1980

  • May 2020
  • PDF

This document was uploaded by user and they confirmed that they have the permission to share it. If you are author or own the copyright of this book, please report to us by using this DMCA report form. Report DMCA


Overview

Download & View 1980 as PDF for free.

More details

  • Words: 23,712
  • Pages: 125
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH- YAKINÇAĞ TARİHİ ANABİLİM DALI

TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİ ( 1876–1909 )

Yüksek Lisans Tezi

Osman Zahit KÜÇÜKLER

Tez Danışmanı Prof. Dr. Musa ÇADIRCI

Ankara 2005

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH- YAKINÇAĞ TARİHİ ANABİLİM DALI

TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİ ( 1876–1909 )

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Osman Zahit KÜÇÜKLER

Ankara 2005

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH- YAKINÇAĞ TARİHİ ANABİLİM DALI

TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİ (1876–1909)

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Tez Danışmanı :

Tez Jürisi Üyeleri Adı ve Soyadı

İmzası

....................................................................

........................................

....................................................................

........................................

....................................................................

........................................

....................................................................

.........................................

....................................................................

.........................................

....................................................................

.........................................

Tez Sınavı Tarihi ..................................

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEZLİ YÜKSEK LİSANS/DOKTORA GEÇİCİ MEZUNİYET BELGESİ İSTEM DİLEKÇESİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE Enstitünüzün .................................................................................................................................... Anabilim Dalında ........................... numaralı Tezli Yüksek Lisans/Doktora programı öğrencisi olarak ................... tarihinde tez savunma sınavına girdim ve başarılı oldum. Geçici Mezuniyet Belgemin hazırlanarak tarafıma verilmesi için gereğini saygılarımla arz ederim. ........./........./200...... ................................................ (Ad, Soyad, İmza) GEREKLİ BİLGİLER Tezin Adı

Tezin Sayfa Sayısı Lisans/Yüksek Lisans Mezuniyeti Bölüm/Anabilim Dalı

:................................................................................................................................... ..................................................................................................................................... ..................................................................................................................................... :................................................................................................................................... :................................................................................................................................... :................................................................................................................................... :................................................................................................................................... :...................................................... , ........../............/..................... :................................................................................................................................... ................................................................................................................................... :................................................................................................................................... :................................................................................................................................... :...................................................................................................................................

Teslim Alınan Tez Sayısı Teslim Alanın Adı ve Soyadı Teslim Alanın İmzası

O Tez Teslimi O Düzeltilmiş Tez Teslimi :............................................................................ adet :....................................................................................................................... :.......................................................................................................................

TC Kimlik No Adı Soyadı Ana Adı Baba Adı Doğum Yeri ve Tarihi Adresi

Ekler : 1) 2 adet (AT ve Eğitim Programları öğrencileri için 3 adet) ciltli tez (Tez sınavında kabul edilen tezin ilgili sayfasının jüri üyelerince imzalanmış olması şarttır.) 2) A.Ü.Sağlık-Kültür ve Spor Daire Başkanlığından alınacak ilişik kesme belgesi, 3) Öğrencinin 4 adet yeni çekilmiş Yönetmeliklere uygun renkli fotoğrafı, 4) Tezin kayıtlı olduğu Disket/CD ve Para yatırıldığına ilişkin dekont. 5) Kütüphaneden alınacak ilişik kesme belgesi 6) Tez Veri formu ve Tez Teslim Formu (Daktilo ile eksiksiz doldurulacaktır.) 7) 3 adet Türkçe ve İngilizce Özet (Tez özetleri A4 boyutunda birinci hamur kağıda yazılmalıdır. Tez özeti 250 kelime yi geçmemelidir. 12 puntoluk harf ile yazılmalı, italik harfler kullanılmalıdır. Özet yazımında “lazer yazıcılar”dan yararlanılmalıdır. Özetin tamamı “koyu (bold)” olarak yazılmış olmalıdır. Özet sayfası kesinlikle katlanmamalı ve bir naylon ya da kağıt zarf içinde teslim edilmelidir. 8) Tez özetinin başında yazarın soyadı, adı, tez başlığı, yüksek lisans ya da doktora tezi olduğu, tez danışmanının ünvanı, adı ve soyadı, tezin kaç sayfa olduğu aşağıdaki örneğe uygun olarak yazılacaktır. TÜRKÇE ÖRNEK : Ulaş, Timur, Ahmet Şevki’nin Hayatı ve Eserleri, Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Doç.Dr.Faruk Toprak, 84 s. YABANCI ÖRNEK : Ulaş, Timur, The Life and Works of Ahmet Şevki, Master’s Thesis, Advisor: Assoc.Prof. Faruk Toprak, 84 p. 9) Yabancı Uyruklulardan Mezuniyet Bilgi Formu ve Bilgi İşlem Formu 10) Enstitüden alınan Öğrenci Kimliği ve Pasosu (A.Ü.Sağlık, Kültür ve Spor Dairesi Başkanlığına verilecektir) 11) Geçici Mezuniyet Belgesi ve Diploma ücreti (Ziraat Bankası Tandoğan şubesine yatırılacaktır. )

ANKARA ÜNİVERSİTESİ A- TEZ TESLİM FORMU

1- Tezi Hazırlayanın Soyadı, Adı : KÜÇÜKLER Osman Zahit 2- Tezin Derecesi X

Yüksek Lisans

Doktora

3- Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü 4- Tezin Adı : Türk-Yunan İlişkleri (1876-1909) ............................................................................... ................................................................................................................................................................ ................................................................................................................................................................ ................................................................................................................................................................ 5- Anahtar Kelimeler : Uluslarası İlişkiler, Doğu Sorunu, Megali İdea, Girit Meselesi, Makedonya Meselesi, 1897 Türk-Yunan savaşı ................................................................................................................................................................. 6- Key Words :İnternational Relations, Eastern Question, Megali İdea, Crete Question, Macedonia Question, Turk-Greek War of 1897 .................................................................................................................................................................. 7- Danışmanı:................................................................................................................................................ 8- Çalışmanızı ne zaman tam metin olarak genel kullanıma açmak istiyorsunuz X

Hemen

Ay İçinde (Basıma hazırlamak için)

1 yıl içinde (Sponsor mülkiyet haklarını temizleme ve/veya patentini almak için) 9-

Tezimin sadece Abstract ve özü ile kaynakçasının genel kullanıma açılmasını istiyorum.

10- Telif Hakkı Anlaşması Bu anlaşma ile Tez çalışmamın, Ankara Üniversitesi Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanlığı tarafından her türlü elektronik formatta arşivlenmesine ve kullanıma sunulmasına, tüm mülkiyet ve patent hakları ile tezimin tümü veya bir bölümü ile gelecekte yapacağım çalışmaların (makale, kitap vb.) kullanım haklarını elimde tutmak koşuluyla, izin veriyorum. X

Kabul Ediyorum

Kabul Etmiyorum

........../........../200......

İmza (Tezi Hazırlayanın)

YÜKSEKÖĞRETİM KURULU DOKÜMANTASYON MERKEZİ TEZ VERİ FORMU Tez No :

Konu Kodu :

Üniversite Kodu :

Not: Bu bölüm merkezimiz tarafından doldurulacaktır. Tez Yazarının Soyadı: KÜÇÜKLER

Adı: Osman Zahit

Tezin Adı: Türk- Yunan İlişkileri (1876–1909) Tezin İngilizce Adı: Turkish-Greek Relations (1876–1909) Tezin Yapıldığı Üniversite:Ankara Üniversitesi

Enstitü: Sosyal Bilimler Enstitüsü

Yılı: 2005

Diğer Kuruluşlar: Tezin Türü: Yüksek Lisans

Tez Danışmanın Unvanı: Prof. Dr.

Adı: Musa

Türkçe Anahtar Kelimeler

1- Uluslararası İlişkiler 2- Doğu Sorunu 3- Megali İdea 4- Girit Meselesi 5- Makedonya Meselesi 6- 1897 Türk-Yunan Savaşı

Dili: Türkçe Sayfa Sayısı: 110 Kaynak Sayısı: 50

Soyadı: ÇADIRCI

İngilizce Anahtar Kelimeler

1- İnternational Relations 2- Eastern Question 3- Megali İdea 4- Crete Question 5- Macedonia Question 6- Turkish-Greek War of 1897

TARİH: İMZA: (Tez Yazarı)

GİRİŞ Her bilimsel çalışmanın, birisi çalışmanın içeriğini denetleyen akademik ölçütler, diğeri çalışmanın dış organizasyonunu betimleyen biçimsel ölçütler olmak üzere başlıca iki yönü bulunmaktadır. Bilimsel çalışmalarda üzerinde durulması gereken bilimsel ölçütler, sayfa düzenine ilişkin düzen, metin içinde dipnot verme ve gönderme kuralları ile kaynakça oluşturulurken uyulması gerekli kurallar olmak üzere üç ana başlık altında incelenebilir. Bilimsel çalışmalarda kullanılan biçimsel ölçütler bakımından üzerinde uzlaşmaya varılmış evrensel bir standart bulunmamakla birlikte, metnin iç organizasyonu ve akademik ölçütlerin değerlendirilmesinde sağladığı kolaylıklar bakımından, her bilimsel çalışmanın biçimsel bir tutarlılığa sahip olması konusunda genel bir oydaşma vardır. Bu nedenle, kimi bilimsel disiplinlerde, meslek örgütünün geliştirdiği biçimsel kurallar geçerli kabul edilmekte (Örneğin, American Psychological Association-APA), çoğu kez ise, her bilimsel kurum ya da yayın organı kendi geliştirdiği ölçütler doğrultusunda biçimsel kurallar oluşturmaktadır. Aşağıda, üç farklı biçimsel kurala ilişkin başlıca yaklaşımlardan örnekler verilmekte ve araştırmacılara, sözkonusu ölçütlerden istediklerini seçme özgürlüğü saklı kalmak kaydıyla, bilimsel çalışmalarında araştırmalarını belirli bir biçimsel düzeni gözeterek oluşturmaları önerilmektedir. 1. SAYFA DÜZENİ Her tez çalışmasının değerlendirilmek üzere bilimsel bir jüriye sunulduğu gözönüne alındığında, jüri üyelerinin çalışmayı değerlendirirken metin hakkında aldığı notlara yer açmak amacıyla araştırmacıların, çalışmanın bütününde her sayfada belirli bir metin alanı içinde çalışması zorunludur. Bu nedenle bilimsel çalışmalar daha küçük puntoyla yazılması gereken bir sayfaya A4 standardında 1.hamur kağıda dipnotlar dahil olmak üzere, iki aralıkla ve 12 puntoyla yazılmış en çok 30 satırdan oluşmalıdır. Bir sayfadaki metin alanının üst, alt, sol ve sağ boşluklarının ölçüsü şu şekilde olmalıdır. Üst boşluk

: 3 Cm.

Alt boşluk

: 3 Cm.

Sol Boşluk

: 4 Cm.

Sağ boşluk

: 2.5 Cm.

Sayfa düzeni örneği Ek 1’de verilmiştir. Her yeni bölüm için yeni bir sayfa açılmalıdır. Bölümlerin başlıkları aynı sayfada devam etmelidir. Alt bölüm başlıkları ve satır başları genellikle, bir önceki satırdan iki satır atlayarak koyu puntolarla yazılmalıdır. Giriş sonuç ve bölüm başlıklarının bulunduğu sayfalara sayfa numarası yazılmamalı; ayrıca kısaltmalar, içindekiler, romen rakamıyla belirtilmelidir.

2. GÖNDERMEDE BULUNMA KURALLARI Göndermede bulunma ve dipnot verme, bilimsel bir çalışmanın vazgeçilmez öğeleridir. Gönderme genellikle, a) Çalışma sırasında bir başka çalışmanın belirli bir cümle, paragraf ya da kavramının, tartışma, eleştiri ya da vurgulama amacıyla ödünç alınması nedeniyle, b) Bir başka çalışmanın spesifik bir bölümü, cümlesi, kavramı vb.yerine, çalışmanın bütününden etkilenilmesi ya da o çalışmanın genel yarısının eleştirilmesi, değerlendirilmesi gibi durumlarda, c) Çalışma sırasında değerlendirilen, eleştirilen vb. çalışmaların belirli kısımlarının kullanıldığının gösterilmesi amacıyla yapılır. Göndermede bulunmanın temel amacı, araştırmacının kendi tezlerini ya da kendi konumunu oluştururken dayandığı, eleştirdiği ya da tartıştığı vb. kaynakları göstermektir. Bu konuda iki farklı yaklaşım bulunmaktadır. 1) Geleneksel Anglo-Sakson Sistemine Göre Göndermede Bulunma a) Belirli bir cümle, kavram ya da paragraf için “....................” (Gindens, 1996: 13) b) Çalışmanın bütününden etkilenildiği ya da o çalışmanın genel yapısının eleştirildiği, değerlendirildiği, tartışıldığı vb., durumlar için i)

................... (Giddens, 1996)

ii)

Eğer yukarıdaki örnekte, düşünceleri, yapıtları, çalışmaları değerlendirilen birden fazla araştırmacı var ise, bu durumda soyadı sırasına göre göndermede bulunulur; yazarların isimleri arasında noktalı virgül konur. .................... (Castells, 1983; Giddens, 1996; Habermas, 1996)

c) Yararlanılan kaynağın belirli bir bölümünün kullanıldığı ya da eserin bir bölümünden sonrasının tamamına göndermede bulunulduğu durumlar için .................... (Giddens, 1996: 13-24); ya da .................... (Giddens, 1996: 13 vd.) Not : Anglo-Sakson göndermede bulunma kuralları yazara kolaylık sağlarken, okuyucunun işini zorlaştırır. Metin içinde alıntının kaynağını gösterme ve bunu yalnızca soyadı, tarih ve eğer gerekliyse,

sayfa numarası olarak sınırlama, yazar için büyük kolaylık sağlarken, okuyucu ve değerlendiriciler için göndermede bulunulan kaynaklara- hele aynı yazarın birden fazla çalışmasına gönderme varsa- her seferinde tekrar dönmek büyük bir külfet oluşturmaktadır. Ancak bu sistemin en önemli özelliği, dipnot açma ve göndermede bulunma arasındaki farkı belirginleştirmesidir. Bu sistemde dipnot, metnin akışı içinde yapılması gerekli açıklamalara, konunun başka boyutlarına dikkat çekmeye yönelik bir işleve sahiptir. Bu tür dipnotlar, sayfanın altında yer alabileceği gibi, metnin sonuna da eklenebilir. Eğer metinde birden çok bölüm varsa, genellikle her bir bölümün sonunda o bölümle ilgili dipnotların yer alması daha yaygın bir uygulamadır. 2) Geleneksel Kıta Avrupası Sistemine Göre Göndermede Bulunma Kıta Avrupası geleneğinde göndermeler metin içinde gösterilmez. Göndermede bulunulan kaynağın künyesi dipnotta gösterilir. Dipnotlar ise ya sayfa altlarında ya da çalışmanın sonundaki “notlar” bölümünde yer alır. Bu sistem, -eğer dipnotlar sayfa altındaysa- yazarın işini zorlaştırmasına karşılık, okuyucunun işini kolaylaştırır. Yazar, göndermede bulunduğu kaynakların tam ve açık künyesini, her defasında yeniden göstermek zorundadır. Bunun yazarlar açısından doğurduğu zorluklar gözönüne alınarak, kimi ara çözümler bulunmuştur. Araştırmacı, çalışmasının başlangıcına “kısaltmalar” bölümü ekleyerek, sözkonusu tekrarların ortaya çıkarabileceği güçlükleri aşmaya çalışır. Bunun yanında, arka arkaya aynı kaynağa göndermede bulunuyorsa, bazı Latince terimlerden yararlanarak (ibid, idem vb.) sözcük ekonomisine gider ve yalnızca –eğer gerekliyse- sayfa numarasını belirtir. Buradaki zorluk, aynı kaynağa farklı sayfalarda ve başka kaynaklardan sonra göndermede bulunmak gerektiğinde ortaya çıkar. Bu zorluğu aşmak için ya yazarın adı, soyadı ve çalışmasının tarihi verilip (idem, ibid), a.g.e. (adı geçen eser) ya da a.g.m. (adı geçen makale) vb. terimler kullanılır ya da yapıtın yayınlandığı dergi belirti simgelerle kısaltılıp sayfa numarası verilir. Kaynağın adının açıkça yazıldığı durumda, bunun italik harflerle, altının çizilerek ya da koyulaştırılarak belirtilmesi gerekir. Buna ilişkin çeşitli örnekler aşağıda verilmiştir. a) L.Vingert, Gemeinsinn und Moral, Frankfurt am Main, 1933, Teil II, s. 166.

i) ibid, s. 168. (Arka arkaya göndermede bulunuluyorsa) ii) L.Wingert, 1993, s.173. (Aynı kaynağa farklı sayfalarda göndermede bulunulması durumunda)

b) J. Habermas, Die Einbeziehung des Anderen, Frankfurt am Main, 1996. i) J. Habermas, a.g.e. (Arka arkaya göndermede bulunulması durumunda) ii) J. Habermas, 1996. (Aynı kaynağa farklı sayfalarda göndermede bulunulması durumunda) c) H.Arendt, Die Zukunft des Politischen, Frankfurt am Main, 1993., s. 14-28. Ya da, H.Arendt, Die Zukunft des Politischen, Frankfurt am Main, 1993, s. 14 vd. d) Michael Bender, “Vortrag vor den Gerichten und Verfassungbeschwerde” NJW 1988, s. 808. (NJW, Neue Juristische Wochenschrift dergisinin kısaltması olarak kullanılmaktadır.) 3. KAYNAKÇA Bu bölümde araştırmada kullanılan kitap, makale, vb. kaynaklar yer alır. Kaynakça dizininin yazarların soyadı sırasına göre düzenlenmesi ve gösterilen kaynakların künyelerinde kesinlikle kısaltmaya başvurulmaması, kaynakça hazırlanırken dikkat edilmesi gereken önemli noktalardır. Kaynakçada yer, tarih ve yayınevini göstermede bazı biçimsel farklılıklar gözlenmekle birlikte, genellikle aşağıdaki üç tür düzenlemeden biri tercih edilmektedir. a) Habermas, J., (1994), Faktizität und Geltung, Frankfurt am Main, Suhrkamp Verlag. b) Kunter, Nurullah, Ceza Muhakemesi Hukuku, 9.baskı, İstanbul, Beta Yayınları, 1989. c) Giddens, A., Sociology (London, Politiy Press, 1993). Eğer çalışma boyunca bir yazarın birden çok yapıtına başvurulmuşsa, bu durumda önceki tarihli yapıtın önce gösterilmesi; yazarın aynı tarihli birden çok yapıtı varsa, -özellikle Anglo-Sakson gönderme sistemini kullananlar için- bunların yayın tarihleri sonuna a, b, c gibi harfler eklenerek gösterilmesi gereklidir. Örnek : i) Giddens, A., (1982), Sociology, Oxford: Polity Press. Giddens, A., (1984), The Constitution of Society, Oxford: Polity Press. ii) Giddens, A., (1996a) In Defence of Sociology, Oxford: Politiy Press. Giddens, A., (1996b) Beyond Left and Right, Oxford: Politiy Press.

Dikkat edilmesi gereken özel durumlar 1) Eğer metin içinde göndermede bulunulan kaynak, bir dergi içinde ya da derleme bir kitapta yer alan bir makale ise, aşağıdaki biçimlerde gösterilebilir. i) Aliefendioğlu, Yılmaz, “Türk Anayasal Yargısında Yürürlüğün Durdurulması”, Milletlerarası Hukuk Bülteni, 1981, C.7, S.2, s.1-4. ii) Aliefendioğlu, Y., 1981, “Türk Anayasal Yargısında Yürürlüğün Durdurulması”, Milletlerarası Hukuk Bülteni, C.7, S.2, s.1-4. iii) Erichsen, Hans-Uwe., “Die einstweilige Anordnung”, Bundesverfassungsgericht und Grundgesetz (Hrsg. Christian Starck), Tübingen, J.C.B. Mohr, 1976, s. 170-193. 2) Eğer bir kitap ya da makalenin birden çok yazarı varsa, bu durumda yazar dizininde kitap ya da makaledeki adı ilk yer alan yazarın soyadı esas alınır. Eğer yazar sayısı üçten fazla ise, bu durumda soyadı esas alınan yazarın adının arkasından “ve diğerleri”, “et al” kısaltmaları eklenir. Örneğin, i) Benton, L., Castells, M., Portes, A., (1989), Informal Economy, Baltimore: The John Hopkins University Press. ii) Benton, L. Et al., (1989), Informal Economy, Baltimore: The John Hopkins University Press. 3) Yukarıda kaynakça gösterilirken birkaç istisna dışında kısaltma yapılamayacağı söylenmişti. Bu istisnaların en önemlisi, bazı Anglo-Sakson kaynakçalarında görülüp aynı derleme kitap içinde yer alan farklı makalelere ilişkindir. Örneğin, i) Ranciére, J., (1996), “The Archeomodern Turn”, M..Steinberg(ed.) içinde, s.24-40. ii) Meltzer, F., (1996), “Acedia and Melancholia”, M.P.Steinberg(ed.) içinde, s. 141-163. Not : Sözkonusu kısaltmanın yapılabilmesi için kaynağın açık künyesinin editorün soyadı ile kaynakçada mutlaka gösterilmesi gerekir. Örneğin, Steinberg, M.P(ed.)., (1996), Walter Benjamin and the Demands of History, NY: Cornell University Press.

4)

Kaynakçada

kısaltma

yapılabilmesinin

ikinci

istisnası, yer

ve

yayınevi

adlarının

kısaltılabilmesidir. Örneğin, NY (New York), Lon. (London), İst. (İstanbul), Ank. (Ankara) ya da YKY (Yapı Kredi Yayınları), MIT Press (Massachussets Institute of Technology) vb. 4. TEZ KAPAĞI Tez kapağı Ek 2’deki, tez iç kapak sayfası da Ek 3’deki gibi düzenlenmelidir. 5. ONAY SAYFASI Tez jürisi üyelerinin imzalarını içeren bu sayfa Ek 4’deki gibi düzenlenmelidir. 6. TEZ ÖZETİ Tez özeti, Türkçe ve yabancı dilde tez yazım kurullarına uygun olarak hazırlanmalı ve tez sonunda yer almalıdır.

EK-1

↕ 3cm

4 cm

2.5 cm





↕ 3cm

EK-2

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ÖZEL HUKUK (MEDENİ HUKUK) ANABİLİM DALI

TÜKETİCİ KREDİSİ

Doktora Tezi

Şebnem Akipek

Ankara-1998

EK-3

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ÖZEL HUKUK (MEDENİ HUKUK) ANABİLİM DALI

TÜKETİCİ KREDİSİ

Doktora Tezi

Şebnem Akipek

Tez Danışmanı Prof.Dr.Lale Sirmen

Ankara-1998

EK-4

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ÖZEL HUKUK (MEDENİ HUKUK) ANABİLİM DALI

TÜKETİCİ KREDİSİ

Doktora Tezi

Tez Danışmanı :

Tez Jürisi Üyeleri Adı ve Soyadı

İmzası

....................................................................

........................................

....................................................................

........................................

....................................................................

........................................

....................................................................

.........................................

....................................................................

.........................................

....................................................................

.........................................

Tez Sınavı Tarihi ..................................

İÇİNDEKİLER

Sayfa No Önsöz .................................................................................................................... III Giriş....................................................................................................................... VI I.Bölüm: Yunanistan’ın Kuruluşu ve 1876 Yılına Kadar Türk-Yunan İlişkileri A) Yunanistan’ın Kuruluşu .............................................................................. 1 B) Yunanistan’ın Kuruluşundan 1876’ya Kadar İlişkiler .............................. 11 1-Yunanistan’la Kurulan İlk İlişkiler...................................................... 13 2- Tanzimat Döneminde Osmanlı Rumları............................................. 17 II. Bölüm 1876-1900 Yılları Arasında Türk-Yunan İlişkileri A) 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı ve Berlin Konferansı 1-1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı Sırasında İlişkiler ................................. 22 2-Berlin Kongresinde Yunan Meselesi................................................... 25 B)

Osmanlı-Yunan Sınır Düzeltme Görüşmeleri......................................... 28

C) Girit Meselesi 1- 1876 Yılına Kadar Girit Meselesi....................................................... 34 2- Halepa Sözleşmesi Dönemi ................................................................ 43 3- Halepa Sözleşmesinin Kısıtlanması.................................................... 48 4- 1896 Düzenlemeleri............................................................................ 49 D) Makedonya Meselesi .............................................................................. 54 1- Türk-Yunan İlişkileri Açısından Makedonya Meselesi...................... 57 2- Doğu Rumeli’nin Bulgaristan’a İlhakı ............................................... 60 E)

1897 Türk-Yunan Savaşı 1- Savaşın Sebepleri................................................................................ 65 2- Savaş................................................................................................... 75

F)

1876–1900 Arası Türk-Yunan ilişkilerine Genel Bakış ......................... 79

I

III. Bölüm 1900 yılından Sonra Türk Yunan İlişkileri A) 1897 Savaşından Sonra Girit .................................................................. 82 B)

1897 Savaşından Sonra Makedonya ....................................................... 89

Sonuç..................................................................................................................... 93 Kaynakça............................................................................................................... 95

II

ÖNSÖZ

1821 yılında başlayan Yunan isyanında Fransız devrimiyle ortaya çıkan ve yayılmaya başlayan milliyetçilik akımlarının büyük etkisi olmuştur. Hem isyan sırasında hem de isyan sonrasında Türk aleyhtarlığı bu ülkede üretilen politikalarda önemli bir yer tutmuştur. “Yunan bağımsızlığı ile Peleponnes’in güneyinde sorunlar içinde küçük bir devlet doğmuştu. Bu devlet, Avrupa müdahalelerine açıktı ve bağımsızlık daha ilk anda Avrupa’nın kontrolü ile başladı. Diğer yandan gerek iktisadi sorunlar ve gerekse bu devletin yaşaması erkenden yeni bir ideolojiyi, panhellenizmi sahneye çıkardı. Yunanistan istikbal için varolan ve sorunlarına gelecek için sabreden bir devletti. Mevcut yapının kabullenilip, sorunların çözümünden çok; bunların ancak gelecekteki ‘Büyük Yunanistan’da çözülebileceği bir mütearife gibiydi.” Modern dünyanın henüz başlangıç zamanlarında kurulan bir ulus-devlet’in bu durumu sağlıksızdır elbette ancak anormal değildir. Bu dönemde ve sonrasında ortaya çıkan başka pek çok devlet de aynı şekilde davranmıştır. Milliyetçi duyguları canlı tutmak için bir düşman belirleme ve bazı topraklar üzerinde hak iddia etmek günümüzde bile geçerli olabilmektedir. Yunanistan’ın kara sınırının sadece Osmanlı Devleti’yle olması ve Yunanlıların hayalini kurduğu bütün toprakların Osmanlı toprakları olması sebebiyle, bu iki devlet arasında sorunlar ve gerginlikler hiç eksik olmamıştır. Bu sorunların çözümü konusu ise büyük devletlerin istediği şekilde olmuştur.

III

Yunanistan’ın kuruluşundan 1870 yılına kadar İngiltere ve Fransa, Rusya’nın Akdeniz’e inmesini engellemek için Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğü ilkesini savunmuşlardır. Yunanlılar Hıristiyan olmaları ve Avrupa kültürünün temellerinden olan Eski Çağ Grek Uygarlığının ahfadı kabul edilmeleri sebebiyle Avrupa kamuoyundan her zaman destek görmüş olmalarına rağmen bu dönemde dünya siyasi konjonktürü sebebiyle Avrupa devletlerinden istedikleri desteği görememişlerdir. Bu dönemde Yunanistan’ın isteklerinin kabul edilmemesinin diğer sebebi de ülkede Rus nüfuzunun fazlalığıdır. Ancak 1861 yılında İtalya’nın, 1870 yılında ise Almanya’nın siyasi birliklerini kurmasıyla Avrupa dengeleri değişmiştir. Özellikle Almanya’nın kuruluşuyla beraber Avusturya ve Fransa ordularını büyük yenilgilere uğratması, o zamana kadar sömürgelerinin güvenliği için kaygılanan Fransa ve İngiltere’nin kendi topraklarının güvenliği için politika geliştirmelerine sebep olmuştur. Avrupa’nın ortasında ortaya çıkan bu büyük askeri ve ekonomik güce karşı İngiltere ve Fransa, Rusya’yı müttefik seçmişlerdir. Bu gelişme Osmanlı Devleti’nin artık Rusya karşısında yalnız olması sonucunu doğurmuştur. Ayrıca bölgede artık Rusya’nın istedikleri yapılacaktır. Osmanlı Devleti’ne yardım etmeyi bırakan İngiltere ve Fransa bu tarihten itibaren Doğu Akdeniz’de Yunanistan’ı kendi yanlarına çekmeye çalışmışlardır. Türk-Yunan

ilişkilerinin

1876–1909

yılları

arasındaki

gelişimini

incelediğimiz bu çalışmamızın I. bölümünde Yunanistan’ın kuruluşunu ve 1876’ya kadar olan ilişkileri anlatacağız. Tezin esas konusunu ise II. bölümde; 1881 yılındaki sınır düzeltmeleri, Girit meselesi, Makedonya meselesi ve 1897 Türk-Yunan savaşı başlıkları altında dört başlık halinde anlatıp ardından kısa bir değerlendirme

IV

yapacağız. III. bölümde ise 1900 yılından Balkan savaşına kadar geçen sürede ilişkilerin seyrinden bahsederek sonucu bağlayacağız. Bu çalışmaya başlarken amacımız bu dönemde yaşanan olayların Osmanlı basınına nasıl yansıdığından hareket etmekti. Ancak 1878–1891 ve 1892–1908 yılları arasında Takvim-i Vekayi gazetesinin yayınına ara verilmiş olduğunu gördük. Yani 33 yıllık bu dönemle ilgili sadece 2 yılın gazeteleri mevcuttur. Diğer gazeteler de, yayıncıların maddi imkânları ve o dönemde uygulanmış olan sansür göz önüne alındığında, oldukça yetersiz ve ulaşılması zordur. Bu sebeple tez çalışmamız bu dönemde meydana gelmiş olan ve her biri ayrı ayrı inceleme konusu olmuş olan olayları bir dönem çalışması halinde sunmak ve bulabildiğimiz kadarıyla gazete haberleriyle bunları birleştirmek şeklinde gerçekleşmiştir. Bu çalışmam sırasında verdiği destek ile gösterdiği sabır ve hoşgörü sebebiyle tez danışmanım Prof. Dr. Musa ÇADIRCI’ya müteşekkirim. Ayrıca verdikleri destek dolayısıyla; Pervin ÖZEL’e, E. Tuğrul ŞEHİTOĞLU’na, Oğuz ÜNSAL’a, Serpil ŞENER’e ve Vildan KAHRAMAN’a teşekkür ederim.

