Bilim ve Hikmet Bayram Ali ÇETİNKAYA*
İKİ YÖNETİCİ İKİ ÂKİBET/ÖLÜM “Saadet çağında yaşananlar, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sonradan gelen takipçileri için birçok ibreti ve dersi içinde barındırmaktadır.Yaşanan ve gerçekleşen hâdiselerin aktör ve fâilleri, bizzat Hz. Peygamber (s.a.v.)’in çok yakınında bulunan sahâbîleri olunca, işin mâhiyeti daha bir önem kazanmaktadır.”
38
Temmuz 2008
S
adet çağında yaşananlar, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sonradan gelen takipçileri için birçok ibreti ve dersi içinde barındırmaktadır. Yaşanan ve gerçekleşen hâdiselerin aktör ve fâilleri, bizzat Hz. Peygamber (s.a.v.)’in çok yakınında bulunan sahâbîleri olunca, işin mâhiyeti daha bir önem kazanmaktadır. Zira kendilerine tâbi olunacak “gökteki yıldızların” her eylemi, sonraki Müslüman nesiller için bir mikyas ve uyulacak kurallar haline dönüşecektir. ‘İşte “yıldızlar”dan iki tanesi, bu yazının konusu olacaktır. Bunlar: Amr İbnü’l-Âs ve Muâviye’dir. Geçen tarihin oluşmasında önemli yerleri olan bu önemli ve etkili sahabîler sivil yöneticidir. Ele alınacak husus, bu mümtaz şahsiyetlerin ömürlerinin son gün ve saatleri ile sınırlı kalacaktır. Şimdi Müslümanlar için çok özel sonuçlar çıkarılabilecek ve erdemli bir hayatın nasıl şekillendirilmesi
gerektiğinin işaretlerini veren iki kutlu insanın son anlarında yaşadıkları ve söylediklerine geçebiliriz.’ Vali Olarak Doğan Sahabî: Amr İbnü’l-Âs Hakem olayında Muâviye’nin sözcüsü olan ve Hz. Ali’yle uzlaşılan karara aykırı hareket eden Amr İbnü’l-Âs (r.a.)’ın uzun bir ömrün sonunda ölüm döşeğindeki hali gerçekten düşündürücüdür. Yatakta uzun süre ağlayan ve yüzünü duvara dönen İbnü’l-Âs’ın haline dayanamayan oğlu ona şöyle seslenir: “Babacağım Rasûlüllah (s.a.v.) seni filan şeyle müjdelemedi mi? Rasûlüllah (s.a.v.) seni filan şeyle müjdelemedi mi?” Bu tesellî ve teskîn edici sözler üzerine Amr, yüzünü çevirerek topluluğa şunları söyler: “Şüphesiz ki; hazırlamakta olduğumuz şeylerin en fazîletlesi Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in O’nun Rasûlü olduğuna şehâdet getirmektir. Şüphesiz ben üç hal üzere bulundum. Düşü-
nüyordum da ‘Bir vakitler’ Rasûlüllah (s.a.v.)’a benim kadar şiddetle buğz eden yoktu. İmkânını bulup da onu öldürmüş olmak kadar da bence makul bir iş yoktu. Şayet bu hal üzere ölmüş olsaydım muhakkak cehennemlik olurdum. Allah İslâm’ı kalbime yerleştirdiği zaman Peygamber (s.a.v.)’e gelerek; ‘Uzat sağ elini de sana bey’at edeyim.’ dedim. Hemen sağ elini uzattı. Ben elimi çektim Rasûlüllah (s.a.v.): ‘Ne oldu sana ya Amr?’ dedi. ‘Şart koşmak istedim.’ dedim. ‘Neyi şart koşuyorsun?’ buyurdular. ‘Af olunmamı.’ dedim. ‘Bilmez misin ki İslâm, kendinden önceki günahları yok eder, Hicret de ondan önceki günahları yok eder, Hac da ondan önceki günahları yok eder?’ buyurdular.(Artık) Benim nazarımda Rasûlüllah (s.a.v.)’den daha sevgili ve ondan daha büyük bir kimse kalmadı. Ona karşı duyduğum saygıdan dolayı kendisine doya doya bakamıyordum. Benden onu tavsîf etmemi isteseler buna takat ge-
