Gezi Fatih ERKOÇOĞLU*
KİEV İZLENİMLERİ-1
2
007 yazı 2-9 Agustos tarihleri arasında tarihi kayıtlarımızda “Deşt-i Kıpçak” olarak adlandırılan Ukrayna’da bulundum. Biletimi fiyatlarının
64
Temmuz 2008
uygunluğu nedeniyle Motor Sich havayolu firmasından almıştım. Esenboğa’dan havalanan pervaneli uçağımızın, bir otobüs yolcusu kadar yolcusu vardı. Üç saatlik bir yolculuk sonrasında Kiev’in Borispol
“Osmanlı imparatorluğu hâkimiyetinde olması dolayısıyla uzun yıllar Ukrayna’nın güneyinde bir Türk nüfuzu söz konusu olmuştur. Ukrayna, Osmanlı imparatorluğuna bağlı Kırım hanlarının köle ve ganimet devşirme mekânıydı. Zira bu ülke toprakları kuzeybatıda Polonya, kuzeydoğuda Rusya, güneyde ise Osmanlı’ya bağlı Kırım hanları tarafından sürekli sıkıştırılmaktaydı. Bölgede yaşayan insanlar, ganimet olarak alınarak önce Kırım oradan da İstanbul’a gönderilip esir pazarlarında satılmaktaydı.”
Havalimanı’na indim. Benim için rahat bir yolculuk olmuştu. Gezimize geçmeden önce Ukrayna ile ilgili kısaca genel bilgiler verelim. Ukrayna’nın Başkenti: Kiev; Yüzölçümü: 603,700
km2; Nüfusu: 47,732,079; En Büyük Şehirleri: Kiev (2,5 milyon), Odessa, Harkov, Donetsk, Dnipropetrovsk; Telefon Kodu: +380; Komşuları: Polonya, Moldova, Beyaz Rusya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Slovak-
65
Pavlo Arhipoviç Zahrebelniy’in “Rohatin’den Payitaht’a Bir Talih Hikâyesi, Hürrem Sultan” isimli romanından okuyabilirsiniz. Genelde Avrupalı seyyahların hareme bakışı bellidir. Bu yazarın düşünceleri en azından daha az tarafsız hatta daha insaflı sayılabilir kanaatindeyiz. ya, Rusya; Okuma-Yazma Oranı: %95,6; Etnik Gruplar: Ukraynalı %77,8, Rus %17,3; Moldovyalı %0.5; Kırım Tatarı %0.5; Diğer %3,9. Resmi Dil: Ukraynaca ve bunun yanında Rusça yoğun olarak konuşulmaktadır; Para birimi: Grivna; Din: %89 Ortodoks, %4 Katolik, %2 Yahudi, % Diğer. İdari Yapı: 24 Eyalet 1 Özerk Cumhuriyet (Kırım).
Kırım ise Rus ve onlara bağlı Kazak askerlerin saldırıları sonrasında elimizden çıkmıştır. Artık bölgenin yegâne hâkimi Çarlık Rusyası olmuş ve bu devletin önderliğinde Panslavizm hareketi etkisini bölgede göstermeye başlamıştır.
Ukrayna, 24 Ağustos 1991 yılında SSCB’nin dağılması sonrasında birçok devlet gibi bağımsızlığını kazanmış yeni bir devlettir. Bilindiği üzere bir dönem Osmanlılar da Ukrayna’nın bir kısmında hakimiyetlerini kurmuşlardır. Mesela tarih kitaplarımızda zikredilen Hotin seferi, Kamaniç ve Çehrin kaleleri, birçok meşhur yetiştiren Akkirman ve halen Ukrayna’ya bağlı bir özerk cumhuriyet olan Kırım bu ülke toprakları içerisinde yer almaktadır. Gitmeden önce yaptığım bazı araştırmalarda özellikle ülkenin güneyinde baskın bir Türk nüfuzunun olduğunu tespit etmiştim. Yukarıda zikrettiğimiz bu kaleler uzun süre Osmanlı hâkimiyetinde kalmış, hatta bir dönem Ukrayna tarihinin en ünlü hatmanlarından UkraynaKazak Devletini kuran Boğdan
Osmanlı imparatorluğu hâkimiyetinde olması dolayısıyla uzun yıllar Ukrayna’nın güneyinde bir Türk nüfuzu söz konusu olmuştur. Ukrayna, Osmanlı imparatorluğuna bağlı Kırım hanlarının köle ve ganimet devşirme mekânıydı. Zira bu ülke toprakları kuzeybatıda Polonya, kuzeydoğuda Rusya, güneyde ise Osmanlı’ya bağlı Kırım hanları tarafından sürekli sıkıştırılmaktaydı. Bölgede yaşayan insanlar, ganimet olarak alınarak önce Kırım oradan da İstanbul’a gönderilip esir pazarlarında satılmaktaydı. Bu pazarlarda satılan bir genç kız daha sonra Kanuni Sultan Süleyman’ın hasekisi olan Roksalan yeni ismiyle “Hürrem Sultan”dır. Hürrem Sultan’ın hayat hikâyesini akıcı bir dille her ne kadar biraz tarafgir de olsa Ukraynalı yazar
66
Temmuz 2008
Hmelnitski (1648-1657), Osmanlı hâkimiyetine girmiştir.