V

GİRİŞ

14 Eylül 1829’da imzalanan Edirne Anlaşması Osmanlı Devleti için yeni bir dönemin başlangıcıdır. 1699 yılında Karlofça anlaşmasıyla ilk kez toprak kaybeden, 1774 Küçük Kaynarca anlaşmasıyla ilk kez bir Müslüman toprağını, Kırım’ı, Rusya’ya bırakan Devlet; Edirne Anlaşması sonucu kendisine tabi Yunanlıların bağımsız bir devlet kurmasını kabul etmiştir. Osmanlı Devletine tabi diğer milletlere örnek teşkil eden bu olay, Devlet yönetiminde yapılan reformların da sebeplerinden biri olmuştur. Yunanistan’ın bağımsızlığı ile sonuçlanan süreç 1768–1774 yılları arasında Rusya ve Avusturya ile yapılan savaşlarla başlar. Savaş sırasında Ruslar bir süre için yerleştikleri Mora ve bazı Ege adalarında milliyetçilik kışkırtmaları yapmışlardır. Hatta Rusya ve Avusturya’nın 1787’de başlattıkları savaşa “Bizans’ı yeniden kurmayı amaçlayan Grek Projesi” olarak baktıkları belirtilmektedir. Sonraki yıllarda Fransız ihtilali ile ortaya çıkan ve yayılan milliyetçilik akımı Osmanlı topraklarında etkisini göstermiştir. Napolyon Bonaparte Venedik Devleti’ni yıkıp Yedi Adalar’ı ele geçirdiğinde, Mısır seferi öncesi Osmanlı Devletini uğraştırmak için, Yunan milliyetçiliğinin özellikle Mora’da teşvik edilerek ayaklanma çıkarılmasını istemiş ve komutanlarına verdiği emirlerde: “Halkı kazanmak için elinizden geleni yapınız. Eğer halkın bağımsızlığa eğilimi varsa bağımsızlık duygusunu körükleyiniz.” demiştir. Komutanlarından bu yolda ilerleme sağlandığına dair raporlar alınca da “Yunanistan’da kabarmaya başlayan milliyet taassubu din taassubundan daha kuvvetli olacaktır” demiştir.

VI

Doğu Akdeniz’de Fransa’nın varlığından rahatsız olan Rusya buraların kurtarılması için Osmanlı Devletine yardım etmiş ve Yedi Adalar’ın Fransızlardan alınmasına yardım etmiştir. Fakat Ruslar, gerek bu dönemde gerekse sonraki dönemlerde

Yunanistan’da

ve

bütün

Balkanlarda

milliyetçilik

akımlarını

desteklemiştir. Osmanlı Devleti, Napolyon savaşlarında ve sonrasında hem Rusya ve Avusturya’ya toprak vermemek için uğraşmış hem de bölge halklarının özerklik ya da bağımsızlık isteklerini frenlemeye çalışmıştır. Avrupa Devletleri Napolyon savaşları sırasında ve sonrasında her türlü milliyetçi hareketi bastırmak, monarşileri korumak konusunda anlaşmış olmalarına rağmen söz konusu monarşi Osmanlı Devleti olunca tutarlı olamamışlardır. Özellikle Rusya, 1812’de Sırp’ların özerklik elde etmesini sağladıktan başka Yunanistan’ın bağımsızlığı için uğraşmıştır. Avusturya haricindeki diğer Avrupa Devletleri de Rusya’ya açıkça karşı çıkmamışlardır. Sonuçta 1829’da Osmanlı Devleti küçük de olsa bağımsız bir Yunan Devleti’nin kurulmasını kabul etmek zorunda kalmıştır. Yunanistan Avrupa Devletleri’nin himayesinde kurulmuş olduğu için Osmanlı Devleti’ne sürekli problemler çıkarmış, topraklarını sürekli Osmanlı aleyhine büyütmeye çalışmış ve “Doğu Sorunu”nu hep Avrupa gündeminde tutmuştur.

VII

I. BÖLÜM

YUNANİSTAN’IN KURULUŞU VE 1876 YILINA KADAR TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİ

A.

YUNANİSTAN’IN KURULUŞU

Giriş kısmında belirttiğimiz olaylar ve tahrikler sonucunda, 19. yy. başlarında Mora ve Ege Adalarındaki Rumlar arasında bağımsız bir Yunan devleti fikri oluşmaya başlamıştır. Ticaretle uğraşan ve bu sayede Avrupa kentlerine giden bazı Rumlar da aydınlanma çağı filozoflarının eserleri sayesinde antik Yunan medeniyeti hakkında bilgi edinmiş ve kendilerini eski Yunanlıların ahfadı olarak görmeye başlamışlardır. Bu fikirlerin yayılması için de hem Mora’da hem de Avrupa’nın büyük kentlerinde dernekler ve okullar kurmak gibi faaliyetlere girişmişlerdir. Bu derneklerin en önemlisi Filiki Eteria (1890’lardan itibaren Etnik-i Eteria)dır. 1814 yılında, görünüşte eğitim amaçlı bir dernek olarak Rusya’nın Odessa liman şehrinde üç tüccar1 tarafından kurulmuştur. Kuruluşundan kısa bir süre sonra başta Mora ve Ege Adaları olmak üzere Rum nüfusun bulunduğu pek çok yerde şubeler açmışlardır. Ayrıca Avrupa’nın büyük ticaret şehirlerinde de propaganda amaçlı şubeler açmışlardır. Derneğin kurucuları tüccar olduğundan siyasi faaliyetler konusunda etkili görünmek ve insanları etkilemek için hayali bir reisten bahsetmişlerdir. Rusya’nın Rumlara desteğini arttırmasıyla beraber, bu hayali reisin

1

Bu üç tüccar; Batnoz Adalı Manvel Eksanto, Narda’lı Nikola İskofa ve Yanya’lı Atnos Çekalof’tur. Salışık Selahattin; Tarih Boyunca Türk-Yunan İlişkileri ve Etnik-i Eterya İstanbul; 1968 s. 147,

1

Rus Çarı olduğunu ima etmişlerdir. Dernek yayılıp güçlendikten sonra da derneğin başına Çar’ın Rum asıllı yaveri Aleksandr İpsilanty getirilerek Rus desteği somutlaştırılmıştır. Bu dernek o dönemde hayalperestçe kabul edilen amaçları faaliyet programı haline getirerek çalışmaya başlamıştır. Bu faaliyet programında amaçlar şöyle sıralanmıştır: 1) Yunan milletinin tam bağımsızlığının temini, 2) Batı Trakya ve Selanik’in Yunanistan’a ilhakı, 3) Ege Adalarının Yunanistan’a ilhakı, 4) Oniki Adalar’ın Yunanistan’a ilhakı, 5) Girit Adası’nın Yunanistan’a ilhakı, 6) Batı Anadolu’nun Yunanistan’a ilhakı, 7) Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı, 8) Pontus Devletinin kurulması, 9) İmroz ve Bozcaada’nın Yunanistan’a ilhakı 10) İstanbul’un ele geçirilmesiyle Doğu Roma İmparatorluğunun ihyası2 1820 yılına kadar geçen süre Rumlar için teşkilatlanma dönemidir. Dernekler silah ve para temin etmiş, dağlarda çeteler kurulmuş, halkın bağımsızlık duyguları körüklenmiş ve Mora ahalisi bir isyana hazır hale getirilmiştir. Bölge halkının tek çekincesi Yanya valisi Tepedelenli Ali Paşa’nın vereceği tepkidir. Ali Paşa 1768–74 Osmanlı-Rus savaşındaki başarılarıyla yükselmiş, Dalmaçya kıyılarında Napolyon ordusuna karşı da savaşmış iyi bir asker ve sert mizaçlı bir yöneticidir. Bir dönem Rumeli Beylerbeyliği de yapmış ve Yanya civarındaki yerlerde de nüfuzu olan biridir. Nitekim Rumların bu faaliyetlerinden de haberdar olmuş ve defalarca İstanbul’a haber göndererek uyarılarda bulunmuştur. Ancak karşısında Padişah II. Mahmud’un mühürdarı Halet Efendi’yi bulmuştur. Halet Efendi Divan-ı Hümayun başkâtibidir ve uyarıların önemsenmemesini sağlamıştır.

2

Salışık; a.g.e. s.149

2

Fener’li Rum Beyleri’nin kâtipliğinde yetiştiği için Rumlara güvenen Halet Efendi’nin Yeniçeri ulufeleri için zaman zaman bu kişilerden borç aldırdığı da söylenir. Gerçi bu döneme kadar genel olarak Rumlar, Osmanlı Devleti tebaası olan gayr-i müslimler içinde “millet-i sadıka” olarak bilinirdi. Bu sebeple Tepedelenli Ali Paşa’nın uyarıları İstanbul’da yeterince ilgi uyandırmamıştır. Kısa bir süre sonra aynı uyarıları İstanbul’daki İngiliz elçisi de yapınca durumun araştırılması için adam gönderilmesine karar verilmiştir. Fakat bu konuda görev Halet Efendi’ye verilmiş ve o da büyük bir gaflet örneği göstererek Nikola Maruzi adında Rum bir divan kâtibi göndermiştir. Bağımsızlık yanlısı bir derneğin üyesi olduğu anlaşılan bu şahıs Mora’da durumun sakin olduğunu anlatan ve Rum ahalinin sadakatinden bahseden bir rapor hazırlayarak durumu örtbas etmiştir. Maruzi aynı zamanda raporunda Ali Paşa’yı bazı hususlarda zan altında bırakan iddialarda da bulunmuştur. Ali Paşa bu dönemde Avlonya sancağı mutasarrıfı İbrahim Paşa’yı hapsederek bölgedeki etkinliğini arttırmaya çalışmıştı. Paşa daha sonra geri adım atarak af dilese de Halet Efendi’nin girişimleriyle vezirlik rütbesi elinden alınınca isyan etti. II. Mahmut bunun üzerine Hurşit Paşa’yı Yanya valisi tayin etti ve Ali Paşa kuvvetlerinin üzerine yolladı. Rumlar için durum bundan daha iyi olamazdı. Ali Paşa’nın kontrolünden kurtuldukları gibi, üzerlerine sevk edilecek başka kuvvetler de onun üzerine gönderildiği için isyanı başlatmaya karar verdiler. Filiki

Eteria

üyeleri

ayaklanmanın

Mora’da

başlaması

gerektiğini

düşünüyorlardı ve mantıklı olan da buydu. Ancak Aleksandr İpsilanty Rusya’ya yakın olduğu gerekçesiyle Eflak ve Buğdan’da harekete geçti. Yaklaşık 3.000 kişilik bir

3

kuvvetle Rusya’dan Buğdan’a girdi. İpsilanty’nin düşüncesi daha geniş çaplı idi. Romenleri ve Sırpları da isyana teşvik etmeyi düşünmüştü. Oysa bölge halkının da, Sırpların da böyle bir niyeti yoktu. Bölgede zaten kısmen bir özerklik vardı ve üstelik buraya bir müddetten beri voyvoda olarak atanan Rum Beylerinin idaresinden şikâyetleri vardı. Bu sebeplerle Rumlarla ortak hareket etmek gibi bir niyetleri yoktu. İpsilanty’nin bu hareketi Avrupa Devletleri tarafından kınanınca Rus Çarı da destek vermekten vazgeçti. Böylece hem bölge halkından hem de Rusya’dan destek alamayan Aleksandr İpsilanty önceleri Yaş şehrini ele geçirmeyi başardıysa da bölgeye sevk edilen Osmanlı kuvvetleri karşısında yenildi ve Avusturya’ya kaçtı. Milliyetçilik hareketlerinden hiç hoşlanmayan Başbakan Metternich tarafından hapsedilen İpsilanty 1827’de hapisten çıktı ve bir yıl sonrada öldü. Osmanlı devlet adamları bu isyan hareketine oldukça şaşırmıştı. İsyan çabuk bastırılmasına rağmen, daha büyük çaplı bir isyan Mora’da başladı ve hızla yayılmaya başladı. Ali Paşa kuvvetleriyle uğraşan yeni Yanya Valisi Hurşit Paşa isyancıların üzerine az bir kuvvet gönderebildi. Bu kuvvetler bazı yerlerde başarılı oldularsa da yayılan ve genişleyen hareket karşısında etkisiz kaldı. Rumlar Mora’nın merkezi Tripoliçe dahil pek çok şehri ve kaleyi ele geçirdi. Bu sırada İstanbul’daki Fener Rum Patriği Grigoryos isyancıları aforoz etti. Aslında Eteria üyesi olan Patrik, isyanın Avrupa ülkelerince desteklenmediğini görünce başarısız olacağını düşünerek böyle bir harekette bulunmuştu. Mora haricindeki bazı yerlerdeki Rumlardan başka hiç kimse, özellikle de isyancılar afaroznameyi önemsemediler. Osmanlı hükümeti bu arada tahkikat yaparak ülke içindeki derneklerden ve bunların faaliyetlerinden haberdar oldu. Patrik Grigoryos’un da işin içinde olduğu

4

öğrenilince Patrik, üzerinde resmi kıyafetiyle Patrikhane kapısında idam edildi. İsyanlara destek verdikleri anlaşılan başka din adamları da aynı şekilde idam edildi. Bu durum bazı tarihçilerce bir hata olarak kabul edilir çünkü bundan sonra isyana hem ülke içinden hem Avrupa’dan gelen destek hızla artmıştır. Bu arada Mora’da isyan devam etmekteydi. 1821 Haziranında Aleksandr İpsilanty’nin kardeşi Demetrius İpsilanty Mora’ya gelerek isyanın başına geçti. Bu liderlik 6 ay sürdü. 1822 Ocak ayında Epidor civarında Rumlar bir meclis toplayarak Yunanistan’ın bağımsızlığını ilan ettiler ve Avrupa’da tahsil görmüş bir Rum olan Mavrokordato’yu hükümet reisi seçtiler. Demetrius İpsilanty de bir anayasa hazırlanmasına yardım etti. Bu sırada anayasa taraftarı olanlarla, çete reisleri arasında anlaşmazlıklar yaşandıysa da anayasacılar galip geldi ve olaylar daha organize bir yönetimle büyüyerek devam etti. Avrupa Devletleri uzun süre isyanı Osmanlı Devleti’nin iç meselesi saydılar; ancak Patrik’in idamı özellikle Avrupa kamuoyunda tepki doğurdu. Rusya bu durumdan faydalanarak Osmanlı Devleti’ne bir ültimatom verdi. Osmanlı Devleti’nin reddettiği bu ültimatomda Rusya, Eflak ve Buğdan’daki Osmanlı askerlerinin çekilmesi ve ülke genelinde Hıristiyanların durumunun iyileştirilmesini istemekteydi. Aynı zamanda Ruslar diğer Avrupa Devletlerine Osmanlı Devleti’ni paylaşmayı teklif etmekteydi ve ünlü “hasta adam” ifadesi bu dönemde dile getirilmeye başlandı. İngiltere ve Avusturya bu durumdan hoşnut olmadı ve Rusya’ya Viyana Konferansı’ndaki kararları hatırlattı. Napolyon savaşları sonrasında Avrupa Devletleri’nin Viyana’da aldıkları “monarşilerin korunması, milliyetçi hareketlerin bastırılması ve milliyetçi fikirlerin engellenmesi” kararları sebebiyle Rusya yalnız

5

kaldı. Yunanlıların tam bağımsızlık istemeleri üzerine Ruslar da siyasi desteklerini çektiler. Çünkü onlar Rusya himayesindeki bir Yunanistan istiyorlardı. İngiltere 1822 yılına kadar Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü savunan bir politika izlemiştir. Bu tarihten sonra yaşanan dışişleri bakanı değişimi sonucunda durum değişmiştir. Şöyle ki; yeni dışişleri bakanı Canning, Yunanlıların eninde sonunda bağımsızlıklarını kazanacağına emindir ve bu durumda Yunanlılara destek vermemek onları Rusların nüfuzuna bırakmak anlamına gelecektir. Rusya etkisindeki bir Yunanistan İngiltere’nin Doğu Akdeniz politikasına uymayacağı gibi Osmanlı Devleti içinde daha büyük bir sorun olacaktır. Bu sebeple 1822’den sonra İngiltere bağımsız bir Yunanistan’ı desteklemeye başlamıştır. Bu meseleyle ilgilenen diğer devlet ise Avusturya’dır. Osmanlı Devleti gibi çok uluslu bir yapıya sahip olduğundan, isyanın başından sonuna kadar Osmanlı Devleti’ni destekleyen tek devlet olmuştur. Ancak bu dönemde Avrupa genelinde yaşanan liberal ve milliyetçi hareketler sebebiyle Avusturyalılar Osmanlı Devleti’ne doğrudan destek verememişlerdir. İsyan uzadıkça Osmanlı ordusunun zaafı açıkça görünür olmuştur. Ayrıca Avrupa kamuoyu da gün geçtikçe meseleyle daha alakadar olmaya başlamış ve kendi hükümetlerine baskı yapmışlardır. Bu durum üzerine Avusturya başbakanı Prens Metternich Osmanlı hükümetine Mısır valisi Mehmed Ali Paşa’dan yardım istemesini teklif etmiştir. Metternich ayrıca meseleyi uluslar arası konferansa taşıyarak Osmanlı Devleti’ne zaman kazandırmaya çalışmıştır. Kısa vadede bu çabalar Osmanlı lehine olmuşsa da meselenin uluslar arası konferansa konu olması, durumu artık Osmanlı Devleti’nin iç meselesi olmaktan çıkması sonucunu doğurmuştur.

6

1824 yılında Mısır valisi Mehmed Ali Paşa, oğlu İbrahim Paşa komutasında 55 gemi ile 16.000 kişilik bir kuvveti Mora’ya gönderdi. Önce Girit’e giden bu kuvvet oradaki küçük olayları bastırdı ve kışı Girit’te geçirdi. 1825 baharında da Mora’ya çıktı. Kısa sürede isyancıların ele geçirmiş olduğu yerler geri alındı ve isyan büyük ölçüde bastırıldı. Rusya ve İngiltere ise bu durumdan hiç hoşnut olmadılar çünkü bu kez de Mısır valisi Mehmed Ali Paşa Doğu Akdeniz’de ciddi bir güç haline geliyordu. Rusya’nın tutumunun sertleştiğini gören İngilizler Osmanlı Devleti’ne bir ültimatom vererek harekatın durdurulmasını istediler ve Osmanlı Devleti buna boyun eğdi. Böylece İngilizler Mehmed Ali Paşa’yı durdurdukları gibi Yunanlıların da minnetini kazanmış oldular. Ruslar durumdan hoşnut olmadılar ve Yunanistan için bir rekabete girmeye hazırlandılar. Fakat bu sırada Çar I. Aleksandr öldü ve I. Nikola tahta geçti. Yeni Rus Çarı bu durumdan başka türlü faydalanmak istedi ve Osmanlı Devleti’ne nota göndererek Bükreş Anlaşmasının uygulamaları ile ilgili görüşme talep etti. 1826 Ekim’inde yapılan Akkerman mukavelesi ile Rusya Eflak ve Buğdan’da etkinliğini arttırdı.3 İngilizler de Rusya ve Osmanlı Devleti’ni Yunanistan meselesinde baş başa bırakmamak için Akkerman mukavelesi öncesinde Rusya’ya başvurarak bir protokol imzaladılar.4 Nisan 1826’da ilan edilen St. Petersburg protokolüne göre İngiltere ile Rusya, Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında arabuluculuk yapacaklardı ve Osmanlı Devleti’ne vergi veren özerk bir Yunanistan kurulacaktı. Bu protokol Avrupa siyasetinde bir bölünmeye yol açtı. Avusturya bu durumun milliyetçi akımların bir zaferi olacağını söyleyerek protokolü reddetti.

3

Kurat, Akdes Nimet; Türkiye ve Rusya; Ankara; 1970, s.56

7

Avusturya aynı zamanda Rusya’nın istediğini elde etmesinden rahatsızdı. Prusya da Avusturya’nın yanında yer aldı. Fransa 1815’te kendisine karşı kurulan ittifakların parçalandığını görmekten memnun oldu ve protokole katılmak istediğini bildirdi. 1827 yılında bu 3 devlet; Rusya, İngiltere ve Fransa Londra Anlaşmasını imzaladılar. Anlaşmaya göre Osmanlı Devleti Petersburg protokolünü kabul etmezse devletler Yunanlılara yardım edecek ve Osmanlı Devleti’ne baskı yapacaktı. Osmanlı Hükümeti hem St. Ptersburg hem de Londra protokolünü içişlerine müdahale sayacağını belirterek reddetti. Bunun üzerine üç devlet Akdeniz filolarını Mora’ya göndererek abluka kurdular ve Türk kuvvetlerini ateşkese zorladılar. Osmanlı ve Mısır donanmasının bulunduğu Navarin kuşatıldı ve İbrahim Paşa’dan ateşkes yapması istendi. İbrahim Paşa, Padişah’ın onayı olmadan böyle bir teklifi kabul edemeyeceğini bildirdi. Müttefikler bütün Osmanlı ve Mısır kuvvetlerinin ve donanmalarının Yunanistan’dan çekilmesini istediler. Bu ültimatomları kabul edilmeyince Navarin Limanı’na girdiler ve yaşanan savaş sonucunda Osmanlı ve Mısır gemileri batırıldı. (20 Ekim 1827) Navarin olayı Avrupa kamuoyunda sevinçle karşılanırken Osmanlı kamuoyu bu olayı yeni bir haçlı seferi gibi algıladı. Avusturya başbakanı Prens Metternich ise olayı duyduğunda “20 Ekim olayı ile Avrupa için yeni bir devir başlıyor.” demekten kendini alamayarak üzüntüsünü dile getirmişti. İngilizler de Navarin’den pişmanlık duymuşlardı çünkü Doğu Akdeniz’de Rusya’yı durdurabilecek iki güç de ortadan kalkmıştı. Rusya ise bu olaydan aldığı cesaretle ihtirasını açığa vurarak, İngiliz ve Fransız donanmalarının boğazları zorlamasını, kendilerinin de Eflak ve Buğdan’a girmelerini teklif etmişti.

8

Osmanlı Devleti ortada bir savaş durumu olmadığı halde donanmasını batıran üç devletten tazminat ve tarziye istedi. Devletlerin İstanbul elçileri ise olayın sorumluluğunu Türk kaptanlarına yıkan açıklamalar yaptılar. Açıklamaları Osmanlı Hükümetince kabul görmeyince de İstanbul’u terk ettiler. İngiltere ve Fransa diplomatik ilişkilerin kesilmesinden sonra Mora isyanının tasfiyesine çalışmaya başladılar. İngilizler Mısır askerlerinin Mora’dan çıkarılması için gemiler göndererek onları Mısır’a taşırken, Fransızlar da Mora’ya 30.000 asker sevk ederek bölgeyi geçici olarak işgal ettiğini ilan etti. Rusya ise durumdan faydalanmak için Osmanlı Devleti’ne 1828 Nisan’ında savaş açtı. 1826 yılında Yeniçeri ocağının lağvedilmesiyle askeri gücünü büyük ölçüde kaybetmiş olan Osmanlı Devleti, henüz yeni ordusunu tam anlamıyla kuramamıştı. Ancak Yunan isyanında bütün Avrupa kamuoyu Yunanlılara destek verdiği için mesele bir Hıristiyan-Müslüman mücadelesine dönüşmüştü. Padişah II. Mahmud 1828 Aralık ayında Anadolu’dan eşraf ve ulemayla bir toplantı yapmış ve toplantıda İslam dininin şerefi için mücadele etme kararı çıkmıştı. Sonuçta Osmanlı hükümeti hem dini hem de siyasi sebeplerle savaş ilanına karar verdi. Dönemin önemli devlet adamalarından Pertev Paşa neden savaşa girilmesi gerektiğini Padişah’a şöyle anlatmıştır:4 “Eğerçi Moskoflu’ya galebe ümit olunmaz. Lakin bila muharebe Mora Krallığı kabul olunur ise yol olur ve pek çok mahallere sirayet eder. Binaenaleyh vüs’umuzu sarfettikten sonra bilmecburiye ihtiyar eylersek düşman her vakit bu kadar teklifi iltizam eylemez.”

4

Karal, Enver Ziya; Osmanlı Tarihi Ankara 2000; c.V s.119

9

Bu şartlar altında savaşa giren Osmanlı orduları, Balkanlarda bazı yerlerde Rus ordularını durdurmayı başarmışlarsa da 1829 yılında yapılan yeni saldırılara direnemedi ve Ruslar Edirne’ye kadar ilerleyerek şehri ele geçirdiler. Doğu cephesinde de durum iyi değildi; Kars, Ahıska ve Erzurum düşman eline geçmişti. Bu durum üzerine Osmanlı Devleti barış istedi. Rusya, kendi içindeki karışıklıklar ve İngiltere ile Avusturya’nın bastırması sonucunda barışı kabul etti ve Edirne Anlaşması imzalandı. Anlaşma ile Ruslar işgal ettikleri yerlerin büyük bir kısmından çekildiler. Kafkasya’da Pati, Ahıska ve Anapa ile Balkanlarda Tuna Nehri ağzındaki adalar Ruslara bırakıldı. Bunlardan başka Rus ticaret gemilerine boğazlardan serbest geçiş ve Rus tüccarına serbest ticaret yapma hakkı verdiler. Eflak ve Buğdan’da bölge halkından ve ömür boyu sürecek voyvoda tayini, Sırbistan’a Akkerman anlaşmasıyla verilen imtiyazların uygulanması maddeleri kabul edildi. Anlaşmanın konumuzu ilgilendiren maddesi ise son maddedir: “Osmanlı Devleti, Yunanistan hakkında, İngiltere, Fransa ve Rusya arasında Londra’da yapılmış olan 6 Temmuz 1827tarihli anlaşmayı ve bunun tatbikine dair 22 Mart 1829 tarihli anlaşmayı kabul etmiştir.”5 Bu madde ile bağımsız bir Yunanistan kuruldu. Yeni ülkenin sınırları İngiltere, Fransa ve Rusya’nın Londra’da yaptıkları ikinci protokol ile belirlenerek Osmanlı Devleti’ne kabul ettirildi. Hem Osmanlı Devleti’nin hem de Yunanistan’ın itiraz ettiği bu sınırlar 1832’de Yunanistan lehine düzeltildi. Aynı yıl bazı Yunanlıların istememesine rağmen Bavyera Kralı Lois’in oğlu Otto Yunanistan’a kral yapıldı ve Yunanistan Krallığı resmen kuruldu.

5

Turan, Şerafeddin; “1829 Edirne Antlaşması” DTCF Dergisi, c.9 s.140

10

B- YUNANİSTAN’IN KURULUŞUNDAN 1876’YA KADAR İLİŞKİLER

Edirne ve Londra anlaşmaları ne Yunanlıları ne de Osmanlı Devletini tatmin etmiştir. Bağımsız bir Yunanistan’ı zorla kabul eden Osmanlı Devleti yeni devletin büyük olmasından, Yunanlılar ise küçük olmasından şikâyetçiydi. Ancak anlaşmalar yapılmış, büyük devletler onaylamıştı. Anlaşmalardan sonra Mora yarımadasında 750 bin nüfuslu küçük bir devlet ortaya çıkmıştı. Rumların çoğunlukta olduğu Teselya ve Girit gibi yerler Osmanlı Devleti’nde kalmıştı. Yunanistan’a bırakılan yerler isyan sırasında yakılıp yıkılmıştı ve buralarda yaşayan halkın çoğu göç etmişti. Bağımsızlık elde edilmiş olmasına rağmen silahlarını bırakmayan ve dağılmayan çeteler soygunlara devam ediyordu. Bu sebeplerle ekonomik durum çok kötüydü ve isyan sırasında alınmış olan yüksek faizli borçlar ödenebilecek gibi görünmüyordu. Doğru dürüst büyük şehirleri ve düzgün yolları olmayan dağlık bir bölgede köylüler ve gemi işçilerinden oluşan bir halk vardı. Bu halkın siyasi hayatı da belediyelerden ibaretti. 1828 de Yunanistan’ın başına Yunan asıllı bir Rus vatandaşı olan Capo D’ystria geçmişti. Rusya’da dış işleri bakanlığına kadar yükselmiş olan bu şahıs 1822 deki Viyana kongresinde Yunan tezlerini hararetle savunarak Rus Çarı’nı bile kızdırdığı için dışişleri bakanlığı makamını kaybetmişti. 1828’e gelindiğinde Ruslar onu Yunanistan’ın başına geçmek için göndermiş, İngiltere ile Fransa’nın da uygun görmesiyle Yunanistan Cumhurbaşkanı olmuştur. Yunanistan’da o sıralarda anayasada ve meclis yapısında eksiklikler olduğundan Capo D’ystria ülkeyi istibdatla yönetmiştir. Bu şekilde kısmen asayiş sağlanmış olsa da halk bu durumdan memnun olmamıştır. Bundan başka yapmak

11

istediği bir toprak reformu yüzünden toprak sahiplerinin düşmanlığını da kazanmıştı. Dış politikada Rusya’ya dayanması İngiltere ve Fransa’yı rahatsız ediyordu. Ayrıca Londra Anlaşmasında Yunanistan’ı bir kralın idare etmesi karara bağlanmıştı. Bütün bu olumsuzluklar sonucunda Yunanistan’da yeni isyanlar başladı. Capo D’ystria Rusya’nın desteğiyle bu isyanları bastırmış olsa da 9 Ekim 1831 de bir suikast sonucu öldürüldü. Bu olaydan sonra ülkede anarşi arttı ve büyük devletler duruma el koyarak Bavyera Kralının oğlu Otto’yu kral ilan ettiler. Yunanistan’da bu olaylar olurken Osmanlı Devleti bu Yunanistan’ın bundan sonra hem kendisi nem de yakın doğu barışı için zararsız hale getirilmesi konusunda Fransa, İngiltere ve Rusya’nın İstanbul’daki elçileri nezdinde teşebbüste bulunarak şu hususlarda teminat verilmesini istedi. 1-

Yunan devletinin kara ve deniz kuvvetleri memleketin asayişini

sağlayacak miktara göre tesbit ve tahdit edilmeli. 2-

Yunan hükümeti ve Yunanlılar Bâb-ı âli’nin harp halinde bulunacağı

bir devlete hiçbir vechile yardımda bulunmayarak kesin bir tarafsızlık göstermelidir. Bu tarafsızlığı Bâb-ı âli’de Yunanistan hakkında gösterecektir. 3-

Yunan hükümeti kendisine sığınan ve Bâb-ı âli tarafından istenecek

olan Osmanlı tebaası kimseleri iade etmeyi kabul etmelidir. Henüz Yunanistan’la doğrudan temasın kurulmadığı 1832 yılında, İngiliz, Fransız ve Rus elçiler aracılığıyla yapılan bu teklifi ne Yunanistan ne de bu üç devlet kabul etti. Bu sebeple bu dönemde Yunanistan’la Osmanlı Devleti arasında sınır ihtilafları ile seyrüsefer ve gümrük anlaşmazlıkları yaşandı.

