardı. asım bezirci ile eser gürson bu türün en güçlü örnekleridir. aynı tür içinde olmakla birlikte, her ikisi de birbirine karşıt konumda yer almaktaydılar. İlki, 'bilimden yana', ikincisi ise, 'edebiyattan yana' olmaklıkla tanımlamışlardı kendilerini. ve, birbirine benzer trajik nedenlerle, yaşayanların dünyasından ayrıldılar. bu eğilimin, yine çok farklı bağlamlarda yer almalarına rağmen, günümüzdeki temsilcileri hasan bülent kahraman ile sabit kemal bayıldıran'dır.