Kanuni’nin biricik aşkı Hürrem Sultan’ı bir tarafa bırakalım ve biz Ukrayna’ya yeniden dönelim. Peki buradaki Türk nüfuzu sadece Osmanlı hakimiyetinden mi kaynaklanmaktaydı? Bunun evveliyatı olabilir miydi? Aslında bölgede ilk olarak Hunlar, Ogur kavimleri, Avarlar, Sabirler ve sınırları kısmen Kırım yarımadasına kadar uzanan Göktürkler’i görmekteyiz. Akabinde ise Kafkaslar ve çevresini ellerinde tutan Göktürk devletinden ayrılarak oluşmuş olan Hazar Devletinin (630-1000’li yıllar) hâkimiyeti Kiev’e kadar uzanmış ve burasını Kozar denilen onlara bağlı bir topluluk yönetmiştir. Julius Brutzkus’a göre ise Kiev şehrini Hazarlar kurmuştur. Müteakiben bölgede Peçenekler ve Uzlar (Oğuz-Tork) görülmüştür. Özellikle bu iki topluluk Kievliler tarafından kuzeyde Polonya’ya güneyde ise yoğun bir nüfusla gelen Kıpçaklar karşısında istihdam edilmişlerdir. Yukarıda girişte zikrettiğimiz Deşt-i Kıpçak tabiri Müslüman coğrafyacıların X. ve XI.
yüzyıllarda bu bölgeyi tanımlamak amacıyla kullandıkları bir tabirdir. Deşt, Fars dilinde bozkır anlamına gelmektedir. Kıpçaklar diğer isimleriyle Kumanlar tarihte bu bölgede yaşayan çok önemli bir Türk topluluğudur. Bunların Ruslarla ciddi mücadelelerde bulundukları bilinmektedir. Daha sonra bunların bir kısmı Kafkasları aşarak Gürcülerle beraber yaşamaya devam etmişlerdir. Anadolu’ya Kafkaslar yolu ile gelen Kıpçakların çoğunluğu ise Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu’nun çeşitli bölgelerine yerleşmişlerdir.
lerde bulunmuşlardır. Deşt-i Kıpçak’tan devşirilen gençlerden birisi olan Baybars, bir Moğol ordusunu 1260 yılında Ayn Câlut mevkiinde imha ederek Mısır’ı Moğol istilasından korumuştur. XIV ve XV. yüzyıllara gelindiğinde bu coğrafyada Kazak denilen topluluklar yaşamakta ve bunlar bazen Osmanlı bazen de Rusların hizmetinde yer almaktadırlar.
İslâm coğrafyasının bütününü etkileyen Moğol saldırılarından nasibini Deşt-i Kıpçak da almıştır. Moğol ordularının karşısında yenilgiye uğrayan Kıpçakların bir kısmı Macaristan’a yerleşmişlerdir. Batu Han’ın orduları 1239-1240 yıllarında Karadeniz’in kuzey bozkırlarını ve Kırım yarımadasını tamamıyla ele geçirmiş ve burada yaşayan Kıpçakların çoğunu esir almıştır. Bölgede yaşayan Kıpçaklar, kendilerini bir zaman sonra Mısır Memlük (köle) askerleri olarak Mısır ve Suriye’de önemli görev-
lana gelmiştir. Ukrayna tanıtım kitapçıklarında ise Kiev’in Rus şehirlerinin anası olduğu belirtilmektedir.
Ukrayna’nın başkenti olan Kiev şehri, Celal Nuri’nin de ifade ettiği üzere, Küçük Rusya’nın merkezi olarak algı-
Bu kısa tarih bilgisinden sonra biz gezimize dönelim. 2 Ağustos’ta, Suriye’den tanıdığım ve kendisi de bir Ukraynalı olan arkadaşım İryna Krasniuk, beni Borispol havaalanında karşıladı ve gezi boyunca bana rehberlik etti. Suriye’de birlikte Arapça eğitimi gördüğümüz İryna Hanım’la gezi süresince ortak lisanımız olan Arapça ile anlaştık.