12

1-Yunanistan’la Kurulan İlk İlişkiler

Şubat 1833’te henüz 17 yaşında Yunan tahtına çıkan Otto yanında Bavyeralı bir hükümet naibi ve başka görevlilerle Yunanistan’a gelmişti. Önemli memurluklara Bavyeralıların getirildiği merkeziyetçi bir yönetim kuruldu. Hatta Bavyeralı gönüllülerden oluşan bir askeri birlik bile vardı. Yunan halkı bu durumdan hoşlanmamışsa da Yunanistan’da gerçek bir devlet kurulmaya başlanmıştı. Osmanlı Devleti ile ilk ilişkiler de bu dönemde başladı. Diplomatik ilişkilerde ilk hamle Yunanistan’dan geldi. 1834 yılında Zografos adlı elçi İstanbul’a gönderildi. İleride dışişleri bakanlığına kadar yükselecek olan bu diplomat İstanbul’da görev yapmakta ilk başlarda zorlandı çünkü Bâb-ı âli elçiye agremen vermeden ticaret anlaşmasını imzalanmasını şart koştu. Bu şart yüzünden müzakereler uzadı ve Zografos İstanbul’da sıfatsız bir elçi olarak kaldı. Oysa aynı dönemde sürgündeki Polonya komitesinin temsilcisi bile İstanbul’da elçi muamelesi görüyordu.6 Bir müddet sonra bir ticaret anlaşması imzalandı ancak bu kez de Atina bu anlaşmayı onaylamakta zorluk çıkardı. Osmanlı Devleti’nin Yunanistan’a ilk ciddi diplomatik girişimi ise 1840 yılında Kostaki Muzurus Paşa’yı elçi olarak göndermesi olmuştur. Gerçek bir Osmanlı vatanseveri olduğu için Yunanlı fanatiklerin nefret ettiği Muzurus Paşa sonraki yıllarda bu fanatiklerce bir suikasta uğramış ve bir eli sakat kalmıştır. Diplomatik ilişkilerin başlamasından sonra sınır, gümrük, ticaret gibi teknik konular halledildi. Böylece siyasi konular tekrar açık seçik ortaya çıktı ve siyasi durum sürekli olarak sorunlu hale geldi. 1844 yılında Kral Otto’nun anayasa ilanını 6

Ortaylı, İlber; “Tanzimat döneminde Yunanistan ve Osmanlı İmparatorluğu” III. Askeri Tarih Semineri Bildiriler, Ankara; 1986 s.166

13

kabul etmesinden sonra başlayan meşrutiyet döneminde “megali idea” Yunan kamuoyunda kurulan siyasi partilerde ve derneklerde canlandı. Epir, Teselya, Girit, Sisam ve sonunda İstanbul’un alınması ve Doğu Roma İmparatorluğunun ihyası fikirleri yayıldı. Yunan bağımsızlığında önemli rolü olan Eteria cemiyeti yine faaliyete geçerek para, silah ve cephane toplayarak çeteler kurulmasını ve bu çetelerin Girit, Tırhala ve Selanik bölgelerine yollanmasını sağladı. Bu çetelerin halkı da isyana teşvik etmesi ve Yunanistan da çıkan gazetelerin bu hareketleri açıkça destek vermesi Osmanlı yönetiminden tepki görmüştür. Mustafa Reşit Paşa bir layihasında olayları şöyle anlatır: “Bu defa ise vaki olan tahkikat-ı sahihaya nazaran işbu komitenin maye-i fesadı kesb-i vüs’at ve kuvvet ederek bu baharda eyalet-i mücavire-i Osmaniye üzerine tasaddi ve tecavüz olunarak esbabına çalışmakta olduğu ve fiilen icra-yı sui mekasıta kalkışacağı reside mertebe-i vuzuh olup bu keyfiyetin isbatı dahi Yunan gazetelerinin bir vakitten beru Devlet-i Aliyye hilafında olarak ağızlarına geleni yazmakta ve eğerçi serbest memleket gazeteleri düvel-i saireye karşı söz söyledikleri görülür ise de bir nevi tariz-i ahval demek olup halbuki Yunan jurnalleri her gün Devlet-i Aliyye aleyhine muharebe için adeta ilan name ve tebaa-yı Devlet-i Aliyyeyi tahrik için açıktan açığa davet name hükmünde olduğu ve milel-i menuse kullandıkları herkesin bildiği şey olmakla artık buralar daire-i sabrü tahammülden hariçtir.”7 Yunanistan’ın Osmanlı Hükümeti’nin sabrını zorlayan tek faaliyeti bu değildi. Başbakan Kollettis yeni açılan Yunan meclisine Osmanlı Devleti’nde yaşayan Rumlardan temsilci göndermesini isteyecek kadar ileri gitti. Bundan sonra da eski bir

7

Karal Enver Ziya; Osmanlı Tarihi c.VI s.82

14

çete reisiyken Yunan ordusu başkomutanlığına yükselmiş olan Karalosso’yu İstanbul’a elçi olarak göndermeye kalkıştı. Böylece gerilmiş olan ilişkilerde son nokta Atina’daki Osmanlı Elçisi Muzuras Paşa’nın Yunan polislerinin gözü önünde yapılan bir gösteride hakarete uğraması oldu.( 1852) Bab-ı Ali Muzurus Paşa’yı geri çağırdı ve Yunanistan’dan özür istedi, ayrıca olaylara karışanların cezalandırılmasını talep etti. Yunan Hükümetinin açık bir cevap vermemesi üzerine elçilik heyetinin tamamı geri çekildi ve İstanbul’daki Yunan elçisine de pasaportu verildi. Diplomatik ilişkilerin tamamen kesildiği bu ortamda Yunanistan Avrupa’dan destek bekledi ancak tam tersi bir tutumla karşılaştı. İngiltere ve Fransa durumu tasvip etmediklerini bildirdiler. Rusya ise Yunanistan’dan ki nüfuzunu kullanarak özür dilemesini sağladı. 1854’te Kırım savaşının çıkması ilişkilerde yeniden gerginlik yaşanmasına sebep oldu. Yunanlılar bu durumu megali idea’yı gerçekleştirmek için bir şans olarak görerek hazırlıklar yapıp faaliyete geçtiler. Yunan sınırından geçen ve başlarında muvazzaf subayların bulunduğu çeteler bir yandan olay çıkarıp bir yandan bölge halkını kışkırtmaya başladılar. Osmanlı-Rus savaşının bir Hıristiyan Müslüman savaşı olduğunu, Osmanlı Devleti’ne yardım eden batı devletlerinin de Yahudileştiğini öne sürerek Narda ve Ağrafa bölgelerinde olaylar çıkmasını sağladılar. Osmanlı Devleti’nin diplomatik girişimleri sonuçsuz kaldı. Bunun üzerine Osmanlı kuvvetleri harekete geçirildi. İstanbul’da bu sıralarda Mustafa Reşid Paşa ile Fuad Paşa arasında görüş ayrılığı çıkmıştı. Bu yüzden Fuad Paşa askeri görevle bölgeye gönderildi. Aynı zamanda İngiltere ve Fransa’da savaşın Balkanlara ve Doğu Akdeniz’e yayılmasına engel olmak için diplomatik baskı kurmaya çalıştılar. Fakat Yunanlılar tutumlarını değiştirmediler. Yunan Kraliçesi Amelie d’Oldenbourg Fransız elçisine

15

“bizi pek sıkıştırırsanız ben de Atina’yı terk ile dağa çıkarak harbederim, her türlü mehalik ve metaibi göze aldırırım, ecdadımın eserine iktifaen Ehl-i salib ilan ederim”8 diyecek kadar ileri gidince Fransa ve İngiltere anlaştılar ve Fransızlar Yunanistan’a bir donanma göndererek Pire’yi işgal ettiler. İngiliz ve Fransız elçisi de Yunan Kralına giderek isteklerini kabul ettirdiler. Bu arada Fuad Paşa bölgedeki kuvvetler ve destek kuvvetlerle harekâtlar yapıp Narda, Preveze, Pete kalesi gibi bölgelerde isyancıları yendi ve dağıttı. Askeri harekât bitince de genel af ilan etti ve hem isyana katılan hem de Yunanistan’a kaçan Osmanlı tebaası Rumların yerlerine dönmesini sağladı. Olaylar sırasında Yunanistan’a kaçırılan mal ve hayvanların iadesi için komisyon kuruldu. Osmanlı Devleti Yunan hükümetinden resmi özür ve tazminat istediyse de İngiltere ve Fransa araya girdiler ve sadece özürle yetinilmesini sağlayarak bir kez daha Yunanlılara yardım ettiler. Kırım savaşından sonra yapılan Paris Kongresi de Yunanlılar için hayal kırıklığı oldu. Yunanistan sadece Pire limanının işgali sebebiyle gündeme geldi. Oysa Yunanlılar meselenin milliyet prensibi çerçevesinde ele alınacağını ve sınırlarının genişletilebileceğini umut etmişlerdi. Modern Yunan tarihçilerinden biri bu münasebetle Yunan siyasetini şu satırlarla tenkit etmiştir. “Eğer Kırım savaşı sırasında Yunanlıların başında Kavur gibi bir diplomat bulunsaydı ve Yunanistan Piyemonte Hükümeti gibi, Osmanlıların müttefikleriyle anlaşsaydı ihtimal ki daha karlı çıkardı.” 9 Yunanlılar bağımsızlık hareketinden beri Ruslar tarafından yapılan Türk aleyhtarı propagandalara, diğer devletlerin tutumunu ve kuvvetini hesaplamadan 8 9

Türkgeldi Ali Fuat; Mesail-i Mühimme-i Siyassiye Cilt III, Ankara, 1987, s.4 Karal Enver Ziya; a.g.e. c.VI s.84

16

kendilerini kaptırdıkları için hata yapmışlardı. Fransa milliyetçilik prensiplerini, İngiltere ise Liberalizmi savunmasına rağmen Yunanistan’ı Rus nüfuzuna bırakmamak için prensiplerine ters davranışlar gösterebiliyorlardı. Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında bir tercih yapmaları gerektiğinde Ruslara karşı Osmanlı Devleti’ni tercih ediyorlardı. Bu dönemde Yunanistan’ın Osmanlı tebaası Rumlardan başka Arnavutları da kışkırttığına dair belgeler mevcuttur.10 Arnavutluğu Osmanlı Devleti’nden koparmak ve Arnavutların sempatisini kazanmak için, bazı Arnavutların Yunanistan’a göç ettikleri gibi söylentiler de çıkarılmıştır.

2-Tanzimat Döneminde Osmanlı Rumları

Yunan isyanı bir bağımsızlık hareketi halini aldığında Osmanlı Devleti içinde Rumlara olan güven azalmaya başlamıştır. O zamana kadar Rum Ortadoks Cemaati gayrimüslim cemaatler içinde en seçkin idari-adli statüye sahipti, patrikhane dini konular dışında da bazı yetkilere ve imtiyazlara sahipti. Devlet görevlerinde bulunan pek çok Rum vardı. Hatta Eflak ve Buğdan’da Dimitri Cantimir’in Rusya ile ittifak yapması olayından sonra voyvodalığa Fenerli Rum Beyleri getirilmeye başlanmıştı. 1821’de başlayan isyandan sonra Rumlar bu statülerini kaybettiler. Eflak ve Buğdan’a Romen gaspodorlar arasından yeni Beyler seçildi. Başta tercümanlık olmak üzere Bâb-ı âli bürokrasisi içinde de Rumların görevleri Müslümanlara ve kısmen de Ermenilere verilmeye başlandı. Mustafa Reşid Paşa ve sonradan yetişen başka bazı devlet adamları ve diplomatlar bu sayede bürokrasiye girmiştir. 10

B.O.A. HR.SYS Dosya No:121 Gömlek No:43 04/01/1862 Arnavutluk ahalisinin zihnini bulandırmak maksadıyla Yunanistan'da bastırılıp gönderilen beyannamelerde önemli ve tesirli şeyler bulunmadığı, bununla beraber tedbirli olunacağı

17

Merkezi yönetimde Rumlar etkinliklerini kaybetmiş olmalarına karşın nüfusun çoğunluğu Rum olan yerlerde devlet yeni isyanlarla karşılaşmamak için bazı tedbirler alarak Rumların haklarını genişletmiştir. Yunanistan’ın kurulmasından hemen sonra 1832 yılında Sisam adası, Sisam Emareti haline getirilmiş, yayınlanan bir fermanla ada özerkleştirilmiştir. Bu fermana göre adaya yerli bir Bey yönetici olarak Bâb-ı âli tarafından tayin edilecekti ve ada halkı tarafından seçilen bir meclis Bey’e yardım edecekti. Bu yönetim denizcilik işleri, vergi toplama, eğitim bayındırlık ve hatta konsoloslarla ilişkide bile yetkili olacaktı. Ayrıca adada asker bulundurulmayacak emniyet işi de özerk yönetime devredilecekti. Ada sadece Osmanlı Devleti’ne vergi verecekti ve metropolit Patrikhane tarafından seçilecekti. Bu geniş özerklikle ilgili 1861 yılında yeni bir fermanla çok az değişiklik yapılmış ve adaya güvenlik için 20 zaptiye gönderilmiş, ayrıca bir de dava vekili tayin edilmiştir. Bu dava vekilinin yanına Bey tarafından ve ada halkı içinden aza seçilerek bir mahkeme kurulması kararlaştırılmıştır. Yunanistan, bağımsızlığını kazandıktan sonra Osmanlı tebaası Rumlar arasında propaganda faaliyetlerinde bulunmuştur. Daha önce bahsettiğimiz çete faaliyetleri dışında, öğretmenler ve rahipler11 aracılığıyla Rumları örgütlemeye çalışmıştır. Bunların bir kısmı bağımsızlık, Yunanistan’a katılma gibi isyan çıkarmaya çalışma

amaçlı

faaliyetlerdir.

Bunun

dışındaki

propaganda

faaliyetleri

ise

Yunanistan’a göç içindir. “Kurulduğu günlerden itibaren Yunanistan, Avrupa ve Rusya’daki Yunanlıların maddi ve manevi desteğiyle bir “elen diasporası” halinde yaşama amacındaydı. Bu yaygınlık Yunanistan’a bazı kazançlar sağlamıştı ancak erkenden onun dış politika yönünden Avrupa’ya bağlanmasının ve özellikle de ülkenin 11

B.O.A. HR.SYS. Dosya No:80 Gömlek No:26 12/08/1851 Yanya'daki Rum metropolitinin ahaliden cizye toplamayarak devlete karşı tavır içinde olduğu ve ahaliyi Yunan devletini desteklemeleri hususunda teşvik ettiği…

18

entelektüel gücünü devamlı kaybetmesinin bir sebebi oldu. Yunanistan Akdeniz ülkeleri içinde erkenden beyin göçüyle eriyen ve kalifiye iş gücünü kaybetmeye başlayan ülkelerin en tipik örneğidir.” 12 Nüfusunu arttırmak ve kaybettiği insanların yerini doldurmak isteyen Yunanistan’ın propagandaları sonucu özellikle Rumeli’de yaşayan pek çok Rum ailesi Yunanistan’a göç etmiştir. Fakat bu durum uzun sürmemiş ve Yunanistan’a giden Rumların çoğu geri dönmüştür. “Yunanistan’a gidenlerin bazı şerait ile geri dönmek istedikleri, döndükleri” gibi ifadeler taşıyan yazışmalar çok sayıda mevcuttur. Osmanlı Devleti de gelenlere yardım etmiş, cizye vergisinden 8-10 yıl muaf tutma gibi uygulamalarda bulunmuştur. Osmanlı Devleti’nin Yunanistan’la ihtilaf yaşamasının sebeplerinden biri de Girit adasıdır. Girit’te de Yunanistan ‘a katılma arzusuyla isyan çıkmış ve Yunanistan yönetimi de açık veya gizli bunun için uğraşmıştır. Ada’nın stratejik önemi dolayısıyla Avrupa Devletleri de meseleye dâhil olmuşlardır. Ayrıntılı olarak sonraki bölümde anlatacağımız ”Girit Meselesi” 1821’de Yunan isyanının çıkmasıyla başlamıştır. Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa isyanın bastırılması için Mora’ya asker yolladığında Girit’in yönetimi de kendisine verilmiş ve 1840 yılına kadar onun tayin ettiği bir vali tarafından yönetilmiştir. Osmanlı Devleti bu tarihten sonra adanın yönetimini yeniden eline almıştır. Islahat fermanı sonrasında yeniden isyanlar çıkmış ve 1858’de verilen haklar ve yeni düzenlemelerle sorun çözülmeye çalışılmıştır. Islahat fermanı döneminde Yunanistan’da da siyasi karışıklıklar yaşanmış ve sık sık hükümetler değişmiştir. Avrupa Devletlerinin de sık sık müdahale ettikleri bu dönemin sonunda 1862 yılında Kral Otto tahttan çekilmiş yerine Danimarka Kralı’nın

12

Ortaylı İlber; a.g.e. s.168

19

oğlu Prens George I.George (Yorgi) unvanı ile tahta çıkmıştır. Bu olaydan sonra Yunanistan’da karışıklıklar yavaş yavaş düzelmeye başlamıştır. Yunanistan’da



huzur

sağlandıktan

sonra

İngiltere

1864

yılında

“Yunanistan’ı biraz daha kendisine bağımlı ve müteşekkir kılmak amacıyla” yönetimi altındaki Yedi Ada’yı Yunanistan’a terk etti. Bu olay gerek Yunanistan’da gerekse Girit Rumları üzerinde, Rumların yaşadığı bütün toprakları birleştirme emellerinin alevlenmesine sebep oldu. İki yıl sonra yani 1866’da Girit’te yeni bir isyan çıktı ve 1869’a kadar devam etti. Avrupa kamuoyunu da sürekli meşgul eden bu isyan Yunanistan’la Osmanlı Devleti’ni de savaşın eşiğine getirdi. Sonuçta Osmanlı Devleti’nin yayınladığı “Girit Vilayet Nizamnamesi” ile yeni yönetim esasları belirlenerek isyan sona erdirilmiştir. Avrupa Devletleri de tahrik edici şekilde davranan Yunanistan’ı uyararak statükoyu korumuşlardır. 1830–1876 yılları arasında Yunanistan’la ilgili olarak Osmanlı Devleti’ni en çok meşgul eden şey Eterya çeteleri olmuştur. Osmanlı sınırlarından içeri sızan bu çetelerle çatışmanın ardı arkası kesilmemiştir. Özellikle Kırım savaşı öncesinde ve savaş sırasında bütün Rumeli eyaletlerinde bu gibi faaliyetler olmaktaydı. Osmanlı belgelerinde “Yunan eşkıyası, Eteryalar, Eterya eşkıyası” olarak söz edilen bu çeteler yüzünden asayişin sağlanması çok zor oluyordu. O kadar ki aynı yıl “ifsadat-ı Yunaniyeden dolayı Dersaadet karakolhaneleri neferatının teksirine ve mirliva İzzet Paşa’nın muvakkaten Beyoğlu zabıta memuriyetine tayini” gibi bir tedbir bile alınmıştır.13 Bu da gösteriyor ki İstanbul da bile Yunanistan’dan gelen bu gibi çeteci ve propagandistler burada yaşayan Rumlarla ilişki kurmaya çalışmaktaydı.

13

Ortaylı İlber; a.g.e s.170

20

Kışkırtmacı ve çeteci faaliyetlerin yaygınlığına bir diğer örnek de; aynı yıl içinde Beyrut’ta bile Yunan fesadından söz edilip karşı tedbirler alınmasıdır. Yunanistan’ın bu yayılmacı politikası Kırım Savaşından sonra oldukça yavaşlamıştır. İngiltere ve Fransa savaşta Osmanlı Devleti’nin yanında yer aldıkları gibi Paris kongresinde de Osmanlı Devletinin toprak bütünlüğünü garanti altına almışlardı. Bununla beraber Osmanlı Devletinin ilan ettiği Islahat Fermanı Avrupa nezdinde olumlu bir gelişme kabul edilmiş ve Osmanlıya bakış yumuşamıştır. Ancak özellikle 1870 yılında Almanya’nın kurulması, Avrupa dengelerini değiştirmiş ve İngiltere ile Fransa Osmanlı Devletini Rusya karşısında yalnız bırakmışlardır. 1877– 78 Osmanlı-Rus savaşı ve sonrasında Yunanlılar yeniden faaliyetlerini arttırmışlar ve diplomatik çalışmaların yanı sıra çete faaliyetlerini de yoğunlaştırmışlardır. Üstelik Eterya çeteleri artık sadece Osmanlı Devleti ile değil Sırplarla, Bulgarlarla ve Arnavutlarla da çarpışmaya başlamışlardır.

21

II. BÖLÜM

1876–1900 YILLARI ARASINDA TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİ

A) 1877–78 OSMANLI – RUS SAVAŞI VE BERLİN KONGRESİ

1- 1877–78 Osmanlı-Rus Savaşı Sırasında İlişkiler

1876 yılına girilirken Osmanlı Devleti Balkanlarda Hersek isyanı ile meşguldü. Buradaki asilere Sırbistan ve Karadağ’dan destek geliyordu. Bu sebeple 1876 yılı Temmuz ayında Osmanlı devleti ile Sırbistan ve Karadağ arasında savaş çıktı. Osmanlı Devleti bu dönemde yönetimde de bazı karışıklıklar yaşamaktaydı; Sultan Abdülaziz tahttan indirilerek yerine V. Murat Padişah olmuştu. Ancak sağlık sorunları sebep gösterilerek yeni Padişah da 3 ay sonra tahttan indirildi ve 1876 yılının Ağustos ayında II. Abdülhamit Padişah oldu. Savaş Osmanlı ordularının başarılarıyla devam etmekteydi. Padişahlık krizi aşılmış görünüyordu ancak Avrupa Devletleri özellikle de Rusya bu durumdan hoşnut değildi. Sonuçta savaşın Osmanlı orduları tarafından kazanılması üzerine Avrupalı temsilcilerin bulunacağı bir konferansla meselenin halledilmesi kararlaştırıldı. 23 Aralık 1876’da İstanbul’da toplanan konferans aynı gün meşrutiyetin ilanı sonucunda bir şey yapılamadan dağıldı. Osmanlı devleti meşrutiyetin ilanı sayesinde Avrupa devletlerinin yeni ıslahat isteklerine set çekebileceklerini düşünmüşler ve bu yüzden konferans gününü seçmişlerdi. Oysa tam tersi olarak Avrupalılar bunun bir tür 22

oyalama ve göz boyama olduğunu düşünmüşler ve Osmanlı Devleti’nin konferanstan kaçınmak istediğini zannetmişlerdi. Avrupa ile bu sebeplerle ilişkiler gerilince Rusya fırsattan yararlanarak Osmanlı Devletine ültimatom verdi. Kabul edilmeyince de 1877 Nisan ayında savaş ilan etti. Yunanistan bu savaşta tarafsız kalmayı tercih etmiştir. Çünkü bu zamana kadar kendilerini Osmanlı Devletine karşı kışkırtan Rusya bu savaşa Slav halklarının çıkarı için, Panslavizm için giriyordu. Yunanlılar ise Balkanlarda Slavlarla çekişme içindeydi. Osmanlı Devletinin büyük bir donanmaya sahip olması da Yunanlıların tarafsız kalma sebeplerinden biri olabilir. Anlaşıldığı kadarıyla Osmanlı Devleti savaş sırasında Yunanistan’ın savaşa girme ihtimali olduğunu düşünmüş ve bu ihtimalden hoşlanmamıştır. Gazetelere yansıyan bazı haberlerde bunu görebiliyoruz: “Yunan Devleti tarafından hudud-ı Osmaniye üzerine asker gönderildiğine dair bundan mukaddem Dersaadet gazetelerinden bazılarının derc ve neşreylemiş oldukları havadisin kat’iyen tekzib edildiğini 20 Nisan tarihiyle Atina’dan vürud eden bir kıta telgrafname haber veriyor.” 14 Bundan daha ilginç bir haberde ise İngiliz Daily Telegraph gazetesine yansıyan haberin tercümesi yayınlanmıştır: “…Mösyö Gladstone’un Dersaadet tüccarından bir Yunanlıya gönderdiği mektub tutulmuştur. Mösyö Gladstone bu mektubda Yunanlıların Devlet-i Aliyye aleyhine kıyam edüb İslavlarla birleşmelerini tavsiye ediyor. Merkum tüccar ise Gladstone’a verdiği cevabda “Yunan içün tarik-i selamet Osmanlılarla değil Ruslarla muharebe etmektir demiştir…. Yunanlı tüccarın şu cevabı ne kadar şayan-ı takdir ise

14

Takvim-i Vekayi; sayı:1899 s.3

23

Mösyö Gladstone cenablarının Yunanlıları ifsada kıyamı dahi o kadar sezavar takbih ve tevbihtir…”15 Gazetenin

sonraki

sayılarından

birinde

Gladstone’un

bu

mektubu

yalanladığına dair bir haber de yer almıştır. Takvim-i Vekayi tamamen devlet gazetesi olduğu için bu haberlerinde üslubu resmi ve naziktir. Ancak yine de Yunanistan’ın savaşa girmesinden endişe edildiği bellidir. Diğer gazetelerde ise bu konuda biraz daha cesur ifadeler yer almaktadır. Ceride-i Havadis gazetesinde “Sırp ve Yunan” başlığıyla yapılan bir yorumda şöyle deniliyor: “Acaba Sırp ve Yunan taraflarından alınan havadisler sahih midir? Bir sahtına hâkim olacak bir iktidara malikmidir… Yunan dahi garip bir halde, eşkıyası Tırhala taraflarına geldi. Diplomasi halen tecahül gösteriyor. Dersaadet’ten, İzmir’den, memalik-i mahrusa’dan Yunanilerden Atina’ya gidenler çoğalıyor. Yine eşkıya kavgası, hudud manastırlarında esliha bulundu. Rusya’dan gönderildiği evvelce söylendi. Yine İneroz taraflarında olan vukuat Atina’ya aksetmiyor… İşte o kocaman Rusya şimdi o kadar ufalmıştır ki Yunan’ı bile işe karıştırmak istiyor.”16 Savaştan sonra ise yine Ceride-i Havadis gazetesinde Yunanistan’ın politikası alaycı sözlerle eleştirilmiştir: “İkbal uğruna her kalıba girmiş bizim eski palikaryalar. Bu harbde ibtida Osmanlı sonra Rusyalı ve sonra İngiliz velhasıl şimdi Fransızlı oldular. Acaba Atina’da mizahül-hevada kerte kalmadı mı? Rusların mağlubiyetinden müteessif, galibiyetinden mahzun bir kavim olan Elenozlar acaba ne istiyorlar. Eğer Emarat’ın

15 16

Takvim-i Vekayi; sayı:1991 s.4 Ceride-i Havadis; sayı: 3491 s.3

24

kazandıklarına bakar ise aldanırlar zira öz evlat ile öteki oğul beynindeki farkı bilmiyorlar.”17 Yunanistan tarafsız kalmış olsa da bir savaş durumu için hazırlık yapmıştı elbette. Nitekim 1878 de Ruslar Edirne’yi ele geçirince Yunanlılar da Yanya’yı işgal etmek istediler ama İngiltere buna engel oldu. İngilizler savaştan sonra Yunanistan’ın bazı isteklerinin karşılanabileceği vaadini vererek Yunanlıları durdurmuşlardı. Bu dönemde İngiltere’nin İstanbul büyükelçisi Layard, barış anlaşması için Sadrazam Sadık Paşa ile yaptığı görüşmede Yunanistan lehine bir sınır düzenlemesi yapılabileceğine dair şifahen söz almıştı. Yunanlılar bu vaat üzerine savaşa girmediler. Ayastefanos (Yeşilköy) anlaşmasıyla Ege kıyılarına kadar inen bir Bulgaristan kurulunca Yunanlılar gerçek bir şok yaşadılar. Bu anlaşmaya itiraz eden sadece Yunanlılar olmadı. Avrupa’nın büyük devletleri de Balkanlar da dengeleri bozduğu ve Rusya’ya büyük avantaj sağladığı için bu anlaşmaya razı olmadılar ve Berlin de yeni bir kongre düzenlediler. 2- Berlin Kongresi’nde Yunan Meselesi

Kongre’de İngiliz temsilcisi Lord Salisbury, Slav halklarının temsilcisi olarak Rusya’nın bulunması gibi Osmanlı tebaası Rumların haklarını temsilen bir Yunan temsilcinin bulunmasını teklif etti. Bu teklif reddedildi ancak Fransız temsilcisi Waddington bir orta yol buldu ve Yunanistan’ın Balkanlarda ve Yunan sınırına yakın Rumların yaşadığı yerler hakkında görüşülürken bir temsilci bulundurmasını teklif etti ve bu teklif Osmanlı temsilcisinin itirazına rağmen kabul edildi. 17

Ceride-i Havadis sayı:3815 s.4

25

Kongrenin dokuzuncu oturumunda Ayastefanos anlaşmasının onbeşinci maddesi görüşülürken Yunanistan’ı temsilen dış işleri bakanı Deliyannis ile Paris büyükelçisi Rangabe kongreye katıldılar. Temsilciler, Yunan hükümetinin Rum ahalinin yaşadığı bütün toprakların Yunanistan’a ilhakını arzu etmekle beraber mevcut durumu göz önüne alarak şimdilik Yanya vilayeti, Tırhala sancağı ve Girit adasını istediklerini söylediler. Bu istekler Yunanistan’ın Avrupa Devletlerince ne kadar şımartıldığının bir göstergesidir. Bununla beraber Yunanlıların, Osmanlı Devleti bir yana, Avrupa Devletlerinin ne istediklerini bilmediğini de göstermektedir. Nitekim bu isteklerden özellikle Girit’in Yunanistan’a terk edilmesine önce İngiltere karşı çıkmıştır. Çünkü her şeye rağmen Yunanistan’da Rusya’nın büyük nüfuzu vardır ve İngiltere’nin Girit gibi stratejik bir adanın Rus nüfuzuna bırakılmasına izin veremeyeceği ortadadır. (Kendisi Kıbrıs’a yerleşmeye hazırlandığı bir sırada bile) Yunanistan’ın teklifleri bütün devletlerce abartılı bulunmuştu. Sonuçta Fransız ve İtalyan temsilcilerin teklifi üzerine Osmanlı Devleti ile Yunanistan’ın detaylarını kendi aralarında belirleyeceği bir sınır düzenlemesi yapılması kongrece kabul edilmiştir. Bu durum anlaşmanın onüçüncü protokolünde şöyle belirtilmiştir: “ Kongre Bâb-ı Ali’yi Teselya ve Epir kıtalarında tahdid-i hudud için Yunan Hükümeti ile uzlaşmağa davet eder ve bu tahdid-i hududun Adalar Denizi sath-ı mailine Salamiryas vadisi ve Yunan denizi cihetinde de Kalamis vadisini takip etmesini

muvafık

addeyler.