39
tiremem. Çünkü ona doya doya bakamazdım. Şayet bu hal üzere ölmüş olsam cennetlik olmamı kuvvetle ümîdederdim. Sonra bir takım şeyler üzerimize aldık ki, onlar hakkında hâlim nice olur bilmiyorum. Öldüğüm zaman beraberimde hiçbir yasçı ve ateş bulunmasın. Beni defnettiğiniz zaman üzerime toprağı iyice döşeyiniz. Sonra kabrimin etrafında bir deve boğazlayıp da eti taksim edilinceye kadar durun ki, sizlere ünsiyet edeyim ve Rabbimin elçilerini nasıl karşılayacağımı düşüneyim, dedi.”1 Sahîh-i Buhârî’den sonraki en önemli hadis kaynağı Sahîh-i Müslim’de geçen bu hadis hakkında açıklama yapan Muhammed el-Übbe, Hz. Amr’ın vasıfları, vazifeleri ve servetiyle ile ilgili ilginç bilgileri de okuyucuyla paylaşmaktadır: Akıl, fikir ve lisan yönünden Arapların dâhîsi olan Amr’ın bu özelliği, Hz. Ömer’i de oldukça etkilemiştir. Nitekim sözlerini anlamayan muhatabına Hz. Ömer şu sözlerle karşılık verir: “Seni ve Amr İbnü’l-Âs’ı yaratan Allah’ı
40
Temmuz 2008
tenzih ederim”. Amr, Hz. Ömer döneminde on yıl üç ay, Hz. Osman döneminde dört yıl ve Hz. Muâviye döneminde iki yıl üç ay valilik yapmış ve Hicrî 43 tarihinde 90 yaşında vefat etmiştir. Arkasından miras olarak 325.000 altın ve 2.000.000 dirhem gümüş ile çok kıymetli meşhur bir çiftlik bırakmıştır. Vefat anında bıraktığı büyük servete bakarak yaptıklarının bir muhasebesini yapan Amr İbnü’l-Âs, orada bulunanlara şu sözleri söyler: “Keşke ya sen bir deve tezeği olaydın ya ben Selâsil gazâsında öleydim. Öyle işlere girdim ki Allah huzurunda onlar hakkında huccetimin ne olacağını bilmiyorum. Muâviye’nin dünyasını düzelttim. Ama kendi âhiretimi batırdım. Aklımı şaşırdım nihayet ecelim geldi. İşte ecel ile pençeleşmekteyim. Malımı aldı. Ailem hakkındaki hilafetimi berbat etti”. Pişmanlık ifadesi olan bu sözlerden sonra Amr, oğluna bir bukağı getirmesini ve onunla elini boynuna bağlamasını ister. Oğlu, babasının
söylediklerini yaptıktan sonra Amr başını semaya kaldırarak son sözlerini söyler: “Allah’ım sen bana emir buyurdun ben isyan ettim; nehy buyurdun kulak asmadım. Kudretim yok muzaffer olayım. Suçsuz değilim mâzeret beyân edeyim. Ben ancak senden başka ilâh olmadığına, Muhammed’in senin kulun ve Rasûlün olduğuna şehâdet ediyorum”. Son sözlerini böylece ifade ettikten sonra Amr, pişman ve düşünceli birinin duruşu gibi parmağını ağzına koyarak vefat eder. Babasının ölüm anına şahit olan oğlu ise şu sözleri söylemekten kendini alamaz: “Babacığım keşke ölmekte olan akıllı bir adamın yanına varsam da neler çektiğini bana anlatsa derdim. İşte ölüm senin de başına geldi neler çektiğini bana anlat”. Hz. Amr da ona şöyle karşılık verir: “Yavrucuğum sanki bir karanlık içindeyim, sanki iğne deliğinden nefes alıyorum, sanki bir diken dalı ayağımdan başıma doğru çekiliyor.”.