3 Ağustos sabahı rehberimle birlikte kaldığım yerden az bir yürüyüşle şehrin üç ayrı metro hattından Arsenalna istikametine gidenine bindik. Buradan yürüyerek yeşilin içerisinde Kyiv-Pechersk Lavra’ya girdik. Girişte soldan bu bina kompleksi içerisinde yer alan binalardan birisinde Ukrayna tiyatro, müzik ve sinema sanatları müzesini ücreti mukabilinde ziyaret ettik. Her girdiğiniz binaya ayrı ücret ödemek zorunda kalıyorsunuz ve genelini orta yaşlı hanımların oluşturduğu görevliler sizin fotoğraf çekmenize de izin vermiyorlar. Müzenin hemen her bölümünde, daha doğrusu her odasında bir Ukraynalı hanım görev yapmaktadır. Müzenin ilginç olan kısmı ise üst kattaki müzik aletlerinden oluşan bölümüdür. Arkadaşın bandora (kopraz) dediği aletlerin muhtelif çeşitlerini burada görmek fırsatını bulduk; fakat maalesef fotoğraflarını çekmemize izin vermediler. Buradan çıkışta güzel sanatlar öğrencisi olduğunu anladığımız bir genç Ukraynalı bayan oturmuş ve bu kompleks içerisinde yer alan yüksek çan kulesinin resmini çiziyordu. Tabii ki bu manzara kaçmazdı ve ben de arkadaşımın izin alması sonrasında genç ressamın eseriyle birlikte fotoğrafını çektim. Kyiv-Pechersk Larva, Rus ve Ukrayna’nın en eski Ortodoks kilisesidir. Bu kilise, rahip Lubeck’li Antoniy tarafından 1051 yıllarında kurulmuştur. Kiev’e manastır yaşamına yaymak için gelmiş olan bu rahip,
67
Dinyeper nehrinin kıyısında bir mağarada yaşamaya başlamıştır. Zamanla burada toplanan keşişler ilk olarak mağaralarda yaşamışlar ve ibadetlerini buralarda ifa etmişlerdir. Daha sonra da yüzeydeki yapılar inşa edilmiştir. Yüzyıllar boyunca burası zamanla çok sayıda keşişi ve hac için gelen çok sayıda kalabalığı cezb etmiştir. KyivPechersk Larva gayet güzel dekore edilmiş, taştan yapılmış kiliseler, hücreler, çan kuleleri ve diğer yapılardan meydana gelmektedir. Muhtelif yerleri gezdikten sonra rehberim, bu binaların altında yer alan hücrelere (mağaralar) girip girmek istemediğimi sordu. Ben de memnuniyetle girmek istediğimi belirttim. Keşişler burada uzlete çekilmişler, ibadetlerini yapmışlar; öldüklerinde ise kendi hücrelerine defnedilmişlerdir. Önceki grubun çıkmasını bekledikten sonra biz de bir grup halinde dehlizlere girdik. Ellerimizde mumlar yanmış halde dar koridorlardan yürümeye başladık. Her ne kadar içerisi aydınlatılmış ise de hem mum kokusu hem de ışığın loşluğuyla ağır ağır tünellerde yürüyorduk. Sağda solda keşişlerin cam içerisinde üstleri bezlerle ör-
68
Temmuz 2008
tülü tabutları vardı. Bir tanesinin kolu ve eli gözüküyordu. O zaman arkadaşıma bunların mumyalanıp mumyalanmadığını sordum. Fakat arkadaşım bu konuda bilgi sahibi değildi. Zira bu azizlerin cesetleri gördüğüm kadarıyla mumyalıydı. Hâlbuki Rus geleneğinde mumyalamadan ziyade ölülerin yakıldığını biliyordum. Örneğin İbn Fazlan (11 Safer 309/21 Haziran 921’de yolculuğa başlamıştır) Seyahatnâme’sinde uzun uzadıya anlattığı bir Rus büyüğünün cenaze merasiminde Rusların, o kişiyi elbiseleriyle birlikte kabire koyduklarını ve üzerini bir tavanla örttüklerini, daha sonra da ölünün oradan çıkartılıp bir cariyesiyle birlikte bir tekneye konulup nehirde yakıldığını zikretmektedir. XIV. Türk Tarih Kongresinde (9-13 Eylül 2002) dinlemiş olduğum bir tebliğden Türklerin de her ne kadar eski Mısırlılar kadar olmasa da ölülerini mumyaladıklarını biliyordum. Tebliğci özellikle Selçuklu Sultanı Alâaddin Keykubâd’ın, cenazesinin mumyalandığını İbrahim Hakkı Konyalı’nın şahitliğinde yer vermişti. Ayrıca Kosova’da şehit edilen Murad
Bahçesaray / Kırım - Ukrayna