Kongre

alakadaranın

beynlerinde

itilaf

hâsıl

edebilecekleri fikrinde olup ma’haza devletler müzakerat da temin-i muvaffakiyet için tarafeyn nezdinde doğrudan doğruya tevassut teklifine de hazırdırlar.” 18

18

Türkgeldi Ali Fuad; a.g.e c.II s.74

26

Kongredeki Osmanlı temsilcilerinden Aleksandr Karateodori Paşa daha sonra Padişaha yazdığı bir mazbata da Fransa temsilcisinin teklifinde ve kabul edilen protokolde belirtilen sınırların daha önce İngiltere elçisi Layard’ın Sadrazam Sadık Paşa’ya teklif ettiği sınırlarla uyumlu olmasının, İngiltere ile Fransa’nın bu sınırlar konusunda daha önceden anlaşmış olduğunu gösterdiğini söylemektedir. Nitekim aynı mazbatada belirtildiğine göre temsilciler, Bâb-ı âli’den aldıkları talimata göre protokolü red ve elçi-sadrazam görüşmesini inkâr ettiklerinde Fransız temsilcisi Waddington; red ve tekzipte ısrar edilirse İngiltere’den resmi açıklama isteyeceği ve bu durumda da işlerin Osmanlı Devleti için daha kötü olacağını söyleyince Osmanlı temsilcileri ısrarcı olmamışlardır.19 Berlin Kongresi’nin son toplantısında anlaşmaya bu protokolle ilgili bir madde eklenmesi gündeme geldiğinde Osmanlı temsilcileri itiraz etmiş ancak Prens Bismarck; böyle bir madde eklenmesinin devletlerin bir arzuların beyanı olacağını, bir mecburiyet ve kesinlik ifade etmeyeceğini belirterek istediğini yaptırmıştır. Berlin Anlaşmasının 24. maddesi şöyledir: “Develeti Aliyye ile Hükümet-i Yunaniye Berlin Kongresinin onüçüncü mazbatasında beyan olunan tashih-i hudud maddesince ittifak edemedikleri takdirde Almanya ve Fransa ve Avusturya ve İngiltere ve İtalya ve Rusya devletleri mükalematı teshil için kendilerine teklif-i vesatat itmek hakkını muhafaza ederler” 20

19 20

Türkgeldi Ali Fuad; a.g.e. c.II s.389 Erim Nihat; Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri c.I, Ankara; 1953 s.413

27

B) OSMANLI – YUNAN SINIR DÜZELTMESİ

Berlin kongresini müteakip Yunanistan, Atina’daki Osmanlı maslahatgüzarına nota vererek sınır düzenlemesi için iki taraftan ikişer komiser tayini ile görüşmelere başlanmasını istedi. Sadrazam ve dışişleri bakanı olan Safvet Paşa İstanbul’da bulunan büyük devlet elçilerine birer yazı göndererek Yunanistan’ın Kongre’deki iddialarını ve taleplerini reddettiklerini ve bunların asayiş sorunlarına sebep olacağını bildirerek devletlerin Yunanistan’a itidal ve ihtiyat tavsiye etmelerini umduğu bildirdi. Bu talep devletler tarafından kabul görmediği gibi Fransa Hükümeti devletlerin konuya müdahil olması gerektiğini söyleyerek harekete geçmek istediyse de İngiltere, bu konuda Yunanistan ile Osmanlı Devleti’nin görüşmelere başlaması için ısrarcı olunması gerektiğini belirtti. Bu sırada Yunanistan, Osmanlı Devletinin sürekli olarak oyalama taktiği içinde olduğundan şikâyetçiydi. Yunan dış işleri bakanı Deliyannis’in bu yöndeki sözleri Osmanlı basınında bile görülmüştür. Osmanlı Hükümeti de oyalama taktiğinin daha fazla sürdürülmeyeceğine kanaat getirerek Erkan-ı Harbiye-i Umumiye dairesinden haritalar istedi. Bu sırada yaşanan kabine değişikliği ile Sadrazam olan Hayreddin Paşa İstanbul’da ki elçilerle bir araya gelerek Osmanlı devletinin bir sınır değişikliğini kabul edeceğini ancak bunun Berlin Kongresinde ki sınırlar olmayabileceğini söyledi. Hayreddin Paşa ayrıca Devletin bu fedakârlığına karşın Yunanlılar yine Osmanlı Devleti aleyhine faaliyetlerde veya tecavüzlerde bulunursa buna karşılık verileceğini ve böyle bir

28

durumda yaşanabilecek kötü olayların sorumluluğunun Yunanistan’a ait olacağını bildirdi. Böylece dört aşamada sonuçlanacak olan Yunanistan’la sınır düzeltme görüşmeleri Preveze’de başlamıştır. Birinci görüşmeye Osmanlı Devleti adına Gazi Ahmet Muhtar Paşa ile Borsa komiseri Abidin Bey (sonradan Paşa) katılmıştır. Yunanistan adına ise Doğu ordusu komutanı General Suço, Savaş Bakanlığı Genel Sekreteri, Zinopola ve Kral yaverlerinden Binbaşı Kolokronis katılmıştır. Birinci toplantıdan sonra Abidin Bey yerine Kostan Paşa görevlendirilmiştir. Preveze görüşmeleri daha başlangıcından ihtilaflı olmuştur. Osmanlı Devleti temsilcileri sınır düzeltme isteklerinin Yunanistan’dan kaynaklanması sebebiyle onların bir teklifte bulunmasını istemişlerdir. Yunanlılar ise bir teklif getirmeyerek Berlin Kongresinde belirtilen sınırlar hakkında konuşulması gerektiğini, başka bir şey teklif etmeye yetkileri olmadığını söylemişlerdir. Osmanlı temsilcileri Berlin Kongresindeki ifadelerin kesinlik taşımadığını ve Kongre’de sözü edilen toprakların bir kısmının Arnavutluk sınırları içinde olması sebebiyle sorunlara sebep olabileceğini söyleyerek başka yerlerin adını vermişlerdir. Temsilciler ayrıca Yunanistan’a terk edilecek yerlerde yaşayan ve Rum olmayan ahalinin haklarından da bahsetmek gerektiğini bildirmişlerdir. Yunan temsilcileri ise Kongre’de belirtilen yerlerden başka bir yer hakkında konuşmayacaklarını ve halkların durumu gibi meselelerinde bu görüşmeler dışında olduğunu söylemişlerdir. Bu konuşmalar sonucunda, esas mesele üzerinde görüşülemeden toplantı sona ermiştir. Bunun üzerine Yunan dışişleri bakanı Deliyannis büyük devletlerin meseleye el koymasını istemiştir. Fransa dışişleri bakanı Waddington’un çağrısı üzerine

29

Devletlerin İstanbul büyük elçileri meselenin esası hakkında bir karara varılması için görevlendirilerek, İstanbul’da bir toplantı yapılması kararlaştırılmıştır. Bu kararla 22 Ağustos 1879’da Birinci İstanbul Konferansı toplanmıştır. Osmanlı Devleti adına Saffet Paşa, Tophane Müşiri Ali Saib ve Dışişleri Müsteşarı Sava Paşanın katılacağı toplantıya Yunanistan’ı temsilen İstanbul elçisi Kondaryatis ve Petersburg elçisi Brailas katılmış, daha sonra Osmanlı Devleti’nin üç temsilcisi olduğu için Yunanlılar bir temsilci daha göndermiştir. Konferans, tarafların Preveze görüşmelerindeki tezlerle başlamıştır. Daha sonra Osmanlı temsilcilerinin “ Berlin Kongresindeki sınırlar değişmez olsaydı müzakerelere gerek kalmazdı, madem Kongre’de kesin bir karar alınmayarak müzakere yapılması kararlaştırılmış o halde belirtilen sınırlar değiştirilebilir” şeklindeki mantıklı açıklamalar üzerine Yunan Hükümeti’nin onayıyla Yunan temsilcileri bu tezi kabul etmiştir. Ancak Yunan temsilciler ilk teklif olarak Berlin Kongresi’ndeki sınırların 900 km. daha fazlasını isteyerek Avrupa Devletlerinin elçilerini bile şaşırtmışlardır. Bu tekliften sonra da yapılan teklifler karşılıklı olarak reddedilince

uzlaşma

sağlanamamıştır.

Yunanistan

Hükümeti

de

uzlaşma

sağlanamadığı gerekçesiyle temsilcileri çağırmış ve böylece konferans dağılmıştır. Bu dönemde Preveze Arnavut Reisleri Cemiyeti'nin hudud tashihi esnasında Epir yönünden Yunanistan'a hiç toprak vermemek kararında olduklarına dair Avrupa hükümetlerine bir beyanname21 göndermiş olmaları meselenin bir başka boyutudur. İstanbul Konferansının sonuçsuz olarak bitmesi üzerine Avrupa Devletleri yine Berlin’de bir kongre toplamışlardır. Osmanlı Devleti özellikle Arnavutluk bölgesinden toprak verilmesinin sorunlara yol açacağını anlatmaya çalışmışsa da

21

B.O.A. HR.SYS. Dosya No:120, Gömlek No:46 20/3/1879

30

kongreden Osmanlı Devleti’ni şiddetle eleştiren bir karar çıkmıştır. Ayrıca Osmanlı Devleti’ne bir nota verilmiştir. Daha sonra da Avrupa Devletleri arasında, elçilerin uzmanlarla beraber bölgede inceleme yapması, bir hakem heyeti kurularak onların kararlarına göre davranılması gibi seçenekler tartışılmıştır. Bu dönemde Avrupa Basını da Yunan propagandalarına destek veren bir yayın yapmaktadır. Fransız Le Figaro gazetesinde Yunanlı Bakan Komandros’un şu sözleri yer almaktadır: “Avrupa Berlin Anlaşması gereğince Osmanlı’ya savaş açıp topraklarımızı bize geri vermelidir.” (19 Ocak 1881) “Eğer Yunanistan tek başına Türkiye’ni karşısında bırakılır ve yenilirse genel bir Avrupa savaşı çıkar.”(29 Ocak 1881) “Avrupa donanmaları İzmir ya da Çanakkale önünde bir görünsün yeter.”(13 Şubat 1881). Bu dönemde Yunanistan’da Hükümet sözcüsü durumundaki Etnikan Pnöma “Hellenizm ne istediğini biliyor, hakemlik istemiyoruz” (24 Mart 1881) 22demektedir. Bu sırada Atina’ya giden bir Fransız muhabir Yunanistan’daki havayı şöyle anlatıyor: “1867’den beri fazla değişiklik yok... Buraya gelen biri en garip söylentileri işitiyor. Bütün Avrupa’nın ayağa kalkıp İstanbul’u işgal edip Hellenlerin Kralı’nı Ayasofya’da hükümdar edeceğini umuyor... Sokaktaki tek yapraklık bir gazetedeki haberleri deneyimli bir İtalyan ve İngiliz diplomatı bana çevirdiler. ‘Girit’ten müthiş haberler var bütün ada özgürlüğüne kavuşmuş!’ Gülüyorlardı. Çok önemli bulduğumu söyleyince, ‘anlaşılıyor ki henüz Yunan geleneklerini öğrenememişsin,’

22

Koloğlu, Orhan; Avrupa Kıskacında Abdülhamit, İstanbul; 1998, s.236

31

dediler. ‘Bunun gibisini çok işitirsin. Beş-altı gün öncede, iki Türk gemisinin ele geçirildiğini, Ömer Paşanın zincirlenmiş olarak Pire’ye getirildiğini yazmışlardı. Bu haber de İstanbul’da Cumhuriyet ilanı haberi kadar gerçekti.’ İşin ilginci iki diplomat bundan rahatsız değil, memnundular. ‘Vatanseverliği canlı tutuyor’ yorumunda bulundular.” Avrupa Basını her şeye rağmen Osmanlı Devleti’nden taviz bekleyen hükümetlerle aynı çizgide yayın yapmaktaydı. Le Temps gazetesinde bu konuda şöyle denmektedir: “Türkiye gönül rızasıyla giyotine gitmeyi kabul etmelidir. Biraz toprak verse önemli değil, onurunu kaybetmez. Aksi halde Yunanistan macera arayacak.” (14 Ocak 1881). “Avrupa Devletleri iki tarafa da müdahale etmeyecekleri garantisini verseler işler daha kolay çözümlenecek, Türkler daha mantıklı davranıyor.” (15 Ocak 1881). 23 Avrupa ülkelerinde bu gelişmeler yaşanırken Osmanlı hükümeti de çeşitli seçenekler üzerinde tartışmaktaydı. Yunanistan’la birebir görüşme, bir konferans düzenleme, devletlerle birebir temas kurmak, Devletlerin İstanbul elçilerinin bu konuda yetkilendirilmelerini istemek gibi seçenekler üzerinde görüşülmüştür. Sonuçta Osmanlı Hükümeti, Avrupa Hükümetlerine başvurarak İstanbul’daki elçilerin yetkilendirilmelerini talep etti. Böylece 1881 yılının Mart ayında ikinci İstanbul konferansı toplandı. Osmanlı Hükümeti daha önceden Yunanlılara nerelerin verilebileceğini tartışırken Girit adası ön plana çıkmıştı. Hükümet geliri az gideri çok olan ve sürekli isyanlar çıktığı için Devleti zor durumda bırakan Girit’in verilebileceğine karar

23

Koloğlu; a.g.e. s. 240

32

vermişti. Bu sebeple ikinci İstanbul konferansında Girit adası ile Yunan kara sınırında dört kilometrelik küçük bir düzeltme teklif edildi. Bu teklifi reddedenler Avrupalı elçiler oldu. Elçiler teklifi çok az bulduklarını söylediler ve kesin olarak ne kadar toprak verebileceğini sordular. Girit’in verilmesi söz konusu bile edilmedi. Sonuçta Osmanlı temsilcileri Yenişehir, Tırhala ve Galos kendisinde kalmak şartıyla askeri yönden de uygun görülen üç bin kilometrekarelik bir alanı teklif ettiler. Avrupalı elçiler bu teklifi müzakereye uygun bulduklarını söyleyerek kendi aralarında görüşmeler yaptılar. Müzakereler sonucunda Osmanlı Devleti’nin teklif ettiği yerlere ilave olarak Ponte bölgesinin Yunanistan’a bırakılması istediler. Ayrıca Narda körfezine yakın Ponte ve Preveze taraflarındaki bölgenin askeri istihkâmdan arındırılacağını ve Narda körfezinde gemi seferlerinin serbest olacağını garanti ettiler. Ponte bölgesinin askeri açıdan çok önemli olmadığını ve bu teklifin son teklif olduğunu gören Osmanlı Hükümeti, Avrupa devletlerini daha fazla oyalamayacağını düşünerek teklifi kabul etti. Böylece 24 Temmuz 1881’de imzalanan anlaşmayla Epir Osmanlı Devletinde kalırken Teselya ve Narda Yunanistan’a bırakıldı.

33

C) GİRİT MESELESİ

1- 1876’ya Kadar Girit Meselesi Girit Adası Ege Denizi ile Akdeniz’in kesiştiği noktada Mora, Anadolu ve Afrika sahilleri arasında kilit bir noktadadır. Bu sebeple tarih boyunca bu bölgelerde egemen olan devletler Girit’e de sahip olmak istemişlerdir. “Girit bütün bu ülkelere bunların kültürel etkileri altında kalabilecek kadar yakın, bunlardan gelecek düşman akınlarını önleyecek kadar uzaktır.”24 Osmanlı Devleti Girit’i almak için 17. yy. ortalarına kadar beklemiştir. 25 yıl süren savaşların ardından 1669 yılında ada tamamen ele geçirilmiştir. Bu tarihten itibaren Osmanlı yönetiminde özel bir eyalet olmuştur ve halkı pek çok vergiden muaf tutulmuştur. 19. yüzyıla gelindiğinde nüfusunun 2/3’ü Rum olan Girit’te de milliyetçilik akımları kendini göstermeye başlamıştır. Filiki Eterya Derneği kuruluşundan kısa bir süre sonra burada da şubesini açarak faaliyete geçmiştir. 1821 yılında Mora’da isyan başladığında Girit’te de isyan çıktı ve Hanya’da bulunan yerel kuvvetler yetersiz kalınca Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’dan yardım istendi. Mısır askerleri Mora’ya gitmeden önce Girit’e çıktı ve isyan ancak bu şekilde bastırılabildi. 1830 yılında Londra Protokolü ile Yunanistan’ın sınırları belirlenirken, Rumlar pek çok başka yer gibi Girit’i de istemişlerdi ama Girit Osmanlı yönetimine bırakıldı. Avrupa Devletleri sadece adaya bazı ayrıcalıklar verilmesini istediler. Ada’nın Yunanistan’la birleşmesini isteyenler bu durum karşısında yeni bir

24

Mansel Arif Müfid; Ege ve Yunan Tarihi, Ankara; 1988, s. 5

34

ayaklanma çıkardılar ve Osmanlı Devleti adanın yönetimini Mehmed Ali Paşa’ya bıraktı. Mehmed Ali Paşa, Girit’i idare etmek için Mustafa Nâili Paşa’yı vali tayin etti. Yeni vali adada Mısır’dakine benzer bir yapı kurarak işe başlamıştır. Adadaki Sancak merkezlerinde Hıristiyan-Müslüman karma meclisleri kurmuştur ki bu meclisler Osmanlı idaresinde de ıslah edilerek devam ettirilmiştir. Bu meclisler din ve miras meseleleri haricindeki davalara bakmıştır. Bundan başka asayişin sağlanması ve imar faaliyetlerine girişilmesiyle halk hoşnut edilmiştir. Ancak kısa bir süre sonra Rumlardan alınan cizye üç sınıf itibariyle 4–8–12 guruştan 15–30–60 guruşa çıkarılmak istenince yeni isyanlar çıkmıştır. Bu isyanlar bastırılmış ve yeni düzenlemeler yapılmıştır ancak yeni isyanların çıkması engellenememiştir. Böylece isyanların eksik olmaması ve adanın gelirlerinin giderlerini karşılayamaması sebebiyle Mehmed Ali Paşa adanın yönetimini elinde tutmaktan vazgeçti. 1840 yılında Osmanlı Devleti ile Mısır Valisi arasında yapılan Londra anlaşmasının ilgili maddesine göre adanın yönetimi Osmanlı Devleti’ne bırakıldı. Osmanlı Devleti adanın yönetimini ilk aldığında fazlaca değişiklik yapmak istemedi ve Mustafa Nâili Paşa vali olarak 1856 yılına kadar görevine devam etti. Bu dönemde ada, Osmanlı Donanmasının erzakını temin etmiştir. Bazı eserlerde “bu dönemin sonunda adanın kelimenin tam anlamıyla bir çöl haline geldiği”25 ileri sürülse de bu abartılı bir yorumdur ve bu dönem adada Osmanlı yönetiminin yeniden yerleşmesini sağlamıştır. Bu dönemde çıkan ufak tefek isyanlar rahatlıkla bastırılmıştır. 25

Adıyeke Ayşe Nüzhet; Osmanlı İmparatorluğu ve Girit Bunalımı, Ankara; 2000, s.20

35

1856 yılında Islahat Fermanı’nın ilanından sonra Girit’te sorunlar yeniden büyümeye başlamıştır. 1858 de halk arasından bazı itibarlı kişiler toplanarak valiye dilekçe vermiş ve huzur ve asayişin yeniden sağlanması için yapılacak düzenlemelerle ilgili olarak önerilerde bulunmuşlardır. Önerileri ve talepleri dikkate alan Bâb-ı Âli 26 Mayıs 1858’de şu kararları ilân etti: 1. Şarap, ağnam ve keçi gibi şeylerden vergi alınmayacağı, 2. Saman öşrünün kaldırılacağı, 3. Askerlik bedelinin toplanmasında kesinlikle haksızlık yapılmayacağı, 4. Halk tarafından yolsuzluk yaptığı için şikâyet edilen Osmanlı memurlarının yapılan incelemeyle gerekli cezalara çarptırılacağı.26 Bu kararlar uygulamaya konulduğunda durum düzelmeye başladı. Ancak düzelmenin belki de daha önemli sebebi o sıralarda Yunanistan’daki siyasi karmaşaydı. Sürekli hükümet değişiklikleri yaşanan Yunanistan’da siyasi ortam karışmıştı ve ülke dışındaki Rumlarla ilgili faaliyetler yavaşlamıştı. 1862’ye kadar süren bu karmaşa, Kral Otto’nun tahttan çekilmesi ve yerine Danimarka Kralı Christian’ın oğlu George’un, I. George (I.Yorgi) unvanıyla tahta geçmesiyle sonuçlandı. Yunanistan’da iç huzurun sağlanmasının ardından 1864 yılında İngiltere Yunanistan’ı biraz daha kendisine bağımlı ve müteşekkir kılmak için Yedi Ada’yı Yunanistan’a bıraktı. Bu olay hem Yunanistan’da hem de Girit Rumları arasında 26

Mecmua-yı Nizamat-ı Girid, Cüz-i Evvel, “Girid Nizamnamesi’ni tesis eden Ferman-ı Âli ile mezkûr nizamnameyi ve muvahharen sadır olan bazı evamirname ile Tadilat Ferman-ı âlisini ve bunlara müteallik bir takım şuruh ve izahatı havidir.” Hanya’da Vilayet Matbaasında tab olunmuştur. (Tarihsizdir) s.s. 2-11

36

megali idea’yı canlandırdı. Girit’te yeni bir isyan çıkması sadece 2 yıl sürdü. Yunanistan’ın adaya gönderdiği öğretmenler ve rahiplerin kışkırtmaları, adadaki çeteler, dernekler Avrupalı Konsolosların da desteğiyle 1866 yılında büyük çaplı bir ayaklanma çıktı. Görünüşte ayaklanmanın sebebi, Yunan bağımsızlığından beri Girit’te Rum halkına vaat edilen iyileştirmenin Bâb-ı âli tarafından halen resmi olarak gündeme alınmamış olmasıydı. Gerçek amaç ise Avrupa kamuoyuna mümkün olduğunca sesini duyurmak ve Yunanistan’la birleşme mücadelesine destek sağlamaktı. Bu amaçla Yunanistan’da yayınlanan 117 gazete propaganda faaliyetlerine geçti. Yunanistan’ın her yerinde kurulan derneklerden adaya para, silah, cephane ve gönüllü asker taşınmaya başladı. İsyanın başlarında 1858’de olduğu gibi Rumlardan bazıları toplanarak halk temsilcisi oldukları iddiasıyla padişaha sunulmak üzere bir dilekçe verdiler. Bu dilekçenin birer örneğini de Hanya’da bulunan konsoloslara vererek; Yunan isyanı sırasında büyük devletlerin isteğiyle silah bıraktıklarını ama yine de Osmanlı Devleti’nin gerekli ıslahatı yapmadığını bildirdiler. Bâb-âli Rumların taleplerini görüştükten sonra reddetmeye karar verdi. O sırada sadrazam olan Mütercim Rüştü Paşa, Girit Valisine gönderdiği yazıda; Girit’in zaten pek çok vergiden muaf olduğunu, halkın ihtiyacı olan yol, köprü, hastane gibi yatırımların imkânlar dâhilinde yapılmakta olduğunu bildirerek, şikâyetlerin ve dilekçelerin usulüne uygun şekilde yapılması gerektiğini bildirdi. İhtilal benzeri hareketler devam ederse güç kullanılacağı uyarısını da yazısına ekledi. Aynı sıralarda Osmanlı Donanması da Girit sularına gönderilerek Yunanistan’ın isyancılara desteği engellenmeye çalışılıyordu. Ada çevresinde bir

37

abluka kuruldu. Bu abluka sırasında Osmanlı savaş gemilerinin batırdığı Arkadi adlı gemi tartışmalara sebep oldu. Osmanlı Devleti bu geminin Yunanistan’dan asker ve silah nakli yaptığını iddia ederken, Rumlar gemide adadan ayrılan siviller olduğunu iddia etti ve Arkadi ismi bu tarihten itibaren çıkan her ayaklanmada sembol oldu. 1866 isyanı, Osmanlı Donanması'nın kusurlarını ortaya çıkardığını Mahmut Celalettin Paşa Girit İhtilali adlı eserinde belirtmiştir:"1282 senesinde zuhur ile üç sene devam eden Girid ihtilali dahi Devlet-i –Aliyye-yi Osmaniye'ce enva-ı müşkilatı münşa olduğu içün şayan-ı dikkat ve ibret vekaidendir. Bu hadisenin mebadisinde ittihaz olunan tedabir-i askeriye ve mülkiyenin noksan ve hatalarını tashih ve memleketin ahval-i şuriş istimalini taslih içün 84 tarihinde Girid'e azimet merhum ve mağfur Sadrazam Mehmed Emin Ali Paşa, meclis-i vala başkâtibi olduğum şerefyabı maiyetleri olduğumdan... "27 Olaylar Rumların istediği gibi gelişti ve daha önceki ayaklanmalarla kıyaslanmayacak şekilde Avrupa kamuoyundan ve hükümetlerinden tepkiler geldi. İsyan sırasında iç bölgelerden sahillere kaçan halk buradan İngiliz, Fransız ve Rus gemileriyle Yunanistan’a taşındı ki bu da Avrupa devletlerinin fiili müdahalesi demek oluyordu. Rumlar bu isyanın sıradan bir olay olmadığı, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan bütün gayrimüslimlerin hoşnutsuzluğunun bir göstergesi olduğu propagandasıyla Avrupa kamuoyunun dikkatini çektiler. Böylece Osmanlı Devleti’nin bir iç meselesi Türk-Yunan meselesini de aşarak devletlerarası bir sorun oldu. Sorunu çözmek üzere adaya bizzat giden Sadrazam Âli Paşa buradan yazdığı bir layihada Avrupa devletlerinin konuya yaklaşımlarını şöyle eleştirmektedir:"Paris

27

Adıyeke, a.g.e. s.22

38

Antlaşnıası'nın daha imzası kurumaksızın İmparator Napolyon... yan çizmeye başladı... Girid sorunlarında daima zararımıza çalışmaya koyuldu. Bir de 'her millet istediği hükümdar ve hükümeti seçmek gerekir... diye... özellikle bizim Hıristiyanların zihinlerini tamamıyla karıştırıp kışkırttı. İngiltere Devleti ise bir süreden beri her yanda geçerli olan politikasını esasından değiştirip büsbütün yeni bir kıyafetle, ticaret ve çıkarlarını doğrudan doğruya etkilemeyen işlerde kayıtsızlık ve yansızlık usulü yoluna girdi. Rusya... ta Büyük Petro zamanından beri hırslı ve doymaz gözlerini doğu beldelerine özellikle bütün devlet ve milletlerin ele geçirmek istediği Osmanlı Ülkesine dikmiştir"28 Sadrazam Mehmed Emin Âli Paşa’nın amacı Ada'da "Muhtariyet" denebilecek yeni bir yönetimin alt yapısını oluşturmaktı. Ada'da yaptığı incelemeler sonucunda, ayaklanmanın kuvvet kullanarak bastırılmış olmasına karşın, Ada'ya özerklik verilmesi gerektiğini düşünmekteydi ve bu konuda bir proje hazırladı. Hazırladığı projedeki esaslara göre verilen bir fermanla “Girit Vilayet Nizamnamesi” ilan edildi. Nizamname ondört maddeden oluşuyordu ve idari, mali ve siyasî açıdan yenilikler içeriyordu. İdari açıdan ada yönetiminden sorumlu olan valilik görevi ile komutanlık görevi birbirinden ayrılmıştı. Valinin yanında biri Hıristiyan biri Müslüman iki müşavir bulunacaktı. Ada livalara bölünecek, mutasarrıfların yarısı Hıristiyan yarısı Müslüman olacaktı. Vali, mutasarrıf ve kaymakamlara bağlı meclislerde çalışan memurlar da yine Hıristiyan ve Müslüman olarak eşit sayıda olacaktı.

28

Adıyeke; a.g.e. s.22

39

Nizamnamede mali açıdan yapılan düzenleme ise, aşar vergisinin 1868’den itibaren iki yıl süreyle affı ve sonraki iki yıl ise toplanan verginin yarısının adaya bırakılmasını öngörüyordu. Siyasi açıdan, Nizamname ile Girit devlet içinde devlet haline geliyordu. Oluşturulan meclis-i umumi her kazadan iki temsilci ile yılda bir kere toplanacak ve bayındırlık, eğitim ve ziraat gibi konuları görüşecekti. Meclisin kararlarını Bâb-ı âli’ye sunması şartı vardı ancak nüfusun çoğunu oluşturan Rumlar mecliste de çoğunluk oldukları için adanın Yunanistan’a katılması için yapılan siyasi çalışmalarda meclis kullanılmıştır. Valiler bu sebeple zaman zaman meclisi toplamadıklarında ise hem Rum halktan hem de Avrupa Devletlerinden baskı görmüşlerdir Bir yandan 1868 düzenlemeleri hazırlanırken, diğer yandan ayaklanmalara katılanlar hakkında ve Ada halkının daha fazla zarar görmesini önlemek amacıyla ve "...müslih olarak cezirede olan ecnebilerin çıkıb gitmelerine ve bunlarla beraber bulunan yerlilerin yerlerine avdet etmelerine meydan verilmek..." için 2 Cemazi'elahir 1284 (l Ekim 1867) tarihinde genel af ilan edildi".29 Nizamnamenin ilanından sonra, Mehmed Emin Ali Paşa başkanlığında, Hanya'da, Ada'nın çeşitli bölgelerinden halkın ileri gelenleri arasında bir toplantı yapıldı. Bu görüşmeler sonucunda alınan Ticaret bankasının kurulması, Ada'da üretilen içkiden kıyyede üç para öşr alındıktan sonra satışında ya da başka hiç bir şekilde vergi alınmaması, tütünden öşr alındıktan sonra gümrüklerden geçmedikçe başka hiç bir vergi alınmaması gibi kararlar Bâb-ı âli tarafından onaylanarak nizamnameye eklendi.