Medînelilerden bazı kimselerin bildirdiğine göre, Amr, çocuklarına şunları söyler: “Ben ne öldüğüm zaman beni cehenneme götürecek şirkin içindeyim, ne de beni cennete götürecek İslâm’ın içinde. İslâmiyet hakkında her ne kadar kusur etsem de yine ‘lâilâhe illâllah’a sarılmaktayım.” Üzerine toprak örtülmesini ve cenazesinin arkasından meddah, yasçı ve benzeri kötü adetlerin yapılmamasını vasiyet eden Amr’ın bu hali, onun dindeki sebatını ve Allah’tan ne derece korktuğunı gösterir.2
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Gömleğini Giydirdiği Vahiy Katibi Muâviye Son anlarını anlatacağımız ikinci yönetici ise, hakem olayında Amr İbnü’lÂs’ın kendisini temsil ettiği kişi Muâviye (r.a.)’dir. Muâviye, Hz. Peygamber’in vahiy katibi olup,
Ebu Süfyan’ın oğludur. Hz. Ali’yle olan mücadelesinin sonucunda hilafet makamına yerleşmiştir. Hayattayken oğlu Yezid’i veliahd tayin etmiştir. Bu anlamda İslâm tarihinde, saltanat yönetimini ve
“Vefat anında bıraktığı büyük servete bakarak yaptıklarının bir muhasebesini yapan Amr İbnü’l-Âs, orada bulunanlara şu sözleri söyler: “Keşke ya sen bir deve tezeği olaydın ya ben Selâsil gazâsında öleydim. Öyle işlere girdim ki Allah huzurunda onlar hakkında huccetimin ne olacağını bilmiyorum.”
hânedanlık sistemini ilk defa uygulamaya sokan kimsedir. Oğlu Yezid, hastalığı ağırlaştığı zaman babası Muâviye’nin yanında bulunamaz. Sonra babasının yanına Osman b. Muhammed b. Ebi Süfyan’ı alarak beraberce Muâviye’nin bulunduğu odaya girerler. O sırada Muâviye son saatlerini yaşamaktadır. Yezid, onunla konuşmak ister, ancak Muâviye konuşmak istemez.
41
Dört Halifeye ait kılıçlar / Topkapı Sarayı
Bunun üzerine Yezid ağlamaya başlar. Muâviye (r.a.) bir süre Yezid’i iyice süzdükten sonra şunları söyler:
Resûlullah (s.a.v)’in gömleğini kefenimin altına gömlek yerine koy. Eğer (bana) bir şey fayda verecekse bunlar verir”.
“Yavrucuğum! Hakkında Allah’tan en çok korktuğum şey sana yaptıklarımdır. Yavrucuğum! Resûlullah (s.a.v.) ile birlikte sefere çıktığım olurdu. Kendileri kazây-ı hâcet eder de abdest alırsa ellerine suyu ben dökerdim. Bir defasında gömleğimin omuz başından yırtıldığını görerek, ‘Yâ Muâviye! Sana bir gömlek giydireyim mi?’ buyurdular. ‘Hay hay Yâ Resûlullah!’ dedim. Bunun üzerine bana bir gömlek giydirdi. Onu bir defadan başka giymedim. Gömlek bendedir.”