Hudâvendigar ve Zigetvar’da vefat eden Kanuni Sultan Süleyman’a kadar çok önemli kimselerin iç organlarının oraya defnedilip naaşlarının nakledildiği de bilinmektedir. İbn Fazlan’ın yolculuğa başladığı tarihten Kiev’deki bu kilisenin kurulduğu 1051 tarihine kadar geçen sürenin kısalığı ve 1055’lerde Kıpçakların buraya geldikleri (ki daha önce Peçenekler ve Uzların bölgeye geldiklerini zikretmiştik) hesaba katılacak olursa özellikle bu bölgede onların gelişleriyle birlikte ciddi anlamda bir Türk nüfuzunun oluştuğu anlaşılmaktadır. Her ne kadar Kıpçakların mumyalama yapıp yapmadıkları hakkında elimizde bir bilgi yer almamakla birlikte yukarıda zikrettiklerimiz-
den Türkler’de en azından çok önemli şahsiyetlerin mumyalandığını bilmekteyiz. Türkî Cumhuriyetlere giden hocalarımızın anlattığı izlenimlerden de anlaşıldığı üzere Rusların işgal ettikleri bölgeleri çok güzel imar ettikleri, Kiev örneğinden açıkça anlaşılmaktadır. Kiev’de gördüğüm kadarıyla Ruslar şehirlerini inşa ederken hem yaşam alanlarını en ince ayrıntılarına kadar planlamışlar ve hem de şehirleri birer müze şehir gibi tasarlamışlardır. Dinyeper’in ikiye böldüğü şehirde ağaçlıklardan oluşan oldukça geniş park alanları, geniş yollar, binaların özellikle ön cephelerinin süslemeleri ilk etapta göze çarpmaktadır. Kaldığım daireden gördüğüm ve burada çalışan Türkler’den işittiğim kadarıyla her ne kadar daireler küçük de olsa, binalarda estetik kaygıların güdüldüğü aşikâr. Binalar genelde tuğladan inşa edilmiş, aralarından neredeyse bir kamyonun geçebileceği kadar geniş kemerlerden arka kısma geçiş mümkün. Binaların arka kısımları daha sade yapılmış, hem park yeri hem de çocuk parkı gibi değerlendirilmektedir. Hemen
her yerde bir sokakta, bir bina girişinde veyahut meydanlarda Rus veya Ukraynalı bir ünlünün heykeliyle karşılaşabiliyorsunuz. Bizim Özi dediğimiz Dinyeper nehri ülkeyi neredeyse ikiye bölmekte ve Ukrayna topraklarını daha verimli kılmaktadır. Özellikle nehrin iki kıyısı da yeşillik içindedir. Nehirde bir tekne gezisi yaptık. Teknemiz güneye akıntı yönüne doğru giderken ilk olarak ağaçlar arasında elinde büyük haçı ve peleriniyle ayakta duran Prens Vladimir’in heykeli, daha ileride kıyının sağında şehrin kurucuları olduğuna inanılan, bir kayık üzerinde Kiy, Shchek, Khoriv ve kız kardeşleri Lybid’in heykelleri ve Kardeşlik Anıtı görülmektedir. Ayrıca altın sarısı kubbeleriyle Kyiv-Pechersk Lavra’a yeşillikler arasında size göz kırpmaktadır. Daha ileride ise tam 108 metre boyunda kollarını kaldırmış vaziyette sağ elinde 12 ton ağırlığındaki kılıcı ve sol elinde ise eski SSCB’yi sembolize eden kalkanı ile Rodina Mat (Anavatan) heykeli yeşillikler arasında bütün heybetiyle durmaktadır. Bu heykelin
olduğu yerde 20 hektar alan üzerine Nazi işgaline karşı yapılan savunmaya ithaf edilmiş olan Büyük Vatansever Savaş Tarihi Müzesi (1941-1945) bulunmaktadır. Kaldığım yer Taras Şevşenko Üniversitesi’ne çok yakın olduğundan yürüyerek hem metro duraklarına hem de şehrin merkezi sayılabilecek Kreschatyk Caddesi’ne sadece on dakikada ulaşabiliyordum. Bu cadde üzerinde bulunan sağlı sollu Rus şehirciliğinin güzel örnekleri olabilecek rengârenk tuğlalardan yapılmış yüksek binalar, teraslı bahçeler, ana caddeye büyük kemerlerle bağlantılı sokaklar ve ağaçlı yollar gezenleri büyülemektedir. Kısaca vermiş olduğumuz bu bilgilerle ve bir sonraki sayıda kaldığımız yerden devam etmek kaydıyla Kiev izlenimlerinin birinci bölümünü burada bitiriyoruz. (Kiev İzlenimleri isimli bu yazımızın dipnotlu versiyonunu derginin internetten sayfasından okuyabilirsiniz.) / * Dr.
69