29

Adıyeke; a.g.e. s.25

40

Ali Paşa'nın projesine bağlı olarak yapılan bu düzenleme, Hüseyin Avni Paşa tarafından uygulamaya konuldu. İlk iş olarak banka kurulması hakkındaki özel nizamname yayınlanarak yürürlüğe girdi. Buna göre H. 1286 (M.1869) ve H. 1287 (M. 1870) yıllarının aşar vergisinin Ada'ya bırakılan yarısı bu bankaya sermaye oluşturdu. Bankanın isyanlar sırasında maddî zarar gören halka düşük faizle kredi vermesi kararlaştırıldı. Bu düzenleme Rumların büyük çoğunluğunu tatmin ettiğinden, bir süre için iç güvenlik sağlandı. Asiler dağlara çekilmek zorunda kaldı. Öte yandan Avrupa kamuoyunda

Yunan

propagandasının

etkisi

azalarak, Avrupa

devletlerinin

müdahalesi de önlenmiş oldu. Buna karşın yapılan düzenlemelere ve alınan önlemlere rağmen Ada'daki kargaşanın sonu gelmedi. Gerek iki unsur arasında yeni doğan ayrıcalıklardan kaynaklanan sürtüşmeler, gerekse Yunanistan'ın deniz yoluyla isyancılara yardımı sürüp gitti. Adada yaşayan Müslümanlardan bu düzenlemelerden hoşnut olmayanlar olduğu gibi Osmanlı Devleti içinden de bu düzenlemelere tepki gösterenler olmuştur. Dönemin ünlü nazım ustalarından Ziya Paşa, Ali Paşa'nın bu uygulamalarını büyük bir başarısızlık ve beceriksizlik örneği şeklinde değerlendirerek Zafername adını verdiği eserinde Ali Paşa'yı ustalıkla hicveder. Eser tümüyle Girit seferi ve Ali Paşa'yı işlemektedir. Büyük bir övgü perdesi altında son derece ağır eleştirilerle doludur. Örneğin:

Girid'i aldı geri hizmet-i seyf ü kalemi Halkına gelmiş iken daiye-yi istiklal

41

Vakıa haylice can, haylice mal oldu telef Etti amma ki cezire şerefin istihsal

Tutalım cümle umurunda hıyanet etmiş Şu Girid hizmetini var mıdır inkâra mecal30 Girit Sorunu'nun bir sonuca bağlanamaması nedeniyle, Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasındaki ilişkiler gerginleşti. Aralık 1868'de Osmanlı Devleti Yunanistan'a bir ültimatom vererek sınırları içindeki Yunan vatandaşlarının sınır dışı edileceğini ve Yunan ticaret gemilerine boykotaj ilan edileceğini bildirdi. İki ülke arasındaki diplomatik ve ticari ilişkiler kesildi ve sıcak savaş noktasına kadar gelindi. Bunun üzerine 1856 Paris Konferansı'na katılan devletler uzlaşmayı sağlamak amacıyla 9 Ocak 1869'da yeniden bir araya geldiler. Bu kez toplantıya, oy hakkı olmadığı halde Yunanistan da çağrıldı. Konferansta Osmanlı Devleti statükonun devamı için Yunanistan'ın Girit Sorunu'na karışmaması ve bu amaçla oluşturulan silahlı çetelerin dağıtılması, Yunan ticaret gemilerinin gönüllü ve silah taşımasına son verilmesi şartlarını ileri sürdü. Toplantıda Osmanlı Devleti'nin şartlan ilke olarak kabul edildi ve Girit'te söz konusu yeni düzenlemeye göre hükümet edilmesi kararlaştırıldı. Kısa vadede iki devlet arasında muhtemel bir savaşı önlemiş olan konferans, " ...uzun vadede Yunan çıkarlarını koruyan bir konferans olmuştur. Büyükler, Yunanistan'ın o zaman için savaşla Türkiye'den toprak koparamayacağını kestirmişler ve biraz daha uzun vadede, diplomasi yoluyla Yunan sınırını genişletmişlerdir"

30

Adıyeke; a.g.e. s.26

42

2- Halepa Sözleşmesi Dönemi

Girit meselesi 1877–78 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda tekrar gündeme geldi. Osmanlı Devleti’nin savaştan yenik çıkmasından sonra Girit Rumlarının ayaklanma ve Yunanistan'a katılma arzuları alevlendi. Savaştan sonra imzalanan "ön sulh sözleşmesi" Ayastefanos'a Girit ile ilgili bir madde koyarak, Balkanlar'daki siyasi dengeyi kendi çıkarına uygun olarak düzenleyen Rusya, Girit üzerinde de müdahaleci ve uzlaştırıcı olma önceliğinin kendisine ait olmasını sağladı. Osmanlı Devleti'nin bu savaştan yenik çıkmış olması, Girit Rumlarını harekete geçirdi. Öte yandan Rusya'nın Ayastefanos Anlaşması ile bu konuda elde ettiği öncelik üzerine İngiltere, yeni bir devletlerarası kongre toplanması için harekete geçerek hem Girit'teki bu kıpırtıların ayaklanmaya dönüşmesini, hem de Rusya’nın avantajlı durumunu kullanmasını engelledi 1878 Berlin Kongresi sırasında, Yunan temsilcisi Dışişleri Bakanı Deliyannis Yunan tekliflerini dile getirirken, Rumlarla meskûn tüm toprakların Yunanistan'a katılmasını istediklerini açıkladı. Bu olay "Megali İdea"mn ilk kez uluslararası bir kongrede bu şekilde dile getirilmesiydi. Ancak Bakan, şimdiki şartlar göz önüne alınarak yalnızca Epir, Teselya ve Girit Adası ile isteklerini sınırladıklarını bildirdi. İngiliz Hükümeti temsilcileri Ada'nın Yunanistan'a terkine şiddetle karşı çıktılar. Yine de Girit meselesi Berlin Anlaşması içinde yerini aldı ve anlaşmanın 23. maddesi şöyle yazıldı: “Devlet-i Aliye Girid ceziresinin bin sekiz yüz altmış sekiz senesi nizamnamei dâhilîsini haklı görünecek tadilatı idhal iderek tamamiyle icra etmekliği taahhüd eder.

43

Bu muahadede kendüler içün teşkilat-ı mahsusa tayin olunmamış olan sair Rumeli eyalet-i şahanesinde dahi Girid’e vergice ita olunan muafiyet müstesna olmak üzere âna mümasil ve ihtiyacat-ı mahalliyeye muvafık nizamat yapılacaktır. Bâb-ı âli her eyalette iş bu nizamat-ı cedidnin teferruatını bilmüzakere tertib etmek ve ekseri azası yerli ahaliden mürekkeb olmak üzre mahsus komisyonlar teşkil edecektir. Mezkûr komisyonların netice-i müzakeratı olarak tanzim edilecek teşkilat layihaları Bâb-ı âli’nin nazar-ı tedkikine arz olunacak ve Bâb-ı âli dahi bunları mevki-i icraya vaz içün emr-i âli ve ferman gibi iktiza eden evrakı neşretmezden evvel Rumeli-i Şarki içün teşkil olunan Avrupa komisyonu ile istişare edecektir.” 31 Bu maddeyle Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlar ve adalar bölgelerinde yapağı her şey Avrupa devletlerinin denetimine tabi oluyordu. Devletlerarası platformda durum böyle iken, Ada içinde Rumlar Berlin'de garanti altına alınmış olan liberal reformların bir an önce gündeme gelmesi için sabırsızlanıyorlardı. Bâb-ı âli Berlin'de verdiği taahhüdü yerine getirmek zorunluluğu ile karşı karşıya kaldı. Çünkü Ada Rumları 1868 düzenlemelerinin siyasi ve ekonomik açıdan mahalli ihtiyaçları karşılamadığından, hepsinden önemlisi mecliste (Girit Genel Meclisi) istedikleri çoğunluğa sahip olamadıklarından şikayetçi idiler. Bu isteklerini konsoloslara ve Bâb-ı Âli'ye ilettiklerinde Osmanlı Hükümeti Ada'da gerekli inceleme ve düzenlemeyi yapmak üzere Gazi Ahmed Muhtar Paşa'yı fevkalade yetkilerle donatarak bir komisyon ile birlikte Ada'ya gönderdi. Ada'daki Büyük Devletler konsoloslarının kontrolü altında, Hanya yakınlarında Halepa adı verilen yerde, Rumların temsilcileri ile Bâb-ı âli'nin komisyonu arasında bir

31

Erim Nihat; a.g.e. s.413

44

sözleşme imzalandı (25 Ekim 1878). Bu nedenle bu protokole "Halepa Sözleşmesi" adı verilmektedir. Alınan kararlara göre Girit valisinin Hıristiyan olması ve 5 yıl için Büyük Devletler'in onayıyla tayin edilmesi kararlaştırıldı. Girit genel meclisinin üye sayısı 49 Hıristiyan ve 31 Müslüman olmak üzere 80 kişi olarak belirlendi. Meclisin yetkileri genişletildi. Yönetimin diğer kademelerinde de Hıristiyan memurların sayısının Müslüman memurlardan fazla olması ilke olarak kabul edildi. İltizam sisteminin uygulanmasında reform yapılacak ve Ada Osmanlı ordusunun masraflarına katkıda bulunmayacaktı. Öte yandan bütçe artıklarının yarısı Ada'nın imar işlerine sarf edilecekti. Adli kuvvet ile icra kuvveti birbirinden ayrıldı ve her ikisinde de Türkçe'nin yanı sıra Rumca da resmi dil olarak kabul edildi. .

İlk iş olarak sözleşme gereği 13 Zilhicce 1295 (8 Aralık 1878) tarihinde

Fotiyadi Paşa 5 yıl için Girit valiliğine tayin edildi. Bundan kısa bir süre sonra Girit Mahkemeleri hakkında yayınlanan özel nizamname ile Girit Mahkemeleri'ne bağımsızlık kazandırıldı. 174 maddeden oluşan bu nizamnameye göre, Ada'da kaza ve sancaklarda toplam 23 adet "Sulh Mahkemesi', her sancak merkezinde bir "Bidayet Mahkemesi" (5 adet), Hanya, Resmo ve Kandiye'de birer "Ticaret Mahkemesi" ve vilayet merkezinde bir "İstinaf Mahkemesi" kuruldu.32 1876 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nun genelinde yayınlanan ve en küçük yerleşim birimlerinde halkın doğrudan yönetime katılmasını sağlayan "Idare-yi Nevahi Nizamnamesi", İmparatorluğun genelinde uygulanmamasına karşın "...Girit ve Bosna gibi karışıklıkların bol olduğu ve diplomatik sorun haline getirilen vilayetlerde zorunlu olarak uygulandı.33 Şöyle ki, 16 Nisan 1295 (28 Nisan 1879) 32 33

Adıyeke; a.g.e. s.29 Ortaylı İlber; Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Yerel Yönetim Geleneği, İstanbul; 1985, s.97

45

tarihindeki "Girit Nevahi Nizamnamesi" ile Ada'da nahiyeler oluşturuldu. 85 maddeden oluşan bu nizamname ile Hanya, Resmo ve Kandiye birer nahiye itibar ile her kaza iki ilâ altı nahiyeden oluşacak ve bunların hududu ve miktarı vilayet merkezince belirlenecekti. Öte yandan nahiye meclisleri tarafından toplanmak ve kullanılmak üzere çeşitli emtia üzerine belirli bir oranda nevahi resmi konuldu. Ada Rumlarına geniş anlamda eylem ve idare hakkı tanımış olan bu düzenleme ile oluşan sistem on yıl kadar sürdü. Ancak bu on yıl içinde Ada'nın Müslüman-Hıristiyan unsurları arasındaki mücadelelere, Halepa Sözleşmesi'nin sağlamış olduğu siyasi yapılanma içinde parti mücadeleleri de eklendi. Kurulan ilk partiler Hıristiyanlara ait “Liberaller” ve “Muhafazakârlar” dır. Liberallerin, kuruluş amacı Ada'nın Yunanistan'a katılımını sağlamak idi. Ancak bu parti ortaya koyduğu programla ve politik görüşleriyle Girit halkının hışmına uğradı. Muhafazakârlar ise Halepa düzenlemesiyle oluşturulan sistemin korunmasından yana idiler. Ada Rumları arasındaki bu partileşme Müslümanları da etkisi atına almış, özellikle yeni nesil arasında iki fırka doğmuştu. Mahmud Celaleddin Paşa'nın arızasında aktardığı bilgilere göre bu fırkalar Beyler ve Arkeradi adlarını taşıyordu. Bunlar arasındaki mücadele muhalifleri Rum partileri kadar şiddetli olmasa da İslamlar arasında da zaman zaman ayrılmalara yol açıyordu. Bu dönemde Müslümanlar tasarrufça Ada'nın 2/3'üne sahip oldukları halde yönetimde Rum ahali kadar temsil edilemiyorlardı. Üstelik Halepa Sözleşmesi ile Hıristiyan vali tayini Müslüman kesimi oldukça rahatsız etmiş görünüyordu. Fotiyadi Paşa'nın yönetiminden Müslümanlar arasında rahatsızlık ve yakınmalar günden güne artıyordu.

46

Böyle bir ortamda gerçekleşen seçimlerde mecliste azınlıkta kalan Liberaller amaçlarına ulaşmak için halk arasında yeni heyecanlar yaratan isteklerde bulundular. Girit Sorunu'nun Halepa Sözleşmesi'nin oluşturduğu sistemle sona ermediğini, kamu hizmetlerinde ilerleme kaydedilmediğini hatta geriye gidildiğini ve ada yönetiminin düzenlenmesinin Halepa ile sağlanmak istenen idealden çok uzak olduğunu savundular. Bu iddiaların ardından meclis dağıldı ve Hıristiyan üyeler köylerine dönerek isyan hazırlıklarınla giriştiler. "Köylülerin cehalet ve vahşetini kendi fikrini kabul ettirmek için pek muvafık bulmuşlar idi".34 Rum köylüleri isyan düşüncesinde değiller iken bu kışkırtmalar ve özellikle bazı konsolosların onları cesaretlendiren hareketleri ile ayaklandılar.35 1884’te başlayan ayaklanma, 1885'de Doğu Rumeli ile Bulgaristan Emanetinin Berlin anlaşmasına aykırı bir çözümle birleştirilmesi üzerine belki de daha da uzadı. İki aydan uzun süren bir dönemde çok sayıda katliam yaşandı. Bunun sonucunda çeşitli kazaların Hıristiyan ve Müslüman karma nüfustan oluşan köyleri bölünmeye başladı ve Müslümanlar mal ve mülkünü terk ile şehirlere göçe başladılar. 1884'de başlayan olaylar 1886 yılının ilk aylarında meclisin yeniden toplanma zamanı geldiğinde sona ermediğinden, meclisin açılması Bâb-ı âli tarafından ertelendi. Bu olaylar sırasında Avrupa'nın Büyük Devletleri'ne ait 27 kıta harp gemisi Suda Limanı'na gelerek bir gövde gösterisi yaptı ve Giritlileri tahrik eden Yunanistan'a bir nota verdi.36 Rum meclis üyelerinin istemlerini incelemek üzere bir komisyonla birlikte Ada'ya gelen Mahmud Celaleddin Paşa'nın önerileriyle Vali Kostaki Paşa'ya hitaben yeni bir ferman yayınlandı (24 Temmuz 1887). Buna göre gümrük gelirlerinin yarısı 34

Süleyman Tevfik, Abdullah Zühdü; Osmanlı-Yunan Muharebesi, İstanbul; 1315, s.80 Türkgeldi; a.g.e. c.III Ekler s.185 36 Adıyeke; a.g.e. s.32 35

47

her yıl vilayet sandığına bırakıldı ve gümrüklerin denetimi Girit valiliğine verildi. Vilayet bütçesinin, fazla olduğu senelerin fazlası, açık olan senelerin bütçesini tamamladıktan sonra kalan miktarın yarısı devlete yarısı vilayete ait olacaktı. Genel meclis tarafından düzenlenen layihalar ve nizamların üç ay içinde Bâb-ı âliden kabul veya red ile ya da yeniden düzenlenmek üzere vilayete gönderileceği hükmü getirildi.

3- Halepa Sözleşmesinin Kısıtlanması

1889 yılına gelindiğinde olayların bir türlü durulmaması üzerine, önce genel asayişle ilgili fevkalade tedbirler uygulamaya kondu. Daha sonra adaya 40 bin asker sevk edilerek askeri harekâtlarla ayaklanma bir ölçüde bastırıldı. Aynı yılın Ekim ayında ise yeni bir fermanla Halepa Sözleşmesinin getirdiği ayrıcalıklar büyük ölçüde kısıtlandı. Yeni uygulama ile valinin görev süresi ile ilgili sınırlama kaldırılmış ve yetkileri genişletilmiştir, Meclisin üye sayısı 57’ye indirilmiş ve yetkileri daraltılmıştır, jandarma heyetinin ada halkından olması şartı kaldırılmış ve böylece Arnavut ve Karadağlı gönüllüler Bâb-ı âli tarafından bu güce katılmıştır. Bu fermanla ilgili olarak Avrupa devletlerinin yorumu “orta derecede işleyen ancak minimum derecede güvenlik sağlayan bir rejimin iptali”37 şeklinde olmuştur. İngiltere ve Rusya’nın bazı protestoları dışında bir tepki de gelmemiştir. Yunanistan’da ise siyasi karışıklıklar çıkmış, bir hükümet değişikliği yaşanmıştır. Yunan kamuoyu ise adada ihtilal çıkarmak üzere komiteler kurma çalışmalarına girişti. 37

Adıyeke; a.g.e. s.36

48

Yeni uygulamalarla ilgili ada halkının şikayeti vergi düzenlemesi olmuş, 1894 yılında yapılan değişiklik ile kısa bir süre için huzur sağlanmıştır.

4- 1896 Düzenlemeleri

Halepa

sözleşmesinin

tam

olarak

uygulanamaması

ve

ardından

sınırlandırılması gerek Yunanistan’la birleşmek için uğraşan gerekse özerk yönetim isteyen Rumları rahatsız etmekteydi. Megali İdea için adada kurulmuş olan Epitropi cemiyeti isyan için fırsat kolluyordu. Osmanlı Hükümeti ise adada otoritesini sağlamlaştırmak için 1889’dan beri Müslüman valiler tayin etmekteydi. Sonuçta tam olarak hiçbir zaman durulmayan olaylar 1894 sonunda vali Mahmud Celaleddin Paşa’ya suikast girişiminde bulunulmasıyla alevlendi. Mahmud Celaleddin Paşa’nın istifa etmesine sebep olan olaylar, yerine geçen Turhan Paşa zamanında da devam etti. Bu sırada beş yıl aradan sonra toplanan meclis, Halepa Sözleşmesinin yeniden uygulanması ve Hıristiyan bir vali tayin edilmesi isteğini dile getirip hemen dağıldı. 1895 Mayıs ayında Karateodori Paşa’nın vali olarak gönderilmesi Rumları çok memnun etmişse de Türkleri kızdırdı. Ayrıca adadaki jandarmalar yeni valiye itaatsizlik etmeye başladılar. Aralık ayında Epitropi milisleri Vamos’ta bir Osmanlı birliğini kuşattı. Uzun süre devam eden bu kuşatma sırasında Türk birlikleri önemli kayıplar verdiler.38 Bâb-ı âli bu olay üzerine adaya asker göndermeye karar verdi. Adada etkisi iyice azalan Karateodori Paşa; “Artık adada yönetim imkânsız hale gelmiştir. Emirlerime

38

Sun, Selim; 1897 Osmanlı-Yunan Muharebesi, Ankara; 1965, s.19

49

uymaya çalışan tek bir jandarmam yok. Öte yandan zamanında önlenemeyen olayların sorumluluğunu üzerime alamam. Artık hükümetin de bana güveni kalmamıştır. Beni çağırmak için acele etmesi gerekiyor”39 diyerek istifa etti. Mart 1896’da Turhan Paşa ikinci kez vali olarak atandı. Vamos’ta kuşatma altında bulunan Türk birlikleri kurtarıldı ve askeri tedbirlerle asayiş sağlandı. Ancak olaylar sebebiyle meclis toplantısının ertelenmesi üzerine yeni olaylar çıktı. Yapılan katliamlara tepki gösteren Müslümanlar da Rum ve Yunan konsolos kavaslarını öldürüp, kilise ve mezarlıkları ateşe verdiler. Adada hem Müslümanların hem de Hıristiyanların memnun edilememesi üzerine Turhan Paşa’yı görevden alan Bâb-ı âli, komutan Abdullah Paşa’yı vali olarak tayin etti. Yeniden askeri harekâtlar yapılarak asayiş sağlandıysa da Yunanistan’dan gönüllüler gelmesi ile olaylar devam etti. Bu durum üzerine büyük devletler müdahale etme kararı aldı. Bir yandan bölgeye savaş gemileri gönderirken, diğer yandan Osmanlı Devleti’nden Halepa’yı temel alan yeni düzenlemeler yapmasını istediler. Adada meclisin açılması sağlandı ve meclis yapılacak düzenlemelerle ilgili taleplerini bildirdi. Bu talepler üzerinde önce Avrupa Devletlerinin İstanbul’daki elçileri çalıştı ve Hükümete tekliflerini sundular. Elçilerle Osmanlı Hükümeti arasında yapılan görüşmeler sonucunda 25 Ağustos 1896’da “Tadilat Layihası” adıyla yeni düzenlemeler hazırlandı. Buna göre: 1-

Girit valisi Hıristiyan olacak ve Bâb-ı âli’den büyük devletlerin onayı ile beş sene için tayin olunacaktır.

39

Adıyeke; a.g.e. s.142

50

2-

Vali, Girit genel meclisi tarafından kabul edilen maddeleri reddetmek hakkına sahiptir. Fakat adanın esas nizamında yapılacak değişiklikler bunların dışında olup bunlar Padişah’ın onayına arz edilecektir. Valinin reddetme hakkı iki aydır. Bu süre sonunda reddedilmeyen maddeler onaylanmış sayılacaktır.

3-

Adada isyan çıktığında vali Osmanlı askerlerini kullanabilecek ve normal zamanlarda askerler belirlenen yerlerinde kalacaklardır.

4-

Vali listesi ileride belirlenecek ikinci derecedeki memuriyetlere gereken

kişileri

doğrudan

atayabilir.

Bunların

üstündeki

memurların tayini Padişah’a aittir. 5-

Memurların üçte biri Müslüman üçte ikisi Hıristiyan olacaklardır.

6-

Genel meclis üyelerinin seçimi ve toplantıları iki yılda bir gerçekleşecek ve bir toplantı süresi kırk günden seksen güne kadar devam edecektir. Genel meclis iki yıllık bütçeyi inceleyip kabul edebileceği gibi vali ya da meclis üyelerinden gelen önergeler üyelerin oy çoğunluğuyla kabul edilecektir. Adanın esas nizamında değişiklik yapılması hakkında kanun üçte iki çoğunlukla kabul edilmedikçe uygulanmaya konmaz.

7-

Bütçede kayıtlı masrafların azaltılmasına ilişkin teklifler vali, idare meclisi ya da konunun ait olduğu bölüm tarafından bildirilerek havale edilmedikçe inceleme konusu olamaz.

8-

1887 fermanının adanın gümrük gelirlerinin yarısının adaya devredilmesi hakkındaki hükmü yeniden geçerli olacak ve tütün ithalatı vergileri adaya ait olacaktır. Bâb-ı âli, genel meclis

51

tarafından kabul edilmemiş olan bütçelerden doğan açıkları kendi üzerine alacak ancak hazine tarafından adaya borç olarak gönderilen para, bu açıklardan düşülecektir. 9-

Üyeleri arasında Avrupalı subayların da bulunacağı bir komisyon jandarmanın düzenlenmesine çalışacaktır.

10-

Üyeleri arasında Avrupalı hukukçuların da bulunacağı bir komisyon, eski anlaşmalardan doğan haklar saklı kalmak üzere adli düzenlemeyi denetleyecektir.

11-

Vali, kitap, gazete ve dergilerin yayınlanması, matbaalar kurulması ve cemiyet-i ilmiye oluşturulmasına kanunlar çerçevesinde izin verilecektir.

12-

Vali, soyunu ispat edemeyen ya da varlıkları huzur asayişçe sakıncalı görülen kişileri adadan gönderme hakkına sahiptir.

13-

Bu maddelerin onaylanmasından itibaren altı ay içinde genel meclis toplantıya çağırılacak ve meclis toplanıncaya değin bu maddelerin uygulanmasını vali ile idare meclisi birlikte geçici kararnamelerle sağlayacaktır.

14-

Büyük devletler bu hükümlerin tümüyle uygulamaya konduğunu denetleyecektir. 40

Kabul edilen bu düzenlemelerin en dikkat çekici özelliği, bir Osmanlı eyaletinin yönetiminde Avrupa devletlerinin bu derece söz sahibi olmasıdır. Valinin büyük devletler onayı ile seçilmesi, jandarma ve adliye teşkilatı ve hukuk düzenlemeleri için Avrupalı uzmanların da bulunacağı komisyonlar kurulması gibi

40

Türkgeldi; a.g.e. c.III s.213-214

52

hükümler yetmezmiş gibi bütün bunların uygulanması da büyük devletlerce denetlenecektir. Osmanlı Devleti’nin hükümranlık haklarını neredeyse tamamen ortadan kaldıran bu düzenlemeler bile adaya istenen barışı getirmemiştir. Avrupa devletleri, bu müdahaleci tutumun sebebi olarak statükoyu koruma isteklerini göstermişlerdir ki bu ifadelerinde büyük ölçüde samimidirler. Avrupa’da ittifakların ve bloklaşmanın ortaya çıktığı bir dönemde “doğu sorunu”nun yeniden alevlenmesi devletlerin kesinlikle istemediği bir şeydi. Ancak bunu yaparken bu derece kontrolü ele alarak Osmanlı Devleti’nin inisiyatifini ortadan kaldırmaları tartışmaya açıktır. Osmanlı Devleti açısından çok kötü görünen bu durum kısa bir süre sonra Avrupalıların bazı gerçekleri anlamasına sebep olmuş, olayların sorumluğunun kimde olduğu, adadaki halkın gerçek meselelerinin neler olduğu ve adayı idare etmenin ne kadar zor olduğunu Avrupalılar da yakından görmüşlerdir. Kontrolün büyük devletlerde olması Epitropi ve Etnik-i Eterya gibi cemiyetlerin hoşuna gitmemiş ve komisyonlar çalışmalarını tamamladığı halde Yunan Hükümeti ve basını Halepa hükümlerinin uygulanmadığı ve Rum halkının beklentilerinin karşılanmadığını ileri sürerek şikâyet etmişlerdir. Avrupa devletleri de Yunanistan’ın isteklerinin abartılı ve tehlikeli olduğunu açıkça fark etmişler ve 1897’de savaşa giden olaylarda daha tarafsız bir tutum almışlardır. Yine de sonuçta adanın Osmanlı yönetiminden çıkmasına giden süreçte bu düzenlemeler Rumlara yardımcı olmuştur. Yani kısa vadede Osmanlı Devleti’ne yarayan bu durum, orta ve uzun vadede Rumlara ve Yunanistan’a yarar sağlamıştır.

