Lise Aşkı
Toplumda bireylerin hareketlerini incelemek ilginçtir: Özellikle lise ‘ahalisi’ diye kategorize edilen, sınırları siyah keçe kalemle çizilmişçesine belirgin mikro kültür ve ahlak değer sistemi içerisindeki bireylerin hareketleri. Ahali arasında belirmiş, hiç yazılmamış fakat herkes tarafından bilinen (ister bilinçdışı ister bilinçi) kuralların temelini oluşturan en önemli husustan biri lise aşkıdır. Aşkın insanın doğasına ve yaşayaş biçimine uyum(suz)luğu makalenin temel konusu değildir ama önce isimlendirdiğim mikro kültür hakkında yapılan analiz çerçevesindedir. Aşk denilenin tanımlanmasını güç ettiren karakteri lisede tamamen başka bir boyut alır ve aldığı bu boyut sayesinde – belki tabiatına en aykırı olanla kaynaşıp – ‘o’nluğu diyebileceğimiz şey tamamen asimile oluyor. Hiç uzatmadan ‘aykırı olana’ açıklık getireyim: Aykırı olan = Ego. Aşk hayatı orta okulda (tek ve yalnız etken olmasa dahi) statü belirleyicidir. Aşkla ilgili bu olgu benmerkezcil oluşun ötesinde bulunanlar tarafından istifade edilmeye yatkın kılar. Tamam herşey güzel, herşey hoş tabii eğer hala konuşamıyorsan veya insan değilsen veya sana insanlık iki lafı bir araya getirip söyleyecek değerinde değilse... Aslında iki lafı bir araya getirmek ‘sosyolojik kör’ olmaktan daha kolay; bide bu laflara ardından gelecek kendine yönelik eleştiremeleri de hesaba takarsan bu işten vazgeçmek pek zor değil. Herneyse biz istifade edilmeye doğru – geri bir zıplayış yapalım. İstifade etmek ne demek? TDK’nın sözlüğünde ‘istifade etme’ eyleminin manası yararlanmak eylemidir. Peki, kim yarararlanıyor? Ahaliden birey(ler). Niye yararlanıyor? Kendi ‘ben’(ler)i için. Şimdi tüm denklemleri toparlarsak yani; Ben = Ego ise Ben = Aykırı Olan elde edilir. Evet aşkla bir araya gelmesi en apsürd olan şey bendir. Bu tezi savunmaya kalkışmak bu makalenin konusunu aşar, dolayısıyla biraz yaratıcılıkla bunu okuyan aklında bu konuda bişeyler düşünebilir. Ne de olsa bu fanzin ‘armut piş ağzıma düş’ karakterli bireylere uygun değildir. Şimdi de olayın trajik ve/veya komik yanına bakalım: ‘ben’ denilen kavramın ahalide bulunması. Evet ‘arayışta bile bulunamayan’ ‘bünyenin’ ‘ben’i Berlin duvarı kadar sert. Berlin duvarına kadar benzetmenin iki amacı var: birincisi Berlin duvarın duvar olmasıdır, diğeri de Berlin duvarının yıkılımış olmasıdır. Sosyal yapıda köklü bir değişiklik de ‘arayışta bile bulunamayan’ın ‘ben’ini yıkabilir. Yıktı. Şimdi n’olacak? Şimdi de yıkılanın üzerinde, önce bulunandan sosyal açıdan daha güzel, moral açısından daha doğru bişey inşaa edilmelidir. Bu iş de bize – gençliğe – düşer.
Değişme eylemi yazı ile başlayabilir ancak bittiği yer yazı değil, mutluluktur. Umduğumuz mutluluk hikayelerde okunabilen mutluluktur, lise aşkı da hikayelerde hissedebildiğimiz aşktır. (Şimdilik) Fazla diyecek bişeyim yok.