Şu halde dünyaya fazla kıymet veren iki sahabî’nin ölüm anlarındaki durumlarını ve Hz. Peygamber’e (s.a.v) yönelik hürmet ve saygılarını ibretle ve insafla düşünmek gerekmektedir. Haklarında birçok insafsız değerlendirmenin yapıldığı Amr İbnü’l-Âs ve Muâviye’nin Hz. Peygamber’e olan sevgi ve saygıları böyledir ve bu bütün sahabîlerin ona olan sevgilerinin tahminlerin daha ötesinde olduğunu gösterir. Müslümana düşen görev ise; bu iki sahabe hakkında, onları hak ve hukuk terazisiyle yargılamak değildir. Tüm sahâbe-i kirâm hakkında “Allah onlardan razı olsun” duasıyla onları güzel bir lisanla hatırlamak ve yaptıkları icraatlardan dersler çıkarmaktır.3
Muâviye, oğlu Yezid ve orada bulunanlara Hz. Peygamber ile olan özel anlarından bahsetmeye devam eder ve ölümünden sonra kendisi için yapılması gerekenleri onlara vasiyet eder: “Yine bir gün Resûlullah (s.a.v.) tıraş oldu. Kesilen saçlarını ve tırnak kesintilerini aldım. Bunları bir şişe içine koydum. Öldüğüm zaman yavrucuğum, beni yıka! Sonra bu saçlarla tırnakları benim gözlerime ve burnuma koy! Bâdehû
42
Temmuz 2008
üzere olan bir hastaya Allah’tan ümidini kesememesini tavsiye etmek güzel bir uygulamadır. Onun yanında ümit veren âyetleri, af ve müjdeyle ilgili hadisleri okumak yerinde bir davranıştır. Ayrıca Allah’tan umudunu kesmesin diye yaptığı iyilikleri ve erdemli davranışlarını anmak gerekir ki, son nefesinde Allah’ın affını ve mağfiretini dileyerek terk-i dünyâ eylesin. Çünkü son anlar önemlidir ve bu tür bir hareket tarzı müstehabdır. b. Cenazenin başında aşırı yas tutmak, arkasından yürüyerek onun iyiliklerini anmak ve bağırıp ağlamak haramdır. Ayrıca ölünün arkasından mum ve çıra yakarak yürümek mekruhtur. Çünkü bunlar câhiliye geleneklerindendir. Ayrıca son yıllarda bir tür kötü bir bidata dönüşecek dereceye ulaşmış olan, cenazeyi alkışlamak da, İslâm gelenekleriyle bağdaşmamaktadır. c. Kabrin üzerindeki toprağı yaymak müstehab olan bir davranıştır. Ancak kabrin üzerine oturmak doğru bir hareket değildir. Yine cenaze toprağa verildikten sonra onun başında biraz beklemek de müstehabdır.4
Dipnot Gerek Amr İbnü’l-Âs gerekse Muâviye’nin son saatlerinde yaşadıklarından ve sözlerinden bir takım hükümler çıkarmak mümkündür: a. Son nefeslerini vermek
* Doç. Dr. 1
2 3 4
Ahmed Davudoğlu, Sahîh-i Müslim Tecüme ve Şerhi, II. baskı, İstanbul 1977, I, 454 (Kitabu’l-İman, 54). Davudoğlu, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, I, 454-455. Davudoğlu, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, I, 455-456. Davudoğlu, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, I, 456-457.
YEMEN ŞEHİTLERİNE Eski bir yaradır içimde Yemen! Bir yara ki iliklerimi emen! Yasaklanmış sanki telaffuzu men! Gizli bir ağıt okunur ya hani!
Çöl mü yuttu, hani dört asırlık iz! Redif Alayları nerdesiniz siz? Öyle yatarsınız derin ve sessiz! Tıpkı Ashab-ı Kehf uyur ya hani!
Ey gittiği seferden dönmeyen er! Bizi de bir gün çağırır mı o yer! Kim toprak için o toprağı giyer? Kavuşmak mı belki, umulur ya hani!
Asırlık derdime Yemen dert ekler! Mahzundur şehitler hep bizi bekler! Az değil binlerce öbek öbekler! Gurbette insan burulur ya hani!
Çölde sıcak, açlık, susuzluk, tuzak! Makus Yemen bize uzak mı uzak! Ey dedemi kör eden yaş, durma ak! Bir gün su bendini bulur ya hani!
Ey kalpleri hep vatan için atan! Bir, Sarıkamış ve Yemen’de yatan! Bize Misak-ı Milli’yi dayatan! Aslanı kafeste korur ya hani!
Güneşin batışıyla Huş’un adı, Muş’a döndü unutuldu yâdı! Şehit analarının tiz feryadı, Bir Yemen Türküsü solur ya hani!
Tarihi tarihe terk ne büyük ar! Tarih, tarihten ders alanlara var! Rüzgâr bile köksüz olanı savar! Ağaç kalır, ot kaybolur ya hani!
Yemen’de çöl var, Sarıkamış’ta kar! Birinde ter, birinde humma akar! Ocaklar söndürür, yürekler yakar! Bir musibettir vurur ya hani!
Bir silkinsek Anadolu bize dar! Hedef haksa insan kendini adar! İla-yi kelimetullah’a kadar! Ne fatihler bekler durur ya hani!
Mehmet SERTPOLAT
43