53

D) MAKEDONYA MESELESİ

Osmanlı Devleti’nin resmi kayıtlarında “vilayet-i selâse” olarak adlandırılan Makedonya; Selanik, Manastır ve Kosova vilayetleri ile bağımsız Drama ve Serres sancaklarından oluşan bölgenin adıdır. Balkanlarda nüfusu en karışık bölge olan Makedonya, ilk kez 1876’da İstanbul’da yapılan Tersane konferansında uluslar arası bir mesele olarak gündeme gelmiştir. Tersane Konferansının bir sonuca ulaşmadan dağılması ve sonrasında çıkan 1877–78 Osmanlı-Rus savaşı konuyu bir süre unuttursa da savaş sonrasında yapılan Ayastefanos ve Berlin anlaşmalarında konu yeniden gündeme gelmiş ve Balkan Savaşlarına kadar da hiç gündemden düşmemiştir. Makedonya Yunan “megali idea” sı içinde yer alması nedeniyle 1870’lere kadar bir Osmanlı-Yunan sorunudur. Yunanlılar çete faaliyetleri, okul ve kilise çalışmaları ile bu bölgede aktiftiler. Ancak yine de Makedonya Türk- Yunan sorunları arasında Girit’ten sonra gelmekteydi. 1854 ‘ten yani Kırım savaşından sonra çete olayları da azalmıştı. 1870 yılına kadar bir asayiş sorunu olmaktan öteye gitmeyen mesele, Bulgar Eksarhlığının kurulması ile bir anda ciddi bir hal almıştır. 1870 yılına kadar İstanbul’daki Fener Patrikhanesi Balkanlarda yaşayan bütün Ortodoksların dini merkezi, Patrik de tek dini liderdi. Ancak 1820’lerden itibaren başlayan Yunan isyanında Patrikhane Helen milliyetçiliği de yapmaya başlamıştı. Böylece kökü Osmanlı öncesine dayanan Helen-Slav düşmanlığı yeniden ortaya çıktı. 1850’li yıllarda Bulgar milliyetçiliği uyanmaya başlamış ve Bulgarlar kendi dillerinde ibadet etmek için çalışmalara başlamışlardır. Nihayet 11 Mart 1870’de yayınlanan bir fermanla “Bulgar unsurunun dini işleri sadece Eksarhaneye bağlı olacak ve bu kuruma

54

bağlı yeterli metropolit ve piskopos bulunacaktır” hükmü konulmuştur.41 Yunanlıları çok kızdıran bu gelişme Balkanlarda Patrikhane-Eksarhane mücadelesini başlatmıştır. Bu olaydan 7 yıl sonra başlayan Osmanlı-Rus savaşı sonucunda Rusya Balkanların neredeyse tamamını işgal etti ve Ayastefanos anlaşmasıyla Doğu Rumeli ve Makedonya’yı kapsayan bağımsız bir Bulgaristan kurulmasını sağladı. Avrupa Devletleri Balkanlarda dengeleri bozan bu duruma müdahale ederek Berlin Anlaşmasında bu Bulgaristan’ı üç parçaya böldüler. Makedonya’yı tamamen, Doğu Rumeli’yi ise özerk olarak Osmanlı yönetimine bıraktılar. Ayastefanos anlaşması uygulanmasa da bölgedeki sorunları derinleştirici bir etki yapmıştır. Bulgarlar Berlin anlaşmasıyla kaybettikleri bölgeleri yeniden ele geçirerek Büyük Bulgaristan için çalışmaya başlamışlardır. Yunanlılar ise Ayastefanos anlaşmasıyla büyük bir şok yaşamışlar, Berlin anlaşmasından sonra ise bir daha öyle bir durum olmaması için çareler aramışlardır. İlk aşamada Teselya ve Narda bölgelerini Osmanlı devletinden almayı başarmışlar daha sonra Makedonya’da faaliyetlerini artırmışlardır. Makedonya meselesinde sadece Yunanistan ve Bulgaristan değil Sırbistan ve Romanya da vardır. Sırplar özellikle Kosova ve çevresi için mücadele ederken Romanya Arumenler ve Ulahların hakları için mücadele ettiğini iddia etmiştir. Yunan, Bulgar, Romen ve Sırp çeteleri sadece Osmanlı askerleriyle değil kendi aralarında da çatışmışlardır.42

Bu

halkların

birbirlerine

duydukları

düşmanlık

Osmanlıya

duyduklarından fazla olduğu için bazen “diğeri alacağına Türklerde kalsın” mantığıyla hareket etmişlerdir

41

Tokay, Gül; Makedonya Sorunu, İstanbul; 1995, s.33 B.O.A. HR.SYS. Dosya No:128 Gömlek No:57 11/02/1888 Mekadonya'da bulunan Yunan ve Sırpları inha etmek maksadı ile Romanya eski vekillerinden Uunechia'nın reislerinde "Orita" adında bir cemiyet kurdukları ve Mekadonya'da müşterek hareket için Bulgaristan ile umumi efkar oluşturdukları komite hakkında. 42

55

Böylece kısa süre sonra “Avrupa’nın barut fıçısı” haline gelecek olan Makedonya meselesi net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Henüz olaylar büyümeden konuyu gündeme getirmeye çalışmış olan Avrupa Devletleri elbette reform taleplerinde bulunmuşlardır. Berlin anlaşmasının 23. maddesinin birinci paragrafında Girit için 1868 nizamnamesinin uygulanması istenirken, ikinci paragrafında şöyle denmektedir: “Bu muahedede kendüler içün teşkilat-ı mahsusa tayin olunmamış sair Rumeli eyalet-i şahanesinde dahi Girid’e vergice ita olunan muafiyet müstesna olmak üzere ânâ mümasil ve ihtiyacât-ı mahalliyeye muvafık nizamat yapılacaktır. Bâb-ı âli her eyalette işbu nizamat-ı cedidenin teferruatını bil müzakere tertib etme ve ekseri azası yerli ahaliden mürekkeb olmak üzere mahsus komisyonlar teşkil edecektir.”43 Reformların Girit örneğine bağlanması bölge halklarını silahlı çete faaliyetlerini artırarak terör, ayaklanma ve katliamlar yapıp gündeme gelme ve büyük devletlerin müdahalesini sağlama yolunda teşvik etmiştir. Elbette Osmanlı devlet adamları da bu durumdan rahatsızdı. Bu düşünülenler gerçekleşirse bir sonraki adım bağımsızlığa varacak bir özerklik demekti. Nitekim büyük devletlerin ıslahat yapılması yönündeki teşebbüsleri üzerine “Rumeli Vilayetleri Nizamnamesi” adıyla bir program hazırlanmış ancak Padişah tarafından onaylanmadığı için yürürlüğe sokulmamıştır. 44

43 44

Erim, Nihat; a.g.e. s.413 Beydilli, Kemal; II. Abdülhamit devrinde Makedonya Meselesine Dair, İstanbul; 1989, s.81

56

1- Türk-Yunan İlişkileri Açısından Makedonya Meselesi Yunanistan 1830’da bağımsızlığını kazandıktan kısa süre sonra 1835’te Makedonya’da açtığı konsolosluklar aracılığıyla faaliyetlerine başlamıştır. Çete faaliyetleri dışında Patrikhane kiliseler aracılığıyla propaganda yaparken Yunan devleti okullar açılmasını sağladı. Bu amaçla henüz 1836 yılında Atina’da bir eğitim derneği kurulmuştur. Kırım savaşı ve sonrasında çete faaliyetleri azalırken eğitim yoluyla yapılan propaganda yoğunlaşmıştır. 1861’de “İstanbul Yunan edebiyatı Derneği”, 1967’de entelektüel ve profesörlerin üye olduğu “Parnassos Derneği” kuruldu. Yurt dışından destek bulmak amacıyla kurulan bu derneği 1869’da üyeleri politikacı ve kültür adamlarından oluşan “Yunan Eğitiminin Yayılması Derneği” takip etti ki hem siyasi hem de mali gücü en fazla olan dernek budur. Atina ve İstanbul’da kurulan bu derneklerden başka Manastır ve Selanik’te de yerel dernekler vardı. Böylece bölgede Helen milliyetçiliği hızla yükseldi. Selanik ve Manastır’da 1877 yılında 256 Yunan okulunda 10.968 öğrenci, 1896’da ise 907 okulda 53.633 öğrenci eğitim görmekteydi. 45 Makedonya meselesinin ortaya çıkışı ve gelişmesinde Bulgar Eksarhanesi’nin kurulması, Ayastefanos anlaşmasının bölgeyi Bulgaristan’a bırakması ve Berlin anlaşmasının tekrar Osmanlı devletine iadesi ve 1885’te Doğu Rumeli’nin Bulgaristan’a ilhakı olayları dönüm noktaları teşkil eder. Ayrıca Makedonya’da nüfusu en fazla olan Hıristiyan unsur Bulgarlardır. Bu sebeplerle pek çok araştırmacı ve tarihçi Makedonya meselesini bir Bulgar meselesi olarak görme eğilimindedir. Bütün bu argümanlar doğru olmakla beraber; bölgede Fener Patrikhanesinin etkinliği, Yunanistan’ın 1830’lardan itibaren yaptığı faaliyetler ve bölgede yaşayan Rumların

45

Adanır, Fikret; Makedonya Sorunu Oluşumu ve 1908’e Kadar Gelişimi, İstanbul; 2001, s.111

57

şehirlerde yaşamaları ve Bulgarlardan daha zengin olmaları sebebiyle Yunanlılar bu meselede en az Bulgarlar kadar etkin olmuşlardır. Anlaşıldığı kadarıyla Osmanlı devlet adamları, subayları ve bölgede yaşayan Türkler de yaşanan sorunlarda Bulgarları sorumlu tutmuşlar ve meseleyi bir Bulgar ya da Slav meselesi olarak görmüşlerdir. Bu sebeple Rum çeteleri ve Helenizm faaliyetleri hoşgörüyle karşılanmıştır. Bölgedeki bir konsolos raporunda bu durumu şöyle anlatmıştır: “Türk yetkilileri ve askeri Yunan çetelerinin faaliyetlerine geniş hoşgörü göstermeselerdi Helen propagandası sürpriz bir başarı kazanamazdı. Bulgar komitacılarının yaptığı katliamın intikamını alması Osmanlı Hükümeti tarafından engellenen Türk halkı, Rum çetelerini acılarının intikamcısı olarak büyük bir zevkle izlemekteydi ve alt düzey hükümet organları da aynı şekilde davranmaktaydı.”46 Makedonya nüfusunun karışıklığı meselenin karışıklığının da sebebidir. Bu sebeple meseleye dâhil olan her ülke kendi nüfusunun fazla olduğunu iddia etmiş ve sahte sayım belgeleri ve istatistikler yayınlamıştır. Bu sebeple konuyla ilgili en sağlıklı belgeler yine Osmanlı sayımlarına aittir. Bunlardan 1905 sayımı yalnızca Türk memurlar tarafından değil, her bölgenin yerel otoritelerinin ve cemaatlerinin seçtikleri komisyonlarca yürütülmüş ve kontrole açık bir şekilde yapılmıştır. Bu sayımın böylesine ciddiyetle yapılması özellikle Rum Patrikhanesini tedirgin etmiştir. Patrikhane Bâb-ı âli’ye müracaat ederek 1) Patrikhaneye bağlı Rumların “Rum Ortodoks” diye kaydedilmelerini, 2) Anadilleri dışında kilise ve okullarda öğrendikleri Rumca’yı da konuşan ahalinin “Rum Ortodoks” olarak kaydedilmesini,

46

Adanır; a.g.e. s.233

58

3) Sayım esnasında mezhep mensubiyetinin esas alınarak milliyet tefrikine yer verilmemesi gibi hususların teminine çalışmıştır. Bu gibi taleplere ve bazı engellemelere rağmen yapılan sayım sonucunda 1.500.000 Müslüman, 890.000 Bulgar, 301.000 Rum, 100.000 Sırp, 100 000 kadar Ulah tespit edilmiştir.47 Bu dönemde Bâb-ı âli büyük devletlerin menfaat hesaplarındaki değişkenlik sayesinde yeterli manevra sahası bulmaktaydı. Devletlerarası çekişmeler bölgenin Osmanlı egemenliğinde kalmasını sağlıyordu. 1880’li yıllarda Rusların Akdeniz’e inmelerini engellemek isteyen İngilizler “Doğu Konfederasyonu” adında bir proje geliştirmişlerdir. Aynı isimle bir dergide çıkarmışlardır. Bu proje özetle; İstanbul’u başkent yapacak Bizans’ı yeniden kuracak megali idea yerine, Osmanlı’ya fazla dokunmadan bütün Balkan halklarının bir konfederasyon oluşturmasını öngörüyordu. Arnavutlar hakkında, milliyetçiliği geliştirecek türde yazı dizisi yayınlayan dergi, Sırp milliyetçiliğini ise eleştiriyordu. Bu durum özellikle Slav milliyetçiliğine karşı olduklarının göstergesi sayılabilir. Dergi ayrıca Fransa ve Rusya’nın bu projeye karşı olmadığını da belirtmekteydi. Bu projeye İstanbul’da yayınlanan Osmanlı gazetesinin karşı çıkmasıyla polemikler başlamıştır. Osmanlı gazetesi 10 Ağustos 1884 sayısında Padişah’ın görüşleri olduğu tahmin edilen şu soruyu sormuştur: “ Konfederasyonun yönetimi kimin elinde olacak? Yunanlı, Rus ve Avusturya bu formülü istemez. Yunanlı gelince zaten diğer Balkanlılar istemez. En iyisi konfederasyon yerine bu halklar birlikte Osmanlı Devleti’ni desteklemeli ve ona dış düşmanlara karşı direnecek gücü kazandırmalıdırlar”48 47 48

Beydilli, a.g.e. s.80 Koloğlu, a.g.e. s.251

59

İstanbul’da Rumlar tarafından yayınlanan “Neologos” gazetesi Osmanlı’nın, Yunanlıları Balkanların dışında saymasına karşı çıkarak bu polemiğe katılmıştır. Osmanlı yönetiminin Yunanlılara güvensizliğinin Osmanlı Devleti’ne zarar verdiğini ve Türkiye ile Helen milliyetçiliğinin işbirliği yapmasının Rusya’nın işgalinden korunmak için gerekli olduğunu belirterek konfederasyon fikrine destek verir. Balkanlardaki karışık yapıyı ve halkla arasındaki sorunları bilmeden hazırlanan bu proje 1885’te Doğu Rumeli meselesiyle unutulur.

2- Doğu Rumeli’nin Bulgaristan’a İlhakı

Ayastefanos Anlaşmasıyla Bulgaristan’a bırakılan ancak daha sonra Berlin Anlaşmasının 15. maddesi gereğince Osmanlı Devleti’ne özerk olarak bağlanan Doğu Rumeli bölgesinde Bulgarlar anlaşma maddelerini hiçe sayarak 18 Eylül 1885’te Bulgaristan Prensliğiyle birleştiklerini ilan ettiler. Anlaşma gereğince bölgede asker bulundurma hakkı bulunduran Osmanlı devleti ise bu emrivakii kabullendi. Avrupa Devletleri de bu olayı kınamakla yetindiler. Balkanlarda gerilimi tırmandıran bu olayı diğer bölge ülkeleri kabul etmek istemediler. Sırplarla Bulgarlar arasında çatışmalar yaşandıysa da Bulgarlar galip geldi. Bunun üzerine Sırbistan ve Yunanistan da Osmanlı Devletinden bir şeyler koparmanın yollarını aramaya başladılar. Osmanlı devleti bu olaylar üzerine olayların Makedonya’ya sıçramaması için tedbirler almaya ve bölgedeki asker sayısını artırmaya başladı.

60

Bölgede dengenin değişmesine rağmen savaş çıkmaması Avrupa devletlerini memnun etmişti. Bu dönemde Avrupa basınında savaş çıkmadığı için bölge ülkeleri takdir ediliyor ancak Osmanlı devletinin yeni tavizler vermesi bekleniyordu. “Mademki Yunanistan iyi niyet gösterip savaş çıkarmadı, Yunan Kralı da Girit’e Kral yapılsın”(4 Şubat 1886) Bu tarihten itibaren Yunanistan sürekli gerginlik politikası takip etmeye başlamıştır. Diğer devletler zaman zaman ilişkileri gerse de daha sonra anlaşma yolunu tercihe etmiştir ancak Yunanlılar 1897’ye kadar sürekli savaş ve gerginlik politikası takip etmiştir. Fransız Le Figaro gazetesinde yayınlanan şu alıntılar bu durumu net bir şekilde gösterebilir: 49 “Yunanistan savaş ilanına hazır ve çekinmiyor.”(31 Mart 1886) “Başbakan Daliyannis: İstediğimiz sınırları elde etmedikçe silahlanmaktan vazgeçmeyeceğiz. Tek başımıza Türkiye’ye saldıracak kadar deli değiliz ama gerektiği kadar savaş düzeninde kalabiliriz ve daha uygun şartlarda eyleme geçmek için fırsat bekleriz.”(15 Mart 1886) “Yunanlılar üç aydır silâhaltında ama savaş ilan etmiyor. Türklerin başlamasını ve ilan etmesini bekliyorlar.”(17 Mart 1886) “Türkleri tahrik için Yunanlılar hudutta ateş açıyorlar. Yunanlılar ataları Homer’in kahramanları gibiler, savaşa girmeden önce düşmanları uzun süre kışkırtıyorlar, şu farkla ki 1886’lılar kaba küfürlerden fazlasına girişmiyorlar.”(12 Ekim 1886)

49

Koloğlu; a.g.e. s.252

61

Yunanistan’ın sürekli savaş ve gerginlik politikasıyla ne yapmak istediğini anlatan R. Marzac “Hellenler Ne İstiyorlar?” başlıklı yazısında bir Yunanlı diplomatın görüşlerini şöyle aktarmıştır: “Türkiye ile ilişkilerimiz iyi ama yeterince dostane değil. 4–5 milyon Yunanlı Sultan’ın hükmü altında ve zaman zaman şikâyetleri yükseliyor, bu feryatlar özgür Yunanlıları heyecanlandırıyor... Türkiye’nin bölüşülmesini önermiyoruz. Aksine Türkiye uzun süre hem Avrupa hem de Yunanistan için gerekli olacaktır. Bir gün Türk diplomatlara, ‘Türk olmasaydı icat etmek gerekirdi ve bazı şartlarda onların en sadık müttefikleri olurduk’ dedim. Nasıl olabileceğini sordular. ‘Türkiye hala Yunan vilayetlerini şu anda frensiz bir ihtiras içinde bulunan diğer Hıristiyan halkların mesela Bulgarların hırslarına ve saldırılarına karşı koruyor dedim. Şartlarımıza gelince, Türkiye bütün Yunanlı reayaya daha ılımlı davranacak, Girit’i ve Epir’i bize bırakacak... Aksi halde Girit’te daha kanlı olaylar beklenebilir.(24 Ekim 1893) 50 Yunanlılar bu politikayla hiçbir şey elde edemediler zira Avrupa Devletleri statükonun korunması konusunda uzlaşmağa başladılar. 1887 yılında AvusturyaMacaristan, İngiltere ve İtalya arasında Akdeniz Anlaşması imzalandı. Bölgede Fransa ve Rusya’nın çıkarlarını denetlemek ve statükoyu devam ettirmek için yapılan bu anlaşmadan 10 yıl sonra Avusturya-Macaristan bu kez Rusya ile benzer bir anlaşma imzaladı. Özellikle bölgede en etkin iki devletin böyle bir anlaşma imzalaması statükonun bir süre değişmeyeceğini göstermiş oldu. Bu anlaşmalar bu ülkelerin faaliyetlerini durdurdukları ve bölgeye karışmadıkları anlamına gelmemektedir. Statükoyu değiştirecek bir girişimde bulunmasalar da Avrupa Devletleri, Makedonya’yı bölge devletlerini ellerinde

50

Koloğlu; a.g.e. s.241

62

tutmalarının onları kendilerine bağımlı hale getirmenin bir aracı olarak kullanmaya ve bu durumdan kendi politikaları için istifade etmeye başladılar. Meselenin çözümüne yardımcı olmak üzere taraflar kendilerine başvurdukça, bunlar bölgeyi kendi çıkarları istikametinde kontrol etmenin de en iyi yolunu bulmuş oluyorlardı. 1888’de Girit ve Makedonya’da yaşanan olaylarla ilgili bir Yunanlı yetkili Fransız Le Figaro gazetesinde yayınlanan çelişkili demecinde şöyle konuşmaktadır: “Biz sadece kalkınmaya çalışan bir ulusuz ve Türklerin en yakın dostuyuz. Türkler ise Balkan halkları içinde en çok bize düşman. Girit ve Makedonya olaylarının sebebi Müslüman taassubudur. Makedonya’da Rusya, İngiltere, Romanya, Bulgaristan oynuyor, kabak hep Yunanlıların kafasına patlıyor.” 1880’li yıların sonundan itibaren Bulgar örgütleri organize çalışmaya başladılar. Özerklik yanlısı “Makedonya İç İhtilalci Örgütü” ve Bulgaristan’la birleşme yanlısı “Makedonya Dış İhtilalci Örgütü” bu dönemde kuruldu ve eylemler çoğaldı. Adlarından da anlaşılacağı üzere örgütlerden birincisi Makedonya’da ikincisi Bulgaristan içinde kurulmuştu. Bu gelişme üzerine Yunanlılar da Makedonya için “Milli Cemiyet” adıyla tek bir örgüt halinde çalışmaya başladılar. Dışardan destek bulmakta zorlanmayan bu örgüt 1897 savaşına kadar oldukça etkili çalışmış ancak savaştan sonra etkinliğini yitirmiştir.51 1890’da

Bâb-ı

âli’nin

üç

Bulgar

rahibinin

atanmasını

onaylaması

Yunanistan’da savaş havası yarattığı gibi Patrikhane, Osmanlı topraklarında ki yüzlerce kilisenin protesto amacıyla kapatılmasını istemiştir. Daha sonra da bu durumu hem Makedonya hem de Avrupa’da dini baskı olduğuna delil göstermeye çalışmıştır.

51

Tekeli İlhan-İlkin Selim; Cumhuriyetin Harcı, İstanbul; 2003, c.I s.42

63

1890’dan sonra Makedonya’da çete olayları o kadar yoğunlaştı ki Le Figaro 16 Şubat 1894 sayısında bir yorum şöyle yazıyordu; “Sekiz gündür Avrupa’nın doğusundan sansasyonel bir haber gelmemişti, ama şimdi kaybedilen zamanı kapatıyoruz.”52 Yunan basını da Yanya’daki çete faaliyetlerinin çokluğu nedeni ile göçlerin arttığından bahsederek Osmanlı Devletinden şikâyet ediyordu ancak göçlere kendi çetelerinin sebep olduğundan bahsetmiyordu elbette. Bütün bu propaganda ve kampanya Yunanlılara 1897’de Girit’i işgal ve Osmanlı Devleti ile savaş yapma cesaretini verecektir.

52

Koloğlu, a.g.e. s.256

64

E) 1897 TÜRK-YUNAN SAVAŞI

1- Savaşın Sebepleri

Girit meselesi bölümünde anlattığımız gibi 1894’ten itibaren çıkan olaylar sonucunda 1896 yılı Ağustos ayında Halepa Fermanını temel alan yeni düzenlemeler yapılarak adaya geniş bir muhtariyet verilmişti. Ancak hem Rumların artık geri dönülemez şekildeki Yunanistan’la birleşme arzuları, hem Yunanistan’ın ve artık Etnik-i Eterya adını almış olan Filiki Eterya örgütünün çalışmaları hem de yeni düzenlemelerin zamanında ve tam olarak uygulanamaması sebepleriyle olaylar durulmamıştı. Osmanlı Hükümeti Rumları memnun edemediği gibi Türklerin de kendilerini ihmal edilmiş hissetmelerine sebep olmuştu. Rumlara fazla ayrıcalık verildiği düşüncesi hakimdi. Ayrıca olaylar sırasında köylerden şehirlere göç etmek zorunda kalmış olan Türkler asayiş tam olarak sağlanamadığından ve köylerin çoğunun yakılıp yıkılmış olduğundan geri dönemiyorlardı. Hanya’da Müslüman halkın haklarına saygı gösterilmediği için silahlanması gerektiği şeklinde bildiriler bile dağıtıldığı olmuştu. Gerek Yunan basınında, gerekse Avrupa basınında devam eden Osmanlı aleyhtarı kampanya sonucunda Yunan kamuoyu büyük heyecan içindeydi. 1896’da Le Figaro gazetesinde Atina kaynaklı şu haberler yer alıyordu: 53 “Türk Hükümeti Yunanlıları koruyamadığı için Bulgar istilasına karşı Yunan çeteleri Türk topraklarında çalışıyor.”(27 Temmuz)

53

Koloğlu a.g.e. s. 242

65

“Heraklion’da Türk zulmü, Hıristiyanlar birçok Türk’ü öldürdü.”(8 Ağustos) “Makedonya’da Müslümanlar herkesi öldürüyor. Yunan çeteleri engellemeye çalışıyor.” (10 Ağustos) “Dört Hıristiyan kasabası, iki manastır ve iki rahip diri diri yakıldı.”(14 Ağustos) “Bir çete Yanya-Manastır arasında postayı ele geçirdi, Türkler Heraklion’da 300 evi yaktı.” (16 Ağustos) “Daily News’den: 300 redif Grotza kasabasını talan etti, 3 Hıristiyan öldürüldü.”(19 Ağustos) Atina kaynaklı bu haberlere ilaveten gönüllü Fransız muhabirleri de haberler gönderiyordu: “Alaşehir’deki Fransızlardan: Son İstanbul olaylarını görüşmek için Müslümanlar camide toplandı. Ermeni, Rum ve bütün Avrupalıları öldürme kararı alındı. Kadı’nın karşı çıkması sayesinde Avrupalıların hayatı kurtuldu. Ama yarın kıyım olmayacağını kim garanti edebilir.” (12 Ekim 1896) 1897 yılının ilk günlerinde olaylar tekrar büyüdü. Vali Berovitch artık yeni düzenlemelerle de bir şey yapılamayacağını bildirerek istifa etti ve hemen adayı terk etti. Kandiye’de başlayan isyan hızla Resmo’ya kadar ulaştı ve isyancılar Ada’nın Yunanistan’la birleşmesini ilan eden bildiriler yayınlamaya başladılar. Olaylar Hanya’ya kadar ulaşınca Avrupa devletleri kendi vatandaşlarını adadan tahliye etmeye başladı. Adadaki isyanın mevcut kuvvetlerle bastırılamadığını gören Osmanlı Hükümeti adaya Aydın vilayetinden 1000 asker göndermeye karar verdi.

66

Bu arada Estiye’de Rumların saldırılarına maruz kalan Türkleri kurtarmak için oraya giden Fuad adlı gemiye Yunan askerleri ateş açtı. Bu olay Yunanistan’ın olaylara fiilen müdahale ettiğini açıkça ortaya çıkarmış oldu. Bu durumu İstanbul’daki elçilere bildirerek Yunanistan’ın uyarılmasını isteyen Osmanlı Hükümeti’nin karşılaştığı tepki şaşkınlık ve umursamazlık oldu. Yunan kamuoyu da olaylar karşısında galeyana gelerek, Kral’ı ve Hükümeti yeterince aktif olmamakla suçlamaya başladı. Bunun üzerine Kral George Girit’e gönüllü ve silah gönderen derneklerin çalışmalarına bizzat öncülük etmeye başladı. Bu çalışma ile ilk etapta iki gemi Pire limanından gösterilerle uğurlandı. Yunanistan’dan çıkan gemiler Girit’te bulunan konsolosları telaşlandırdı. Ne yapmaları gerektiği hakkında Hükümetlerine danışan konsoloslar şu cevapla karşılaştılar: “Yunan gemileri karaya asker çıkarırsa ve karışıklık olursa kendi insanlarınızı ve konsolosluğunuzu korumak için elinizden geleni yapın.”54 Gemiler Hanya’ya ulaştığında ise konsoloslar devletlerine bunların Rum halkına yardım amacıyla geldiğini bildirdiler. Bunun üzerine Yunanlıların cesareti daha da arttı. Kral George, ülkesinde halen yeterince vatansever ve milliyetçi olmamakla suçlanıyordu. Danimarkalı olması sebebiyle bu özellikleri açıkça sorgulanıyordu. Avrupa devletlerinin kayıtsız tutumlarını gören Kral, kamuoyunu tatmin için oğlu Prens Georges’un komutasında Yunan donanmasından bir filoyu Girit’e göndermeye karar verdi. Kral bu kuvvetin, adaya gönderilen Osmanlı askerlerini engellemek için gönderileceğini açıkladı. Avrupalıların cılız tepkileri gemilerin yola çıkışını engelleyemedi.

54

Adıyeke; a.g.e s.162

67

Yunanlıları durdurmak için fazla bir şey yapmayan Avrupa devletleri, Osmanlı Devleti’ne başvurarak asker göndermesini engellemeye çalıştılar. Böylece Yunan filosunun gidiş sebebini ortadan kaldırmayı düşünüyorlardı. Fransa dışişleri bakanı Hanotoux bu konu hakkında İngiltere dışişleri bakanına gönderdiği telgrafta kaygılarını şöyle açıklamıştır: “Atina’da büyük bir kaynaşma var. Prens Georges Türk birliklerinin karaya çıkmasını engellemek için yoldadır. Büyük güçler bu teşebbüsün tehlikeli sonuçlar doğuracağına inanıyorlar. Bu düşüncelerin Londra kabinesi tarafından da paylaşıldığı inancındayım. Fransa’nın isteği böyle bir tehlike karşısında Avrupa’nın birleştiğini görmektir. Türk birlikleri karaya çıkarılmamıştır. Öte yandan Prens Georges’un yolculuğunun amacı sona erdiğine göre Kraliyet Hükümetini bu korkunç girişimden caydırabiliriz.” 55 Prens Georges komutanlığındaki gemiler Girit’e ulaştı ancak kimsenin karaya çıkmasına izin verilmedi. Avrupa devletleri bir savaş çıkmasına engel olmak istiyorlar fakat Yunanistan’ın ve Girit Rumlarının çıkarlarını savunuyorlardı. Çıkabilecek

bir

savaşta

Osmanlı

Devleti’nin

kazanacağını

bildikleri

için

Yunanistan’ı durdurmaya çalışırken, Osmanlı Devleti’nden Girit’in özerkliğini artıracak önlemler almasını istiyorlardı. Osmanlı Hükümeti büyük devletlerin isteklerini reddetmemeye çalışıyor, bazılarını kabul ederken bazılarını sürüncemeye bırakıyordu. Yunanistan’da heyecan had safhaya çıkmıştı. Prens Georges’in Girit’e çıkamaması üzerine Kral’ın yaverlerinden Albay Vassos komutasında bir birlik adaya gönderildi. Albaya verilen talimatlar şöyle denilmişti: “…Emrinizdeki

55

Adıyeke;a.g.e. s.164

68

kuvvetlerle uygun gördüğünüz yere çıkarsınız. Kral George adına adayı alırsınız. Orada bulunan Türkleri kovarak kaleleri ele geçirirsiniz. Bütün hareketlerinizi Yunan yasalarına uygun olarak yerine getiriniz ve böylece adanın işgalini ilan ediniz.” 56 13 Şubat 1897 de Albay Vassos Kolimbari bölgesinde karaya çıktı. Bu olaydan sonra adaya başka Yunan birlikleri de geldi ve birkaç gün içinde adadaki Yunan askeri sayısı binlerle ifade edilir oldu. Bu işgal Avrupa devletlerinin olaya bakışını değiştirdi. Yunanistan’ın bir ders alması gerektiğini düşünüyorlardı ancak “Doğu Sorunu”nun tekrar alevlenmesini ve kurdukları statükonun değişmesini istemiyorlardı. Avusturya ve Almanya’nın Osmanlı Devleti’nin müdahale hakkı olduğunu söylemelerine rağmen Avrupa devletleri önce ortak bir müdahale kararı aldılar. Hanya, Kandiye ve Resmo, Rus, Fransız, İngiliz, İtalyan ve Avusturyalı askerler tarafından işgal edildi. Avrupa devletlerinin bu hareketi de Yunanlıları durdurmaya yetmedi ve Albay Vassos kendi işgal harekâtına devam etti. Osmanlı Devleti de geçici olduğu söylense de bu durumdan memnun olmadı. Bu dönemde Girit Vali vekili olan İsmail Hakkı Bey İstanbul’a gönderdiği telgrafta Avrupalı askerlerin genel olarak ciddiyetsiz olduklarını ve Rumlara müsamahalı davranıp Müslümanlara baskı yaptığını belirtmekteydi. Devletlerin adadaki silahları toplama kararı sadece Müslümanlara yönelik uygulanmaktaydı ve bu durumu inkâr etmeye bile gerek görmeyerek bu yaptıklarını açıklamaya çalışıyorlardı. Girit’te bunlar yaşanırken Türk-Yunan sınırında iki taraf yığınak yapıyordu. Olayların öncüsü durumundaki Etnik-i Eterya kamuoyu desteğini de alarak Balkanlarda çete faaliyetlerini artırmış, Makedonya başta olmak üzere Hıristiyanları

56

Adıyeke; a.g.e. s.168

69

ayaklanmaya çağırıyordu. Fransız elçisinin 25 Şubat 1897 tarihli raporuna göre İstanbul’daki Rumları da etkiliyorlardı: “Girit olaylarından basında bahsedilmesinin yasaklanmasına rağmen (…) İstanbul’un Rumları ayaklanmanın heyecanlı öykülerini ve Yunan birliklerinin hareketlerini öğreniyorlar. Atina komitelerinin eylemsiz olmadıkları anlaşılıyor ve Bâb-ı âli’nin Yunan gazetelerinin ülkeye girmesini yasaklamasına rağmen özel muhabirler ve Yunan ajanları bütün Helenler arasında heyecanlı bir hareketliliği yaşatmayı başarıyorlar. Merkezi Atina’da bulunan Kral George nezdinde büyük etkinliği bulunan Milli savunma Cemiyeti’nin (herhalde Etnik-i Eterya), gerektiğinde Türkiye’deki bütün Rumları ayaklandırmak için İstanbul’a 30 bin Türk lirası gönderdiği söyleniyor. İstanbul Rumlarına son günlerde 1200 revolverin dağıtıldığı ve İzmir’deki tütün rejisi, kaçak tütün araştırırken, içinde 4 bin revolver bulunan balyalar ele geçirildiği haber veriliyor. Hiç kuşkusuz aynı şekilde gizli silah sokmalar başka yerlerde de yapılmaktadır. (…) Geçen Ramazan’ın 15’inde eğer Sultan Eski Saray’a karayoluyla gitseydi, geçeceği yol üzerinde dizilmiş olan Rumların büyük kısmının ona saldırmak için hazırlanmış olduklarını da güvenilir kaynaklar belirtti” 57 Avrupa devletleri 2 Mart tarihinde Yunanistan’a şu notayı ilettiler: “Büyük Devletler çatışmayı önlemek için girişimlerde bulunmuştur. Çatışmaların sürmesi Avrupa’nın huzurunu bozacaktır. Büyük Devletler şu iki madde üzerinde anlaşmışlardır: 1- Girit hiçbir şekilde Yunanistan’a bırakılmayacaktır.

