Kültür Sadık YALSIZUÇANLAR
DANIŞMA: ORTAK AKIL “İstişare, bir tür danışma, tartışma, müzakere etme, düşünceleri takas etme, daha esenlikli ve daha doğru olanı bulma çabasıdır. Bu tümüyle ahlakî bir çabadır. Doğru’nun keşfi için yapılan her türden düşünce alışverişi, yanlış bir sonuca çıksa da doğru sayılmıştır.”
A
kıl akıldan üstündür’ de deniyordu sanırım…Ya da üç elif yan yana gelince 111 olur. Ayrı olsalar 1 değerindedirler, ama birleşince, birikimlerini birleştirince, 111 gücüne ulaşırlar. Kur’an’ımız, ‘Allah’ın eli bütün ellerin üzerindedir’ buyurur. Demek ki, insan, Allah’ın sonsuz ve mutlak eli’nin altında, yekdiğerine muhtaçtır. İnsanın, daima, hayatın sorularına ve sorunlarına karşı, başkalarından yardım almaya, düşünce istemeye, akıl danışmaya ihtiyacı vardır.
62
Kasım 2008
Bu ihtiyaç, aslında, insan aklının kişisel doğasının ve sınırlarının her zaman, hiçbir şeye tek başına yetmediğinin göstergesidir. İnsan, gerçi tek başına, İlahî Hakikat’e muhataptır, yalnız doğar ve yalnız ölür. Kabre yalnız girer. Dünyevî dostluklar ve yoldaşlıklar kabre kadardır, berzahta insan yalnızdır. Fakat, insanın insanlara olan ihtiyacı, hayatın kendisine yönelttiği sorulara karşı özellikle belirir. Hayat, özellikle modern yaşam, bu türden sorunların arttığı, insanı kuşattığı, onu çoğu zaman aciz bıraktığı için, bu ih-
tiyaç, dünden daha çok derinleşmiş ve büyümüştür. Fakat biz biliriz ki, insanlığın onuru ve insanların öncüsü, efendisi olan, seçilmiş, övülmüş ve Allah’ın sevgilisi makamına yüceltilmiş olan Peygamberimiz, o günkü sade Arabistan yaşamındaki, yalın, apaçık sorunlar karşısında bile, dostlarıyla, arkadaşlarıyla ‘istişare’ etmiştir. O’nun başkasına danışma, başkalarıyla danışarak, konuşarak karar vermesi, son derece ahlakî bir ilkeye dayanmaktadır. Hatta, bir gün, dostları, kritik bir konuda, yanlış karar ver-
se de, Efendimiz, çoğunluğun kararına saygı duymuş, sonuçlarını görmesine rağmen, bu ahlakî ilkeye sonuna dek bağlı kalmıştır. Bir akıl, kuşkusuz tek başına gerçeği idrak ve ona muhatap olma konusunda yetkindir, lakin, bu, bireyin, başkalarının aklını da kendi aklına katmasına engel olmamalı, aksine, akıl da bunu gerektirmektedir. Akıl odur ki, diğer akıllara da danışır, bilişir. ‘Biz, sizi, tanış, biliş olasınız
diye, kabile kabile, farklı renk ve dillerde yarattık’ anlamındaki İlahî uyarı, bu ilkenin esasını oluşturur. İnsan, başkalarını ötekileştirmek yerine, adındaki ‘enis, dost’ manalarına uygun davranmak suretiyle, ünsiyet ve dostluk kurmak, ilişki geliştirmek, danışmak, sormak, akıl almak, akıl vermek, tartışmak, istişare etmek durumundadır. İstişare denilen bu anahtar kavram, bize, hem ortak bir aklı işaret eder, hem de, içinde bizatihi bir ahlakî tutumu da taşır.
Bu tutum, insanın ne kadar akıllı olursa olsun, daima, başka akılları kendinden üstün görme ihtimallerini açık tutmasıyla da taçlanır. Bunun dibinde yatan inanç ise, ‘Allah’ın elinin bütün ellerin üzerinde olduğu’ gerçeğidir. Her el, madem Allah’ın elinin altında eşit ve özerk bir varoluş alanındadır, o halde, insanın kendisine bağışlanmış olan özelliklere güvenmemesi gerekir. İstişare, bir tür danışma, tartışma, müzakere etme, düşünceleri takas etme, daha esenlikli ve daha doğru olanı bulma çabasıdır. Bu tümüyle ahlakî bir çabadır.
63
Doğru’nun keşfi için yapılan her türden düşünce alışverişi, yanlış bir sonuca çıksa da doğru sayılmıştır. İçtihat yapan, bunu sırf Allah’ın rızası için yaptığından, yanlış içtihatta bulunsa, bir sevap alır, isabet etse, onun ma-
ima, istişareyi, başkalarıyla konuşma ve tartışmayı seçmiştir. Bu aynı zamanda toplumsal ve manevî idealleri ortak olan insanların, sıradan bir konuda bile uzlaşma ilkesinde toplanmış olduklarını da göstermektedir.
O halde insan, önce bağlanır, sonra teslim olur, sonra her işinde kendisi gibi bağlanmış olanlara danışır, onların düşünce ve yorumlarına kulak verir. Bir elin nesi, iki elin sesi, sadece bizim kültürümüzde varolan bir duyarlık değildir. Aynı zamanda bir Çin atalarsözü olan bu ilke, aklın yolunun bir olduğu gerçeğini de ima eder. Ama o aklın akıl olması gerekir. Aklın, asli doğasından saptığı ve Hakikat’in kıyılarına savrulduğu zaman ve zeminlerde, birden fazla yanlış bir araya geldiğinde bir doğru etmez.
nevi karşılığı daha fazladır ve bizim tartımızla tartılmaz. İçtihatların ve yorumların değiş tokuş edilmesi ve eğip bükülerek, düzeltilerek, inceltilerek daha doğrunun, en doğrunun ortaya çıkarılması ve ona göre davranılması işi, insanın ‘enis’ niteliğinin gerçekleşmesidir. İstişareye ilişkin çok sayıda ayet ve hadis vardır.
‘Uzlaşma’ deyince bazı olumsuz çağrışımlar yapması bunu değiştirmez. İstişare, insanın, kendi düşüncesinden, yanılması halinde vazgeçmesi anlamına da gelir. Bu, doğru olanda uzlaşmadır, Hakikat’e teslim olmaktır. Hakikat’e teslim olan, şeyleri teslim alır.
Efendimiz’in yaşamı, istişarelerle doludur.
İslâm, esenliktir ve teslim olmaktır. İnsanın Allah’a teslimiyetidir.
Gerek kişisel gerekse ümmeti ilgilendiren sorunlarda O, da-
İman, intisaptır, bağlanmadır.
64
Kasım 2008
İstişare eden, danışan, görüşen, konuşan akılların akıl olma şartı, burada daha çok işler. İstişarenin de sanırım böylesi bir gerek ve yeter şartı vardır. Danışmanın, konuşmanın bir başka sırrı ise, verilen kararın (yanlış olması durumunda bile), sonradan hem herkesi bağlayıcı hem de, danışılmayan, konuşulmayan düşünce ve karardan daha az acı vermesidir. Madem ortak akıl budur o halde ona uyma durumunda çıkacak sonuçlara tahammül etme konusunda insan daha hazır hale gelmiş olacaktır.