57

Koloğlu Orhan; Abdülhamit Gerçeği, İstanbul; 2002, s.336

70

2- Girit’te Osmanlı İmparatorluğu yönetiminde bir muhtar idare kurulacaktır. Bunların gerçekleşmesi Yunan kuvvetlerinin geri çekilmesiyle mümkündür. Altı gün içinde bu kuvvetler geri çekilmezse Büyük Devletler hiçbir şekilde yumuşak tutum içinde olmayacaklardır.” 58 Yunan Hükümeti kamuoyu baskısının etkisinden kurtulamayarak, bu notaya olumsuz cevap vermiş ve Girit’te asayiş ve Hıristiyanların güvenliği için bulunduğunu bildirmiştir. Girit’i ilhak etme düşüncesini saklamayan Yunanlılar, Avrupa devletlerinin buna destek olmasalar bile hiç değilse hoşgörü göstermesini beklemişlerdir. Yunanistan’la aynı gün Osmanlı Devleti’ne de nota veren Avrupa devletleri şöyle demişlerdir: “Büyük Devletler huzur ve barışı sağlamak için ve Osmanlı hükümranlık haklarının korunduğunu görmek arzusunda olduklarından Girit’e silahlı olarak müdahalelerini gerektiren isyanı yatıştırmak ve Yunan kuvvetlerinin adadan gitmelerini sağlamak için gerekli araçları kullanmışlardır. 23/25 Ağustos 1896 tarihinde ilan edilmiş olan düzenlemede ortaya konan maddelerin uygulanmasında meydana gelen aksamalar nedeniyle bu düzenlemenin artık günün koşullarına yeterli olmadığı onaylanarak aşağıdaki noktaları karalaştırmışlardır: 1- Girit Adası şimdiki durumda asla Yunanistan’a ilhak edilmeyecektir. 2- Ada için devletler tarafından muhtariyet yönetimi düzenlenecektir. İki gün sonra bu notaya ek olarak iletilen notada şöyle deniliyordu: “Bu ayın ikisi tarihli notaya ek olarak Ada’da kurulması düşünülen muhtariyet yönetimi Osmanlı askerinin dereceli olarak sayısının azaltılmasını gerekli kıldığından, adadan

58

Adıyeke; a.g.e. s.174

71

Yunan askerinin çekilmesinin ardından Osmanlı askerinin Avrupalı askerlerin denetimindeki noktalarda toplanması için gerekli önlemlerin alınması uygun olur.” Osmanlı Hükümeti bu teklifleri bazı şartlarla benimseyerek görüşmeler yaptı ve anlaşmaya varıldı ama Yunanlıların anlaşmaya niyeti yoktu. Adanın iç kesimlerinde Albay Vassos harekâtına devam ediyordu. Büyük Devletler adayı abluka altına aldılar ve Yunan bayraklı hiçbir geminin yaklaşmasına izin vermediler. Yunan Hükümeti ve Etnik-i Eterya galeyana gelen halkın da etkisiyle Osmanlı sınırındaki faaliyetlerini artırdılar. Avrupa Devletleri 4 Nisan 1897’de iki tarafa bir nota vererek; “ilan-ı muhasama halinde sulh-ı umuminin ihlalinden dolayı tecavüzde bulunan tarafı mesul tutacaklarını ve harbin neticesi her ne olursa osun bundan hiçbir suretle istifade eylemesine müsaade etmeyeceklerini“59 bilirdiler. Bu uyarıya rağmen Yunanlılar her şeyi göze alarak saldırmaya karar verdiler. 9 Nisan 1897’de iki bin milis Yunan subayları komutasında sınırı aşarak Osmanlı askerlerine saldırdılar. Bu saldırıyı geri püskürten Osmanlı ordusu karşı saldırıya hemen geçmedi. Hükümet önce Avrupalı elçilere danıştı. Elçiler genel olarak savaştan kaçınılması yönünde tavsiyelerde bulundular. Sadece Avusturya elçisi açıkça Osmanlı Devleti’ni savaşa teşvik ederek şöyle dedi: “Eğer Yunanistan’la şimdi savaşmazsanız gelecekte de savaşma ihtimaliniz yoktur. Çünkü bir müddetten beri Sırbistan ve Karadağ ile aralarında ittifak yapılacağı söyleniyor. Bu ittifak gerçekleşirse Yunanistan’ın kuvveti artar. Durmayın, hemen harekete geçin.” 60 Sultan Abdülhamit ise savaşa girmek konusunda isteksizdi. Avusturya elçisinin sözleri ve hükümet üyelerinin savaş ilan edilmesini istemeleri üzerine: “Bu işte Yunanlılar alettir. Arkasından Rusya’nın çıkacağı muhakkaktır. Harbin 59 60

Türkgeldi; a.g.e. c.III s.74 Türkgeldi;a.g.e. c.III s.76

72

açılmasını isteyen Avusturyalılardır. Maksatları Balkanları karıştırarak neticeden kendileri istifade etmektir. Vükela işi iyi teemmül etsinler de âna göre karar versinler.” Padişahın bu sözlerinden sonra toplanan Hükümet oybirliğiyle savaşa karar verince Padişah’ta “mademki heyet-i vükela harbi kabul hususunda müttefiktirler ve selamet-i devleti o noktada görüyorlar ben de kendileriyle beraberim, Allah muvaffak etsin” demiş ve böylece 13 Nisan 1897’de savaş ilan edilmiştir. Savaş kararı alındığında Atina’daki Türk elçilik görevlileri çağrıldı ve İstanbul’daki Yunan elçiliği çalışanlarına da pasaportları verilerek ülkeden çıkarıldı. Bunun yanında Osmanlı ülkesi içinde bulunan tüm Yunan vatandaşlarının ülkeyi terk etmeleri için onbeş gün süre verildi. Limanlardaki Yunan bandıralı gemiler için de aynı karar verildi. Yunanistan’da bulunan Türk vatandaşlarının da yine onbeş gün içinde dönmeleri istendi. Atina’daki Türk elçilik görevlileri hemen çağırılmış olduğundan

orada

kalan

Osmanlı

vatandaşlarının

işlemleriyle

Alman

Büyükelçiliğinin ilgilenmesi kararlaştırılmıştı. Bütün bu işlemler için verilen süre yetmemiş, önce bir hafta sonra yine onbeş gün ek süre tanınmıştır. Savaş ilanı ve sınırdışı kararı üzerine İstanbul’daki Yunan elçiliğinde toplanan pek çok Yunanlı tüccar; o sırada ülkede 80 bin Yunan uyruklu bulunduğunu ve bunların ihraç edilmesinin büyük zarara sebep olacağını bildirmişlerdir. Ancak olayların bu şekilde gelişmesinin kendi Hükümetlerinin suçu olduğunu ve Osmanlı Hükümeti’ni haklı bulduklarını da ilave etmişlerdir.61

61

Sürgevil Sabri; 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı Ve İzmir, III. Askeri Tarih Semineri Bildirileri, Ankara; 1986, s. 301

73

Bu karardan etkilenmemek için bazı Yunanlıların Osmanlı uyruğuna geçmesi üzerine Yunanistan söylentiler çıkararak vatandaşlığa geçişte Osmanlı Devleti’nin yüklü miktarda para istediği yalanını ortaya atmışlardır. Hükümetin kararlı bir şekilde Yunanlıları sınırdışı etmesi, onlarla ortak ticaret yapan İngilizleri çok rahatsız etmiş ve İngilizler İzmir limanına iki adet savaş gemisiyle gelerek Aydın valisini korkutarak bölgede bu işlemi durdurmasını istemişlerdir. Bu yaptıkları işe yaramayınca İzmir’deki İngiliz konsolosluğu 20 gün içinde 2626 pasaport ve kimlik belgesi hazırlayarak Yunanlıları İngiliz vatandaşlığına geçirmiştir.62 Osmanlı

Devleti’nin

23

Mayısa

kadar

süren

sınırdışı

işlemleri

Yunanistan’dan karşılık görmemiştir. Yunanistan’da Osmanlı tebaasının azlığı ve Osmanlı Devleti’nin onları çağırmış olmasının yanı sıra Yunan Devleti anlaşıldığı kadarıyla bu işe vakit ayıramamıştır. Osmanlı Devleti savaş için seferberlik ilan ettiğinde halktan büyük destek görmüştür. İzmir’de yayınlanan Ahenk gazetesinde “İzmir taburlarıyla Ordu-yu Hümayun’a sevk olunmak üzere gönüllü kayıt ve kabullerini isteyenler”, “Fırka kumandanlığına yapılan başvurular”, “İzmir’den Selanik’e gitmek üzere ayrılan Mesajeri kumpanyasına ait bir vapur ile memleketlerinde gönüllü kayıt olmak üzere Selanik’e giden dilâverler” başlıklarıyla haberler yayınlanmaktaydı. Redif taburları toplandığında hepsinin moralinin yüksek olduğu ve zaferden emin oldukları da gazetelere yansımıştı. Hatta pek çok gönüllü kendileri gidene kadar savaşın biteceğine inanıyorlardı. Bir askere bu durum hatırlatıldığında “zaten biz Atina’ya Kurban Bayramı Namazını kılmaya gidiyoruz” dediği yine aynı gazetede yer almaktaydı. 62

Sürgevil; a.g.e. s.304

74

Bunların yanı sıra Yunan ordusunda savaşmaya giden gönüllüler de vardı elbette. İngiliz ve İtalyanlardan başka Osmanlı tebaası Rumlardan da Yunan ordusuna katılanlar olmuştu. Bunlardan esir alınanlar Divan-ı Harp kararıyla kurşuna dizildiler. Bu konuda Ahenk gazetesinde “kurşuna dizilenler arasında İzmirli çend nefer nankör dahi varmış” ifadesine rastlıyoruz.

2- Savaş

İki ülkenin de Girit’e ciddi miktarda asker ve mühimmat gönderecek imkânları olmaması ve Avrupa Devletlerinin adaya abluka uygulaması sebebiyle temelde Girit meselesinden kaynaklanan savaş Teselya ve Epir’de gerçekleşmiştir. 192 tabur asker ve 350 toptan oluşan Osmanlı kuvvetlerinin başında Müşir Ethem Paşa vardı. Yunan ordusu ise yaklaşık 40 bin askerden meydana geliyordu ve ordunun başında Kral’ın kardeşi Konstantin vardı.63 Osmanlı kuvvetleri belirgin bir şekilde üstün olmasına rağmen bazı yabancı gözlemciler Yunan ordusunun dağlık arazide uzun süre direnebileceklerini düşünüyorlardı. Ayrıca Osmanlı Devleti savaş ilan edene kadar geçen günlerde Yunanlılar bazı başarılar elde etmişti. Savaş ilanının ertesi günü Osmanlı ordusu taarruza geçerek Milona geçidini ele geçirdi. Daha sonra bir hafta süren çatışmaların ardından 25 Nisanda Yenişehir, 26 Nisanda Tırhala ele geçirildi. Böylece Türk kuvvetleri Yunanlıların ele geçirdiği yerleri geri aldığı gibi Yunanistan içlerine ilerlemeye başladı.

63

Karal; a.g.e. c.VIII s.117. Asker sayıları hakkında farklı kaynaklarda farklı sayılar vardır. Osmanlı Erkan-ı Harbiye’si tarafından yazılan bir kaynakta Yunan ordusu 26 bin asker, 2 bin subay ve 120 topa sahiptir. İkdam gazetesinin 30–31 Mart 1313 nüshalarında Osmanlı ordusu 113 bin piyade, 27 bin süvari ve 282 kıta topa sahiptir. Daily News gazetesi de Yunan ordusunun toplam mevcudunu 82.125 olarak duyurmuştur.

75

Yunan ordusu kuvvetlerini birleştirerek Dömeke müstahkem mevkiine çekildi. Bunun üzerine Ethem Paşa da orduları bu bölgeye yönlendirdi. Savaşın kaderi 17 Mayıs’ta Dömeke’de yapılan meydan muharebesi ile belirlendi ve Osmanlı ordusu kesin bir zafer kazandı. Bu savaşın ardından Osmanlı ordusunu oluşturan birlikler arasında düşman kalmadığı gibi Atina yolu da açılmış oldu. Bu aşamada Avrupa devletleri, Yunanistan’ın yeterince ders aldığını düşünmüş olacaklar ki, barış çağrıları yapmaya başladılar. Rus Çarı, Padişah II. Abdülhamit’e şahsi bir mesaj göndererek harekâtı durdurmasını istedi. Bu isteğe Padişah’ın olumlu cevap vermesiyle 20 Mayıs 1897’de ateşkes imzalandı. Avrupa basını her zaman olduğu gibi kendi hükümetlerinin fikirleriyle paralel yayınlar yaptılar. Savaş çıkmasında Yunanistan’ın suçlu olduğu konusunda neredeyse hemfikirdiler. Yunan ordusunun kısa sürede dağılması da alay konusu olmuştu: “Ateşli, mert, kuşkusuz cesur ama hayallerle beslenen ve lafa önem veren bir halk; heyecanın ordu yerine geçebileceğini ve halkın zafer garantisi olduğunu sanıyorlar. Yunanlıları kırmak istemem ama onlarında Marsilyalıları (palavracıları anlamına) var. Dün akşam, ordu daha kuvvetli olan ikinci cepheye yerleşmek için birinciden çekildi demiyorlar mıydı?... Eskiden barış istiyorsan savaşa hazır ol denirdi. Bu durumda şöyle değiştirmek gerekecek galiba: Zafer istiyorsan yenilgiye hazır ol.”64 Savaşı Türk ordusu saflarında yirmi gazeteci ve on askeri ataşe takip etmiş ve olumlu izlenimler aktarmışlardır. Ancak savaşın kısa sürmesi sonucu bunlar yeterince etkili olamamıştır. Savaş biterken; “Hıristiyanların yeniden Müslüman bağnazlığına terk edilemeyeceği” ve “Şımaran Türk’ün haddinin bildirilmesi gerektiği” gibi yazılar çoğalmıştır.

64

Koloğlu Orhan; Avrupa kıskacında Abdülhamit, İstanbul; 1998, s.244

76

Osmanlı Devleti’nin kazandığı son savaş olarak tarihe geçen 1897 savaşı halk üzerinde 93 harbinin sebep olduğu moral çöküntüsünü bir ölçüde gidermiştir. Osmanlı ordusu Yenişehir, Tırhala gibi 1881’de verilen yeleri ele geçirildiğinde yazılan şiirlerde bu durum görülebilir: Padişah evladı, sadık, kahraman ünvanlılar Haydari satvet halim-i haslet gaza meydanlılar Can feda eyler vatan uğrunda âli şanlılar Aldı savletle Yenişehri yine Osmanlılar İşte tarih-i selef işte vukuat-ı hazar Böyle az bir müddet içre hâsıl olmuş mu zafer Padişah-ı dîne ruh-ı Mustafa yardım eder Aldı savletle Yenişehri yine Osmanlılar Düşmanın ef’alidir masum yemek sırtlan gibi Çıkdılar karşısına Osmanlılar aslan gibi Görmedim âlemde salim böyle bir ilan gibi Aldı savletle Yenişehri yine Osmanlılar 65 Buna benzer pek çok şiir ve yazı, halkın kendine ve devletine olan güvenine vurgu yaptığı gibi artık Gazi unvanıyla anılan Padişah II. Abdülhamit’in de itibarını yükseltmiştir. Bu savaş aynı zamanda, Alman komutanları tarafından eğitilen ordunun güçlü hale geldiğini göstermiş ve İmparatorlukta Alman nüfuzunun artmasına sebep olmuştur. Bu zafer ve arkasından yaşanan coşkuya rağmen Osmanlı Devleti barış anlaşmasında istediklerini elde edememiştir. İstediği toprakları almasına Avrupa

65

Kodaman Bayram; 1897 Türk-Yunan Savaşı (Teselya Tarihi), Ankara; 1993 s.21

77

devletleri engel olmuş ve sadece sınırda stratejik öneme sahip bazı noktaları alabilmiştir. Savaş tazminatı olarak 10 milyon lira istenmiş fakat İngiltere müdahale ederek Yunanistan’ın bunu ödeyecek gücü olmadığını söylemiştir. Sonuçta İngiltere 4 milyon liraya kefil olduğunu söyleyince bu miktarda anlaşılmıştır.

78

F) 1876–1900 ARASI TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİNE GENEL BAKIŞ

1875 yılında maliyesi iflas eden Osmanlı devleti 1876 yılında iktidar sorunları yaşamış ve Sırbistan ve Karadağ devletleriyle savaşa girmiştir. II. Abdülhamit’in Padişahlığının başlaması, Meşrutiyet’in ilanı ve Düyun-ı Umumiye idarelerinin kurulmasıyla eski sorunları halledip yeni sorunlarla uğraşmaya başlamıştır. 1877 yılında başlayan Osmanlı-Rus savaşı ise bütün bunalımları derinleştiren bir felaket olmuştur. Osmanlı-Rus savaşı sırasında tarafsız kalan Yunanistan, savaşın bitimiyle beraber diplomatik çabalarla Osmanlı Devleti’nden Teselya ve Narda’yı almayı başarmış daha sonra da Girit ve Makedonya’yı ele geçirmek üzere faaliyetlerine devam etmiştir. Her iki amaç için de benzer yöntemleri kullanan Yunanlılar, bir yandan kiliseler ve okullar aracılığıyla buralarda yaşayan halklar arasında propaganda faaliyetlerinde bulunmuş ve yandaşlarını örgütlemiş, bir yandan da isyancılık ve çete faaliyetleriyle

Avrupa

devletlerinin

ve

kamuoylarının

dikkatlerini

çekmeye

çalışmıştır. Avrupa’nın çeşitli yerlerinde yaşayan Yunanlıların da desteğiyle hem bu faaliyetleri için mali kaynak bulmuşlar hem de Avrupa basınını ve kamuoyunu yönlendirmişlerdir. Devlet olarak Osmanlı-Yunan ilişkileri dönemin başlarında inişli çıkışlı bir seyir izlerken, 1885 yılında Doğu Rumeli’nin Bulgaristan’la birleşmesinden sonra ilişkiler sürekli gergin olmuştur. Bu durumu Avrupa basınından yapılan şu alıntılardan görebiliyoruz:

79

“Seçimlerde başbakan Trikupis, muhalefetin aşırı Pan hellenci kampanyasıyla mücadele ettiği için kaybetti. Muhalefet lideri Deliyannis’in Türkiye’ye savaş ilanı, Girit’in alınması ve benzeri maskaralıkları ileri sürmediği hafta olmadı.”(29 Ekim 1890) Yunanlıların tahrik edici ve saldırgan durumlarını neredeyse normal bir şeymiş gibi gösteren Avrupa basını, yaşanan çeşitli olayları anlatırken de elbette onların tarafını tutmaktadır: “Eğer Müslüman öldürüldüyse ve köyleri yakıldıysa kendi davranışının bedelidir.” (12 Şubat 1889) 66 Bu ifade genel bakış açısını gayet net bir şekilde ortaya koymaktadır. Eğer Hıristiyan ölürse zulüm ve cinayet, Müslüman ölürse kendi hatasının bedelidir. Her şeye rağmen Avrupa Devletleri savaş istemediği için Osmanlı Devleti’ni çeşitli baskılarla taviz vermeye zorlamışlardır. Avrupa gazeteleri de devletlerin bu politikasına uygun yayınlar yapmışlardır. “Yunanlılar açıkgöz, Avrupa barışını kurtarması karşılığında Türkiye’nin toprak vermesini istiyor, aksi halde savaş ilan edecekler. Türkiye vurdumduymaz ve kaderci, barış içinde kalmak için bir tüy daha feda etmekten çekinmeyecektir.” (17 Mart 1886) “Yunanistan savaş ilanına hazır, herkes gerginlik içinde, sadece Türkiye mütevazı ve itaatkâr.”(31 Mart 1886) 67 Bu durum Yunan siyasetçilerinin tercihidir. Zira Osmanlı yönetimi bu dönemde bir denge politikası takip etmeye ve çatışmadan kaçınmaya çalışmıştır. Avrupa Devletleri’nin bu duruma hoşgörüyle yaklaşması Yunanlıların aşırı tepkiler 66 67

Koloğlu Orhan, a.g.e s.239 Koloğlu; a.g.e. s.241

80

vermesine sebep olmuş ve bir süre sonra Avrupa Devletleri de Yunanlıları kontrol edemez hale gelmişlerdir. Bu durumun sonucu ise Türk-Yunan savaşı olmuştur. Ancak bu savaştan sonra ilişkiler yeniden inişli çıkışlı normal sayılabilecek bir hal almıştır. Bu iki temel mesele haricinde Türk-Yunan ilişkilerinde Ermeni meselesi diplomatik sorunlara sebep olmuştur. Doğu Anadolu’da bir Ermeni devleti kurmak için çalışan Hınçak Komitesi’nin Atina’yı merkez edinmesi ve Ermenilerin Yunanistan’da pek çok faaliyette bulunması, 1890’dan sonra Türk-Yunan ilişkilerinde gerginliklere sebep olmuş ve Osmanlı Hükümeti diplomatik girişimlerle bu faaliyetleri engellemeye çalışmıştır.68 İlişkilerde devletlerin tutumları ne olursa olsun bu dönem boyunca statükonun korunduğu söylenebilir. Yani Avrupa devletlerinin Berlin Anlaşmasından sonra kurulan statükonun korunması politikası arada bir savaş yaşanmasına rağmen başarılı olmuştur.

68

B.O.A. HR.SYS. Dosya No:2778 Gömlek No:25 17/08/1892, Dosya No:2778 Gömlek No:26 29/08/1892, Dosya No:2778 Gömlek No: 30 13/03/1893…

81

III. BÖLÜM

1900 YILINDAN SONRA TÜRK YUNAN İLİŞKİLERİ

A) 1897 SAVAŞI SONRASINDA GİRİT

Yunanistan savaşta büyük bir yenilgi almasına rağmen büyük devletlerin desteği sayesinde fazla bir şey kaybetmemişti. Ayrıca bu yenilgi içlerindeki megali idea ateşini de söndürmedi. Balkanlardaki faaliyetlerini bir süre için durduran Yunanlılar Girit’teki faaliyetlerine devam ettiler. Her ne kadar Albay Vassos ve askerleri çekilmiş ve Girit’i ilhak kararından vazgeçildiği açıklanmış olsa da gizli cemiyetler ve adadaki Rumlar her türlü eyleme devam ediyordu. Adada güvenliği sağlama işini üstlenerek adaya asker çıkarmış olan büyük devletlerin tek kayda değer faaliyeti Müslümanların silahlarını toplamak olmuştu. 1897 yaz aylarına gelindiğinde Avrupalı askerlerin güvenliği sağlayamadıkları açıkça görülüyordu. Osmanlı Devleti adaya asker göndermek istedi ancak devletler buna müsaade etmeyerek ve adadaki olayları umursamayarak, önceden söz verilmiş olan muhtariyet idaresinin kurulması çalışmalarına başladılar. Çalışmalar üç koldan devam etmekteydi. Osmanlı Hükümeti bir komisyon kurarak teklifler hazırlarken, büyük devletler İstanbul elçilerine yetki vererek kendi tekliflerini hazırlıyordu. Girit’te ise ada meclisi toplanmış muhtariyeti tartışıyordu. Ancak Girit’teki tartışma farklıydı; çünkü bazı kişiler muhtariyeti savunurken, bazıları Yunanistan’a katılma dışında hiçbir şeyi kabul etmeye yanaşmıyordu. 82

Sonuçta 18 Aralık 1897’de “Girit Vilayeti Muhtariyet İdaresi Teşkilatına Dair Nizamname” kabul edildi. 26 maddeden oluşan bu nizamnamenin önemli maddeleri şunlardır: Madde 1- Girit adası, Osmanlı Hükümetinin siyasi ve askeri egemenliği altında muhtar bir vilayettir. Madde 2- Adada Hıristiyan bir vali beş sene için devletlerin onayıyla Bâb-ı âli’den tayin edilecek ve valinin biri İslam diğeri Hıristiyan Giritli iki müşaviri bulunacaktır. Madde 5- Adliyenin düzenlenmesi özel bir nizamname ile sağlanacaktır. Madde 6- Vilayette jandarma heyeti özel bir nizamname ile düzenlenecektir. Madde 7- Mahalli vergilerin tümü vilayet mal sandığına ait olup, Girit hazineye yıllık belirli bir miktar vergi ödeyecektir. Madde 9- İki yılda bir meclis toplanacak ve vilayete ait kanunları düzenleyerek Bâb-ı âli’nin onayına sunacaktır. Madde 10- Vilayetin resmi parası devletin parası olduğu gibi bayrağı da devletin sancağıdır. Madde 15- Bu nizamnamenin yayınından sonra Müslümanların şahsi ve medeni hakları güvence altına alınacaktır.69 Muhtariyetin ilanı adada sevinç gösterileriyle kutlandı. Çünkü Rumlar bunu Yunanistan’a ilhak yolunda bir adım olarak kabul ediyorlardı. Bu yönetimin uygulanmasında tüm yetki ve sorumluluk adada bulunan müttefik devlet amirallerine aitti. Bir süre sonra devletler, amirallerin geçiş dönemi için bir “icra komitesi”

69

Adıyeke; a.g.e. s.198

83

oluşturacağını bildirdi. Osmanlı Hükümeti vali tayininde kimin seçileceğini düşünürken ada halkı içinden bir icra komitesi kurulacağını öğrenince itiraz etti ancak artık boşunaydı. Geçici yönetimin esaslarını belirleyen nizamname Ağustos 1898’de yürürlüğe kondu ve icra komitesi ilk iş olarak, aşar vergisinin kendileri tarafından toplanılması için amirallere başvurdu. Kendi hükümetlerinden olumlu cevap alan amiraller komiteye olumlu cevap verdiler. Osmanlı Devleti vergi toplama yetkisinin yerel yönetime devredilmesini protesto etti. 6 Eylül günü Kandiye’de vergi toplama yetkisini devralmak üzere bir İngiliz birliği Osmanlı memurlarının görev yaptığı vergi dairesine gelince, memurların ve Müslüman halkın direnişi ile karşılaştı. Askerlerin silah kullanması üzerine toplanan halk askerlere saldırdı. Bütün şehirde çatışma ve yangın çıktı ve çok sayıda kişi öldü. Bu olaydan önce de adadaki geçici yönetim, Osmanlı asker ve memurlarının adayı terk etmesini istemişti. Olaylardan sonra devletlerin adadaki temsilcileri de hükümetlerinden bunu talep ettiler. Olaylardan önce Osmanlı asker sayısının azaltılması için taleplerde bulunmuş olan devletler, olaylardan bir ay sonra adadaki askerlerin çekilmesi için ültimatom verdi. Ültimatomu kabul eden Osmanlı devleti Kasım ayına kadar adadaki askerleri çekti. Bu olaydan sonra adadaki Türkler de adayı terk etmeye başladı. Geçici idare zamanında adadaki Osmanlı varlığı silindikten sonra sıra adaya vali tayinine gelmişti. Avrupa devletlerinin özellikle erteledikleri anlaşılan vali tayini meselesi Osmanlı Devleti’nin adadaki haklarının nasıl hiçe sayıldığının bir göstergesidir. Osmanlı Devleti ısrarla kendi tebaası olan bir Hıristiyan vali tayin edilmesini istese de Avrupa devletleri Osmanlı Devleti’ni hiç işe karıştırmadılar. Her

84

durumda adadaki hükümranlık haklarının korunacağını garanti etmelerine rağmen Osmanlı Devleti’ne sadece bir karar alındığında haber vermekle yetiniyorlardı. Vali tayininde de böyle oldu. Osmanlı Devleti’nin söylenti olarak duyduğu ve endişelendiği olay gerçekleşti. Yunan Kralı’nın oğlu Prens Georges yüksek komiser unvanıyla adaya tayin edildi. Muhtar bir bölgenin valisinin sahip olduğu yetkiye sahip olmasına rağmen formalite icabı vali unvanı kullanılmıyordu. Prensin 21 Aralık 1898’de adaya gelmesiyle yeni dönem başlamış oldu. Prens Georges’un tayini hakkında Padişah II. Abdülhamit hatıralarında şöyle yazmıştır: “Yunan Prensi Georges’un Girit adasına vali tayin edilmesine, hiç gönlüm istemeyerek muvafakat etmeye mecbur oldum. Başka ne yapabilirdim ki Rusya ile İngiltere, namzedi desteklemekte anlaşmış vaziyetteydiler. Rusya’nın

siyasi

menfaatleri

mevzubahis

olunca,

Çar’ın

şahsi

sempatilerinden vazgeçmesi beklenebilir. Fakat bu vaziyette açıkça görülmektedir ki Rus politikasıyla, Çar’ın hayatını kurtardığı için medyun olduğu ve dost edindiği adamın menfaati birleşmiştir. Fransa’nın bu hususta hususi hiçbir fikri yoktur; fakat her zamanki gibi Rusya’ya ayak uydurmaktadır. Avusturya ile İtalya tarafsıdırlar. İngiltere ise cenup sahillerine olan arzusunu, günden güne daha fazla belli etmektedir ve herhalde bugünkü tutumuna mükâfat olarak isteyecektir. Şimdilik Teselya’daki muvaffakiyetimiz Girit’teki hâkimiyetimizi temin etmektedir. Fakat İstanbul’un oraya çok uzak olmasına mukabil Atina pek yakındır ve adadaki isyan hareketleri Atina’dan gelmektedir. Çok yakında yeni şikâyetlerin başlayacağı muhakkaktır. Eğer Yunanistan’la birleşmeyi başarırlarsa, hiç şüphesiz bir gün bizim idaremizi arayacaklardır. Bize pek çok kana mâl olan bu güzel adayı, sonunda bizden koparacaklardır.

85

Benim eski projemi tatbik mevkiine koymak menfaatimize daha uygun olurdu. Teselya’yı yeni bir hudut tashihiyle tam olarak temin edebilmek için Girit’i Yunanlılara feda etmeyi düşünmüştüm. Bu fikrime Fransa muvafakat etmedi. İngiltere ise protesto etti. Fakat birkaç sene sonra, aleyhimize olmak üzere, tashihat yapmaya zorladılar.”70 3 yıl süreyle görevlendirilen Prens döneminde adanın anayasası hazırlandı. Adada bir müddet asayiş sağlandı. Ancak dönemin sonuna doğru durum yeniden gerginleşti. Görev süresinin uzatılmasını ve adanın Yunanistan’la birleşmesini talep eden Prens büyük devletlerden red cevabı aldı. Bu esnada Girit Meclisi de Yunanistan’la birleşme kararı aldı. Devletler bunu da reddederek statükonun korunması görüşünde olduklarını bildirdiler. Böylece Prens Georges’in görev süresinin uzatılmasına karar verildi. Fakat bu durum ada içinde muhalefete sebep oldu. Prens’i diktatörlükle suçlayan Venizelos liderliğindeki muhalefet fanatik bazı unsurların da katılımıyla büyüdü ve 1905 yılında isyan çıkmasına sebep oldu. Bu dönemde Osmanlı Devleti olaylara seyirci konumundaydı. Adaya müdahale edecek gücü yoktu ve diplomatik çabaları da sonuçsuz kalıyordu. Atina’daki Osmanlı elçisi bir telgrafında şöyle diyordu: “Adada Prens Georges’un yönetimine karşı hoşnutsuzluk giderek artmış ve muhalifleri seçimlerin yaklaşması nedeniyle silahlı olarak gösterilere başlamıştır. Bunların başında Venizelos, Fomis ve Marusi adlı kişiler vardır. İkibin göstericinin adanın Yunanistan’a ilhakı talebini devletlere iletecek bir kararı imza etmek üzere toplandıkları ve cevap almadıkça dağılamayacakları anlaşılmıştır. Mahalli hükümet durumu yatıştırmak için gerekli

70

Sultan Abdülhamit; Siyasi Hatıratım, İstanbul; 1987, s.92

86

tedbirleri almıştır. Öte yandan Prensin idaresinden doğan hoşnutsuzluğun adanın ilhakı talebine dönmesi gariptir. Acaba bu işte Prens’in parmağı var mıdır? Bu günlerde Girit’te gelişen olaylardan hükümet-i seniyyenin uzak durmaması gerektiği inancındayım”71 Osmanlı Devleti’ni kaygılandıran şey isyan bahanesiyle Yunanistan’ın adaya asker sevk etmesi ihtimaliydi. Bununla ilgili büyük devletlere başvuruldu. Diğer mesele ise adadaki Müslümanların durumuydu. Adadaki Müslümanlar olaylar başladığında Prens’e ve konsoloslara başvurarak korunma istediler. Müslümanlarla hiç ilgisi olmayan olaylarda onların bu duruma düşmesini Venizelos şöyle anlatmıştır: “1905 yılında alışılagelmiş Girit ayaklanmaları yeniden baş gösterdi. Bu karışıklıklar kesinlikle Müslümanlara yönelik değil, Prens Georges’a yönelikti. Ancak eski bir alışkanlık gereği Müslümanlara karşı cinayetlere dönüştü.”72 Bu olaylardan sonra yapılan seçimde Prens yanlıları seçimi kazanmıştı. Ancak yine de Prens’in yerine bir başkasının tayini düşünülmeye başlanmıştı. Nihayet 1906 yılı Eylül ayında Prens Georges istifa etti ve eski Yunanistan başbakanlarından Zaimis yüksek komiser olarak atandı. İlk iş olarak yeni bir anayasa hazırlarken, adada güvenliği sağlamak için milis kuvvetlerin kurulması hızlandırıldı. Çünkü bu dönemde büyük devletler adadaki askerlerini çekme kararı almıştı. 1908 yılında başlayan çekilme bir yıl sürdü. Osmanlı Devleti’nde bu sırada meşrutiyet ilan edilmişti. Meşrutiyetle beraber Bulgaristan’ın bağımsızlık ilanı, Bosna-Hersek’in Avusturya tarafından ilhakı gerçekleşince Giritliler bir kez daha adanın Yunanistan’la birleşmesini açıkladılar. Bir kez daha büyük devletler uygun görmediği için bu karar kabul edilmedi 71 72

Adıyeke; a.g.e. s.217 Adıyeke; a.g.e. s.218

87

1910 yılında Venizelos Yunan parlamento seçimlerinde aday oldu. Büyük tepki almasın rağmen vazgeçmedi ve Girit meclisindeki görevinden istifa etmek pahasına Yunan meclisine girdi ve hatta başbakan oldu. 1911’de görev süresi dolan Zaimis’in süresi uzatılsın mı, yoksa yerine başkası mı tayin edilsin tartışması yapılırken Girit meclisi genel bütçeden komiserlik bütçesini çıkardı ve Yunanistan’a gitmiş olan Zaimis’in dönüşü engellendi. Artık yönetimde fiilen Yunanistan’a bağlanmış gibiydi. 1912 seçimlerinde bu kez Girit’ten 40 aday Yunan meclisine gönderildi ki bu olay Balkan savaşının sebeplerinden birini teşkil etmiştir. Girit adası I. Balkan savaşı sonrasında yapılan Londra konferansında Büyük devletlerin himayesine bırakılarak Osmanlı yönetiminden çıkmıştır. (30 Mayıs 1913) Bu olaydan yedi ay sonra 14 Aralık 1913’te Yunan Kralı adanın Yunanistan’a ilhakını ilan etmiştir.

88

B) 1897 SAVAŞINDAN SONRA MAKEDONYA

Yunanistan savaşta aldığı ağır yenilgiye rağmen megali idea’dan vazgeçmemiştir ancak önceki bölümde belirttiğimiz üzere bir süre faaliyetlerini Girit’e yönlendirmiştir. Osmanlı ordularının savaşta dağıttığı çeteler 1900 yılından itibaren yeniden görülmeye başlamıştır denilebilir. Makedonya’da hem Bulgaristan’ın hem Sırbistan’ın faaliyetlerini artırdığı bu dönemde Yunan çeteleri de yeniden ortaya çıkmıştır. Makedonya meselesi 1900 yılından sonra eskisinden de kötü bir hale gelmiş ve şiddet hiç durmamıştır. Avrupa devletleri bu dönemde Osmanlı Devleti’ni bir reform yapmak konusunda daha çok sıkıştırmaya başlamışlardır. 1902 yılında Osmanlı Hükümeti yeni reformlar için çalışmalara başlar. Eylül ayında çıkan Cuma-i Bâlâ ayaklanması bütün dikkatleri Makedonya’ya çeker. Bâb-ı âli dış müdahaleye fırsat vermemek için Hüseyin Hilmi Paşa’yı Genel Müfettiş unvanıyla bölgeye vali tayin eder ve “Rumeli Vilayetleri Hakkında Talimatname” yürürlüğe konur.73 Bu talimatnameyle jandarmanın hem Müslüman hem Hıristiyanlardan oluşması ve vilayetlerin kendi bütçeleri olması kayda bağlanmış ve bu özerklik taraftarlarını memnun etmiştir. Fakat bu iyi niyetli girişimler de başarısız olmuştur. Ülkenin genel olarak içinde bulunduğu ekonomik sorunlar kendini burada da göstermiştir. Eskiden bütçenin açıklarını kapatacak kadar zengin olan Makedonya bölgesi, asayiş bozukluğu sebebiyle fakirleşmiş, bölgede çok sayıda asker ve jandarma bulundurma mecburiyeti de devlet için ek bir yük haline gelmiştir.

73

Beydilli; a.g.e. s.86

89

1900’lerin başında bölgede şiddet normal bir şey halini almıştır. Net bir hedef olmadan sırf olay çıkarmak için eylemler sürüp gitmiştir. Times gazetesinin bir muhabiri bu durumu şöyle aktarmaktadır: “Olayların bir düzenliliği yok. Ayaklananlar sadece şiddeti sürdürmek istiyor ve bunun büyük devletlerin bir müdahalesini ve bir yeni hükümet kurulmasını sağlayacağını umut ediyorlar.”(6 Eylül 1903) Osmanlı Devleti bu durumdayken Yunanlılar, Makedonya’nın güney kesimlerinde fazlasıyla etkili hale gelmiştir.1897 savaşının etkilerinden kurtulan ve yeniden örgütlenen Yunanlılar özellikle şehirlerde orta ve üst tabakadan Rumların üye olduğu iç komitelerini kurmuşlardır. Bulgarların iç örgütüne nazaran çok daha zengin olan Yunan örgütü bu sayede daha fazla eleman temin edebiliyordu. Hatta Yunan komitelerine hizmet eden yahut Rum çetelerinde Rumlarla beraber savaşan Müslümanlar bile mevcuttu. Bu durumun tek sebebi para veya propaganda değildir elbette. Rum çeteleri Makedonya’da Müslümanlardan çok Bulgarlara ve diğer halklara karşı savaşmıştır. Makedonya’da nüfusu az olduğu için Rumlar Helenizm davası için Osmanlı Devleti’nin yardımına ihtiyaç duymuşlar, Osmanlı Devleti de Bulgarlara karşı savaştıkları için onlara müsamaha göstermiştir. Times gazetesinin Yunanlıları Türk kuvvetlerine yardımcı olmakla suçlaması(!) bu duruma örnektir. Yunan Başbakanı Rallis bu suçlamaya cevaben “Yıkan da, yakan da, öldüren de Bulgar, onlara karşı herkesle birleşiriz” demiştir. (4 Eylül 1903)74

74

Koloğlu; a.g.e. s.261

90

Ayrıca Bulgar köylerine Rum muhtar atandığı ve köy halkının Ortodoks Rum olarak kayıtlara geçirildiği de görülmüştür. 1880’li yıllarda ortaya atılan ancak kabul görmeyen “Doğu Konfederasyonu” fikri 1900 yılından sonra değişik bir şekilde Padişah tarafından gerçekleştirilmek istenmiştir. Bu konuda Yunanistan’a özellikle önem veren II. Abdülhamit hatıralarında bu meseleden şöyle bahsetmektedir: “Sırplar ve Yunanlılar arasında yavaş yavaş bir menfaat birliği doğması, Bulgarların küstahlığını dizginlemek bakımından bizim için çok hayırlı olmuştur. Üsküp’teki kilise kavgalarında, Bulgarlar Sırplara nazaran çok kuvvetli inkişaf etmiş olduklarından üstünlüklerini muhafaza edebilirlerdi. Fakat Yunanlıların takviyesi sayesinde, Sırplar da kiliselerini kabul ettirebilmişlerdir. Bulgarlar, Bulgarlaştırma siyasetinde sistematik çalışmak suretiyle ne kadar muvaffak olduklarını bundan evvel de ispat ettikleri halde Sırplar başlarındaki tehlikeyi lüzumu kadar anlamış gözükmemektedirler. Hâlbuki Yunanlılar Balkan yarımadasındaki esas düşmanlarının Bulgarlar olduğunu çoktan anlamışlardır. Avrupa eyaletlerimiz için Yunanlılar tabii müttefikimizdir, çünkü Bulgarlara karşı Hellenizm’i koruyabilmek için bizim himayemize ihtiyaçları vardır. Yunanistan’daki sefirimizin bildirdiğine göre Atina’da Bulgarlar aleyhine yapılan miting, Yunanlıların bu hususta ne kadar heyecanlı olduklarını ispat etmiştir. Reislerin verdiği ateşli nutuklar, Bulgar kurtlarına düşüncelerimi açıkça izaha kâfi gelmiştir. Bulgarlarla bir harp vukuunda Yunanlılara güvenebiliriz.”75 Padişah’ın bu düşüncesi ne kadar doğruydu bilemiyoruz fakat o iktidarını kaybettikten sonra yaşanan olaylar sonucunda hiç geçerliliği kalmadı. Birçok tarihçi

75

Sultan Abdülhamit; a.g.e. s.140

91

ve siyasetçinin büyük bir hata olarak niteledikleri Kiliseler Kanunu olarak bilinen “Rumeli’de Olan Kavgalı Kilise ve Okullar Hakkında Kanun” sonrasında o zamana kadar birbirleriyle sürekli çatışan Balkan devletleri arasında bir ittifak kuruldu. Bu arada Yunanlılar Osmanlı Devleti aleyhine Rumları ve Aranavutları kışkırtmaya devam ettiler. Arnavutlar isyan ettiğinde de onlara destek vermekten geri durmadılar.76 Bazı tarihçiler ise bu ittifaka giden yolda Balkan devletlerinin geçmişten ders alarak bunu başardıklarını söylemektedir. Şöyle ki, Balkan devletleri Osmanlı Devleti’nden bir şeyler koparacak duruma geldiklerinde karşılarında hep büyük devletleri bulmuşlardır. Gerçi onlara bu şansı veren de büyük devletlerdir ama sonuçta hep büyük devletlerin izin verdiği kadarıyla yetinmişler, çoğunlukla da statükonun korunması için hiçbir şey alamamışlardır. İşte bu sebeple Balkan devletleri bir süre sonra birleşerek kendi sorunlarını kendileri halletmeyi düşünmüşlerdir. Sebep ne olursa olsun Balkan devletleri bir ittifak kurarak Osmanlı Devletini yendiler. Bu savaş sayesinde Yunanlılar, Girit, Selanik ve Batı Trakya’yı ele geçirdiler. Hatta I. Dünya Savaşı sonrasında da megali idea’ya gerçekten çok yaklaştılar ancak Türk ulusunun direnişi ile geri adım atmak zorunda kaldılar.

76

B.O.A. HR.SYS. Dosya No:135 Gömlek No:42 15/05/1990

92

SONUÇ

Çalışmamızda incelediğimiz dönem Osmanlı tarihinin de en çok incelenen dönemlerindendir. 1876 yılında Padişah Abdülaziz’in ölümü, V. Murat’ın tahta çıkışı ve indirilişi, II. Abdülhamit’in tahta çıkışı, Meşrutiyet’in ilanı gibi siyasi olayların ardından, 1877 yılında başlayan Rus savaşında alınan büyük yenilgi, Osmanlı tarihinde çok önemli sonuçlar doğurmuştur. Bu yılların ardından II. Abdülhamit’in idareyi tek başına ele alması, bu dönemde yaşanan bütün olaylardan Padişah’ın sorumlu tutulmasına sebep olmuştur. Bütün bu olaylar sonucunda 1876–1900 yılları arasında Türk-Yunan ilişkilerinde avantaj Yunanlılarda olmuştur. 1881 yılında belirgin bir sebep yokken, sırf onlar istediği için Teselya ve Epir Yunanlılara bırakılmıştır. Girit ise büyük devletlerin kontrolüne alınmış ve yavaş yavaş adadaki Osmanlı varlığı fiilen kaldırılarak Yunanistan’ın elde etmesine hazır hale getirilmiştir. Makedonya, Balkan savaşlarına kadar sürekli çete savaşlarına sahne olmuş ve Yunanistan bölge üzerinde sürekli etkili olmuştur. 1897’de Yunanlılar büyük devletlerin sözünü dinlemediği için Osmanlı’nın karşısında bir süre yalnız bırakılmış, gereken dersi aldığına ikna olununca da yeniden koruma altına alınarak neredeyse ödüllendirilmiştir. Yunanlılar bütün bu dönem boyunca isteklerinin hemen gerçekleşmesini isteyen çocuklar gibi davranmış ve bazen büyük devletlerin tutumundan da şikâyetçi olmuştur. Büyük devletlerin etkisinden kurtulmaya çalıştığında ise özellikle askeri harcamaları sebebiyle onlara borçlanmış ve kendisini daha çok bağlamıştır. Osmanlı Devleti ise içinde bulunduğu, ekonomik sıkıntılar başta olmak üzere, çeşitli sebepler dolayısıyla diplomatik çabalardan fazlasını yapamamış ve olan

93

biten karşısında çaresiz bir görüntü vermiştir. Bu görüntünün tek istisnası 1897 yılındaki savaştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun kazandığı son savaş olarak tarihe geçen bu savaş ne yazık ki olayların gidişatını etkilememiştir. 19. yüzyılın milliyetçilik akımlarının etkisiyle kurulmuş olan Yunanistan, daha önce de belirttiğimiz gibi Osmanlı Devleti aleyhine genişlemeyi sorunlarının çözümü olarak görmüş ve Türk düşmanlığıyla hem milli beraberliğini sağlamaya hem de topraklarını genişletmeye çalışmıştır. Girit adasında yayınlanan İstikbal gazetesinin başyazarı 1911 yılında şöyle yazmıştır: “…Girid’deki Müslüman’la Hıristiyan unsurları arasında bir zemin-i itilafın bulunması kabil olup olmadığını bizden bir zat soruyor. Bu zemin-i itilafın husulüne menafi-i şahsiye ile menafi-i siyasiye ve ağraz-ı milliye, ihtilaf-ı mezhep ile hissiyat, tarz-ı maişet, adavet-i kadime-i mütevatire mani ise de asıl yegane engeli, edebiyat ve mezalim-i musanna-i hıristiyaniye teşkil eder.” Yani iki toplum arasındaki dini, siyasi, sosyal v.s. farklar önemli olmakla beraber, esas önemli sebep; Rum toplumunda edebiyatta ve tarih derslerinde nesilden nesle aşılanan düşmanlık geleneği beraberliğe engel olmaktadır. Bu yazarın Girit için yazdığı bu ifadeler bütün Türk-Yunan sorunları için geçerlidir kanaatimce. Türk-Yunan ilişkilerinde sorunlar Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir. Batı Trakya, Patrikhane, Kıbrıs, Ege Adaları ve Kıta sahanlığı gibi sorunlar halen devam etmektedir. Son yıllarda sorunları uzlaşarak çözmek yaklaşımı benimsenmiş gibi görünmektedir. İki halk arasındaki kültürel yakınlığa da vurgu yapılmaktadır. Yüzyıllarca bir arada yaşayan iki halk arasında yakınlık olması doğaldır ancak çatışma ve kötü propagandalar sonucu bir güvensizlik de oluşmuştur. Ayrıca uluslar arası ilişkilerde bunlardan daha önemli olan şey ülkelerin çıkarlarıdır.

94

KAYNAKÇA

Arşiv Belgeleri B.O.A HR.SYS. Dosya No: 80 Gömlek No:26 12/08/1851 Dosya No: 120 Gömlek No:46 22/03/1855 Dosya No: 121 Gömlek No:43 04/01/1862 Dosya No: 128 Gömlek No:57 11/02/1888 Dosya No: 2778 Gömlek No:25 17/08/1892 Dosya No: 135 Gömlek No:42 15/05/1910 Mecmua-yı Nizamat-ı Girid, 3 cüz, Hanya Vilayet Matbaasında tab olunmuştur, (Tarihsiz)

Süreli Yayınlar Takvim-i Vekayi; Sayı: 1868, 1899, 1925, 1991, 2005. Ceride-i Havadis; Sayı: 3401, 3806, 3809, 3815. Ahenk; 12,13,16,26 Nisan, 03 Mayıs 1313

Kitap ve Makaleler

ABDİ, Tevfik;

Devlet-i Aliye ve Yunan Muharebesi Hakkında Müdavele-i Efkâr, İkdam Matbaası, İstanbul, 1315

ADANIR, Fikret,

Makedonya Sorunu Oluşumu ve 1908’e Kadar Gelişimi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2001

ADIYEKE, Ayşe Nüzhet;

Osmanlı İmparatorluğu ve Girit Bunalımı, TTK yayınları, Ankara, 2000

95

ARMAOĞLU, Fahir;

Siyasi Tarih (1789–1960), Sevinç Matbaası Ankara, 1973

A. Zühdü - S. Tevfik;

Osmanlı Yunan Muharebesi, Mihran Matbaası, İstanbul, 1315

BEYDİLLİ, Kemal;

İkinci Abdülhamit Devrinde Makedonya Meselesine Dair, Osmanlı Araştırmaları IX, Ayrı Basım İstanbul, 1989

Bigan – Cemaleddin;

Osmanlı Yunan Muharebesi, İkdam Matbaası, İstanbul, 1315

BÜYÜKTUĞRUL, Arif;

1897 Osmanlı-Yunan Savaşı İçin Yeni Belge, Belleten c. XXXVI sayı 143, ss.313–381

DAKİN, Dougles

The Greek Struggle In Macedonia 1897–1913 Londra, 1966

ERCAN, Yavuz;

XIX. Yüzyılda Balkanlarda Kilise, Ankara, 1987 Türk-Yunan İlişkilerinde Rum Patrikhanesinin Rolü, III. Askeri Tarih semineri Bildiriler, ss.195–205, Ankara, 1986

ERİM, Nihat;

Devletlerarası Hukuk ve Siyasi Tarih Metinleri, c.I TTK yayınları, Ankara, 1953

Erkân-ı Harbiye Nezareti

1313–1897 Osmanlı-Yunan Harbi, Matbaa-i Askeri İstanbul, 1927

96

GAVRİLİS, George;

Understanding Greco-Ottoman Conflict: Statist Irredentism, Belligerent Democratization or Synthesis. www.ksg.harvard.edu/kokkalis/GSW1/GSW1/10 Gavrilis.pdf

Goltz Paşa;

Osmanlı Yunan Seferi, çev: Şevki Yakub,

Mekteb-i

Harbiye Matbaası, İstanbul, 1326 HATİPOĞLU, Murat;

Yunanistan’daki Gelişmelerin Işığında Türk-Yunan İlişkilerinin 101 Yılı (1821–1922) Türk kültürünü Araştırma Enstitüsü yayınları, Ankara, 1988

İNALCIK, Halil;

Tanzimat ve Bulgar Meselesi, TTK yay. Ankara, 1964

KARAL, Enver Ziya;

Osmanlı Tarihi, c.V-VI-VIII, TTK yayınları, Ankara, 2000

KAYA, Önder;

Tanzimat’tan Lozan’a Azınlıklar, Yeditepe yay. İstanbul, 2004

KODAMAN, Bayram;

1897 Türk-Yunan Savaşı (Teselya Tarihi), TTK yayınları, Ankara, 1993

KOLOĞLU, Orhan

Avrupa Kıskacında Abdülhamit, İletişim yayınları İstanbul, 1998 Abdülhamit Gerçeği, Eylül yayınları, İstanbul, 2002

KURAT, Akdes Nimet;

Türkiye ve Rusya - XVIII. Yüzyılın Sonundan Kurtuluş Savaşına Kadar Türk-Rus İlişkileri (1798–1919) Ankara Üniversitesi Basımevi, Ank., 1970

97

KÜTÜKOĞLU, Mübahat S.; Yunan İsyanı Sırasında Anadolu ve Adalar Rumlarının Tutumları ve Sonuçları III. Askeri Tarih Semineri-Bildiriler ss.133-161 Ankara, 1986 MANSEL, Arif Müfid;

Ege ve Yunan Tarihi, TTK yayınları, Ankara, 1988

Mehmed Salahi;

Girid Meselesi ve Mehmed Salahi Bey’in Mecmuası, Yay. Haz: Münir Aktepe, İ.Ü. Edebiyat Fak. yay., 1967

ORTAYLI, İlber

Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Yerel Yönetim Geleneği, İstanbul, 1985 Tanzimat Döneminde Yunanistan ve Osmanlı İmparatorluğu, III. Askeri Tarih Semineri Bildiriler ss.162–171, Ankara, 1986

ÖZKAYA, Yücel;

1821 Yunan (Eflak-Buğdan) İsyanları ve Avrupalıların İsyan Karşısındaki Tutumları, III. Askeri tarih semineri Bildiriler, ss.114–130 Ankara, 1986

SALIŞIK, Selahattin;

Tarih Boyunca Türk-Yunan İlişkileri ve Etnik-i Eterya, İstanbul, 1968

SENAİ, Osman;

Osmanlı-Yunan Seferi ve Dömeke Meydan Muharebesi, Şirket-i Mürettibiye Mat., İstanbul, 1314

STRAUSS, Johann;

Unutulmuş Bir Cemaat: Girit Müslümanlarının Abdülhamid Devrindeki, İkinci Meşrutiyet Devrindeki ve İlhaktan Sonraki Faaliyetleri, XI. Türk tarih Kongresi

98

SUN, Selim;

Osmanlı Yunan Muharebesi, Genelkurmay Basımevi Ankara, 1965

SÜER, H. Hikmet;

1897 Türk-Yunan Harbi, Genelkurmay Basımevi Ankara, 1982

Sultan Abdülhamit;

Siyasi Hatıratım, Dergâh yayınları, İstanbul, 1987

SÜRGEVİL, Sabri;

1897 Osmanlı-Yunan Savaşı ve İzmir, III. Askeri Tarih Semineri-Bildiriler ss.296–316 Ankara, 1986

ŞİMŞİR, Bilal N.;

Girit Meselesi Üzerine Bir Yunan eseri: Donma N. Dontas; Greece and Great Powers, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı:39 (Aralık 1970), ss. 39–42

TEKELİ İlhan-İLKİN, Selim Cumhuriyetin Harcı Köktenci Modernitenin Doğuşu İstanbul Bilgi Üniversitesi yayınları, 2003 TOKAY, Gül;

Makedonya Sorunu, Afa yayıncılık, İstanbul 1995

TURAN, Şerafeddin

1829 Edirne Anlaşması, DTCF Dergisi c.9 ss.111–151

TÜRKGELDİ, Ali Fuad;

Mesail-i Mühime-i Siyasiyye, y. haz. Bekir Sıtkı Baykal TTK yayınları Ankara, 1987

UÇAROL, Rıfat;

1878 Berlin Antlaşmasına Göre Yunan Sınır Düzeltmesi III. Askeri Tarih Semineri-Bildiriler ss.296–316 Ankara, 1986

YEĞEN, Erdoğan;

XIX. Yüzyılın Son Çeyreğinde Girit Olayları Ve Türk-Yunan İlişkileri, III. Askeri Tarih SemineriBildiriler ss.296–316, Ankara, 1986

99

ÖZET 1829 yılında bağımsızlığına kavuşan Yunanistan, bu tarihten sonra “megali idea” doğrultusunda faaliyetlere başlamıştır. Diplomatik girişimlerden başka; Rum nüfusunun yoğun olduğu yerlerde kiliseler ve okullar aracılığıyla propaganda yapmak ve silahlı çeteler kurdurarak olay çıkarmak Yunanlıların başlıca yöntemleri olmuştur. 1870 yılına kadar Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü koruma politikası takip eden İngiltere ve Fransa’nın bu tarihte Almanya’nın kurulması sonucunda bu politikayı terk etmeleri; incelememize konu olan 1876–1909 yılları arasında TürkYunan ilişkilerinde Yunanistan’ın avantajlı konuma geçmesine sebep olmuştur. Islahat Fermanı’ndan sonra sık sık isyanların yaşandığı Girit’e 1878 yılında özerkliğe varan ayrıcalıklar tanınmıştır. 1881 yılında ise Yunanlılar diplomatik girişimlerle Teselya ve Narda’yı ele geçirmişlerdir. Bu dönemde yeni ortaya çıkan diğer mesele olan Makedonya meselesi ise nüfusunun karışık yapısı sebebiyle diğer bölge ülkelerinin ve Avrupa’nın büyük devletlerinin de müdahil olmasıyla farklılık arz eder. Makedonya’da bütün bölge ülkeleri propaganda ve çetecilik faaliyetlerinde bulunmuş ve çeteler Türk askerlerinden çok birbiriyle çatışmıştır. 1885 yılında Doğu Rumeli’nin Bulgaristan’la birleşmesi Türk-Yunan ilişkilerinde tansiyonu yükseltmiş ve 1897 yılına kadar gerginlik devam etmiştir. Bu yılda Yunanistan Girit’i işgal etmeye kalkışınca Osmanlı Devleti savaş ilan etmiştir. Osmanlı devletinin kazandığı son savaş olan 1897 savaşından yine Yunanistan’ın kazançlı çıkması ilginçtir. Savaştan bir yıl sonra Yunan Kralı’nın oğlu adaya vali yapılmış ve kısa süre sonra Türk askerlerinin adayı terk etmesi sağlanmıştır. Adanın resmen Yunanistan’a bağlanması 1914’te olmuştur. Makedonya meselesi ise kanlı çete savaşları ile Balkan savaşlarına kadar devam etmiş ve Osmanlı egemenliğinden çıkarak bölge ülkelerince paylaşılmıştır. Tezimize konu olan dönemde Yunanistan her yönden aktif bir politika izlemiş ancak Avrupa dengeleri sebebiyle istediklerini elde etmekte zorlanmıştır. Osmanlı Devleti ise zayıf diplomatik girişimler dışında fazla bir şey yapamamış, 1897 savaşı haricinde çaresiz bir görüntü vermiştir.

100

SUMMARY Greece which gained independence in 1829 started its activities in line with “megali idea”. Apart from the diplomatic enterprises, organizing propagandas by means of the churched and schools where the Greek population is dense and creating events by setting up armed gangs were the main methods of the Greek people. England and France followed the policy to preserve the territorial integrity of the Ottoman State until 1870 and they abandoned this policy when Germany was founded in this year. After this date, between 1876 and 1909, Greece had an advantageous position, which constitutes the subject of this study. Crete where frequent insurgencies took place after the Islahat Fermanı was granted privileges which extended to autonomy in 1878. And in 1881 the Greek conquered Teselya and Narda with the diplomatic enterprises. Macedonia issue which appeared during this period is different since its population has a mixed structure and includes the other countries in the region and the major countries of Europe. All the countries in the region organized gang activities and the gangs had clashes with themselves more than the Turkish soldiers. The fact that the East Rumelia was united with Bulgaria in 1885 increased the tension of the Turkish-Greek relations and this continued up until 1897. In this year when Greece attempted to invade Crete, Ottoman State declared war against Greece. It is interesting that again Greece benefited from the war in 1897 which is the last war Ottoman State won. After one year from the war, son of the king of Greece was assigned as the governor of the island and soon after the Turkish soldiers were made to leave the island. The island was officially united with Greece in 1914. The Macedonia issue continued until Balkan Wars with the bloody gang fights and it was shared among the countries in the region by being released from the Ottoman rule. In the period which is the subject of our thesis, Greece followed an active policy in all aspects however it had difficulties to obtain the things they desire due to the European balances. Ottoman State did not carry out considerable activities and it appeared to be desperate except the war in 1897.

101

Related Documents

1980
May 2020 14
1980
May 2020 22
1980
May 2020 22
1980
October 2019 27
1980
December 2019 21
1980 - Explicatie
November 2019 19